Journal of turkish

Page 1

ISSN: 1301-2045

EGE ÜNİVERSİTESİ TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ

TÜRK DÜNYASI İNCELEMELERİ DERGİSİ Journal of Turkish World Studies

Cilt/Volume: VI

Sayı/Issue: 1

Yaz / Summer - 2006 Bornova - İZMİR


Ege Üniversitesi Yönetim Kurulu’nun 14.12.2006 tarih ve 7/7 no’lu kararı ile basılmıştır.

Baskı : Ege Üniversitesi Basımevi Bornova- İZMİR Telefon: 0.232.3881022 E-posta: bsmmd@rektorluk.ege.edu.tr


TÜRK DÜNYASI İNCELEMELERİ DERGİSİ Journal of Turkish World Studies

SAHİBİ-SORUMLU MÜDÜR / Owner Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü adına Enstitü Müdürü Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN

EDİTÖR / Editor

YAYIN KURULU Editorial Board Prof. Dr. Metin EKİCİ Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN Prof. Dr. Zeki KAYMAZ Doç. Dr. Turan GÖKÇE Doç. Dr. Alimcan İNAYET Doç. Dr. Yüksel SAYAN Yrd. Doç. Dr. Metin ARIKAN Yrd. Doç. Dr. Ali EROL Yrd. Doç. Dr. Mehmet TEMİZKAN Yrd. Doç. Dr. Rabia UÇKUN

Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN

YAZI İŞLERİ / Editorial Secretary Arş. Gör. Özgür AY

YAZIŞMA ADRESİ / Correspondence Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü 35100 Bornova – İZMİR Telefon / telephone : 0.232.3880110 / 2958 Belgegeçer / fax : 0.232.3427496 Elmek / e-mail : gurer_gulsevin@yahoo.com

Dizgi / Composition: Arş. Gör. Özgür AY Baskı / Print: Ege Üniversitesi Basımevi Bornova - İZMİR Bornova – İZMİR 2006

BU SAYININ BİLİMSEL DANIŞMA KURULU Advisory Board Prof. Dr. Tuncer BAYKARA (Ege Üniv.) Prof. Dr. Mustafa CEMİLOĞLU (Uludağ) Prof. Dr. Metin EKİCİ (Ege Üniv.) Prof. Dr. M. Akif ERDOĞRU (Ege Üniv.) Prof. Dr. Mustafa ERGÜN (Afyon Kocatepe Üniv.) Prof. Dr. İlhan GENÇ (Dokuz Eylül Üniv.) Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN (Ege Üniv.) Prof. Dr. Zeki KAYMAZ (Ege Üniv.) Prof. Dr. Lütfi ÖZAV (Uşak Üniv.) Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN (Ege Üniv.) Prof. Dr. Kemal YÜCE (Çanakkale Üniv.) Doç. Dr. Mehmet AÇA (Balıkesir Üniv.) Doç. Dr. Erdoğan BOZ (Afyon Kocatepe Üniv.) Doç. Dr. Şerif Ali BOZKAPLAN (Dokuz Eylül Üniv.) Doç. Dr. Mehmet ERSAN (Ege Üniv.) Doç. Dr. Turan GÖKÇE (Ege Üniv.) Doç. Dr. Alimcan İNAYET (Ege Üniv.) Yrd. Doç. Dr. Metin ARIKAN (Ege Üniv.) Yrd. Doç. Dr. Turgay CİN (Ege Üniv.) Yrd. Doç. Dr. Türkmen TÖRELİ (Uşak Üniv.) Yrd. Doç. Dr. Muvaffak DURANLI (Ege Üniv.)

E.Ü. Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, yılda iki kez yayımlanan ulusal hakemli bir dergidir.

DERGİMİZİN YURT DIŞI HABERLEŞME ÜYELERİ ABD - Uli Şamiloğlu; ALMANYA - Mark Kirchner; ALTAY - Napir Bailkan; AZERBAYCAN - Kemal Abdullayev; BULGARİSTAN - Cengiz Hakov; ÇİN-Turup Barat; FİNLANDİYA - Okan Daher; FRANSA - Remy Dor; GÜRCİSTAN - Elisabet Bjalava; HAKASYA - Viktor Yakovleviç Butanayev; HOLLANDA - F. De Jong; IRAK - Çoban Hıdır Uluhan; İNGİLTERE - Arthur Hatto; İRAN - Cevat Heyet; JAPONYA - Tadashi Suzuki; KAZAKİSTAN - Seyit Kaskabasov; KIBRIS - Mahmut İslamoğlu; KIRGIZİSTAN - Abdıldacan Akmataliyev; MACARİSTAN - Georgy Hazai; MAKEDONYA - Oktay Ahmed; MOLDOVA - Lubov Çimpoeş; ÖZBEKİSTAN - Töre Mirzayev; ROMANYA - Tahsin Cemil; RUSYA - Dimitry Vasilyev; TATARİSTAN – Mirfatih Zekiyev; TÜRKMENİSTAN - Gurbandurdu Geldiyev; UKRAYNA - İsmet Zat; ÜSKÜP - Sevim Piličkova; YUNANİSTAN – Mücahit Mümin


İÇİNDEKİLER / CONTENTS

MAKALELER İbrahim Kelağa AHMET, Yunanistan’da (Batı Trakya’da) Azınlık Eğitim Sistemi İçinde İkidilli (Türkçe-Yunanca) Azınlık İlkokulları / Bilingual (Turkish–Greek) Minority Primary Schools Within the System of Minority Education in Western Thrace of Greece..………... 1-12 Metin ARIKAN, Türk Sözlü Kültür Geleneğinde Ayrıntılar-2: “Hayvan Ata Kültü mü? Atalar Kültü mü?” / Issues of the Turkish Oral Traditional Culture-2: “Cult of Animal Ancestor or Cult of Ancestors?”…………………………………………………………………. 13-18 Bülent BAYRAM, Oğuz Epik Anlatmaları ve Çuvaş Alp Hikâyeleri’nde Kutsal Kurt ve Tepegöz / The Holy Wolf and Cyclop in Oghuz Epic Tales and Chuvash Alp Tales…………………………………...…………. 19-27 İsmail ÇİFTCİOĞLU, Türkiye Selçukluları ve Beylikler Döneminde İlmi Teşvik, İlim Adamlarını Himaye Etme Anlayışı / Scientific Tradition in Turkey Seljuks Period and Passing of This Tradition to The Principalities…………………………………………………………… 29-38 Muvaffak

DURANLI, Leonid Pavloviç Potapov ve Sibirya Türk Topluluklarının İnançları Üzerine Çalışmaları / Leonid Pavlovich Potapov and His Works on the Belief of Siberian Turkic People….... 39-50

Turan GÖKÇE, Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri / One Tahrir Three Registers: The Town of Serres According to the Avârız Registers of 1697-1698……………. 51-73 Nejdet GÜLTEPE, Türk Dünyasında Su ve Su Ürünleri ile İlgili Politikalar / Water and Aquculture Politics in Turkish World…… 75-80 Alimcan İNAYET, Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine / Studies on Turkish Words Passing Directly or Indirectly into the Chinese 81-99 Hasan KARA, Orta Asya Ülkelerindeki Etnik Yapının Bölge Güvenliğine Etkileri / The Effects of Ethnic Structure in the Central Asia to the Region’s Security……………………………………………………..…….. 101-109 Vildan KOÇOĞLU, “An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini / The Word Index of the “An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”……………………………………………………………………... 111-149 Müslüme NARİN, Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerinin Enerji Kaynakları ve İletim Hatlarının Türkiye’ye Katkıları / Energy Sources and Pipelines of the Turkic Republics in the Euroasian Region Contributions to Turkey………………………………………….. 151-167 Bahadır Bumin ÖZARSLAN, Türkiye’nin Avrupa Birliğine Üyeliği Halinde Egemenlik Yetkisinin Devri / Transferring the Authority of Sovereignty in Turkey’s Membership into European Union………….. 169-180 Sadettin ÖZÇELİK, Dede Korkut Metinleri Üzerinde Yeni Düzeltmeler (1) / The New Corrections on Dede Korkut Manuscripties…………………. 181-200


Faruk ÖZTÜRK, Kutadgu Bilig’de Bitki Adları / Names of herbs in “Knowledge for Wealth” (Kutadgu Bilig)……………………………... 201-208 Döölötbek SAPARALİYEV (Aktaran: Ulanbek ALİMOV) Kırgızlar ile Orta Asya Halklarının Birlikte Cungar Hanlığının İstilalarına Karşı Verdikleri Mücadeleler (XVII Yüzyıldan XVIII Yüzyıla Kadar) / The Efforts of Kyrgyz and Central Asian Peoples To The Invasion of Junghar Khanate (From The Century of XVII to The Century of XVIII) 209-220 Nesrin SİS, Mahtumkulu Şiirlerinde Tasvirî Fiiller Üzerine Bir İnceleme / An Investigation on Descriptive Verbs in Mahtumkulu’s Poems….…. 221-227 Mustafa TANÇ, Eski Türkçe ve Çağatay Türkçesinde Belirtme Durumu Ekinin İşlevlerine Dair/ A Study About Functions of The Accussatives in Old Turkish and Chagathay Turkish 229-234 Fikret TÜRKMEN, Er Töştük Destanı’ndaki Stereotype Motiflerin Analizi / Analysis of Stereotype Motives in “Er Töştük” Epos………………….. 235-239 ÇEVİRİLER – AKTARMALAR Jala GARİBOVA (Çeviren: Ali EROL), Arap mı Yoksa Lâtin Alfabesi mi? Bir Harp Gemisi Fiyatına Reform; 1926 ‘da Bakû’da Yapılan Birinci Türkoloji Kongresi’ndeki Müzakereler……………………. 241-245 Şakir İBRAEV (Aktaran: Metin ARIKAN), Ahmet Yesevi Yolu Veyahut Namık Kemal Zeybek Hakkında Birkaç Söz……………………….. 247-250 L. S. LEVİTSKAYA (Çeviren: Bülent BAYRAM), Çuvaş Türkçesinde Oğuz Türkçesi Unsurları Var mı?............................................................. 251-255 S. A. TOKAREV (Çeviren: Muvaffak DURANLI), Kültür Tarihinde Ateş Sembolü……………………………………………………………………. 257-262 DEĞERLENDİRMELER Erhan AKTAŞ, Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı (Editörler: Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN – Yard. Doç. Dr. Metin ARIKAN), Kanyılmaz Matbaası, İzmir, Aralık 2005, XLIX + 863 s. ………. 263-271 Erhan AKTAŞ, M. Öcal Oğuz - Selcan Gürçayır, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar 2, Geleneksel Yayınları: 2, Ankara 2005, 511 s. …… 273-275 Elbrus AZİZOV, Türk Dünyasına Değerli Hizmet………………………………

277-278

Ali EROL, Hocaların Hocası Kamal Talıbzade’nin Ardından ………………...

279-280

Gülcan GÜLMEZ, Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı’ndan İzlenimler 281-283 Gülcan GÜLMEZ, Mustafa Gökçeoğlu, Toplu Masallar I-II, Gökçeoğlu Yayınları, Lefkoşa, Mayıs 2005, I. Cilt (537 s.) - II. Cilt, 543 s. ... 285-286


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 1-12, İZMİR 2006.

YUNANİSTAN’DA (BATI TRAKYA’DA) AZINLIK EĞİTİM SİSTEMİ İÇİNDE İKİDİLLİ (TÜRKÇE-YUNANCA) AZINLIK İLKOKULLARI Bilingual (Turkish–Greek) Minority Primary Schools Within the System of Minority Education in Western Thrace of Greece İbrahim Kelağa AHMET* Özet Yunanistan’nın Batı Trakya bölgesinde yaşayan Türk azınlık, Lozan Antlaşmasının azınlıklarla ilgili maddelerine göre anadilinde eğitim almaktadır. Bu eğitim bölgedeki ikidilli azınlık okullarında verilmektedir. Önceleri özerk olan bu okullar yıllar içinde çıkarılan yasalarla bu niteliğini bugün yitirmiştir. Bölgede yaşayan Türkler çocuklarını ikidilli azınlık okullarına ya da sadece Yunanca eğitim veren devlet okullarına gönderebilirler. Anadilinde eğitim hakkı sadece Batı Trakya’da yaşayan Türkler için tanınmıştır. Yunanistan’ın başka bölgelerinde yaşayan Türkler bu haktan yararlanamamaktadır. Yunan Milli Eğitim Bakanlığının 2001-2002 öğretim yılı verilerine göre Batı Trakya’da 223 azınlık ilkokulu bulunmaktadır ve bunlarda 7000 dolayında öğrenci öğrenim görmektedir. Azınlık ilkokullarında 417 Türk ve 437 Yunanlı öğretmen görev yapmaktadır. Bu okullarda Türkçe programdaki kitaplar Türkiye tarafından gönderilmektedir. Azınlık okulları eğitim programı 1957 tarihlidir ve yenilenmesi gerekmektedir. 2000 yılından beri azınlık okullarına devam eden öğrenci sayısında bir azalma görülmektedir. Yunanistan’da Türk azınlık öğrencilerine üniversiteye girişte tanınan kolaylık nedeniyle Yunan devlet okullarını tercih eden öğrencilerin sayısı sürekli artmaktadır. Araştırmalar azınlık okullarının yapılan düzenlemeler sonucunda her iki dili de etkili bir şekilde öğretmede başarısız kaldığını göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Azınlık, Batı Trakya, İkidilli Eğitim, Anadili, Yunanca Abstract The minority population that is living in the Western Thrace region of Greece, is receiving education in their native language in accordance with the related acts of the Treaty of Lausanne. This education is being provided by the bilingual minority schools in the region. These schools that were self-administrated previously , they lost their autonomous characteristic by the acts that are passed. as the years passed.The Turkish population that live in the region ,should only send their children to the bilingual minority primary schools or to the public schools that provide education only in Greek. The right of education in native language is granted only to the Turkish population that live in the Westrn Thrace. The Turkish population that live in the other regions of Greece don’t have this right. According to the data by Ministry of Education of Greece related with the education years of 2001-2002 there are 223 Minority Schools in Western Thrace. At these schools approximately 7000 students are receiving education and at minority primary schools 417 Turkish and 437 Greek teachers are working. The books for the Turkish curriculum in these schools , are being send by the Turkish Government.The education programme of minority schools is from the year of 1957 and it is necessary to be restored. Since the year of 2000 there is a decrease in the number of the students that are attending to the minority schools. By reason of advantages that are provided by the Greek government for the Turkish Minority students that are graduated from the public schools when they are getting to university, the number of students that are choosing public schools are increasing day by day. The studies show that as a result of the legal arrangements the minority schools are unsucessful in teaching both of the languages effectively. Key Words: Minority, Western Thrace, Bilingual Education, Native Language, Greek

*

Öğr. Gör. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi.

1


İbrahim Kelağa Ahmet

Yunanistan’nın Batı Trakya bölgesinde yaşayan Türk toplumu Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili hükümleri çerçevesinde anadilinde eğitim hakkından yararlanmaktadır. Coğrafi olarak sınırlandırılmış olan ve sadece Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlık mensuplarına tanınmış olan bu anadilinde eğitim bölgede bulunan ilkokulların yanı sıra, Gümülcine ve İskeçe’de faaliyet gösteren birer azınlık ortaokulu ve lisesi ile altı yıllık eğitim veren birer medresede yürütülmektedir. Bu okullarda dersler hem Türkçe hem de Yunanca olarak yapılmaktadır ve okuma yazma eş zamanlı olarak her iki dilde verilmektedir. Azınlığa tanınan anadilinde eğitim hakkının hukuki dayanağı her ne kadar Lozan Antlaşması olsa da ve bu Antlaşmaya aykırı iç hukuk düzenlemeleri yapılamayacağı belirtilmiş olsa da yıllar içinde çıkartılan yasalar, ilk zamanlar özerk olan bu eğitimi büyük ölçüde idarenin güdümüne sokmuştur ve son yıllarda azınlık okullarının içine sokulduğu durum nedeniyle işlevini yerine getiremediği yönündeki kaygılar daha yüksek sesle söylenir olmuştur. Biz burada sadece iki dilli azınlık ilkokulları üzerinde durmakla yetineceğiz.1 İlkokulların durumunu düzenleyen başlıca üç kanun metni bulunmaktadır. Önce bu kanun metinleri irdelenecek ardından Batı Trakya'da şu anda faaliyette olan ilkokullar ve illere göre öğrenci sayıları ile ilgili bilgiler verilecektir. Azınlık ilkokullarının işleyişini, kuruluşunu, idari yapılarını ve öğretmenlerin atanmasını düzenleyen ve azınlık okullarını resmi olarak “Türk” okulları olarak niteleyen ilk hukuk metni 3065/1954 sayılı “Batı Trakya'daki Temel Eğitim alanındaki Türk okullarının kuruluşu, işleyişi hakkında ve bunların denetlenmesi ile Batı Trakya'daki Türk Okulları Müfettişlerine dair ” kararnamedir. Okulları Türk okulu olarak niteleyen bu ilk hukuk metni aynı zamanda bu tanımlamayı kullanan son metin olmuştur. Albaylar Cuntası döneminde 1972 yılında çıkarılan bir sonraki kapsamlı düzenleme “Batı Trakya'daki Azınlığın Eğitimi ile ilgili 3065/1954 sayılı kararnamenin kimi maddelerini yeniden düzenleyen, değiştiren” 1109/1972 sayılı kanun hükmünde kararnamedir. Yeni yasa “Türk Okulları” adını resmen bırakarak “Azınlık Okulu” tanımlamasını benimsemektedir. Eski yasada Türkçe öğretmenleri okul encümenlerinin önerisi üzerine Azınlık Okulları Müfettişinin onayından geçtikten sonra Trakya Genel Valisi tarafından atanırken, yeni yasa atama sürecini Müfettişin önerisi ile başlatmaktadır (Madde 6/2). Ayrıca atanacak öğretmenlerin bir Yunanca sınavından geçmesi öngörülmektedir.(Madde 6/3) Batı Trakya’daki Türk Azınlık okullarının özerk niteliğini tamamen ortadan kaldırıp bu okulları Yunan Devletinin tam anlamıyla güdümüne sokan kapsamlı düzenleme içeren son hukuki metni ise Albaylar Cuntasının ardından 1976 yılında gerçekleştirilen genel eğitim reformunun ardından 1977 yılında çıkarılan ve azınlık okullarının bugünkü statüsünü belirleyen 694/1977 sayılı “Batı Trakya'daki Müslüman Azınlığın Azınlık Okullarına Dair” yasadır. Bu yasa ile aynı tarihte çıkartılan 695/1977 sayılı “Azınlık Okulları ile Selanik Özel Pedagoji Akademisi Öğretim ve Denetim Kadrosu ile İlgili Konulara Dair” yasa oldukça önemlidir2 çünkü bu yasanın 3. maddesinin 7. fıkrasında öğretmen atamalarında Selanik Özel Pedagoji Akademisi Mezunlarının tercih edileceği özellikle belirtilmektedir. Böylece okul encümenlerinin bu alandaki yetkileri ortadan kaldırılmaktadır. Bu yasal dayanak sonucu azınlık ilkokullarına öğretmen atanması sürecinde, Türkiye’den Eğitim Fakültelerinden mezun öğretmenlerin azınlık okullarında görev alması imkansız hale gelmiştir. Aşağıda eğitim kadrosundan söz ederken de değinileceği gibi Selanik Özel Pedagoji Akademisi mezunu öğretmenler azınlık ilkokullarında sayı itibarıyla çoğunluğu oluşturmaktadır. Yunan eğitim sistemine göre zorunlu eğitim dokuz yıldır. Bu ilkokul eğitimi ile ortaokul eğitimini kapsar. Yapılan ayrımlamada ilkokul ilk derece eğitimi olarak ortaokul ise liseyi de kapsayacak 1

2

Azınlık eğitim ile ilgili daga kapsamlı bilgi için bkz.: Kelağa Achmet I, Yunanistan’da (Batı Trakya’da) İkidilli Eğitim Veren Azınlık Okullarında Türkçe ve Yunanca Öğrenim Gören Öğrencilerin Okuduğunu Anlama ve Yazılı Anlatım Becerilerinin Değerlendirilmesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Bu kanun metinlerinin tamamı K, Tsitselikes-L. Baltsiotes, Meionitike Hekpedeuse tes Thrakes, Sylloge Nomothesias, Skholia (Trakya Azınlık Eğitimi Mevzuat Derlemesi, Yorumlar), 2001 adlı çalışmada yer almaktadır.

2


Yunanistan’da (Batı Trakya’da) Azınlık Eğitim Sistemi İçinde İkidilli (Türkçe-Yunanca) Azınlık İlkokulları

şekilde orta dereceli yada ikinci kademe eğitim olarak adlandırılır. Temel eğitim dokuz yıl olmakla birlikte uygulamada Türkiye'de olduğu gibi ilk ve orta okulların birleştirilerek tek çatı altında eğitim verilmesi uygulaması yoktur. İlkokulu bitiren öğrencinin belgesi bu ilkokulun idari olarak bağlı olduğu ortaokula gönderilir. Öğrenci kayıt döneminde o ortaokula giderek kaydını yaptırıp zorunlu eğitimin ikinci kademesi olan ortaokula devam eder. Bu sistem Yunan okullarında aksamadan çalışır. Azınlık okullarında ise öğrencilerin tercihi tek dilli devlet okulları olabilir, Gümülcine ve İskeçe kent merkezlerinde bulunan ikidilli lise kısımları da olan azınlık ortaokulları olabilir, yine Gümülcine ve İskeçe’nin Şahin İlçesinde bulunan orta ile lise kısmı da olan ve 1998’e kadar eğitim süresi toplam 5 yılken bu tarihten sonra orta ve lise kısmı için eğitim süresinin 3+3 altı yıla çıkarıldığı medreselere devam edebiliriler, Gümülcine’deki Türk Başkonsolosluğundan eğitim vizesi alarak Türkiye'deki bir ortaokula devam edebilir, ya da hiçbir orta dereceli eğitim kurumuna başvurmayarak ilkokuldan sonra eğitimi terk edebilirler. Batı Trakya'da Azınlık öğrencileri ikidilli eğitim yapan azınlık ilkokulları ile tekdilli (eğitim dili sadece Yunanca olan) devlet okullarını seçme konusunda özgürdürler (Tsitselikes-Baltsiotes, 2001 s.55). Dolayısıyla azınlık okullarına devam etme yasal bir haktır fakat bir mecburiyet değildir. Uygulamada ezici çoğunluk çocuklarını ikidilli azınlık ilkokullarına göndermektedir. Türkçe sadece bölgedeki ikidilli azınlık okullarında eğitim dili olarak kullanılır. Azınlık çocuklarının sınırlı da olsa bir bölümünün öğrenim görmeyi tercih etmeye başladığı sadece Yunaca eğitim veren devlet ilkokullarında3 ve öğrenim çağındaki çocukların yarısından fazlasının devam ettiği devlet ortaokullarında Türkçe yabancı dil olarak bile okutulmaz4. Batı Trakya dışında bir bölgede bulunanlar bulundukları yerlerdeki Devlet okullarına devam etmek zorundadırlar. Onlar bulundukları yerlerde kendi anadillerinde eğitim hakkına sahip değildirler, devam ettikleri okullarda Türkçe ne seçmeli ders olarak ne de herhangi başka bir ad altında okutulur. Aynı şekilde Oniki Adalarda yaşayan Türkler de Lozan Antlaşmasına tabi olmadıkları için anadilleri Türkçede eğitim hakkından yararlanamamaktadırlar. O bölgede yaşayan okul çağındaki öğrenciler Türkçeyi aile içi ortamda sözlü dil olarak öğrenmektedirler. Her azınlık okulunda biri Türkçe eğitim programı için diğeri de Yunanca eğitim programı için olmak üzere en az bir Türk ve bir Yunanlı öğretmen görev yapar. Okulların bulunduğu yerleşim birimindeki Azınlık nüfusun yoğunluğuna göre çok az öğrencisi olan okullar yanında öğrenci potansiyeli zengin olan okullar da vardır. Mercator Education’nun Yunanistan'da Türkçe Eğitimi ile ilgili 2003 yılı raporunda Eğitim Bakanlığının 1997-98 verilerine göre Batı Trakya'da 223 azınlık ilkokulu bulunmaktadır. Bunlardan 175’i 2 öğretmenli, 1’i 3 öğretmenli, 36’sı 4 öğretmenli, 3’ü 5 öğretmenli, 9’u 6 öğretmenli, 2’si yedi öğretmenli, 2’si 8 öğretmenli, 1’i 9 öğretmenli, 1’i 10 öğretmenli, 1’i 11 öğretmenli, 1’i 12 öğretmenli, 1’i 24 öğretmenlidir. Bu sayılara beden eğitimi öğretmenleri, sanat, bilgisayar ve yabancı dil öğretmenleri dahil değildir. Öğrenci sayısı çok düşük olan kimi okullar açık kalmalarının yarattığı maliyet düşünülerek Milli Eğitim yetkilileri tarafından kapatılmak istenmektedir ancak bu Azınlığın gösterdiği direnç nedeniyle uygulanamamaktadır. Azınlık okulları devlet okullarının izlediği tatil programına uyarlar, ek olarak dini bayramlarda ve kandillerde de tatil yaparlar. Bunun sonucunda azınlık okullarının yıllık eğitim süresi genel olarak öngörülen 170 iş gününden diğer okullara göre 15 gün dolayında daha azdır. Bu süre azlığı nedeniyle doğal olarak azınlık okullarında o yıl için öngörülen eğitim programının tamamlanması olanaklı 3

4

Ancak son yıllarda (1995 ve sonrası) ilkokul 3. sınıfa kadar azınlık ilkokuluna 4. sınıftan itibaren Yunan devlet ilkokullarına geçen öğrencilerin sayısı çok hızlı bir şekilde artmaktadır. Daha da kötüsü ilkokul 1. sınıftan başlayarak devlet okullarına giden öğrencilerin sayısı da artmaktadır. Bu öğrencilerin anadili ediniminde kritik dönem olan ilkokul çağında, çok erken bir dönemde anadilinden farklı bir dilde (Yunanca ) eğitim almaya başlamaları onların anadillerinin gelişim sürecini onarılmaz derecede sekteye uğratacaktır. Batı Trakya’da dillendirilen bir habere göre 2006-2007 öğretim yılından başlayarak bölgede Türk öğrencilerin yoğun olduğu bazı devlet ortaokulları ve liselerinde seçmeli haftada dört saatlik Türkçe dersleri okutulmaya başlanacaktır.

3


İbrahim Kelağa Ahmet

olmamaktadır. Bazı okullar hafta tatilini cuma, cumartesi günleri uygular ve pazar günleri de eğitime devam edilir. Vakalios’un (1997 s.51) verdiği bilgilere göre İskeçe ilinde 76 okul pazar günü de açık ve cuma kapalı, Rodop ve Evros (Meriç) illerinde ise 155 okuldan 109’u pazar günü açık ve cuma günü kapalı. Pazar günü açık olan okullara Yunanlı öğretmen kendine göre pazar resmi tatil olduğu için okula gitmemektedir ve o gün Yunanca dersler boş geçmektedir (Kanakidou, 1997 s.93). Böylece büyük bir ders saati kaybı yaşanmaktadır. Batı Trakya'da 1994-95 öğretim yılında ilkokullara ilişkin Yunan Milli Eğitim Bakanlığına ait istatistiklere göre İskeçe ilinde 76, Rodop ilinde 134 ve Meriç (Evros) ilinde 21 olmak üzere toplam 231 ilkokul bulunmaktadır (Vakalios, 1997 s.41). Bu okullara devam eden öğrenci sayısı illere göre şöyle sıralanmaktadır: İskeçe 3795, Rodop 3076, Meriç (Evros) 511 öğrenci ve üç ilde ilkokula devam eden öğrenci sayısı 1994-95 öğretim yılında 7.382 olarak verilmektedir. 2001-2002 öğretim yılı için Yunan Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre okullardaki öğrenci ve öğretmen sayıları şöyledir.5 Tablo 1: İkidilli Türkçe Yunanca İlköğretim İkidilli (Türkçe/ Yunanca ) İlköğretimi Batı Trakya'daki Azınlık Okullarının sayısı Öğrenci sayısı Yunanlı öğretmen sayısı Türk öğretmen sayısı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türkçe öğretmeni sayısı

223 6.842 437 (ayrıca 41 yabancı dil öğretmeni) 417 7

Burada sözü edilen ilkokullardaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı öğretmenler devletler arası karşılıklılık ilkesi gereği İstanbul’daki Rum azınlık okullarında görev yapan Yunan vatandaşı öğretmenlere karşılık olarak görev almaktadırlar. Batı Trakya’da ilkokullarda görev yapan Türk vatandaşı öğretmelerin sayısı son yıllarda çok azalmıştır. Çünkü İstanbul’daki Rum azınlığın sayısında yaşanan azalma burada görev alan Yunanlı öğretmenlerin sayısını da azalmıştır. 1960- 2003 yılları için ilkokullara devam eden öğrenci sayısının6 neredeyse yarı oranında azaldığı görülür. Örnek olarak aşağıdaki rakamlar incelenebilir. Tablo 2: Azınlık okullarındaki öğrenci sayısının yıllara göre değişimi Öğr. Yılı 1960-61 1964-65 1965-66 1966-67

Öğr. Sayısı 11.268 13.040 13.646 14.276

Öğr. Yılı

Öğr. Sayısı

Öğr. Yılı

Öğr. Sayısı

Öğr. Yılı

Öğr. Sayısı

1968-69 1971-72 1974-75 1981-82

16.078 15.237 13.978 12.085

1984-85 1988-89 1992-93 1993-94

11.295 9.931 9.090 8.665

1996-97 1997-98 1999-00 2002-03

8.062 7.561 7.046 6.694

Rakamlar incelendiğinde öğrenci sayısının yıllara göre çok büyük dalgalanmalar gösterdiği görülür. Buna nüfus artış hızındaki düşüş dışında bir açıklama getirmek zordur. Ders Araç ve Gereçleri Ders araç ve gereçlerinin durumuna kısaca göz atarak geçmişten günümüze yaşanan gelişmeleri ve bu günkü durumu kısaca özetlemek gerek. Kitaplar önceleri hiçbir denetime tabi olmaksızın Türkiye'den getiriliyordu (Lozan’ın ilk yıllarında), daha sonra Yunanlı yetkililer ders kitaplarında Yunanistan aleyhinde ifadeler var gerekçesi ile kitapları denetime tabi tutmuş ve sakıncalı sayfaları yırtma yoluna gitmişlerdir. Bir ara Türkiye'den kitap gelişine izin verilmemiş ve kitaplar Yunanistan’da basılmış ancak 1951 Antlaşmasının imzalanmasından sonra ders kitapları tekrar Türkiye'den gelmeye başlamıştır. 1968 Protokolünde de kitaplarla ilgi bir bölüm bulunmaktadır. Bu IV. Bölümde bu konu çok ayrıntılı düzenlenmiştir. Kitapların veya taslaklarının diplomatik yolla her iki ülkenin konu ile 5 6

Bu bilgiler Mercator Education, The Turkish Language in Education in Greece, 2003 raporunda yer almaktadır. Bu bilgiler Mercator Education, The Turkish Language in Education in Greece, 2003 raporunda yer almaktadır.

4


Yunanistan’da (Batı Trakya’da) Azınlık Eğitim Sistemi İçinde İkidilli (Türkçe-Yunanca) Azınlık İlkokulları

yetkilendirilmiş olan dairelere her yılın 30 Eylülüne kadar ulaştırılacağı ve metinlerin incelenmesinden sonra Şubat ayı sonuna kadar bunların geri gönderileceği ve her ülkenin kendi dilindeki kitabı kendi ülkelerinde basmakta serbest olduğu ve basılmış kitapların iki örneğinin aynı yılın temmuz ayı sonuna kadar kesin onay için diplomatik yoldan gönderileceği, bunun en geç 1 Eylüle kadar bitirilerek onaylanan kitapların karşılıklı olarak konsolosluklar aracılığı ile yetkili makamlara gönderileceği ve bu makamların denetim mührünü bastıktan sonra kitapların 15 Eylüle kadar azınlık okullarına dağıtılmış olacağı belirtilmektedir. Türkiye ve Yunanistan arasında bu kadar ayrıntılı olarak düzenlenen bu kitaplar konusu için öngörülen prosedür protokolün imzalanmasından sonra belki bir defa tam olarak uygulanmış ve okullara kitaplar dağıtılmış ve ondan sonra bu kitapların yenilenmesi için 2000’li yılların başını beklemek gerek. Çeşitli bahanelerle her iki ülke birbirlerini suçlamış ve yeni kitapların gelişine bir türlü onay verilmemiştir. 2000 yılına kadar Türkçe programın kitapları bir kısmı 50’li yıllarda bir kısmı da 60’lı yıllarda basılmış kitapların eski ve yıpranmış fotokopileriydi. Bir ara Yunan yetkili makamları Türkçe programın Türkçe dersi kitaplarını kendileri basma yoluna gitmiş ve ilkokulun ilk üç sınıfı için Yunanistan’da Yunanlı Türkologlara kitap hazırlatmışlar ve bunları okullara göndermişlerdir. İkili antlaşmaların açık ihlali olan bu durum karşısında veliler çok sert tepki göstermiş ve bunlardan bazıları aleyhine davalar bile açılmıştır Sorunun çözüme kavuşması daha yenidir. Onaylanan yeni Türkçe kitaplar 1999-2000 öğretim yılının sonlarına doğru okullara dağıtılmış eğitim öğretimde en önemli değişkenlerden biri olan kitap konusu yıllarca sürüncemede bırakıldıktan sonra çözümlenmiştir. Türkiye'den gönderilen bu kitaplar dış ve iç yapı özellikleri bakımından Türkiye'de kullanılan kitaplarla aynı niteliktedir. Ancak bu kitaplarda Türk ulusal sembolleri yer almamaktadır. Yunanca programındaki ders kitapları yıllarca (2000 yılına kadar) Yunan çocuklarına anadili olarak Yunanca için okutulanlarla aynı idi. Azınlık çocuklarının Yunancayı ikinci dil olarak öğreniyor olmalarının uzun süre gözardı edilmesi Yunancanın da istenen düzeyde öğrenilmesini engellemiştir. Bu gerçeği geç de olsa fark eden Yunan Milli Eğitim Bakanlığı azınlık eğitiminin Yunanca kısmı için kapsamlı bir çalışma başlatmıştır. Avrupa Birliğinin mali açıdan desteklediği bu proje “Müslüman Çocuklarının Eğitimi Programı” adını taşımaktadır ve bu program azınlık arasında projenin yürütülmesinden sorumlu olan Atina Üniversitesi öğretim üyelerinden Anna Frangudaki’nin adı ile anılmaktadır. Projede Atina Üniversitesinden ve diğer Yunan Üniversitelerinden eğitimciler ve farklı branşlarda akademisyenler akademik katkı ve destek sağlamışlardır. Bu proje kapsamında azınlık çocukları için ayrı bir Yunanca dil öğretim serisi hazırlanmıştır ve bunu hazırlayan ekip Yunancayı ikinci dil olarak düşünmüştür. Bu kitaplar 1999-2000 öğretim yılından beri okutulmaktadır. Program kapsamında Yunanlı öğretmenler de hizmet içi eğitime tabi tutulmaktadır. On yıllarca ikidilli bir eğitim programında resmi dilin bu dili anadili olarak konuşanlar için hazırlanmış ders kitapları ile öğretilmeye çalışılması ve onun yanında bir dilin anadili olarak öğretimi ile ikinci dil olarak öğretimi farklı yöntem ve öğretim teknikleri gerektirirken bunu yok sayarak azınlık okullarında ders veren Yunanlı öğretmenlerin bu tür bir hizmet içi eğitimden geçirilmeden okullara gönderilmesi ve öğretim zorluklarını aşmayı deneme ve yanılma ile sınıf içi ortamlarda bireysel çabalara bırakmak bu ikidilli eğitime devletin yıllarca verdiği önemin derecesi ve bu ikidilli azınlık eğitime yaklaşımındaki ciddiyet için önemli bir veridir. Yunanca programın kitapları bu program kapsamında yeniden basıldı ve kitaplar incelendiğinde kültürlerarası eğitim ilkelerini dikkate alarak hazırlandığı izlenimi uyandırmaktadır. Ancak Azınlık çevreleri kitaplarda kullanılan dilde bazı sorunlar olduğunu ileri sürmektedirler. Ders kitaplarında çocukların yaşadıkları kent ve çevreden motifler yer almaktadır. Öğretim Programı Lozan Antlaşmasının 41. maddesinin 1. fıkrası uyarınca Yunan Devleti kamusal eğitim konusunda Müslüman olan vatandaşlarının önemli bir oranda oturmakta oldukları il ve ilçelerde, Yunan vatandaşı olan bu Müslümanların çocuklarına ilkokullarda anadilleri ile öğretimde bulunulmasını

5


İbrahim Kelağa Ahmet

sağlamak bakımından, uygun düşen kolaylıkları gösterecektir derken Türk azınlığın tümü için anadili olarak kabul edilmektedir. Bu madde ağırlıklı olarak öğretim programının Türkçe olacağını temin etmektedir. İkidilli eğitimde yer alan Yunanca dersler ise yasal dayanağını aynı maddenin devamında yer alan düzenlemede bulmaktadır. Bu hüküm 41. maddenin ilk fıkrasına atıfla anadilde eğitim hakkının Yunan Hükümetinin sözkonusu okullarda Yunan dilinin öğretimini zorunlu kılmasına engel olmayacağını belirtmektedir. Buna dayanılarak eğitim programındaki derslerin bir kısmı Türkçe bir kısmı da Yunanca olarak okutulmaktadır. 694/77 sayılı yasanın 7 maddesinin 1. fıkrası e. bendine göre azınlık okullarındaki müfredat programı ve programda yer alan Türkçe ve Yunanca derslerin saatlerinin dağılımından Milli Eğitim Bakanı sorumludur. Türkçe ve Yunanca derslerin programdaki ağırlığı yasa ile düzenlenmiş değildir. Yunanca programda yer alan Çevre Bilgisi dersi aslında daha önce Hayat Bilgisi olarak Türkçe okutulan dersin yerine Z2/15/9.1.1985 tarihli Bakanlık Genelgesi ile konulmuş ve bir genelge yıllarca Türkçe okutulan bir dersi ortadan kaldırmış ve hassas olan ders dağılımındaki dengeyi Türkçe aleyhine bozmuş ve 1968 protokolünün Azınlık Dili başlığı altındaki 1. bölümünün I.a’ ve I. b. maddelerinde yer alan “Şimdiye kadar resmi dilde okutulan dersler bundan böyle de bu dilde okutulacaktır” ve “Bütün diğer derslerin öğretimi, istisnasız azınlık dilinde yapılacaktır” hükmünü yok saymıştır ve bunu açıkça ihlal etmiştir. Programda yer alan müzik ve beden eğitimi derslerinin yarımşar saat Türkçe ve Yunanca okutulduğu belirtilse de okullardaki uygulamaya göre bu dersler yunanca verilmektedir. Ayrıca bilgisayar kullanımı ve yabancı dil derleri ile ilgili bir düzenleme olmamakla birlikte bunlar pek çok azınlık okulunda Yunanlı öğretmenlerce ve doğal olarak eğitim dili Yunanca olarak okutuluyorlar (TsitselikesBaltsiotes 1996, s.58). Azınlık okulları eğitim programı 19577 tarihlidir. Programın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana 50 yıla yakın bir süre geçmiştir. Eğitim bilimleri alanında, kararnamenin yürürlük tarihinden beri geçen sürede meydana gelen gelişmeleri ve bilimsel birikimi görmezden gelen ve öğrencilerde eleştirel ve yaratıcı düşünceyi, bilişsel ve psikomotor güçleri dengeli bir şekilde geliştirmeyi, onları içinde bulunduğumuz 21. yüzyılın gereklerine uygun kişilikler olarak topluma kazandırmayı amaçlamayan bu programın günün koşullarına cevap vermesi beklenemez8. Ayrıca eğitim programının uygulamaya konulduğu tarihte Cumartesi günleri de okullar faaliyette iken bugün haftalık eğitim süresi beş gündür. Bu programa göre öngörülen haftalık 1. sınıf için 27 saatlik, diğer sınıflar için sırasıyla 32, 32, 33, 33 ve 31 saatlik programın uygulanması öğrencilerin nerdeyse hergün 7 saat ders görmeleri demek olmaktadır ki, bu yönü ile programın pratikte uygulanmasında güçlükler ortaya çıkmaktadır. İlkokullarda uygulanan eğitim programına göre derslerin bir kısmı Yunanca bir kısmı Türkçe okutulmaktadır. Türkçe dil dersi, din dersi, matematik, tabiat bilgisi, teknik derslerinin eğitim dili Türkçedir Bu arada resmi eğitim programına göre Müzik dersi ½ saat Türkçe ve ½ saat Yunanca olarak öngörülmekte aynı durum Beden Eğitimi dersi için de geçerlidir. Uygulamada Müzik dersinin Türk öğretmen tarafından, her sınıfta haftada 1 saat olarak verildiği, Beden Eğitimi dersinin ise Yunanlı öğretmen tarafından her sınıfta haftada 2 saat olarak verildiği görülmektedir. Yunanca dil dersi, çevre bilgisi9, tarih, vatandaşlık bilgisi ve coğrafya dersinin eğitim dili Yunancadır. Yabancı dil İngilizce ilkokul eğitim programına yeni giren derslerdendir ve 3. sınıfta 2 saat, 4, 5, ve 6 sınıflarda haftada 3’er saat olmak üzere Yunanlı öğretmen tarafından verilmektedir. Sınıflara göre dağılım aşağıdaki gibidir. Bu dağılım ile ilgili bilgiler Kanakidou’nun 10(1997) “Batı Trakya'daki Müslüman Azınlıkta Eğitim” adlı çalışmasından alınmıştır ancak bu bilgilerin yer aldığı çalışma 1997 yılına aittir. Okullarda fiilen uygulanan program iki ayrı azınlık ilkokulundan temin edilmiş ve derslerin saat dağılımı konusunda güncelleme yapılmıştır. Ancak maalesef her iki okuldan alınan haftalık ders programları bazı derslerin saatlerinde birbirini tutmamaktadır. Bu nedenle ağırlıklı 7

149251/28-11-1957 sayılı Eğitim Bakanlık Kararnamesi ile azınlık okulları müfredat programı düzenlenmiştir. Eğitim programının zamanın çok gerisinde kaldığı konusundaki yargıyı Yunanlı araştırmacılarda kabul etmektedirler. “N. Panagiotides, To Meionotiko Ekpedeutiko Systema tes Helladas (Yunanistan'ın Azınlık Eğitim Sistemi), 1996, s. 68” adlı çalışmasında bu görüşü ileri sürmektedir. 9 Bu ders önceleri Hayat Bilgisi adı ile Türkçe verilmekteyken şimdi Yunanca programda yer almaktadır 10 E. Kanakidou, He Hekpedeuse sten Mousoulmanike Meionoteta tes Thrakes, Hellenika Grammata Yayını , Atina 1997. 8

6


Yunanistan’da (Batı Trakya’da) Azınlık Eğitim Sistemi İçinde İkidilli (Türkçe-Yunanca) Azınlık İlkokulları

olarak okullardan birinde uygulanan ders programı dikkate alınarak fiili durum aşağıdaki tablolara yansıtılmaya çalışılmıştır. Tablo 3: 1. Sınıf Dersleri Yunanca Dersler Dil dersi Çevre Bilgisi Beden Eğitimi

Saat 11 2 2

Toplam saat

15

Türkçe Dersler Dil dersi Matematik Teknik Müzik

Saat 8 3 1 1 13

Tablo 4: 2.Sınıf Dersleri Yunanca Dersler Dil dersi Çevre Bilgisi Beden Eğitimi

Toplam saat

Saat 11 2 2

Türkçe dersler Din dersi Dil dersi Matematik Teknik Müzik

15

Tablo 5: 3.Sınıf Dersleri Yunanca dersler Saat Dil dersi 10 Tarih 2 Çevre bilgisi 2 Beden Eğitimi 2 İngilizce 2 Toplam saat 18 Tablo 6: 4.Sınıf Dersleri Yunanca dersler Saat Dil dersi 10 Coğrafya 2 Tarih 2 Vatandaşlık bilgisi 1 Beden Eğitimi 2 İngilizce 3 Toplam saat 20

18

Türkçe dersler Din dersi Dil dersi Matematik Teknik Müzik

Türkçe dersler Din dersi Dil dersi Matematik Tabiat Bilgisi Teknik Müzik

Tablo 7: 5.Sınıf Dersleri Yunanca dersler Saat Dil dersi Coğrafya Tarih Vatandaşlık Bilgisi Beden Eğitimi İngilizce Toplam saat

10 2 2 1 2 3

Saat 2 9 3 3 1

Saat 3 8 3 1 1 16

Saat 3 7 3 2 1 1 17

Türkçe dersler

Saat

Din dersi Dil dersi Matematik Tabiat Bilgisi Teknik Müzik

20

3 7 3 2 1 1 17

7


İbrahim Kelağa Ahmet Tablo 8: 6. Sınıf Dersleri11 Yunanca dersler Saat

Türkçe dersler

Saat

Dil dersi Coğrafya Tarih Vatandaşlık Bilgisi Beden Eğitimi İngilizce

Din dersi Dil dersi Matematik Tabiat Bilgisi Teknik Müzik

3 7 3 2 1 1

Toplam saat

10 2 2 1 2 3 20

17

Bu tablolarda verilen rakamlara göre Türkçe programda yer alan dersler 98 saat, Yunanca programda yer alan ve eğitim dili Yunanca olan dersler ise 108 saattir. Bu rakamlar altı derslikli okullar için geçerlidir ve altı derslikli yani her sınıf için ayrı bir dersliğin olduğu okul sayısı çok azdır ve okulların büyük çoğunluğu iki dersliklidir hatta tek derslikli olan okullar da vardır. Derslik sayısının azalması Türkçe derslerin saatlerini de azaltmaktadır. Öğrencilerin Yunancayı büyük oranda sadece okul ortamında kullanmaları onların bu dili öğrenmelerini olumsuz yönde etkilemektedir. Diğer taraftan ilkokul birinci sınıftan itibaren aynı anda iki dilde birden okuma yazmaya geçilmesi sadece bu olmamakla birlikte olumsuz bir etkendir. İkidilli eğitim modeli uygulayan Kanada ve başka ülkelerde ilk yıllarda sadece anadili verilirken resmi dil olan ikinci dile geçiş kademeli olmaktadır. Yunancanın öğretiminde yetersiz kalındığını Yunanlı araştırmacılar da hiçbir ölçme çalışması yapmaksızın peşinen kabul etmektedirler (Kanakidou, 1997 s.92vd.). Öğretim Personeli Öğretmen konusu azınlık eğitimi için hayati önem taşıyan bir konudur. Öğretmen eğitim öğretimde en önemli değişkenlerden biridir. Kitap değişkeni ilkokullar için çözülmüştür denebilir çünkü programın hem Yunanca ayağı hem de Türkçe ayağında yer alan ders kitapları ile ilgili uzun süredir ileri sürülen eleştiriler ve öneriler dikkate alınarak Yunanca kitaplar, Yunancayı ikinci dil olarak öğretmeyi amaçlayan bir niteliğe kavuşturulmuş, Türkçe kitaplar için de onay verilmesiyle çok önemli bir sorun ortadan kaldırılmıştır. Ancak öğretmen sorunu daha doğrusu donanımlı ve nitelikli öğretmen sorunu her zamankinden daha fazla gündemdedir. Resmi makamlara göre Türkçe programı uygulamakla görevli öğretmenler konusunda sorun yoktur. Fakat gerçek resmi açıklamaların yansıttığı kadar sorunsuz değildir. Bugün azınlık okullarında dört tip öğretmen vardır. Görev yapan öğretmen kadrosu değişik okullardan mezun olmuş öğretmenlerden oluşmaktadır. Birinci grubu “formasyonlu” öğretmenler olarak adlandırılan ve Türkiye'deki Öğretmen Okullarından mezun Batı Trakyalı öğretmenler oluşturmaktadır. 1951 Antlaşması çerçevesinde Türkiye'de eğitim gören ilkokul öğretmenleri 1960’da ilk mezunların verilmesiyle 1960 –61 öğretim yılında göreve başlamışlardır. Bu öğretmenlerin maaşları sözleşmeli olarak çalıştıkları okullar tarafından ödenmektedir. Bu öğretmenler Türkiye'de eğitim almış olmaları nedeniyle eğitim yetkilileri tarafından iyi karşılanmamışlardır ve resmi çevreler kendilerine hep şüphe ile yaklaşmışlardır. Öğretmenlerin bir bölümü Albaylar Cuntası (1967-74) döneminde görevden alınmıştır (Aarbakke, 2000 s.146 ve Oran, 1991 s.144). Konu ile ilgili yapılan araştırmalara göre 1973 (Oran 1991:144) bir başka kaynağa göre 1971 (Gündem 81/07.04.199812) yılından bu yana Türkçe ve Yunanca eğitim yapan ikidilli azınlık okullarında Türkiye'deki bir öğretmen okulu ya da eğitim fakültesi bitirmiş hiçbir Batı Trakyalı öğretmene çalışma izni verilmemiştir. Bunun istisnasını özel hukuka göre düzenlenmiş iş akdi ile Gümülcine ve İskeçe’deki azınlık ortaokul ve liselerinde 2000 yılından sonra çalışmaya başlamış sınırlı sayıda Türkiye çıkışlı Batı Trakyalı öğretmen oluşturmaktadır. İkinci tip “formasyonsuz öğretmenler” olup, bunlar herhangi bir öğretmenlik eğitimi görmemişlerdir. Bu kişiler Gümülcine ve Şahin’de bulunan iki Medreseden ya da ortaokul veya lise 11

Ders programında bir Azınlık ilkokulunun ders programı göz önünde bulundurulmuştur. Başka bir Azınlık ilkokulunun ders programında ise 4, 5, 6. sınıflarda Müzik dersi ve Teknik dersinin olmadığı gözlenmiştir. 12 Gündem Gazetesi Gümülcüne’de çıkan haftalık bir gazete.

8


Yunanistan’da (Batı Trakya’da) Azınlık Eğitim Sistemi İçinde İkidilli (Türkçe-Yunanca) Azınlık İlkokulları

mezunu olup şu ya da bu şekilde atanmışlardır ve bir öğretmen olabilecek düzeyde yeterli donanıma sahip oldukları söylenemez. Bunların maaşları da Azınlık tarafından verilmektedir. Üçüncü grubu ise 1951 Kültür Antlaşması ya da 1968 Protokolü kapsamında Türkiye'den “kontejan öğretmeni” adıyla gönderilen Türk vatandaşı öğretmenler oluşturmaktadır. Bu öğretmelerin sayısı oranında Yunan vatandaşı öğretmen de İstanbul’daki Rum Azınlık okullarında görev yapmaktadır. İstanbul’daki ihtiyacın Rum Azınlığın nüfusundaki düşmeye paralel olarak azalması ile Batı Trakya'daki okullarda görev yapan bu tip öğretmenlerin sayısı da oldukça azalmıştır ve 2001-2002 yılı resmi verilerine göre ilkokullardaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı öğretmen sayısı 7 dir. Bu öğretmenler iki ülke arasındaki ilişkilerin seyrine bağlı olarak bazen vize işlemlerinin amaçlı olarak geciktirilmesi sonucunda, çoğu zaman öğretim yılının ikinci yarısında göreve başlayabilmekteydi. Son dönemde ikili ilişkilerin iyi olmasından dolayı zamanında geldikleri gözlenmektedir. Son grubu ise “Selanik Özel Pedagoji Akademisi” mezunu öğretmenler oluşturmaktadır. Bu öğretmenler Yunan devlet memuru statüsündedir ve bugün programın Türkçe ayağının okutulmasında sorumluluğun nerdeyse tümü kendilerine verilmiştir denebilir. Bu öğretmenler Azınlık Yüksek Eğitim başlığı altında da değinileceği gibi, ağırlıklı olarak Gümülcine ve Şahinde bulunan medreseleri bitiren öğrenciler arasından seçilmekte ve bir yıllık bir hazırlık sınıfından sonra iki yıllık bir eğitim almaktadırlar. Bu öğretmenler Azınlık Okulları Koordinatörünün önerisi ile Vali tarafından atanmaktadırlar. Türk öğretmenler arasında en önemli grubu aşağıda verilen rakamlardan da anlaşıldığı gibi, halk arasında “Akademili” öğretmenler olarak adlandırılan Yunanistan'ın yetiştirdiği öğretmenler oluşturmaktadır. Yunanistan'da sadece azınlık öğrencilerinin devam ettiği ve azınlık ilkokulları için öğretmen yetiştiren tek yüksek öğretim kurumu “Selanik Özel Pedagoji Akademisi’dir” (Eidiké Paidagogiké Akadémia Thessalonikés-EPATH). Akademiden 1990 yılına kadar 307 öğretmen mezun olmuştur (Stathé-Tressou 1997, s.68). Akademi dışında doğrudan azınlık öğrencileri için başka herhangi bir yüksek öğretim kurumu yoktur. Akademi, azınlık eğitim sistemi irdelendiğinde “Öğretmen Sorunu” başlığı altında mutlaka değinilen ve yetiştirdiği öğretmenlerin mesleki alt yapılarının standartların çok altında olduğu iddiaları nedeniyle çok tartışılan bir kurumdur. Bu öğretmenlerin nitelikleri yeterlilik düzeyleri konusunda kendilerine çok ciddi eleştiriler yöneltilmektedir. 1995-96 öğretim yılında azınlık ilkokullarında görev yapan Yunanlı Hıristiyan ve yukarıda yapılan sınıflamaya göre görev yapan Müslüman Türk öğretmelerin dağılımı şöyledir (Panagiotidés, 1996 s.67). Tablo 9: Azınlık ilkokullarında görev yapan Yunanlı ve Türk öğretmenler Yunanlı Öğr.

Batı Trakyalı Türk Öğretmenler

Kontejan Öğr (Türk Vatand.)

Toplam

9

778

SÖPA Mezunları Türk Öğr.Okulu Formasyonsuz Mezunları Öğretmenler 348

247

93

81

Azınlık okullarında eğitim programının Yunanca derslerini veren Yunanlı öğretmenler Yunanistan'da değişik üniversitelerde bulunan eğitim fakültelerinden mezun olduktan sonra ülke çapında gerçekleştirilen sınavlardan geçerek Batı Trakya'daki azınlık okullarına diğer devlet okullarına atanmada geçerli kurallar doğrultusunda atanmaktadırlar. Ancak azınlık okullarında görev yapacak Yunanlı öğretmenler, Yunancanın yabancı dil olarak öğretimi konusunda ve azınlıklar eğitimi konusunda özel bir eğitim sürecinden geçirilmemektedir. Bu öğretmenler zaman zaman hizmet içi eğitimden geçirilmektedirler. 1995-96 öğretim yılı verilerine göre azınlık ilköğretim okullarında 358 Yunanlı öğretmen görev yapmaktadır (Panagiotidés, 1996 s.67) ve 2341/2.10.1995 sayılı yasanın 1/20 maddesi uyarınca azınlık okullarında görev yapan Yunanlı öğretmenlere özel bir görev tazminatı verilmektedir. İkidilli azınlık ilkokulları son yıllarda artan bir ivme ile kan kaybı yaşamaktadır. Azınlık öğrencilerinin ikidilli azınlık ilkokulları yerine gittikçe daha çok Yunanca eğitim veren devlet ilkokullarını tercih etmeye başladığı gözlenmektedir. Bu tutum azınlık okullarının, azınlık mensuplarının

9


İbrahim Kelağa Ahmet

gözünde bir itibar erozyonu yaşadığını göstermektedir. 1991-92 yılına ilişkin olarak Batı Trakya bölgesinde egemen dilde eğitim veren devlet ilkokullarına giden Türk öğrencilerin sayısının 10 dolayında olduğu belirtilmektedir (Tsitselikés 1996 s.347). Bir başka Yunanlı eğitimci ve aynı zamanda araştırmacı Mavrommates (2003 s.592) Batı Trakya bölgesinde 7.000 dolayındaki ilkokul öğrencisinden Yunanca eğitim veren devlet ilkokullarına giden Türk öğrencilerin sayısının 100 dolayında olduğunu ileri sürmektedir13. Marangos-Kelesides (2004), 2001-2002 öğretim yılı için devlet ilkokullarına giden azınlık öğrencileri için İskeçe’de 44, Gümülcine'de 60 olmak üzere toplam 104 öğrenciden söz etmektedir. Resmi olmayan rakamlara göre devlet ilkokullarına giden azınlık öğrencilerinin sayısı 240 dolayındadır.14Yukarıdaki rakamlardan anlaşıldığı gibi on yıldan az bir sürede ilkokuldan devlet okullarını tercih eden öğrencilerin sayısı 10’dan 200’ün üzerine çıkmıştır bu da yüzde iki bin oranında bir artış demektir.. Bu gelişme, Yunanca eğitim veren devlet okullarına yönelişin ilkokuldan başlayarak artacağını göstermektedir. Yunancanın ve devlet okullarının tercih edilmesinin en önemli, belki de tek nedeni azınlık öğrencilerine, Yunan üniversitelerinin kapılarını açan ve neredeyse lise mezunu tüm azınlık öğrencilerine sınavsız sayılabilecek kadar kolay şartlarda üniversiteye girme olanağı sağlayan ve azınlık eğitim tarihinde yeni bir dönemin habercisi olan üniversiteye girişte uygulanan binde beşlik kontenjandır. Azınlık öğrencileri 199515 yılında bu yasa çıkartılana kadar yüksek öğrenime devam etme konusunda Türkiye'deki bir üniversiteye gitme alternatifi dışında başka hiçbir seçeneğe sahip değillerdi. Bu onları Türkçeyi daha iyi öğrenmeye itmekteydi ve bu nedenle Türkiye’de üniversiteye devam etmek isteyenler Yunan devlet okullarını tercih etmemekteydiler. Azınlık ilkokullarını bitirdikten sonra ikidilli azınlık ortaokullarına gitmek hem Yunancayı hem Türkçeyi öğrenme fırsatı sunmaktaydı. Oysa bugün Yunan üniversitelerine gitme olanağının doğmuş olması, bu olanaktan yararlanma ve Yunanistan'da bir üniversiteyi bitirme Yunancayı çok iyi derecede bilmeyi gerektirmektedir ve doğal olarak resmi dil Yunancanın bilinmesi başarının olmazsa olmaz koşulu haline gelmiştir. Bu uygulama ile 2003 yılı itibarıyle 1000 dolayında azınlık öğrencisinin Yunan üniversitelerine girme fırsatını yakaladığı belirtilmektedir (Marangos-Kelesides, 2004). İlginç olan uygulamanın daha yeni olmasına rağmen devlet okullarını tercih etmede azınlık üzerindeki etkisinin bu kadar çarpıcı boyutta olmasıdır. Uygulamanın azınlık üzerinde ve azınlığın Yunanistan'daki azınlık okulları ile devlet okullarına dönük tercihlerinde hatta Yunanistan ya da Türkiye'deki okullar arasında tercih yapmada bu kadar etkili olması irdelenmesi gereken bir gelişmedir. Devlet okullarının anılan nedenlerle tercih sıralamasında ön plana çıkması durumu, azınlık ortaokullarına ve liselerine giden öğrencilerin sayısını önümüzdeki yıllarda olumsuz etkileyeceği düşünülebilir. Azınlık ortaokullarında ve liselerinde fen dersleri Türkçe yapılmaktadır. Bu dersleri Türkçe okuyan bir öğrencinin Yunan üniversitelerinde başarılı olmada zorlanacağı göz önünde bulundurulursa, azınlık ortaokul ve liselerinin prestij kaybının kaçınılmaz bir şekilde süreceği anlaşılır. Azınlık okullarının yıllarca alınan idari kararlar ve yapılan yasal düzenlemelerle özerk niteliğini yitirmesi sonucunda bugün sahip olduğu yapısı ile öğrencilere Yunanistan'da bir üniversiteye devam etmeleri durumunda ideal olan dil düzeyini sağlamaktan uzak olması gerçeği bu okulların gözden düşmesine neden olmaktadır. Bu gelişmeler anadili olan Türkçeye inanılmaz boyutta bir itibar kaybettirmiştir. Yunancanın öğrenilmesinin yüksek öğretime devam etmede kazandığı hayati önem Türkçenin ve anadili eğitiminin kalitesinin düşmesinin yarattığı çok ciddi sakıncaları şu anda 13

Yazar 2005 yılında yayınlanan bir çalışmasında bu sayıyı 450’ye çıkarmaktadır. İlkokuldan itibaren ikidilli azınlık okullarına değil de tekdilli (Yunanca) devlet ilkokullarına giden azınlık öğrencilerinin sayısı konusunda eğitimin içinde yer alan Türk öğretmenlerle yapılan görüşmelerde aktarılanlara göre devlet ilkokullarına giden azınlık öğrencilerinin sayısı yukarıda belirtildiği gibi 100 değil bunun çok üzerinde. Bu sayının 200’ün bile üzerinde olduğu söylenmektedir. Resmi bir bilgi olmadığı için sayılar spekülasyona açıktır. 14 http://www.e21.gr/articles 15 Bu karar 2341/95 sayılı yasa ile alınmıştır ve önceleri bu özel kontenjandan sadece düz liselerde okuyan öğrenciler yararlanırken 3 Kasım 2003 tarihinde Bakanlar Kurulu ile %0.5 kontenjandan meslek lislerinde okuyan azınlık öğrencilerinin de yararlandırılmasına karar vermiştir (Rodop Rüzgarı 05.11.2003/138).

10


Yunanistan’da (Batı Trakya’da) Azınlık Eğitim Sistemi İçinde İkidilli (Türkçe-Yunanca) Azınlık İlkokulları

gölgelemektedir. Fakat Türkçenin yeterince önemsenmemesi ve öğretimine gereken özenin gösterilmemesinin, Yunancanın öğrenilmesini olumsuz etkilediği gerçeği görmezden gelinmektedir. Eğitim bürokrasisi: “Çocuk okula başladığında anadilini konuşmaktadır, önemli olan onun Yunanca öğrenmesini sağlamaktır.” tezinden hareket etmektedir. Bu sakıncalı bir yaklaşımdır. Bir dili konuşuyor olmayı onu dört temel beceri anlamında bilmekle eşdeğer tutmak bilimsellikle bağdaşmaz. Konuşma dilsel becerilerden sadece biridir. Anlama becerisi olan okuma ve anlatma becerisi olan yazma öğrenmeye dayalı becerilerdir ve bu öğrenmenin gerçekleşeceği yer de öncelikle okuldur. Yunanistan Milli Eğitim Bakanlığı Yunancanın azınlık okullarında yeterince öğrenilemediğinden hareketle yukarıda sözü edilen “Müslüman Çocuklarının Eğitimi” projesi ile 2000 yılından beri başlattığı uygulama ile programın Yunanca ayağını daha verimli ve işlevsel kılmaya çalışmaktadır ancak aynı duyarlılık anadili Türkçe için de gösteriliyor demek olanaksızdır. Yunanlı öğretmenler bu proje kapsamında hizmet içi eğitime tabi tutulurken aynı hizmet Türkçe programı yürüten öğretmenler için verilmemektedir. Ortaokul 1. sınıf öğrencileri üzerinde 2002-2003 öğretim yılında yaptığımız bir araştırma ilkokullardan mezun öğrencilerin yaşları ile orantılı bir dilsel gelişim göstermediklerini ortaya koymuş ve okuma anlama ile yazılı anlatım becerisinde gerek anadilleri Türkçe gerekse ikinci dilleri Yunancada çok düşük bir performans sergilediklerini ortaya koymuştur. Türk azınlık bugün üzülerek belirtmek gerekirse ikidilli azınlık ilkokullarının eğitim kalitesinin yükseltilmesi için çok ciddi bir çaba sarf etmemektedir. Kolay olanı seçmek ağır basmaktadır ve veliler bu okulların işlevsel ikidilli öğrenciler yetiştirecek bir modele sahip olmasına rağmen bunu neden gerçekleşmediğini sorgulamak ve bunun sağlanması için çalışmak yerine çocuklarını egemen kültürün dili olan Yunanca eğitim veren okulları tercih etmektedirler. Bu yüzden yakın bir gelecekte köylerdeki azınlık ilkokullarının öğrenci yokluğundan kapanmaya başladığına tanık olunacaktır. Kaynaklar

Aarbakke, V., (2000) “The Muslim Minority of Greek Thrace” Ph. D Thesis University of Bergen, University of Bergen Press, Norway. Batı Trakya Türk İlkokulları Müfredat Programı, (1963) Akın Gazetesi Yayını, Komotini (Gümülcine). Baker, C. (2001), Heisagogé stén Diglossia kai Diglossé Ekpedeusé (İkidilliliğe ve İkidilli Eğitime Giriş), (çev. Arhontoula Aleksandropoulou) Gutenberg Yayınları, Atina. Baker, C.(1997), Bilingual Education in İreland, Scotland and Wales in Bilingual Eduacation, edited by Jim Cummins and David Corson, Encyclopedia of Language and Education : V. 5. Bilingual Education, Kluwer Academic Publishers, London. Baltsiotés, L., (1992) “He Hekpedeusé tés Meionotétas tés Thrakés” (Trakya'daki Azınlığın Eğitimi), Periodiko Ekpedeutiké Koinotéta içinde, sayı:15, s.18 vd.Atina. ------------------ (1997) “Helleniké Dioikesé kai Meionotiké Ekpedeusé sté Dytiké Thraké” (Yunan Yönetimi ve Batı Trakya'da Azınlık Eğitimi), To Meionotiko Fainomeno stén Ellada (Yunanistan'da Azınlık Olgusu) içinde s. 315-348, Kritike Yayını, Atina. Baltsiotés, L.,-Tsitselikés K., (2001), He Meionotiké Ekpedeusé tés Thrakés (Trakya'daki Azınlık Eğitimi), Sakkoula Yayınları , Atina. Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği Ve Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği, (2002) Trakya’da Azınlık Eğitimi, 2002 Yılında Çözüm Arayışları İçin Yeni Bir Perspektif, Bülten, Komotini (Gümülcine). Frangoudake, A., (2004) Anna Frangoudake ile “Müslüman Çocukların Eğitimini Destekeleme Programı Konusunda bir Söyleşi” Azınlıkça Dergisi, Kasım sayısı içinde, s.70-75, Komotini (Gümülcine). Görgü, Ali N.,(1996) “Avusturya İlkokullarında 4.Sınıfta Eğitim Gören Türk Çocuklarının Türkçe Yazılı Anlatım Becerileri Üzerine bir Araştırma”, Yayımlanmamış Uzmanlık Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Herrman-Triarhe V., (2000) He Diglossia stén Paidiké Helikia, mia Psihoglossologiké Prosengisé, (Çocuklukta İkidillilik, Psikodilbilimsel bir Yaklaşım) Gutenberg Yayınları, Atina. Kanakidou, E., (1996) To Diglosso Analytiko Programma kai he Parallélé Didaskalia sta Mousoulmanika Skholia tés Dytkikés Thrakés (İkidilli Eğitim Programı be Batı Trakya'daki Müslüman Okullarında Biribirine Paralel Eğitim), Syghroné Hekpedeusé Dergisi, sayı 89, s.47-54, Atina . ----------------- (1997) He Hekpedeusé stén Mousoulmaniké Meionotéta tés Dytikés Thrakés (Batı Trakya Müslüman Azınlığında Eğitim), Hellenika Grammata Yayını , Atina. Marangos, S. –Kelesides, G. (2004) Apo ta Meionotika Skholia stén Meionotiké Ekpedeusé, Ekpedeutiké Endaksé” he Provlématikes Opseis ton Diastaseon tés Mathitikés Diarroés kai Skholikés Apotyhias (Azınlık Okullarından Azınlık Eğitimine, Eğitim Açısından Katılım mı, yoksa Öğrenci Başarısızlığı ve Okulu Terkin

11


İbrahim Kelağa Ahmet

Sorunlu Görünümlerinin Ulaştığı Boyutlar mı?) VI.-Kültürlerarası Eğitim ve Yabancı Dil ya da İkinci Dil olarak Yunanca konulu Uluslararası Kongre ”Bildirileri, Patra Mavrommates, G., (2003) Paratereseis Pano stén Skholiki” Stadiodromia ton Thrakioton Mousoulmanon (Trakyalı Müslümanların Okul Kariyerleri Üzerine Gözlemler), Hekpedeutikoi Miloun se Hekpedevtikous ya tés Hembiries tous- Hekpedeusé Glossikon Meionotiton içinde, Paratérétés Yayını, Thessaloniki (Selanik). Mazi-Sella, E., (1999), La Minorite Musulmane Turcophone de Gréce: Approche sosiolinguistique d’une communauté bilingue,Trochalia, Atina. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), (1969) Protokol, Türk-Yunan Kültür Komisyonu Ankara–Atina Toplantıları, Ankara. Mümin, M., (1999) “Batı Trakya’da Türkçe yayın hayatı” Balkan Ülkelerinde Türkçe Eğitimi ve Yayın Hayatı Bilgi Şöleni, Bildiriler, içinde s..365-374 TDK Yayınları, Ankara, Onsunoğlu, İ. (1997) “Kritike stén Meionotiké Hekpedeusé, he Matya tou Meionotikou”(Azınlık Eğitimine Eleştiri, Azınlıktan Birinin Bakışı) Syghrona Themata dergisi, Nisan –Haziran sayısı içinde, s.61-64, Atina. Oran, B., (1991), Türk Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Bilgi Yayınevi, Ankara Özdemir, Ç. M., (1988), “Federal Almanya’daki Türk İşçi Çocuklarının Eğitim Sorunları Açısından İkidillilik ve İki Kültürlülük ile İlgili Eğitim Modelleri”, yayımlanmamış Uzmanlık Tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara. Panagiotides, N., (1996) To Meionotiko Hekpedeutiko Systéma tés Helladas (Yunanistan Azınlık Eğitim Sistemi), Gnome Yayını, Aleksandroupoli (Dedeağaç). Papatheofilou, R.,-Vosniadou, S., (1998), He Diakope tes Foitésés stous Mousoulmanous Mathétes (Müslüman Öğrencilerde Eğitimi Terk), He Hengatalipsé tou Skholiou (Okulu Terk ) içinde, s.189-205, Gutenberg Yayınları, Atina. Tressou, E. (1997) “Mionotiké Hekpedeusé sté Traké : Ta Aitia tés Apotyhias ” (Trakya'da Azınlık Eğitimi: Başarısızlığın Nedenleri), Syghrona Themata, dergisi Nisan –Haziran sayısı, s.49-53, Atina. Tsitselikes K., (1996) To Diethnes kai Heuropaiko Kathestos Prostasias ton Glossikon Dikaimaton ton Meionotéton kai he Helliniké Hennomé Taksé, (Azınlıkların Dilsel Haklarının Avrupa’da ve Uluslararası Düzeyde Korunması Rejimi ve Yunan Hukuk Düzeni) Sakkoulas Yayınları, Atina. ------------------(1997), “Ta Dikaiomata ton Meionotéton, Apo tén Nomiké Katokhyrosé stén Hefarmogé”, (Azınlık Hakları, Yasal Korumadan Uygulamaya), Syghrona Themata, dergisi Nisan –Haziran sayısı, s.26-31, Atina. Vakalios, T., (1997) To Provlima tés Diapolitismikés Ekpedeusés stén Thraké, Erevna (Trakya'da Kültürlerası Eğitim Sorunu), Gutenberg Yayınları, Atina.

12


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 13-18, İZMİR 2006.

TÜRK SÖZLÜ KÜLTÜR GELENEĞİNDE AYRINTILAR-2: “HAYVAN ATA KÜLTÜ MÜ? ATALAR KÜLTÜ MÜ?” Issues of the Turkish Oral Traditional Culture-2: “Cult of Animal Ancestor or Cult of Ancestors?” Metin ARIKAN* Özet Bu denememizde destan metinlerinde yer alan geleceğin kahramanına hamile olan annenin alışılmadık nesnelere (kaplan ciğeri, aslan yüreği, yılan-ejder başı, elmas madeni, kara taş vb.) “aş ermesi” ve buna bağlı olarak oluşan “Atalar” kültü, “Hayvan Ata?” kültü üzerinde durduk. Annenin aş erdiği nesnenin Gök ve Yer/su unsurlarıyla; dolayısıyla “Kutsal”la ilişkisinin göz önüne alınıp değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor ve bununla birlikte Türk kültüründe “Hayvan Ata” diye bir kültün bulunmadığını; arkaik kültür insanlarının kökenlerini çeşitli hayvanlara bağlamasının bizim tarafımızdan “hayvan ata kültü” olarak adlandırılmasını meşru kılamayacağını ifade ettikten sonra sadece ve sadece “Kutsal”a bağlı olarak “Atalar Kültü” nün bulunduğunu söylüyoruz. Anahtar Kelimeler: Aş Erme, Atalar Kültü, Kutsallığın Yayılması Abstract In this article, we emphasize the mother subject of oral epic poetry who is pregnant to the hero of the future and craving for unusual objects such as tiger lung, lion heart, snake&dragon head, diamond, black stone, etc. and the related “Cult of Ancestors” and “Cult of Animal Ancestor”. We deem that the object craved by the mother is related with “Sky and Earth/Water” components and therefore with the Sacred and along with this thesis in Turkish Culture there is no such a thing as cult of Animal Ancestor. The humankind of archaic culture who ties their origin to a variety of animals does not constitute sound and strong base for us to put forward this event as the legitimate evidence of “Cult of Animal Ancestors” and therefore we strongly believe that there exits “Cult of Ancestors” solely related with the Sacred. Key Words: Craving Certain Food, Cult of Ancestors, Deus Otious

Sözlü gelenek içinde yer alan anlatmaların esas itibarıyla insanoğlunun kendi dünyalarını anlamlı kılma çabalarının çeşitli edebî formlarda dışa vurumları olduğunu1; bunun bütün toplumlar için geçerli olduğunu artık bilmekteyiz. Anlatmalardaki motif ve epizot benzerliğinin ve/veya farklılığının en önemli sebeplerinden biri de, bize göre “başlangıçta” bütün insanların maruz kaldığı, kendilerini ister istemez içinde buldukları bu “hayatı anlama, ona anlam kazandırma” ortak çabasıdır. Bu başlangıçta kaçınılmaz bir süreçti ve hepimizin kabul edebileceği gibi bu süreç (en azından bazılarımız için) hâlâ devam etmektedir. İşte bu aşama sırasında ve sonrasında insanların ve içinde bulundukları toplumun kainatı algılayışlarının çeşitli etkenler (tarihî, coğrafî, hatta genetik vb.) nedeniyle çeşitlenmesi sonucu oluşan birtakım değerler; “insana, hayata ve tabiata dair asırlar ve nesiller boyunca işlenmiş kültür kodları, çeşitli kelimelerle simgeleştirilmiş tecrübeler kendilerine ait geleneksel ve anonim bir dünya görüşünü”2 oluşturmaktadırlar. Bu denememizde destan metinlerinde yer alan geleceğin kahramanına hamile olan annenin alışılmadık nesnelere “aş ermesi” ve buna bağlı olarak oluşan “Atalar” kültü, “Hayvan Ata?” kültü üzerinde duracağız.

*

Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü. Bk. Özkul Çobanoğlu, “Geleneksel Dünya Görüşü veya Halk Felsefesinin Halk Bilimi Çalışmalarındaki Yeri ve Önemi”, Millî Folklor, S. 45, Ankara 2000 s. 12-14 2 Özkul Çobanoğlu, agm., 12. 1

13


Metin Arıkan

Türk sözlü anlatmalarında hamile olan annenin çeşitli nesnelere (kaplan ciğeri, aslan yüreği, yılan-ejder başı vb.) aş ermesine rastlıyoruz. Manas destanında Manas’ın annesi aslan yüreğine aş erer. Bin bir güçlükle aslan eti bulunup getirilir ve bunu yiyen anne bir süre sonra iyileşir. Alpamış destanında da annenin kaplan etine aş erdiği görülmektedir. Destanlarımızdan bu konuyla ilgili olarak birkaç örnek3 verelim: Kırım’ın Kırk Batırı (Murın Jırav) “Kıdırbay oğlu Koblandı Batır” destanında; 4 “… Günlerden bir gün Hanımı aş erer. Nasıldı aş ermesi? Güçlü bir hayvanı kestirse de Aş ermesi onunla geçmedi. Her yerde yılan aratıp buldurdu, Yılanın başını koparttı, Ağzına yılan başını attı, Kadının aş ermesi bununla geçti…” (141-149) Yine Kırım’ın Kırk Batırı adlı anlatması içinde “Akjonas Oğlu Er Kenes” destanında; “… Etrafındaki kadınlar, Yılanları görünce kaçıştılar. Diğer kadınlar kaçsa da Aruvbiybi kaçmadı, Gözlerini dikti, Yılanları alıp getirmesi, Aruvbiybi’nin işine yaradı. Güzel Aruvbiybi’n, Yılanları verdi aşı için. Yılanın pişirmeden çiğ çiğ Kafasını ağzına attı, Çiğnemeden yuttu. Aş ermesi o zaman geçti. Yedi yılanın hepsinin başını, Çiğnemeden yutuverdi. …” (162-176) Hamile olan annenin aş ermeden kurtulması için genellikle yırtıcı, güçlü vb. hayvanların yakalanıp etinin anneye yedirilmesi gerekir ki bunun da genellikle araştırıcılar tarafından “hayvan ata”5 kültüyle ilişkilendirildiğini ve buna bağlı olarak açıklandığını görmekteyiz.

3

Destan metinlerinden örnekler verilirken Mehmet Aça’nın bu konuda daha önce yazdığı bir makaledeki destan sırası takip edilmiştir. Bk. Mehmet Aça, “Türk Destanlarında Aş Erme (Yerikleme) Motifinin Destan Kahramanları Üzerindeki Etkisi ve Hayvan Ata (Ecdat) İnancıyla Bağlantısı”, Millî Folklor, S. 34, Ankara 1997, s. 78-81. 4 Kırım’ın Kırk Batırı-Murın Jırav Anlatması, TDK “Türk Dünyası Destanlarının Tespiti, Türkiye Türkçesine Aktarılması ve Yayımlanması Projesi”, Yayıma Hazırlayanlar: Prof. Dr. Fikret Türkmen- Dr. Metin Arıkan (Yayım Aşamasında) 5 “Hayvan Ata” ve kurttan türeme ile ilgili çeşitli yorumlar hakkında bk. İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Boğaziçi Yayınları, 13. Baskı, İstanbul 1982, s. 284, 316-320; Sencer Divitçioğlu, “Kurt Ongunu”, Orta–Asya Türk İmparatorluğu VI-VIII. Yüzyıllar, İmge Kitabevi, Ankara 2005, s. 32-34; Mehmet Aça, agm., s. 78-81. Jean-Paul Roux, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 41-42, 59-60, 376. Mircae Eliade, Zalmoksis’ten Cengiz Han’a, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2003.

14


Türk Sözlü Kültür Geleneğinde Ayrıntılar-2

Yırtıcı hayvan etine aş ermenin yanında bazı destanlarımızda örneğin, Kazak Kubıkul anlatmasında; “Aş ermesine çare bulamayıp, Ateşine dayanamayıp, Dolaşmaya bir gün çıktığında, Kökşetav’da bir elmas taş, Çıkmış kadının karşısına, Gönlü çelinip bu taşı, Ağzına alıp çiğnemiş. Taştan dişini alamamış Sevincinden coşup, Güzelleşip parlamış....” Kubıkul 374-383 şeklinde görülen elmasa aş erme üzerinde durulması gereken başka bir konu diye düşünüyoruz. Çünkü bunların “hayvan ata” kültüyle ilişkilendirilemeyeceği ortadadır. Doktora çalışması sırasında karşılaştığımız bu ayrıntı bizleri bu konu üzerinde düşünmeye yöneltti ve bu konuda çeşitli kaynaklara başvurduk. İleride de göreceğiniz gibi çalışmamızı kendi kendimize sorular sorarak, çeşitli görüşleri sıralayarak geliştirmeye ve bir sonuç çıkarmaya çalıştık. “Nesne onu kendi ortamından farklılaştıran ve ona anlam ve değer veren bir dışsal gücün zarfı olarak görünür; çünkü bizzat varoluşu kutsalın bir tezahürüdür, yok edilemez ve dayanıklıdır; yani insanın olmadığı bir şeydir, zamana karşı direnir, gerçekliği kalıcılığıyla pekiştirilir”6 diyen Mircae Eliade’ye göre madenler; varoluşun “Kutsal” olmayan unsurlarını” oluşturmamaktadırlar- dünya dışı alanlardan gelmektedirler. İster gökten düşmüş olsun, isterse toprağın bağrından çıkarılmış olsunlar, her durumda başka yerden gelmektedirler. Burada da arkaik kültürlerin mantığı tutarlılık göstermektedir. Doğal olarak insana ait olmayan her şey, onun yakınında olmayan her şey ‘Varoluşun ademî haline’ katılmayan her şey gizemli, kutsanmış ya da şeytanîdir; çünkü bu onun doğasını değiştirir.7 Eliade’nin görüşlerini destekleyecek madenlerle ilgili olarak başka görüşlere de göz atacak olursak; V. Propp’un değerli bir maden olan “altın” hakkındaki düşünceleri Eliade’nin madenlerle ilgili düşüncelerinden farksız olduğunu görürüz. Ona göre; “Altın rengine boyanmış her şey, bununla kendisinin başka dünyaya ait olduğunu göstermektedir. Altın rengi bir başka dünyanın mührüdür.”8 Joseph Campbell’a göre de altın “..ölümsüzlüğü simgelemektedir; yani ölümsüzlük, güzelliğin gövdesi olan Tanrı’nın gizemli yaratıcı enerjisidir”.9 Şimdi de Türk kozmolojisinde unsurlar hakkında Emel Esin’in görüşlerini sıralayalım: Türk kozmolojisine göre; “...unsurlar (yer/su) ve göksel cisimler çeşitli ailelerin kökleri sayılıyor ve bunlara kök, ruh veya aile anlamına gelen töz, oğuş (uguş) veya kut gibi isimler veriliyordu. Her canlı veya cansız varlık bu ailelerden birine aitti. Bunların kutunu bağlı olduğu unsur veya göksel cisim ailesi belirlemekteydi. Aynı şekilde; dağların, yerden kaynaklanan ırmak ve suların, ağaçların ormanların yani yer/su unsurlarının; insan ve hayvan şeklinde düşünülen ruhları olduğu sanılıyordu. Ölmüş şöhretli kişiler de bunların arasına katılıyordu.”10 Türk destanlarının kahramanların annesinin çeşitli nesnelere aş ermesini yukarıda söylenenleri göz önüne alarak; yani nesnenin hangi unsura dâhil olduğuna bakıp değerlendirmemiz gerekir, diye

6

Mircae Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, (Çev: Ümit Altuğ), İmge Kitabevi, İstanbul 1994, s. 18. Mircae Eliade, Babil Simyası ve Kozmolojisi, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2002, s. 54-55 8 Rüstem Soulteev, Edige Destanının Tatar Anlatmaları Üzerinde Bir İnceleme, 2 Cilt, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 1998, s. 140. (Basılmamış Doktora Tezi) 9 Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 150. 10 Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001, s. 78, 85. 7

15


Metin Arıkan

düşünmekteyiz. Elmasın da altın11 gibi parlaklığından dolayı yaruk, yani göksel unsurlar içinde yer aldığını görmekteyiz. Altun-Temür kazguk (Kutupyıldızı) ilişkisinden bu mücevher ve madenin gök unsur sayıldığı bilinmektedir. Kazak Koblandı Batır anlatmalarında12 annenin önce kara taşı çiğnediğini ve daha sonra arslan yüreğini/ ayı veya kaplan etini yedikten sonra aş ermesinin geçtiğini görüyoruz. Özellikle bu anlatma, anlatmalardaki aş erme motifinin açıklanmasında neden nesnelerin hangi unsura dâhil olduğuna bakılması gerektiğini anlamak için gayet iyi bir örnek teşkil etmektedir. Örneğimizde görüldüğü üzere önce kara taş; yani yer unsuru; daha sonra yırtıcı hayvan eti yenmektedir. Yırtıcı hayvanın gök unsuruna dâhil olma olasılığı oldukça yüksek ihtimaldir. Biri yer unsuruna biri gök unsuruna ait iki unsurun bir araya gelmesi aklımıza evrenselci dikotomi de denilen iki ilke düşüncesini; yani Emel Esin’e göre, proto-Türk ve Türklerin en eski belki de öz kozmolojisini getirmektedir. Bilindiği gibi bu düşünceye göre “kâinatın bütün tezahürleri gök ve yer-sub/v’un (yer-su yeryüzü) temsil ettiği birbirine zıt; fakat birbirini tamamlayan iki evrensel nefesten oluşmaktaydılar.”13 İki zıt ilkenin bir araya gelişi hayatın özünü oluşturmaktadır; yaşamın kendisini formülüze etmektedir.14 Kubıkul’un annesinin elması çiğnediğinde aş ermesinin sona erip rahatladığını düşündüğümüzde elmasın doğumu kolaylaştırıcı bir maden oluşunun yanında sağaltıcı özelliklerinin oluşu da dikkatimizi çekmektedir. Ama bu yine de onun “Kutsal”la olan ilişkisine bağlı olarak gerçekleşmektedir. Eliade, bizler doğurganlığı artırıp doğumu kolaylaştırma özelliğine sahip “doğurtucu taşları Babilliler, eski Yunanlılar, Araplar ve kimi arkaik halkların bildiklerini ve bunları farklı nedenlerle de olsa kullandıkları” haberini vermektedir.15 Madenlerin sağaltıcı yönüne gelecek olursak; “..hastalıkların normlarda uzaklaşmayı, uyumun uzlaşımın bozulmasını, başıbozuk bir eylemi ifade ettiğini ve hastalıkların başıbozukluğu, kötülük düşüncesinin kişileşmesi olduğunu” söyleyen Eliade, “hastalıklarla büyü (uyumun büyü yoluyla eski hale getirilmesi) ya da mineral kökenli ya da bitkisel kimi ilaçlar aracılığıyla savaşıldığını, ilaçların işlevinin büyüsel olduğunu; çünkü onların örtük erdemleri sayesinde (biçim, renk, tat) etkili olduklarını ve hasta bedendeki organik düzensizliğe görünmez gerçeklikten aldıkları güçlerle müdahale ettiklerini belirttikten sonra örnek olarak da işe yarar (kök) rengi olan bir taşın hastanın bedenindeki düzeni yerine koymaya yetecek büyülü enerjiye sahip olduğunu” bildirmektedir.16 Burada Eliade’nin görünmez gerçeklik dediği “Kutsal” olandır, Gök Tanrı’dır, Tengri’dir. “..arkaik zihniyete göre gerçeklik, bir güç, etkenlik ve süre olarak tezahür etmektedir. Dolayısıyla asıl gerçeklik kutsal olandır; zira yalnızca kutsal olan mutlaktır, etkindir, şeyleri yaratır ve onları sürdürür.”17 Bu ifade bir yönüyle Fransız dilbilimci ve Hint-Avrupa uzmanı George Dumézil’in üçlü sisteme dayanan fonksiyonel teorisine benzemektedir. Ona göre HintAvrupa kavimlerinde şu üçlü fonksiyon vardır: Kutsallık, Güç, Üretkenlik. Orkun Kitabelerinden de anlaşıldığı üzere Türklerde de Kut (Kutsallık), Küç (Güç), ve Ülüg (Üretkenlik) ilk başlarda Tanrı’nın iyeliğindedir.18 Buradan da anlaşıldığı üzere üretkenliğin doğrudan doğruya Tanrı’dan başka birine, nesneye veya hayvana bağlanmasının doğru olmayacağı açıkça görülmektedir. İlk başlarda diyoruz; çünkü daha sonraları insanoğlu bu kutsallığı kendisine Tanrı’dan daha yakın, daha etkin hissettiği

11

Altın ile ilgili özellikle bk. Mircae Eliade, Asya Simyası, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2002. Mehmet Aça, agm., s. 79 13 Bk. Emel Esin, Türk Kozmolojisine, s. 19. 14 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Metin Arıkan, “Bursa Halk Kültüründe Eski Türk İnançlarının İzleri ve Bunların Türk Dünyası Sözlü Anlatmalarındaki Yansımaları”, II. Bursa Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri, C. II, 20-22 Ekim 2005 Bursa, s. 410. 15 Mircae Eliade, Babil Simyası, s. 66-67. 16 Mircae Eliade, Babil Simyası, s. 77. 17 Bk. Mircae Eliade, Ebedî Dönüş, s. 25. 18 Ayrıntılı bilgi için bk. Sencer Divitçioğlu, Orta-Asya Türk İmparatorluğu VI-VIII. Yüzyıllar, İmge Kitabevi, s. 65-85. Kut, Ülüg ve Küç’ün üçlü fonksiyon olarak değerlendirilmesi için ayrıca bk. Saadettin Gömeç, “Türklerde Siyasi Hakimiyet ve İdari Yapının Özellikleri-Siyasi Hakimiyet”, Türk Kültürünün Ana Hatları, Akçağ Yayınevi, Ankara 2006, s. 39-42. 12

16


Türk Sözlü Kültür Geleneğinde Ayrıntılar-2

güçlere, kişiliklere yaymış ve bunun sonucunda da bizler; aslında Tanrı’nın iyeliğinde olan üç fonksiyonu başkalarına yüklenmiş olarak gördüğümüzden, hatalı çıkarımlarda bulunmuş ve sonuçlar elde etmişiz.19 Köken mitlerinde gördüğümüz kurttan, ayıdan vb. gibi hayvanlardan türeme ile ilgili anlatmaların ortaya çıkış sebebi öyleyse ne idi? Şimdi isterseniz bunun üzerinde duralım: Arkaik kültür insanı; Roux’un da belirttiği üzere20, kendilerini, şimdiki gibi, varlıkların en üstünü olarak görmüyorlardı; onlar “kendilerini çevreleyen unsurların gücünü, verimliliklerini ve başarılarını sürekli fark etmekteydiler” ve “gerçeğe, gerçek olana” ulaşmak amacıyla, Dumézil’in üçlü fonksiyonunu aklımızdan çıkarmayalım, güç ve verimliliğiyle kendinden daha üstün saydıkları bu varlıklara dönüşme ihtiyacı hissediyorlar21 veya kökenlerini bunlara bağlıyorlardı. Kök Türk hanedan soyunun Aşina (A-sih-na) -Börülüler22, neslinden geldiğinin kabul edilmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Köken mitlerinde ve çeşitli anlatmalarda; “Göktürklerin Bozkurt’tan Türeyiş Destanları” ve “Oğuz Kağan”23anlatmalarında, üretken veya rehber24 olarak karşımıza çıkan kurdun renginin “Boz-Kök” oluşunu onun Kutsal’la (Tanrı) ile ilişkilendirilebileceğinin ve onun tarafından gönderildiğinin bir işareti olarak görmek mümkündür. “Göktürklerin Bozkurt’tan Türeyiş” destanlarında yok olmak üzere olan bir halkın Tanrı tarafından gönderilen bir hayvan (kurt) sayesinde yok olmaktan kurtulduğunu görüyoruz. Bu anlatıyla halkın da kendini “kut” sahibi olanlar sınıfına soktuğunu ve soyun, neslin devamının Tanrı tarafından devam ettirildiği inancına sahip oldukları ortaya çıkmaktadır. Onlar için artık korkacak bir şey yoktur; çünkü yok olmalarını Tanrı istememektedir, Tanrı’nın “kut”u onlarladır ve bu onlar için bu yeni bir doğumdur, yeni bir başlangıçtır. Bu yüzden de belirli aralıklarla neslin devamını sağlayan bu olayı hatırlamakta ve “Atalar Mağarasına” giderek kurbanlar sunmaktadırlar. Arkaik toplum insanının sürekli olarak örnek modelleri tekrarlamasının veya taklit etmesinin sebebi üzerinde Eliade’nin fikirlerinden yararlanarak bir başka makalemizde durmuştuk.25

19

Kutsallığın yayılması hakkında bk. Mircae Eliade, Dinler Tarihine Giriş, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2003, s. 61-78; Mitlerin Özellikleri (Çev: Sema Fırat), Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 126-131. “İlkel kavimlerin hemen hemen hepsinde gökte oturan Kadirî mutlak yüce bir varlığa inancın var olduğu; ama bununla birlikte bu yüce varlığın zamanla kutsal hayatın kıyısına itildiğini, bunun yerini insana daha yakın, daha etkin ve kolay ulaşılabilir kutsal güçlerin (totemler, ata tapımı, ay ve güneş mitleri) aldığını, başka şekilde söylersek kutsal olanın aşamalı bir biçimde somut olana indirgendiğini (Eliade 2001, 2003: 126-131,61-78) ve bu evrensel gerçeğin Türklerin Gök-Tanrısı için de geçerli olduğunu, Gök -Tanrısının “deus otious” duruma gelişinin zoomorfik ve antropomorfik anlayışları da beraberinde sürüklediğini (Günay-Güngör 1998: 44-49) din tarihi araştırıcılarının çalışmalarından öğrenmekteyiz.” Bk. Metin Arıkan, “Kahramanın Dönüşümü”, Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı, Kanyılmaz Matbaası, İzmir 2005, s. 55. (Ünver Günay-Harun Güngör, Türk Din Tarihi, Laçin Yayınları, Kayseri 1998) 20 Bk. Jean Paul Roux, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2005, s. 59. 21 Eliade, bu dönüşüm ritüelini “Ebedi Dönüş Mitosu”na dayandırarak açıklamaya çalışır: “…bu yaratımların ilk kaynağı ilkel avcının dinsel evreninde bulunur: Bu evren, avcı ile avı arasındaki mistik dayanışmanın hâkimiyetindedir. Çoğu zaman bu dayanışmayı bir hayvanlar efendisi (anası) ortaya çıkarır (veya) yönetir. Göçebe bir halkın yırtıcı bir etoburun (kurt, aslan, leopar vb) soyundan gelmesine ilişkin mitleri izah eden, işte bu dinsel anlayıştır. Söz konusu yırtıcı örnek avcıdır. İlk başlangıçta var olan bir hayvan, insanları önce öldürür, sonra erginlenmiş bir halde; yani yırtıcı etoburlara dönüştürerek diriltir; en sonunda bu hayvan öldürülmüştür ve erginleme törenleri sırasında bu hadise ritüel biçiminde yeniden güncellenir. Ama sırtına yırtıcı bir hayvan postu geçiren erginleyici, bir insan olarak değil, gizemin (mysterion) kurucusu olduğu varsayılan ilk hayvan olarak törene katılanları diriltir. Başka bir deyişle mitsel hayvan da erginleyiciyle birlikte diriltme işlemine katılır….. İnsan kendi benliğinden ve şimdiki zamandan çıkıp mitsel olayın çağdaşı olabildiği oranda kurda dönüşmeyi başarabilir….. Bir erginleme biçimi olarak büyük av veya savaş ya da bir toprağın istilası ve işgali, mitsel modellere sahip faaliyetlerdir; hatırlanamayacak kadar eski devirlerde, doğaüstü yırtıcı bir etobur bunları ilk kez gerçekleştirmişti. Dolayısıyla bu mit yeniden güncellendiği ölçüde yani yırtıcı etoburun davranışları paylaşılıp o ilk hadise yenilenirse ünlü bir avcı, ürkütücü bir savaşçı, bir fatih olunur” Mircae Eliade, Zalmoksis’ten Cengiz Han’a, s. 32-36. 22 Saadettin Gömeç, age., s. 251. Diğer örnekler için( dişi kurdunki, dişi kurttan doğan vb.) bk. Eliade, age., s. 17-18. 23 Özkul Çobanoğlu, “Sözlü Edebiyat”, Türk Dünyası Ortak Edebiyatı-Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, AKM Yayınları, Ankara 2001, s. 222 -229. 24 Rehber olarak geyik ve geyikle ilgili inançlar için bk. Metin Arıkan, “Bursa Halk Kültüründe Eski Türk İnançlarının İzleri, s. 410. 25 Bk. Metin Arıkan, “Kahramanın Dönüşümü”, Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı, Kanyılmaz Matbaası, İzmir 2005, s. 6061.

17


Metin Arıkan

Yine bazı anlatmalarımızda annenin aş ermeden doğumu gerçekleştirdiğini; ama daha sonra doğan çocuğa, aş eren anneye yedirildiği gibi, alışık olmadığımız türden hayvan eti yedirilip, yedirilen hayvanın özelliğine göre çocuğun o sıfatlara haiz olması arzulanmaktadır: “…. Kırklar sırayla kırk gün bekler, Elma, nar karışık anne sütlü. Getirip meyveleri yer dibinden, Yüreğini de kaplanın yedirirler. Bindirdiler alıp gelip aslanı, Kamçı edip yılanı da kavradı. “Aslan ve kaplanın gücünde, Pehlivan olup yık dedi tutuştuğunu...” Kazak Köroğlu Anlatmaları- 1307-131426 İleride kahraman olacak çocuğa yedirilen hayvanın çocuk üzerindeki etkisini veya bir başka şekilde ifade edecek olunursa “..kahraman ve yırtıcı hayvan arasında alegorik olarak kurulan bu ilişki; bir kez temasa geçen unsurların sürekli birbirini etkilemesi olarak bilinen büyüsel işlemin”27 yanı sıra kutsallığın yayılması sonucu “hafızalarda zayıflamaya başlayan Kutsal’ın anısının simgeler vasıtasıyla örtük ve önemini yitirmiş bir biçimde varlığını sürdürmesi”28 şeklinde açıklanabileceği görüşünü savunuyoruz. Kahramanın annesinin hayvan ciğerine, kalbine aş ermesinin yanı sıra kara taşa veya elmasa aş erdiğinin görüldüğünü söylemiştik. Hayvan olarak görülenlerin de aslında belli bir bölgenin, dağların, göllerin; yani yer-su unsurlarının ruhları olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Hayvan ciğerine, kalbine aş ermenin hayvan ata kültüne bağlı olarak açıklanması annenin elmasa, kara taşa aş ermesinin açıklanmasına yeterli olmayacaktır. Hamile olan anne adayı hayvan etine aş erdiğinde, bunu “Hayvan Ata” kültü ile ilişkilendirip açıklamaya çalışırsak annenin elmasa, kara taşa aş ermesini de “maden ata” veya “elmas ata” diye mi açıklayacağız. Annenin aş erdiği nesnenin Gök ve Yer/su unsurlarıyla, dolayısıyla “Kutsal”la ilişkisinin göz önüne alınıp değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor ve bununla birlikte Türk kültüründe “Hayvan Ata” diye bir kültün bulunmadığını; arkaik kültür insanlarının kökenlerini çeşitli hayvanlara bağlamasının, bizler tarafından “hayvan ata kültü” olarak adlandırılmasını meşru kılamayacağını ifade ettikten sonra, sadece ve sadece “Kutsal”a bağlı olarak “Atalar Kültü” nün bulunduğunu söylüyoruz.

26 27

28

Kazak Köroğlu Anlatmaları, TDK “Türk Dünyası Destanlarının Tespiti, Türkiye Türkçesine Aktarılması ve Yayımlanması Projesi”, Yayıma Hazırlayan: Dr. Metin Arıkan (Yayım Aşamasında) Özkul Çobanoğlu, age., s. 138. Büyüsel işlemlerin de George Dumezil’in üçlü işlevindeki “Kutsallık” içerisinde yer aldığını burada belirtmekte fayda var sanırım. Bunlardan bahsedecek olursak şöyle bir sıralama karşımıza çıkar: 1) Kutsallık: İbadet, büyü, hukuk, yönetim, egemenlik (hükümdarlık) 2) Fiziki Güç, Savunma, saldırı 3) Doğurganlık, Mal ve Nüfus (Sencer Divitçioğlu, age., s. 65,66.) “Kutsalın anısı, mitlerde ve en eski Cennet ile ilgili masallarda, inisiyasyon törenlerinde ve şamanların, sihirbaz-hekimlerin anlatılarında, dinsel simgeler bütününde (Dünyanın merkezinin, büyülü uçmanın ve göğe yükselmenin simgeleri, gökle ışıkla ilgili simgeler...örtük ve önemini yitirmiş bir biçimde varlığını sürdürür”. Ayrıntılı bilgi için bk. Mircae Eliade, Mitlerin Özellikleri, s. 130.

18


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 19-27, İZMİR 2006.

OĞUZ EPİK ANLATMALARI ve ÇUVAŞ ALP HİKÂYELERİ’NDE KUTSAL KURT VE TEPEGÖZ The Holy Wolf and Cyclop in Oghuz Epic Tales and Chuvash Alp Tales Bülent BAYRAM* Özet Uygur harfli Oğuz Destanı ve Dede Korkut Kitabı, Türk edebiyatının temel eserlerinden ikisidir. Alp anlatmaları da klasik anlamda destan türüne sahip olmayan Çuvaş Türklerinin halk edebiyatı eserleri içinde epik özellikler gösteren eserlerdir. Epik kahramanların birçok özelliğini ve faaliyetlerini, müstakil anlatmalarda aktarmaktadır. Adı geçen eserlerde, “kutsal kurt” ve “Tepegöz”ün bu anlatmalardaki yer alışları dikkat çekicidir. Çuvaş alp anlatmalarında ve Oğuz epik anlatmalarındaki yukarıdaki benzerlikler tesadüfi bir benzerliğin değil, bir kültürel birlikteliğin işaretidir. Anahtar Kelimeler: Çuvaş, Oğuz Destanları, Tepegöz, Kutsal Kurt Abstract The “Oghuz Epic” with Uighur letters and the “Book of Dede Korkut” are two of the basic works of Turkish literature. The “Alp tales” are the works which have epic pecularities among the folk literature works of Chuvash Turks who don’t have epics in classiccal meaning. They quote many pecularities and activities of the epic heros in seperate tales. The “holy wolf” and “cyclops” attract attention in these tales in question. The similarities in Chuvash alp tales and Oghuz epic tales are not by coincidence, they are the marks of a cultural unity. Key Words: Chuvash, Oghuz Epics, Cyclops, Holy Wolf

Oğuzlar, tespit edilebilmiş en eski dönemlerinden beri, Türk tarihi içerisinde önemli rol oynamış bir Türk boyudur. Oğuz adı genel anlamda, eski Türkçe yazılı metinler olarak kabul edilen Orhun Abideleri’nde ilk defa (Dokuz Oğuz) kaydedilmiştir. Türk tarihinin daha sonraki dönemlerine ait birçok kaynakta da Oğuz adı yer almaktadır. Oğuz adı, XI. yüzyılda Türkmen adı ile birlikte anılmaya başlanmıştır. Oğuz Türk boylarının hareketleri, tarihî dönem içinde batıya doğru olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı gibi büyük imparatorlukların ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu da Oğuz boyudur. Günümüzde Türkiye, Azerbaycan, İran, Türkmenistan, Kuzey Irak, Kıbrıs, Balkanlar, Suriye ve Moldova’da (Gagauzlar) yaşayan Türkler, büyük oranda Oğuz boyuna mensupturlar.1 Günümüzde Oğuz boyları, gerek tarihî sürecin gerekse coğrafi ayrılıkların sonucu olarak, son dönemlerde kendilerine has bir kültür ortamına girmişlerdir. Kültürel konularda küçük farklılıklar ortaya çıkmışsa da bütün bu Oğuz-Türk boylarının ortak bazı kültürel mirasları vardır. Oğuz Destanı, Şecere-i Terakime, Şecere-i Türk, Dede Korkut Kitabı gibi eserler, Oğuz boylarının ortak değerleri arasındadır. Bu eserler arasında yer alan Oğuz Destanı ve Dede Korkut Kitabı, diğer eserlerle karşılaştırıldığında, epik dönem özelliklerini daha fazla taşımaktadır. Bu sebeple, Çuvaş alp anlatmaları ile yapılacak olan karşılaştırmalarda, Oğuz Destanı’nın eski Uygur Türkçesi ile yazılmış olan metni ve Dede Korkut Hikâyeleri kullanılacaktır. Uygur yazısıyla yazılmış olan Oğuz Destanı, tek nüshadır ve eksiktir. Bu nüsha Rıza Nur tarafından keşfedilmiş, ilmî olarak W. Bang ve R. R. Arat (G. R. Rahmeti) tarafından önce Almanya’da (1932) daha sonra ise Türkiye’de “Oğuz Kağan Destanı” adı ile yayımlanmıştır.2 En erken 13, en geç 15.

*

Arş. Gör., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü. Oğuzların tarihi, kültürü, gelenekleri, yaşadıkları coğrafya hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, Akçağ Yayınları, Ankara 1999. 2 Mehmet Kaplan, Oğuz Kağan Destanı, Dergah Yay,, Ankara 1979, s. 22, Bang ve Arat neşrinin Türkiye baskısı için ayrıca bk. Reşid Rahmeti Arat, Makaleler, C 1, (hzl. Osman Fikri Sertkaya), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1987, s. 605-672. 1

19


Bülent Bayram

yüzyılda yazıya geçtiği tahmin edilen bu varyant, Uygur harflidir ve İslam muhitinin dışında yazılmıştır. Araştırıcılara göre en eski varyant budur ve Türklerin Müslümanlığından önceki hayatı yansıtılmıştır.3 “Dede Korkut Kitabı”, Türk edebiyatı tarihinin en çok ilgi çeken ve üzerinde en fazla çalışma yapılan eserlerinden biridir. “İlim âleminde ve Türk dili ve edebiyatı alanında Dede Korkut Kitabı yahut kısaca Dede Korkut adı ile tanınan eser bir destanî Oğuz hikâyeleri mecmuasıdır. Biri Dresden’de, öteki Vatikan’da olmak üzere iki nüshası bulunan bu eserin Dede Korkut adı ile anılmasına sebep, Dede Korkut adındaki ozanlar pirinin eserin bir nevi müellifi bulunması, eserde toplanmış olan Oğuz destanlarının onun tarafından düzenlenmiş gösterilmesidir.4 Dede Korku Kitabı’nın Dresden’de bulunan nüshasında bir giriş ve on iki destanî hikâye yer almaktadır. Vatikan nüshasında ise giriş ve Dresden nüshasında bulunan on iki hikâyeden altısı yer almaktadır. Bu kitapta yer alan hikâyeler, birbirinden bağımsız tek başlarına birer hikâye gibi karşımıza çıkmaktadır. Ancak hepsi birden bir bütünlük arz etmektedir. Bu bütünün konusu, Oğuz toplumudur. Konuları, yaşanılan maceralar, yaşam tarzı ve hayat görüşleri ile Oğuz toplumu yansıtılmaktadır.5 Muharrem Ergin, dil özellikleri göz önünde bulundurulduğunda her iki nüshanın da XVI. yüzyılda kaleme alındığını belirtmektedir.6 Oğuz destanları ile karşılaştırmalı olarak ele alacağımız “alp anlatmaları” ise Çuvaş halk edebiyatının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. “Ulĭp Halapĭsem” ile Çuvaş halk edebiyatı içerisinde önemli bir yer işgal eden anlatmalar, küçük nazım parçacıkları dışında tamamen nesirdir. Bu anlatmalar; Çuvaş Alplarının doğuşunu, yaşamını, yaptıkları işleri, özelliklerini, Alpların arkadaşlarını, Alplarla ilgili bazı inançları, alp tepelerinin oluşumu vb. konuları içermektedir. Alplarla ilgili anlatmalar, bütün bir eserin parçaları gibidir. Çuvaş alplarının konu edildiği anlatmalar, edebi tür açısından bir bütünlük göstermemektedirler. Anlatmaların bazıları efsane, masal; bazıları bir tarihi bilgi; bazıları da bir destanın, hikâyenin küçük bir parçası durumundadır.7 Buna karşılık “Dede Korkut Kitabı”nda yer alan anlatmalar, çok gelişmiş bir edebi üsluba ve tür özelliklerine sahiptir. Her anlatma, kendi içinde konu ve olayların gelişimi bakımından bir bütünlük göstermektedir. Çuvaş alplarının doğumdan ölüme kadar neredeyse bütün hayatı farklı anlatmalarda ele alınırken; Dede Korkut Kitabı’nda yer alan anlatmalarda, olaylar bir bütün içerisinde yer almıştır. Çuvaş alp anlatmaları, bir bütünlük içerisinde olmasa bile, bir destan kahramanı olarak alpın bütün özelliklerini bizlere farklı anlatmalarda vermektedir. Türkiye’deki Türkoloji alanında Çuvaşlarla ilgili çalışmalar, diğer Türk boyları üzerine yapılan çalışmalarla karşılaştırıldığında oldukça azdır. Türkiye Türklerine dil ve kültür olarak en uzak iki Türk topluluğu olarak Çuvaşlar ve Sahalar işaret edilmektedir. Her iki bölgede de iki Türk boyunun kültürel mirası üzerine karşılaştırmalı çalışmalar yok denecek kadar azdır. Yukarıdaki eserlerde tespit edilen iki nokta, iki Türk topluluğu arasında şu ana kadar çok fazla ele alınamamış bir ilişkiyi bize göstermektedir. Bu çalışmada, Eski Uygur Türkçesiyle yazılmış Oğuz Kağan Destanı’nda bir kurdun Oğuz’a yol göstermesi olayı ve Dede Korkut anlatmalarında yer alan Basat’ın Tepegöz’ü öldürmesi, Çuvaş alp anlatmalarındaki paralelleri ile ele alınacaktır. Elbette öncelikle, bütün halkların epik eserlerinde birbirine benzer noktaların bulunduğunu kabul etmek gerekir. Fakat yukarıdaki iki konu, bir benzerlikten daha çok bir aynılığı işaret etmektedir. Öncelikle Oğuz Destanı’nda Oğuz’a kutsal bir kurdun yol göstermesi, destanın önemli bir bölümünü teşkil etmektedir. Oğuz destanı içerisinde bir bölüm teşkil eden bu olay, Alp anlatmaları içerisinde müstakil bir şekilde yer almaktadır. Her iki olay, Uygur harfli Oğuz Kağan destanı ile Çuvaş alp anlatmalarında şu şekillerde anlatılmaktadır: 3

Ahmet Bican Ercilasun, Başlangıcından Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 58. Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı I (Giriş-Metin-Faksimile), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1997, s. 1. 5 Ergin, age., s. 23. 6 Ergin, age., s. 67. 7 Edebi tür bakımından farklılık göstermeleri sebebiyle Alp anlatmaları, farklı adlar altında neşredilmişlerdir. 1987 yılında Çuvaş Halk Yaratıcılığı serisinin VI. cildinde “Mifsempe, Halapsem” (Mitler, Hikâyeler) arasında alp anlatmaları yayınlanmıştır. Daha sonra ise 2004 yılında halk yaratıcılığı eserlerinin yeniden yayınlanması çerçevesinde Halıh Eposï (Halk Eposu) adlı eser içerisinde bu anlatmalar yayınlanmıştır. Bu eserlerin eposlar içerisine sokulmasının sebebi, onların alpları ve onların hayatlarını ele almış olmasıdır. 4

20


Oğuz Epik Anlatmaları ve Çuvaş Alp Hikâyeleri’nde Kutsal Kurt ve Tepegöz

Oğuz Destanı: Oğuz Kağan’ın Urum Seferi (Oğuz, Kağan olduktan sonra dünyayı ele geçirmek için seferlere çıkar. Bu seferlerinden birisini Urum adlı bir kağan üzerine yapar.) Sol yanında Urum adında bir kağan vardı. Bu kağanın askeri ve şehirleri pek çoktu. Bu Urum Kağan Oğuz Kağan’ın emrini dinlemezdi. Onun arkasından gitmezdi. Ben onun sözünü tutmam diyerek emrine bakmadı. Oğuz Kağan gazaba gelerek onun üzerine yürümek istedi; bayrağını açarak, askeriyle ona karşı yürüdü. Kırk gün sonra Buz Dağ adında bir dağın eteğine geldi. Çadırını kurdurdu ve uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Bu kurt Oğuz Kağan'a hitap etti ve: Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; ey Oğuz, ben senin önünde yürümek istiyorum dedi. Ondan sonra Oğuz Kağan çadırını dürdürdü ve gitti. Gördü ki, askerin önünde gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek kurt yürümektedir ve kurdun ardı sıra ordu gelmektedir. Gök tüylü ve gök yeleli bu büyük erkek kurt bir kaç gün sonra durdu. Oğuz Kağan da askeri ile durdu. Burada İtil Müren adında bir deniz vardı. Bu İtil Müren'in kenarında bir kara dağın önünde savaş başladı. Okla, kargı ile ve kılıçla vuruştular. Askerlerin arasında vuruşma çok oldu, halkın gönüllerinde kaygı çok oldu. Boğuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, İtil Müren'in suyu zencefile gibi baştanbaşa kıp kırmızı oldu. Oğuz Kağan yendi ve Urum Kağan kaçtı. Oğuz Kağan Urum Kağan'’ın hanlığını ve halkını aldı. Onun ordugâhına pek çok cansız ve pek çok canlı ganimet düştü.8

Çuvaş Alp Anlatması: Alp’ı Kurt Götürüyor Dostlarım siz kutsal kurdun şarkısını duydunuz mu? Duymuşsunuzdur. O bugün de, Alp’ı götürdüğü zamandaki gibi söylüyor. Bize, Aşa Pihambar’ın duygularını ulaştırıyor. Atalarımız zamanında, uzakta Altın Dağları tarafında, Alp yiğit milletiyle yaşarmış. Sürü sürü hayvan beslermiş. Onların atları, kırlarda özgürce gezermiş. Semiz öküzler böğürüp yüksek dağları titretirmiş. Günler geçmiş. Yıllar bitmiş. Alp yiğit bir gün batıdaki bereketli kırlar tarafına göç etmeyi düşünmüş. Boyların yöneticileri bir yere toplayıp amacını söyleyerek konuşmuşlar. Boyların yöneticileri onunla anlaşmışlar. Sonra, Alp de o akşam gece yarısı olunca, Tanrılarla konuşmak için dağa çıkmış. Dualarını edip bitirince Alp’ın önünde aniden bir kurt görünmüş. Onun çevresi ışıkla kaplıymış. İnsan gibi konuşarak o, büyük yiğide şöyle demiş. “-Büyük Alp, büyük Tanrının emriyle ben seni arkamdan batıya doğru götüreceğim. Sen endişelenme! Benim peşimden korkmadan yürü. Ben hep seninle birlikte, senin önünde olacağım. Senin hayvanlarını, halkını koruyacağım.” demiş. Sonra Alp’ın halkı sabahleyin erkenden batıya doğru göç etmek için hareket etmiş. Onun önünde zaman zaman mavi kurt görünmüş. Durup durup ulumuş. Peygamber köpeğinin uluması Alp’ın halkına şarkı gibi işitilmiş. Onun vücudu gece daima, çepeçevre aydınlık içinde görünmüş. Yaşlıların söylediğine göre bu kurt, Alp’ın milletini, Aramaşi Dağı’na doğru götürmüş. Bizim büyük atalarımızın bu çevredeki hayatı böyle başlamış.9

Bu konu, “Oğuz Destanı”nda daha ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır. Epik özellikler, “Oğuz Destanı”nda daha fazla yer almaktadır. Burada dikkat çeken diğer bir husus da Oğuz’un İdil boyuna yapacağı seferden önce, kurdun ortaya çıkışıdır. Çuvaş Alp anlatmalarında, Çuvaş alplarının ve Çuvaşların İdil boylarına gelişlerini ele alan anlatmaları da gözden uzak tutmamak lazımdır. İdil ırmağı, Çuvaş anlatmalarında büyüklüğü ve genişliği ile de önemli bir yer tutar. Oğuz Kağan destanında da bu konuya değinilmektedir. Elbette destanlar, tam anlamıyla tarihî hadiseleri yansıtmamaktadır. Buna rağmen, destanların tamamıyla tarihî hadiselerden ayrı olduğunu iddia etmek de mümkün değildir. Bugün Balkanlar’da ve Türkiye’de yaşayan bazı Oğuz boylarının, Karadeniz’in kuzeyinden bu bölgelere geldikleri bilinmektedir. 8 9

Muharrem Ergin, Oğuz Destanı, Hülbe Yayınları, Ankara 1998, s.18–19. Çĭvaş Halĭh Pultarulĭhї, Çĭvaş Halĭh Eposї, s.41–42.

21


Bülent Bayram

Kurt, Türk folklorunun her sahasında karşımıza sıkça çıkan bir motiftir. Eski Türk boylarının türeyişleri ile ilgili efsanelerden başlayarak folklor ürünleri içerisinde gücün, bağımsızlığın, asaletin vb. simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Göktürklerde kurt, “tuğlar ve bayrakların tepesinde yer alma yolu ile bir devlet sembolü olmuştu.”10 Türk boylarının birçok halk edebiyatı eserinde kurt, çeşitli özellikleriyle yer almaktadır. Burada bizim için önemli olan nokta, kurdun yol göstericiliğidir. Yukarıdaki metinlerde de kurdun kutsallığı ve yol göstericiliği ön plana çıkmaktadır. Her iki örnekte de kurt, kutsal bir özellik göstermektedir. Âdeta kahramanları doğru yere götürmekle görevlendirilmiştir. Her iki örnekte de bu kutsallık açık bir şekilde görülmektedir. Türk mitolojisi üzerine önemli çalışmalar yapan Bahaeddin Ögel, “Oğuz Destanı”ndaki bu kurt motifi hakkında şunları söylemektedir: “Oğuz destanında, Oğuz Han’a zaman zaman klavuzluk edip yol gösteren ve Tanrı tarafından gönderilen kutsal kurttan söz açılırken, hep ‘gök tüylü, gök yeleli’ deyimi de kullanılır. Burada kurda, ‘gök’ sıfatının verilmesi, onun kutsallığını ve Tanrı ile ilgisini göstermeden başka bir mana taşımamalıdır. Sonraları, bu ‘gök’ sıfatı, ihtiyarlık ve tecrübeliliğin ifadesi ve karşılığı olarak kullanılmıştı.”11 “Oğuz Destanı”nda ve Çuvaş alp anlatmasında her iki kurdun da ilahi bir özellik taşıdığı açıktır. Zaten Çuvaş anlatmasında, Tanrı’ya yalvarma sonucu kurt ortaya çıkmaktadır. Her iki kurt da bir ışık içerisinde ortaya çıkmakta, her ikisinin de kahramanlara hitabı aynı şekildedir. Kurt, “Oğuz Destanı”ının ilerleyen bölümlerinde zaman zaman ortaya çıkmış ve ordunun önünde yürümüştür. Bir diğer araştırmacı Abdülkadir İnan, Türk rivayetlerinde bozkurt konusunu ele alan makalesinde Eski Romalılarda ve Araplarda, kurdun efsanevi bir mevkii olmasına rağmen onun, Türk millî kültü olduğunu ileri sürer. Bunun yanında Fin ve Moğol halklarında da bu kurt motifine rastlanıldığını da zikretmektedir.12 Abdülkadir İnan, bu halklar arasında bozkurtla ilgili rivayetleri ele aldıktan sonra, günümüzde Şamanist Türklerin kurda bir kutsallık atfettiklerini belirtir ve “Bozkurt”un yol göstericiliği konulu efsanelerin en çok Başkurtlar arasında yaygın olduğunu söyler. Abdülkadir İnan, eski dönemlerde Başkurtların “börü” kelimesini kullanmadığını; “kurt” kelimesini kullandığını belirtir. Rickov ve Vitevskiy’den faydalanarak verdiği bilgilere göre, Rus kaynaklarında bu kelime “Glavnıy Volk: Başkurt” şeklinde geçmektedir ve “kurdoğlu” olmaları sebebiyle de idareye karşı ayaklanmaktadırlar. Aynı zamanda bu kavim, eski dönemlerde bayraklarında kurt başı taşımıştır. Bu sebeple de Başkurt adını almışlardır.13 İnan, kurdun yol göstericiliği konusunda iki önemli rivayeti daha zikretmektedir: “Peygamber, sahabelerinden üç zatı 'Ural' dağlarına İslâm dini öğretmek için yollamıştı. Bu sahabelere Ural dağlarına kadar bir Bozkurt rehberlik etmiştir. Ural dağlarında bulunan kavim de, islâmiyeti kabul ettikten sonra "Başkurt" diye adlanmıştır.14 Eski zamanlarda uzak şarkta yüksek, karlı dağlarda 'Başkurt, Nogay, Kazak, Kırgız' kavimleri bir tek babanın evlâdı olarak yaşıyorlardı. O vakit 'Başkurt' Nogay, ve başka.." isimler yoktu. Bir zaman bunlar arasında ihtilâf ve mücadele zuhur etti. Günlerin birinde bu kabile reisi ava giderken önünde bir kurt peyda oldu. Reis, bu kurdu takip ede ede, cennet gibi ormanları ve nehirleri olan bir azametli dağlara geldi. O vakit Kurt birden bire kayboldu. Reis anladı ki, bu rehberlik eden Kurt, Tanrımdan bu kavme tayin edilmiş "Kut: talih"dir. Reis geriye, şark diyarına vardı. Kavim ve 10

Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar), C.II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1995, s.115. 11 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar), I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993, s. 134. 12 Abdülkadir İnan, “Türk Rivayetlerinde Bozkurt”, Makaleler ve İncelemeler, C II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1987, s. 69–70. 13 Abdülkadir İnan, agm., s. 73–74. İnan bu bilgileri Riçkov, Orenburg Vilâyeti Topografyası, 1887, s. 58-59 ve Vitevskiy, Neployev ve Orenburg Vilâyetinin 1758 Senesine Kadar Ahalisi, s. 124–128’den almıştır. 14 Nazarov, Sovremennik Dergisi, 1862, No: 11, s. 66’dan Abdülkadir İnan, agm., s. 74.

22


Oğuz Epik Anlatmaları ve Çuvaş Alp Hikâyeleri’nde Kutsal Kurt ve Tepegöz

kabilesini beraber alıp Ural dağlarına getirdi. İşte diğer kardeşlerinden ayrılan bu kabileye ''Başkurt" denildi ki, "Kurdun baş olup getirdiği kavim" demektir.15” İnan, çalışmasında kurtla ilgili başka konulara da temas etmektedir. Ayrıca Oğuz Destanı’nda yer alan bu kurdun yol göstermesi hadisesinin, destanın İslâmi dönem metinleri olarak kabul edilen metinlerde yer almaması da dikkat çeken diğer bir önemli noktadır. Bu, motifin, İslam öncesi Türk inanış sistemiyle ilgili olduğunun bir göstergesidir. İslam öncesi Türk inanış sistemi içerisinde gördüğümüz birçok noktayı, günümüzde eski dinlerini yaşatan Çuvaşlarda görmek mümkündür. Tepegöz-Altırkuş Alp anlatmalarında, Çuvaş Alp’ının mücadele ederek yendiği “Altırkuş”la biz,”Dede Korkut Kitabı” içerisinde yer alan Basat’ın “Tepegöz”ü öldürmesini içeren anlatmada karşılaşıyoruz. “Dede Korkut Kitabı”nda yer alan anlatma, Çuvaşlar arasından derlenen anlatmaya göre daha ayrıntılıdır. Her iki anlatmayı burada verdikten sonra değerlendirme yapmak daha doğru olacaktır. Dede Korkut’ta Tepegöz: Basat’ın Depegöz’ü öldürdüğü boydan: Oğuzlardan Aruz baskından kaçarken çocuğunu düşürür. Çocuğu bir aslan büyütür. Oğuzlar yurduna döndüğünde çocuk büyümüştür. Onu yanlarına alsalar da o sürekli aslan yanına kaçar. Sonra Dede Korkut, çocuğa Basat adını verir. Sarı Çoban adlı bir Oğuz, pınar başında bir peri kızıyla münasebette bulunur ve peri kızının bir oğlu olur. Bayındır Han, tel gözü olan çocuğu görür ve Basat’la birlikte büyütmesi için Aruz Koca’ya verir. Fakat tepegöz birkaç dadının canını alır, ona bir kazan süt yetmez. Oynadığı arkadaşlarının burunlarını, kulaklarını yemeye başlar. Tepegöz’ü Aruz evden kovar. O da dağlara çıkar. Annesinin verdiği yüzük sayesinde ona kılıç vb. hiçbir şey işlememektedir. Tepegöz Oğuzlara çok zarar vermeye başlar ve ona hiç kimse karşı çıkamamaktadır. Bunun üzerine Oğuzlar Tepegöz’le anlaşmak zorunda kalırlar. Oğuzlar ona her gün iki adam, beş yüz koyun vermeye razı olurlar ama zaman geçtikçe sıkıntı daha da büyür. Tepegöz’e adam ve koyun yetmemektedir. Bunun üzerine Oğuzlar Basat’ı yardıma çağırırlar. Basat Tepegöz’ün eline düşer. Sonra Basat onun çizmesini keserek oradan çıkar ve onun sadece gözüne kılıç işlediğini öğrenir. Ateşte süngüsünü ısıtarak o uyurken gözüne sokar. Yaralanan Tepegöz onu öldürmek istese de başaramaz ve Basat onunla yaptığı mücadeleyi kazanır ve Tepegöz’ün kellesini keser. Oğuzlar buna çok sevinirler. 16

Çuvaş Anlatmasında Tepegöz: Alp Altırkuş’u (Kepçegöz’ü) Yeniyor Alama ülkesinde tek gözlü, kıllı vücutlu, kibirli aç gözlü Altırkuş yaşamış. Sadece bir gözü olmasına rağmen o, uzakları, her şeyi görürmüş. Onun midesine bir yiyişte yetmiş öküz, otuz fıçı şerbet girermiş. Alama ülkesindeki bütün halk, bu altırkuş için çalışıp yaşamış, Altırkuş’u doyurmuş. Altırkuş’a, Alama ülkesinde sadece hükümdar olarak yaşamak yetmemiş. Onun aklına, alp yiğidin ülkesini işgal etmek aklına gelmiş. “—Gelecekte alp yiğit de benim çobanım olsun, benim sürümü gütsün! Bana güçlü çoban gerek.” diye bağırmaya başlamış. Alp bu sözleri duyunca hiç umursamamış. “—Aç gözlünün çobanı olmam, adımı kötületmem. Esremet’ten korkup ateş yakıp kaçmak yok. Karşılaşmak istiyorsan haydi çık kır ortasına.” diye söylemiş. Alp yiğit, Altırkuş’a karşı böyle söylemiş ve İdil’e kenarına bozkır ortasına çıkıp durmuş. Diğer kötü gelip yetişir yetişmez birbirine girmişler. Birbirlerini sarsıyorlarmış, birbirlerini eziyorlarmış. Güreşe güreşe, eze eze Alp sonunda son gücünü toparlayıp, diğer kötüyü sıkıca kavrayıp göğe kaldırmış. Diğerinin kokan nefesi “pof!” diye çıkmış. Altırkuş’un gücü, sadece bu kötü nefesteymiş. Alp de aç gözlüyü yedi denizin öbür tarafına fırlatmış.17

15

Abdülkadir İnan, agm., s.74. İnan bu bilgileri M. Bayışoğlu, (1895) Rusya Coğrafya Cemiyeti Orenburg Şubesi Haberleri, Bölüm 7, s. 11-13’ten almıştır. 16 Ergin, Dede Korkut Kitabı I (Giriş-Metin-Faksimile), s. 206-215’ten özetlenerek aktarılmıştır. 17 Çıvaş Halıh Pultarulıhı, Halıh Eposi, s. 61–62.

23


Bülent Bayram

“Tepegöz” şeklinde adlandırılan yaratık, sadece Türk boyları arasında değil aynı zamanda Samoyed-Ostyaklar’da18 ve eski Yunan mitolojisinde de karşımıza çıkmaktadır. “Tepegöz”ün kökeni konusunda da çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. “Dede Korkut Kitabı”nın Dresden nüshasının H. O. Fleischer tarafından bulunmasından sonra, onu ilk tanıtan ve kullanan H. F. Von Diez olur. O, “Tepegöz” anlatmasını Almanca tercümesiyle yayınlar ve Dede Korkut konusu üzerinde durur. Burada Diez, Tepegöz’le Homeros’un Odysseia’sındaki “Polifem”i karşılaştırır ve Dede Korkut’taki hikâyenin daha geniş olmasına dayanarak bunu Yunanlılar’ın doğudan aldığına hükmeder.19 Walter Ruben’in “Tepegöz”ü yalnızca Yunan mitolojisinin değil Hindistan ve dünyanın diğer yerlerinde görülen örneklerle karşılaştırır.20 “Tepegöz” bir folklor unsuru olarak çok önceden beri araştırmacıların dikkatini çekmektedir, fakat eldeki literatür ‘Odissiya’nın polifemini esas olarak almaktadır, bugün Ural dağlarının ardında, Sibirya ve Kazak steplerinde tek gözlü devler üzerine büyük bir materyal toplanmıştır.”21 diyen Halık Köroğlı Tepegöz ile ilgili anlatmaların Osetinler, Çeçenler, Dağıstanlılar, Kumuklar, Kazaklar, Balkanlar’daki varyantlarını, Şehname, Odissia ve Dede Korkut’taki varyantını da ele alarak geniş bir değerlendirme yapar. Halık Köroğlı’na göre Oğuzların tek gözlü dev hakkındaki efsanesi, detaylı bir konuyla epik bir anlatıma dönüşmüştür. Canavarın doğumu, onun büyümesi, Oğuzlara saldırısı, daha sonra devle mücadele edecek olan kahramanın çocukluğu, kökeni ile ilgili anlatılanlar, destanlar için karakteristik bir özelliktir. Tek göz ile ilgili Oğuz efsanelerinin erken dönemlerine bakılarak, bu konunun iskeletini Oğuzların Orta Asya’dan getirmiş olabileceğini ileri sürer.22 Köroğlı bu ayrıntılı makalesini şu açıklamalarla tamamlar: “Türk dilli halklarda tek gözlü dev tipi toplum yapısının gelişmesine göre çeşitli türlerde gelişmiştir. İnsan yiyen dev hakkındaki düşünce ilkel toplum düzeyinde olup avcılıktan hayvan yetiştiriciliğine geçen Türk Halklarının geçiş döneminde oluşmuştur. Kazak varyasyonunun başkahramanı, kendi karşıtı tek gözlü devi yenen, onun hayvanlarıyla bile ilgilenmeyen avcı bunu kanıtlamaktadır. Depegöz tipinin son şekli Oğuzların hayvan yetiştiriciliği düzenine tam anlamıyla geçiş döneminde oluşmuştur. Oğuzların yeni vatanındaki tarihî şartlar, onların komşularıyla olan karşılıklı ilişkileri Depegöz'e pek çok arkaik elementin yerine geçen yeni çizgileri vermiştir: O artık (Kazak varyasyonundaki fantastik güçlerle donanmış barışçı çoban-dev değil, bütün Oğuz ili ülkelerine korku salan bir hayduttur. Böylelikle, henüz VII.-VIII. yüzyıllarda Bizansla Oğuzların sıkı ilişkide bulunmalarına karşın Depegöz adlı tek gözlü Oğuzun "Odissiya”nın polifeminin etkisi altında şekillendiği şüphelidir. Bizim buradaki amacımız çeşitli halkların destanlarında benzer tipolojik gelişimlerin olduğudur. Fakat Heredot'un doğudaki epik menkıbede geç dönemde şekillenen tek gözlü dev tipinin doğudan Eski Yunan'a geçtiği tezinde göz ardı edemeyiz. Bu hipotezden öteye gidemez.”23 18

İnan, agm., s.70. Ergin, Dede Korkut Kitabı I (Giriş-Metin-Faksimile), s.57. 20 Ögel, Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar), C. 2, s.65. 21 Halık Guseynoviç Köroğlı, “Depegöz ve Polifem” (Çev. Muvaffak Duranlı), Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1988, Ankara 1994, s. 43. 22 Köroğlı, agm., s.49. “Tepegöz”ün özellikle Moldova’da yaşayan Oğuz boylarından birisi olan Gagauz Türkleri arasından derlenmiş üç metni de karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Rabia Uçkun, “Gagauzlar’da Üç Tepegöz Versiyonu”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi I, İzmir 1996, s. 59–72., Saim Sakaoğlu da Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü boyun günümüzde yaşayan bazı varyantlarını yayınlamıştır. Bunlar şu varyantlardır: Teç Cözli Dev (Erzurum-Kumluyazı Köyü, Münevver Tüfekçi Derlemesi), Tepegöz (Konya-Hasan Özücan Derlemesi), Tekgöz (Gökpınar-Çeltik, Bekir Şenyıldız Derlemesi), Tepegöz Masalı (Konya-Ayşe Kofal Derlemesi), Tepegöz (Konya-Karatay, İlhan Gültepe Derlemesi), Tepegöz (Aydın, Mehmet Özkaya Derlemesi), Tepegöz Masalı (İstanbul-Kartal, Sabiha Ocak Derlemesi), Tepegözler (KırklareliBabaeski/Karahalil Köyü). Saim Sakaoğlu, Dede Korkut Kitabı İncelemeler-Derlemeler-Araştırmalar I (İncelemelerDerlemeler), Sel-Ün Yayınları, Konya 1998, s.445-472. 23 Köroğlı, agm., s. 52. 19

24


Oğuz Epik Anlatmaları ve Çuvaş Alp Hikâyeleri’nde Kutsal Kurt ve Tepegöz

Tepegöz’ün kökeni konusundaki görüşler farklılık gösterse de Türk boyları arasında Tepegöz’le ilgili anlatmaların çok yaygın olduğu bilinmektedir. Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN, bu konu ile ilgili olarak Dede Korkut Hikâyeleri içinde yaygınlık bakımından, Bamsı Beyrek’ten sonra ikinci sırayı, Tepegöz’ün aldığını söyler. Bu hikâye, masallaşmış bir şekilde Kellegöz, Depegöz şeklinde yaşamaktadır. Masal olarak anlatılan hikâyenin tipik özelliği, mitik olmasıdır. Bu nedenle de birçok ülkede, tek gözü olan devlerle mücadeleyi anlatan masalların olduğu noktasına dikkat çeker.24 Yukarıda verilen metinler karşılaştırıldığında, Dede Korkut’taki Tepegöz anlatmasının tam bir bütünlük arz ettiği görülmektedir. Basat’ın Tepegözle olan mücadelesi, gelişmiş bir edebi üslupla ele alınmıştır. Özellikle Tepegöz’ü öldüren Basat’ın büyümesi, dikkat çekmektedir. Düşman baskınından kaçarken düşürülen Basat’ı bir aslan alıp götürür ve besler. Bu şekilde Basat, sıradan insanlardan ayrılmaktadır. Anlatmanın ilerleyen bölümlerinde görülüyor ki, Tepegöz’ü sıradan insanlar yenememektedir. Çünkü Tepegöz’ün kendisi de normal insanlardan farklıdır. O, Oğuz toplumunun kabullenemeyeceği bir yasak ilişki sonucu dünyaya gelmiştir ve annesi bir peri kızıdır. Annesinin ona taktığı yüzük sayesinde de ona kılıç işlememektedir. Onunla mücadele edip, onu ortadan kaldırılabilecek kahraman da diğer insanlardan farklı olmak zorundadır. Yukarıda belirtilen epik kahramanın diğer insanlardan farklılığı ile ilgili husus, Çuvaş alp anlatmalarında da karşımıza çıkmaktadır. “Entip adlı biri ormana gitmiş. Yaşlı meşe ağaçlarını keserken bir inilti işitmiş. ‘Kim acaba bu? Sıkıntıdan şaşırmış adam değil mi?’ diye düşünmüş. Sesin geldiği tarafa gitmiş ve ormanın açık bir yerine varmış. Entip bakmış ve şaşırıp kalmış. Bu açıklık yer ortasında çok güzel bir kadın yatıyormuş. Önünde de on dirsek büyüklüğünde bir erkek çocuk yatıyormuş. Büyük kadın, Entip’i görmüş ve şöyle demiş: ‘-Adam, bu çocuğu bırakma! Çok zor bir doğum yaptım. Öleceğimi hissediyorum. Çocuğun adını Alp koy. Kurtların ortasına varınca bırak. Vahşi hayvanlar emzirerek büyütsünler. On iki ıhlamur ağacı kabuğundan çarık yapıp ver.’demiş, gözlerini yummuş. Entip beş batmandan daha ağır olan Alp’ı zorla sırtlamış ve kurt ormanına alıp götürmüş. On iki ıhlamur ağacı kabuğundan çok sağlam bir çarık yapıp ona vermiş. Entip sonra, köye gidip köylüleri çağırmış ve Alp’ın annesini gömmüşler. Bu yere şimdi, ‘Alp Tepesi’ diyoruz.25 Bu Çuvaş anlatmasında, Çuvaş Alp’ının büyümesi ile Basat’ın büyümesi arasında temelde bir fark yoktur. Kahraman, diğer insanlardan farklı olarak güçlü, vahşi bir hayvan tarafından büyütülmektedir. Zaten onun Alp-Kahraman olmasının sebebi budur. Türk mitolojisinde kahramanın vahşi hayvanlar, özellikle de kurtlar tarafından büyütülmesi, sıkça rastlanılan bir durumdur. Türklerin türeyiş efsanelerinde kurt, bahsedilen fonksiyonları birçok anlatmada üstlenmiştir. Bu konuya örnek olarak, “Wu-sun” larla ilgili olarak Bahaeddin Ögel’in sunduğu şu anlatmayı göstermek mümkündür: "Wu-sunaların Kralına Kun-mo derler. İşittiğimize göre, hu kiralın babasının, Hunların batı sınırında küçük bir devleti varmış. Hun hükümdarı, bu Wu-sun Kiralına taarruz etmiş ve Kun-mo'nun babası olan bu kiralı öldürmüş. Kun-mo da, o sıralarda çok küçükmüş. Hun Hükümdarı ona kıyamamış. Çöle atılmasını ve ölümü ile kalımının, kendi kaderine bırakılmasını emretmiş. Çocuk çölde emeklerken, üzerinde bir karga dolaşmış ve gagasında tuttuğu eti, ona yavaşça yaklaşarak vermiş ve uzaklaşmış. Az sonra çocuğun etrafında, bu defa da bir dişi kurt dolaşmağa başlamış. Kurt da çocuğa yanaşarak 24

Fikret Türkmen, “Dede Korkut Hikâyelerinin Anadolu ve Rumelinde Yaşayan Kolları”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1988, Ankara 1994, s. 161. 25 Çıvaş Halıh Pultarulıhı, Halıh Eposi, s. 25.

25


Bülent Bayram

memesini çocuğun ağzına vermiş ve iyice emzirdikten sonra yine oradan uzaklaşmış. Bütün bu olan biten şeyleri, Hun Hükümdarı da uzaktan seyredermiş. Bunları görünce, çocuğun kutsal bir yavru olduğunu anlamış ve hemen alıp adamlarına vermiş. İyi bir bakımla da büyütülmesini emretmiş. Çocuk büyüyerek bir yiğit olmuş. Hun Hükümdarı da onu ordularından birine komutan yapmış. Gittikçe gelişen ve başarı kazanan çocuğa gönül bağlayan Hun Hükümdarı, babasının eski devletini ona vererek, onu Wu-sun Kıralı yapmış..."26 Çuvaş Alp anlatmaları arasında yayınlanan aşağıdaki anlatmanın, kurttan türeme hadisesinin yüzyıllar geçmesine rağmen halk hafızasında basit bir şekilde de olsa korunmuş bir örneği olduğunu düşünmek herhalde yanlış olmaz. Biz kurtlarız. Bizim neslimiz Alşih’te en eski diye bilinir. O, kurt soyundan türemiştir. Memurlar, bizim soyadımızı din değiştirdiklerinde Rusça “volkov” diye yazmış. Atalarımızın büyük büyük babası bunun yüzünden çok sinirlenmiş. —Biz nasıl kurtoğulları oluruz.?! Biz kurduz, demiş. Alp’a halkını buraya tanrının kurdu idare edip gelmiş. Biz, o kurdun, o halkın neslindeniz. Şeklinde alp hakkında hikâye anlatıyormuş. Böylelikle, biz kurtlar, kutsal canın neslindeniz.27 Sonuç Çuvaş Alp anlatmaları ile Oğuz epik anlatmaları arasındaki benzerlikler, sadece “Kutsal kurt” ve “Tepegöz” ile sınırlı değildir. Fakat “Kutsal Kurt” ve “Tepegöz” örnekleri de bize bu iki Türk boyu arasındaki kültürel ilişkilerin, uzun süreli coğrafi ve siyasi ayrılıklara rağmen zayıf olmadığını göstermektedir. Halk hafızası, bu eserlerde bu ilişkiyi korumayı başarmıştır. Temel Türk grubundan çok eski dönemlerde ayrılmış olmasına rağmen Çuvaşlar arasında Oğuzlarla ortak bu unsurların bu kadar net bir şekilde korunmuş olması dikkat çekicidir. Bunlar çok farklı sebeplerle açıklanabilir. Yapılacak çalışmalar, Ogur-Oğuz ilişkileri içerisinde bunu daha fazla açıklayabilir. Belki de Çuvaş Türklerinin yazılı edebiyata çok geç dönemde geçmiş olması sebebiyle sözlü geleneğin çok daha güçlü olması ve bu Türk gurubunun kültürel olarak dışa daha kapalı olmaları sebebiyle arkaik unsurların daha iyi koruması, bunun en önemli sebebi olabilir. İleride yapılacak karşılaştırmalı çalışmalar, bu eserler arasındaki ilişkilerin daha iyi bir şekilde ortaya koyulmasını sağlayacaktır. Aynı zamanda Çuvaş folklor araştırmalarında, epos konusunda yapılacak araştırmalara sağlayacağı katkı da az olmayacaktır. Aynı şekilde Türk kültürünün bazı konularda en arkaik unsurlarını günümüze taşıdığını düşündüğümüz Çuvaşların, edebî ve folklor birikimleri ile ilgili yapılacak karşılaştırmalı çalışmalar, genel anlamda Türk kültürünün karanlıkta kalmış noktalarının aydınlatılmasında önemli rol oynayacaktır. Kaynaklar

Bayışoğlu, M., Rus Coğrafya Cemiyeti’nin Orenburg Şubesi Haberleri Mecmuası, 7. Cüz, 1895. Çıvaş Halıh Pultarulıhı, Halıh Eposi, (Haz. G. Yumart, İ. G. Trofimova) Şupaşkar 2004. Ercilasun, Ahmet Bican, Başlangıcından Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Akçağ Yay., Ankara 2004. Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı I (Giriş-Metin-Faksimile), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1997. ______, Oğuz Destanı, Hülbe Yayınları, Ankara 1988. İnan, Abdülkadir, “Türk Rivayetlerinde Bozkurt”, Makaleler ve İncelemeler, C II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1987. Kaplan, Mehmet, Oğuz Kağan Destanı Dergah Yayınları, Ankara 1979.

26

“Bahaeddin Ögel bu örneği kurttan türeyişin Orta Asyada’ki ilk örnekleri arasında değerlendirir. Wu-sunlar M.Ö. 174’ten önce Çin’in batısında Kansu eyaletinde oturmaktadırlar. Batılarında Yüeçiler oturmaktadır. Çin kaynaklarının verdiği bilgilere göre, Hın hükümdarı saldırarak Wu-sun kralını öldürmüştür. Bu efsanenin dışında Bahaeddin Ögel Koaçı (Töles)’ların ve Göktürklerin türeyişi ile ilgili efsaneleri de eserinde yayınlamıştır. Bunların tamamında kurt türeyişin kaynağı olarak yer almaktadır.” Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar), C.I. s. 13–29. 27 Çıvaş Halıh Pultarulıhı, Çıvaş Eposi, s. 41.

26


Oğuz Epik Anlatmaları ve Çuvaş Alp Hikâyeleri’nde Kutsal Kurt ve Tepegöz

Kögoğlı, Halık Guseynoviç, “Depegöz ve Polifem” (Çev. Muvaffak Duranlı), Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1988, Ankara 1994. Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar) C. I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993. ______, Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar), C.II, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995. Reichl, Karl, Türk Boylarının Destanları (Gelenekler, Şekiller, Şiir Yapısı), (Çev. Metin Ekici), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2002. Riçkov, Orenburg Vilayeti Topografyası, Orenburg 1887. Sakaoğlu, Saim, Dede Korkut Kitabı İncelemeler-Derlemeler-Araştırmalar I (İncelemeler-Derlemeler), Sel-Ün Yayınları, Konya 1998. Sümer, Faruk, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, Akçağ Yayınları, Ankara 1999. Togan, Zeki Velidi, Oğuz Destanı Reşideddin Oğuznâmesi, Tercüme ve Tahlili, Enderun Kitabevi, İstanbul 1982. Türkmen, Fikret, “Dede Korkut Hikâyelerinin Anadolu ve Rumelinde Yaşayan Kolları”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1988, Ankara 1994. Uçkun, Rabia, “Gagauzlar’da Üç Tepegöz Versiyonu”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi I, İzmir 1996. Vitevskiy, Nepolyef ve Orenburg Vilayetinin 1758 Senesine Kadar Ahalisi.

27



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 29-38, İZMİR 2006.

TÜRKİYE SELÇUKLULARI VE BEYLİKLER DÖNEMİNDE İLMİ TEŞVİK, İLİM ADAMLARINI HİMAYE ETME ANLAYIŞI Scientific Tradition in Turkey Seljuks Period and Passing of this Tradition to the Principalities İsmail ÇİFTCİOĞLU∗ Özet Türkiye Selçuklularında ilmi teşvik ve ilim adamlarını himaye etme anlayışı, Büyük Selçuklulardan bu devlete intikal eden “Türk devlet geleneği” bünyesinde şekillenmiştir. Bu anlayış, ilim ve fikir adamlarını destekleyen devlet yöneticilerinin, kendi adlarına ilmî eserler te’lif ettirmeleri ve medreseler kurulmasına ağırlık vermeleri şeklinde devam ettirilmiştir. Türkiye Selçuklularının yıkılmasıyla beyliklere geçen bu gelenek, dönemin siyasî, sosyal ve kültürel şartları gereği, beylikler arası rekabet unsurlarından biri hâline gelmiştir. Bu durum, söz konusu dönemde çok sayıda ilim, kültür ve sanat eserlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamış, dolayısıyla da XIV ve XV. yüzyıl Anadolu Türk kültür ve medeniyetinin gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır. Anahtar Kelimeler: Büyük Selçuklular, Türkiye Selçukluları, Anadolu Beylikleri, İlim, İlim ve Fikir Adamları, Medreseler. Abstract The tradition of encouraging scientific studies and protecting the scientists in Turkey Seljuks was shaped under the construction of Turkish State Tradition taken from Great Seljuks. This tradition continued with the sultans’ supporting scientists and their reconciling scientific works or founding medressehs. With the fall of Turkey Seljuk State, the above mentioned tradition passed to the Anatolian Principalities and became one of the rivalry elements among the Principalities due to the political, social and cultural situation of the period. This led to lots of scientific, cultural and artistic works to appear and Anatolian Turkish Culture and Civilization to develop in the 14th and 15th century. Key Words: Great Seljuks, Turkey Seljuks, Anatolian Principalities, Science, Scientists and Intellectuals, Medressehs.

Giriş Türklerin tarih boyunca çok sayıda devlet kurmuş olmaları, teşkilât ve müesseseler yönünden zengin bir birikimi beraberinde getirmiştir. Türk devletleri, muhtelif zamanlarda ömrünü tamamladıkları hâlde, teşkilât ve müesseselerinin çoğu, varlıklarını sürdürmeyi başarabilmiştir1. Bu da, ancak Türklerde devamlılık fikrinin şekillenmesinde rol oynayan gelenekçilik sayesinde mümkün olmuştur. “Türk devlet geleneği” diye tabir edilen bu anlayış, kendilerinin Hunlardan geldiğine inanan Göktürklerden itibaren teşekkül etmeye başlamış, müteakiben Uygurlarda ve Türk-İslâm Devletleri’nde de devam etmiştir2. Nitekim Büyük Selçukluların, askerî, idarî ve malî teşkilâtta bilhassa Gaznelileri örnek aldığı, bununla beraber Harzemşah hükümdarlarının da, Büyük Selçuklu sultanlarının izinde yürüdükleri öteden beri bilinmektedir. Türk devlet geleneğinin Anadolu’ya intikali ise, başlangıçta Büyük Selçuklulara bağlı iken, daha sonra bağımsız bir konuma gelen Türkiye Selçukluları vasıtasıyla mümkün olmuştur. Bu dönemde, Büyük Selçuklu teşkilât ve müesseseleri, Anadolu’nun siyasî, coğrafî, sosyal ve kültürel şartları içinde geliştirilmiş, ihtiyaç duyulan alanlarda da, yenileri oluşturulmuştur. Türkiye Selçuklularının ∗

Yrd. Doç. Dr., Dumlupınar Üniversitesi, Eğitim Fakültesi. Bu konuda bkz. Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara 1982; Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, İstanbul 1993, s. 190-191; Salim Koca, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilâtı”, Genel Türk Tarihi, C. 2, Ankara 2002, s. 316 vd. 2 Bkz. Taneri, age., s. 190-191. 1

29


İsmail Çiftçioğlu

yıkılmasından sonra ise söz konusu gelenek, bu devletin birer vârisi konumunda olan beyliklere geçmiş ve yine dönemin şartları içinde şekillenerek varlığını muhafaza etmiştir. Araştırmamızın esasını teşkil eden Türkiye Selçukluları ve beylikler döneminde ilmi teşvik ve ilim erbabını himaye etme anlayışının, yukarıda sözü edilen bu Türk devlet geleneği bünyesinde3 değerlendirilmesi gereken bir husus olduğu aşikârdır. Zira, Türk hükümdarlarının ülkelerinde ilim ve kültürün gelişmesine yönelik uygulamaları, aslında devlet hayatında zamanla gelenekleşen politikalardan başka bir şey değildir. Her ne kadar İslâm öncesi Türk devletlerinde bu konuda geniş bilgiye sahip değilsek de4, özellikle ilk Türk-İslâm devletlerinden olan Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklularda öteden beri böyle bir telakkinin mevcudiyeti bilinmektedir5. Devlet adamları tarafından ilim erbabının desteklenmesi, buna bağlı olarak ilmî eserler te’lif edilmesi ve ülke genelinde medreseler kurulması gibi yollarla tatbik edilen bu anlayışın Anadolu’ya intikali, Türkiye Selçukluları vasıtasıyla olmuştur. Büyük Selçuklulardan devralınan gelenek, bu dönemde de aynı yollarla hayatiyete geçirilmiştir. Beylikler zamanında ise, aynı mahiyetini korumakla beraber, bu dönemde yaşanan ilmî ve kültürel rekabetin temel unsurunu oluşturmuştur. Aşağıda, söz konusu anlayışın gerek Türkiye Selçukluları, gerekse beylikler dönemindeki durumu, ilim ve fikir adamlarının himayesi; devlet yöneticileri adına ilmî eserler te’lif ve tercüme edilmesi ve medrese kurma faaliyetleri ekseninde ele alınacaktır. A. İlim ve Fikir Adamlarının Himaye Edilmesi Türk devlet geleneğinin bir gereği olarak, devlet yöneticilerinin hassas davrandığı en önemli prensiplerden biri de, ülkedeki ilim ve fikir adamlarına sahip çıkılması ve bu zümrenin desteklenmesi hususudur. Böyle bir tutum, bir taraftan devlet yöneticilerinin ülkedeki siyasî hâkimiyetlerini güçlendirmelerine yardımcı oluyor, diğer taraftan da ilmin gelişmesine, ilmî ve kültürel müesseselerin yaygınlaşmasına katkıda bulunuyordu. Karahanlılarda: Yusuf Has Hacip, Kaşgarlı Mahmud, Ahmed Yüknekî, Emîr Am’ak Buharî, Necibî Ferganî, Reşidî Semerkandî ve Muhammed b. Ali el-Semerkandî gibi değerli bilgin ve ediplerin yanında, Gaznelilerde: Birunî, Ebû Nasr İbn Irâk, Abdüssamed İbn Abdüssamed el-Hakîm, Ebü’l-Hayr İbnü’l-Hammâr, Beyhâkî, Ebû’l-Feth Bustî, Gazâ’irî, Râzî, ve Firdevsî gibi ilim ve edebiyat mensuplarının yetişmesi6 şüphesiz bu devletlerin hükümran olduğu topraklarda tesis edilen ilmî ve kültürel ortam sayesinde mümkün olmuştur. Bu devletlerin yanı sıra, özellikle Büyük Selçuklular dönemi de, söz konusu uygulamalar bakımından oldukça zengin örnekleri ihtiva etmektedir. Tuğrul Bey zamanında, devletin kuruluş safhasını henüz tamamladığı 1040 yılında, Nişapur’da inşa ettirilen medresede, müderrislik görevinde bulunmuş olan dönemin tanınmış âlimlerinden Hibetu’llah Sû’lükî, adı geçen Selçuklu sultanı tarafından büyük saygı görmüş ve desteklenmiştir7. Selçuklu ilim ve kültür hayatının gelişmesinde önemli bir yer işgal eden Alparslan döneminde, ilim ve fikir adamlarının devlet nezdindeki itibarı daha da artmıştır. Gelirinin onda birini ilim adamlarına sarf eden8 sultanının iktidarında, Ebul Kasım Kuşeyrî ve Cüveynî adlı âlimler büyük saygı görmüş ve refah içinde yaşamışlardır. Yine Alparslan’ın müsaadesiyle Nizamiye Medreselerini inşa ettiren Nizamülmülk’ün de, aynı şahıslara hürmette kusur etmediği bilinmektedir. Ünlü vezirin bundan başka, Bağdat’taki Selçuklu Medresesi’nde uzun yıllar müderrislik yapan Ebu İshak Şirazî’ye olan saygısı 3

N. Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. I, İstanbul 1971, s. 375. İslâm öncesi Orta Asya ilim ve kültür hayatının, ayrıca ilk Türk-İslâm devletlerindeki ilmî geleneğin şekillenmesinde etkili olduğu anlaşılmakla birlikte, bu etkinin hangi vasıtalarla ve ne şekilde gerçekleştiğinin tespiti de oldukça zordur. Bu konuda bkz. Şehabettin Tekindağ, “Medrese Dönemi”, Cumhuriyetin 50. Yılında İstanbul Üniversitesi, İstanbul 1973, s. 3-4; Ayrıca bkz. Mehmet İpşirli, “Osmanlı Ulemâsı”, Osmanlı, C. 8, Ankara, 1999, s. 71-72. 5 Hz. Peygamber döneminden itibaren başlayan ilme ve âlimlere değer verilmesine yönelik uygulamalar, tarihî seyir içinde yeni boyutlar kazanarak İslâm kültür ve medeniyetinin etkisinde kalan devletlerde zamanla gelenek hâlini almıştır. Dolayısıyla, İlk Türk-İslâm devletlerindeki anlayışın da, daha ziyade bu süreç dahilinde teşekkül ettiği görülmektedir. Bu konuda bkz. İpşirli, agm., s. 71-72. 6 Bkz. Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara 1991, s. 30-31, 40-41; Esin Kahya-Hüseyin Gazi Topdemir, “İlk Müslüman Türk Devletlerinde Bilim”, Genel Türk Tarihi, C. 3, Ankara 2002, s. 575-581. 7 M. Altay Köymen, Alparslan ve Zamanı, II, Ankara 1983, s. 396. 8 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, (Kısaltma: Türk-İslâm Medeniyeti) İstanbul 1980, s. 330. 4

30


Türkiye Selçukluları ve Beylikler Döneminde İlmi Teşvik, İlim Adamlarını Himaye Etme Anlayışı

nedeniyle, bu şahsın ölümünden sonra yerine atanan müderrisi azlettiği ve medreseyi bir yıl kapalı tutuğu da kaydedilmektedir9. İlmin ve ilim adamlarının desteklenmesine yönelik uygulamalar elbette Alparslan dönemiyle sınırlı kalmamıştır. Sultan Melikşah zamanında Ebu’l Kasım Kuşeyrî, Ebu İshak Şirâzî ve Cüveynî’nin yanında, Ömer Hayyam, Ebu Muzaffer İsferâyinî ve Gazâlî, gibi âlimler de devlet nazarında büyük saygı ve itibar görmüşlerdir10. İlim erbabı için yıllık 300 bin dinar sarf eden11 sultanla ilgili olarak Aksarayî: “Sultan Melikşah halka karşı adalet ve ihsan yolunu tutmuş, âlimleri, şeyhleri bol nimetleriyle okşamakta devam ediyordu... saltanat dergâhına gelen bütün âlim ve feylezoflara büyük ikramlarda bulunurdu” demektedir12. Sultan Sancar da aynı geleneğin takipçisi idi. Şehristânî, Zemahşerî, Harizmî ve es-Sâvî gibi ilim adamları sultandan büyük saygı görmüş ve onun himayesinde bulunmuşlardır. İlmî çevrelere karşı oldukça cömert davranan Selçuklu hükümdarının, ülkedeki ilim erbabı için yıllık 700 bin dinar sarf ettiğini Ahmed b. Mahmud nakletmektedir13. Büyük Selçuklularda kökleşen bu geleneğin zamanla Anadolu’ya da intikal ettiği ve ilk ilmî faaliyetlerin Danişmendoğulları döneminde, Danişmendiyye bölgesinde başladığı görülmektedir. Anadolu’da ilmî anlamda ilk eserin bu beylik zamanında te’lif edildiği bilinmektedir. Keşfü’l-akabe adındaki eser, hey’et (astronomi) ilmiyle ilgili olup, Danişmendlilerin Kayseri şehir muhafızı İbnü’l Kemal İlyas b. Ahmed tarafından kaleme alınmış ve Danişmendli hükümdarı Melik Ahmet Gazi’ye sunulmuştur14. İbnü’l-Kemal eserinde, Ahmed Gazi’nin astronomi ve felsefeye ilgi duyduğunu ve bu hükümdar için: “O yüce zatı iltizam edenler çoğunlukla fazıl ve filozoflardır. Dünyanın her yanından bilge kişiler o hazrete yöneldiler. Her biri ilmini yayması nispetinde itibar görüp, O hazretin cömertlik denizinden paylarını aldılar” ifadelerine yer verir15. Danişmend İli’ndeki bu faaliyetlerin yanı sıra, Türkiye Selçuklularında da durum farklı değildi. Her ne kadar siyasî istikrarın henüz tesis edildiği II. Kılıçarslan zamanına kadar ülkede ciddî anlamda ilmî ve kültürel faaliyetler görülmese de, bu dönemdeki hükümdarların yine aynı geleneğe sahip çıktıklarını tahmin etmek mümkündür. Nitekim, İbnü’l Esir’de16; Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleyman Şah’ın babası Kutalmış’ın, astronomi ve kavimler ilmini çok iyi bildiğinden, ayrıca oğullarının da bu ilimlere rağbet ederek, bu sahada ön plana çıkan ilim adamlarını koruduğundan bahsedilmesi, bunu teyid etmektedir. Sultan II. Kılıçarslan döneminde ilmî ve kültürel faaliyetler hız kazanmaya başlamıştır. Konya ve Aksaray’da medreseler inşa ettirilmiş ayrıca ilim erbabı himaye edilmiştir17. Kendisi tahsil görmemiş olmasına rağmen ilim adamlarına son derece itibar gösteren sultan, Malatya’da Süryani Patriği’nin de dahil olduğu meclislerde, âlimlere dinî ve felsefî tartışmalar yaptırmıştır. O, Kemaleddin adlı bir filozofu daima yanında bulundurmuştur. Bir defasında yine Malatya’daki Süryani Patriği ile dinî meseleler ve Kitab-ı Mukaddes üzerine fikir teatisinde bulunmuştur18. Danişmend İli’nde (Tokat) eğitim gören Rükneddin Süleyman Şah da, babası Kılıçarslan gibi felsefeye ve ilmî tartışmalara ilgi duyan bir kişiliğe sahipti. İbnü’l Esir onun çeşitli mezheplerden ilim adamlarını, huzurunda münakaşa ettirdiğini

9

Köymen, age., s. 397. Merçil, age., s. 181; İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul 1992, s. 116. 11 Ahmed b. Mahmud, Selçuk-nâme, I, (Haz. E. Merçil), İstanbul 1977, s. 143. 12 Müsâmeretü’l Ahbâr, (Çev. M. N. Gençosman), Ankara 1943, s. 116. 13 Selçuk-nâme, II, s. 81. 14 Mikâil Bayram, Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Eser “Keşfü’l-Akabe”, Konya 1981, s. 10 vd; Esin Kahya, “Türkiye Selçuklularında ve Anadolu Beyliklerinde Bilimsel Çalışmalar”, Genel Türk Tarihi, C. 4, Ankara 2002, s. 531-532. 15 Mikâil Bayram, “Anadolu Selçukluları Zamanında Konya’da Dinî ve Fikrî Hareketler”, Dünden Bugüne Konya’nın Kültür Birikimi ve Selçuk Üniversitesi, Konya 1999, s. 9. 16 El-Kâmil fi’t -Tarih, C. 10, (Çev. A. Özaydın), İstanbul 1991, s. 49. 17 Astronomi ve tıbba dair değerli eserler te’lif eden Hubeyş b. İbrahim et-Tiflisî adlı bir ilim adamı, Kılıç Arslan zamanında Kayseri’ye gelmiş ve bu sultanın himayesine girmiştir (Bayram, agm., s. 11; Kahya, agm., s. 535-536). 18 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, (3. baskı), İstanbul 1993, s. 230-231. 10

31


İsmail Çiftçioğlu

bildirmektedir19. Danişmendliler zamanında Tokat çevresinde başlayan gelenek, bu Selçuklu sultanı tarafından devam ettirilmiştir20. II. Kılıçarslan’ın bir diğer oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev de, iyi bir tahsil ve terbiye ile yetişmişti. Hür düşünceye ve geniş hoşgörüye sahipti. Dönemin âlimlerini ve kadılarını himaye eder, onlara hil’at ve hediyeler gönderirdi. Onun hocası ve dostu olan Mecdeddin İshak, dönemin meşhur âlimlerindendi. Gıyaseddin Keyhüsrev’den sonra başa geçen İzzettin Keykâvus, şiire karşı ilgisiyle tanınan bir hükümdardı. İbn Bibi’ye göre, sarayı, dergahı, eğlence sofrası ve meclisleri bilginler ve sanatkarlarla dolup taşardı. Edebî risâlelere ve şairlerin kasidelerine tenkit ve eleştirilerde bulunurdu. Üslubu, belâgatı son derece başarılı, nazım ve nesirde kelime ve deyimler kullanışı övgüye değer ustalıkta idi21. Nihayet Türkiye Selçuklu Devleti’nin ikbal devri sultanı Alâeddin Keykubâd, yüksek kültürü, bilgisi, ilim erbabına karşı son derece himayeci tutumu ile tanınıyordu. Onun zamanında Moğol istilâsı önünden kaçan Türkistanlı ve İranlı âlimler, şairler, edipler ve sanatkarlar Anadolu’ya gelmiş ve sultanın himayesine girmişlerdir22. Nitekim, ünü asırlar ötesine taşan Mevlânâ Celaleddin-i Rumî’nin ailesi de, sultanın daveti üzerine Konya’ya gelip yerleşmişti. Ülkedeki ilim ve fikir adamları için çok sayıda medreseler ve zaviyeler kuran sultanın, kendisi de ilimle iştigal etmekte idi. Onun özellikle hey’et ilmine vâkıf olduğu, Nizamülmülk’ün Siyasetnâmesi ile Gazalî’nin Kimya-i Saadet’ini, ayrıca Kâbus-i Veşmgir’in Siyasetnâmesi’ni sıkça okuduğu bilinmektedir23. Anadolu’da Ahi Teşkilâtı’nın kurucusu Ahi Evren’e ait Yezdan Şinaht ve Mürşidü’l-Kifaye adlı eserler ile Necmeddin-i Daye’nin Mirsâdü’l-ibâd’ı Alâeddin Keykubâd namına kaleme alınmıştır24. Sultan, Mirsâdü’l-ibâd’ın her harfine karşılık, müellifine büyük ihsanlarda bulunmuştur25. Türkiye Selçuklularında ilim, edebiyat ve sanat erbabı için bazen resmî makamların ihdas edildiği de vâkiydi. Mesela, Divan-ı İstifa tarafından Muhiddin Ebu’l-Fezail adlı bir şaire “Melik uş-şu’âra” beratı verilmiş ve kendisine maaş bağlanmıştır26. Yine, Erzincanlı Nizameddin Ahmed ile Bahaeddin Kanici de bu makamda bulunanlardandır27. Sarayda âlim ve fazıl kimselerin bulunmasını arzu eden Selçuklu sultanlarının tayin ettiği bir başka makam ise, “Üstad us-saltanat” idi. Bu makama gelenlerden biri de ilim, lisan ve yazı fenlerinde imtiyaz kazanıp sultanın daima meclis ve sohbetlerinde bulunmuş olan Nizameddin el-Hucendî idi. Selçuklu sultanlarının bu uygulamalardan başka, ulemâ ve meşâyihten uygun gördükleri zatlara, sıkıntıya uğramadan hayatlarını idame ettirebilmeleri için, zaman zaman maaş tayin ettikleri bilinmektedir28. Yukarıda, ilme ve ilim adamına karşı tutumlarıyla ilgili olarak bazı örnekler sunduğumuz Selçuklu sultanlarındaki anlayışın, Anadolu Beylikleri döneminde, dolayısıyla Osmanlılarda da devam etmesi son derece tabiî idi. Nitekim, Türkiye Selçuklularının yıkılışını müteakip Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde ortaya çıkan Türkmen beyliklerinin siyasî ve askerî bakımdan olduğu kadar ilim, kültür ve sanat alanlarında da birbirleriyle rekabete girişmeleriyle, sözünü ettiğimiz Selçuklu geleneğinin idamesi daha da zarurî hâle gelmiştir. Bu itibarla Türkmen beyler hükümran oldukları topraklarda ilim ve kültürün gelişmesi için bir takım tedbirler almış ve teşvik edici yollara başvurmuşlardır. Bunlardan, ilmî müesseselerin yapımına ağırlık verilerek çevre beyliklerden ve civar memleketlerden ilim erbabının davet 19

El-Kâmil fi’t -Tarih, C. 12, (Çev. A. Özaydın-A. Ağırakça), İstanbul 1987, s. 163. İbn Bibi’de (El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l Umuri’l-Ala’iye, C. I, (Haz. M. Öztürk), Ankara 1996, s. 80-82) bu sultanın şiire oldukça düşkün olduğu, hatta ünlü şair Faryablı Zâhireddin’in gönderdiği bir kasidenin caizesi (ödülü) olarak 2 bin dinar, 10 baş at, 10 baş katır, 12 deve, 5 erkek köle ve 5 güzel yüzlü Rum câriye ile değerli kumaşlardan yapılmış 50 takım elbise gönderdiği kaydedilmektedir. 20 Bayram, agm., s. 9. 21 age., C. I, s. 149. 22 Hilmi Ziya Ülken, “Konya’da Anadolu Selçukîleri Devrinde İlim ve Felsefe”, Konya Dergisi, sy. 8, (1937), s. 490 vd. 23 age., C. I, s. 246-247. 24 Yine Ahi Evren’in, Alâeddin Keykubâd’ın emriyle İbn Sina’nın bazı eserlerini Farsça’ya tercüme ettiği bilinmektedir (Bayram, agm., s. 11-12). 25 İbn Bibi, age., C. I, s. 253. 26 Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, (Kısaltma: Vesikalar) Ankara 1988, s. 57-58. 27 İbn Bibi, age., C. I, s. 6, 147, 220. 28 Turan, Vesikalar, s. 58-59.

32


Türkiye Selçukluları ve Beylikler Döneminde İlmi Teşvik, İlim Adamlarını Himaye Etme Anlayışı

edilmesi29 veya bunların transferi, beylerin genelde rağbet ettikleri usullerdendi. Bu tür uygulamaların bir sonucu olarak, özellikle saraylarda, hükümdarların meclislerinde bulunan veya ilmî müesseselerde faaliyet gösteren ilim ve fikir adamları, Türkmen beylerin iltifatına ve ihsanlarına mazhar oluyor30, bunun karşılığında da, bir takım eserler te’lif veya tercüme ediyordu. Bir kısım ilim erbabı ise, kendilerine ihdas edilen müderrislik, kadılık ve müftülük gibi görevleri yerine getiriyordu. Beylikler döneminde hükümdarlarının çevresinde değerli ilim ve fikir adamlarına rastlamak mümkündü31. Osmanlılarda ilk dönemlerde yetişen: Dâvud-ı Kayserî, Molla Fenârî, Emîr Sultan, Kudbüddîn İznikî ve Molla Yeğan; Aydınoğullarında: İbn Melek, Kul Mesud, Fahrî ve Hacı Paşa; Germiyanlılarda: Ahmedî, Şeyhî, Ahmed Daî ve Şeyhoğlu Mustafa; Karamanlılarda: Allâme Feyzullah, Hoca Fakıh, Fehhâr, Halimî ve Nizamî; Candaroğullarında: Niksarlı Muhyiddin, Hamidî, Senayî, Hâki, Kastamonulu Türâbî ve Kemaleddin; Menteşeoğullarında: Şirvanlı Mahmud oğlu Mehmed ilk akla gelen âlim ve ediplerdendir. Germiyanlı sarayında yetişen şairlerden bir kısmı, aynı zamanda Osmanlı sarayında da bulunmuş ve özellikle Yıldırım Bayezid, Süleyman Çelebi ve Mehmed Çelebi gibi hükümdarlar adına değerli eserler kaleme almışlardır. Anadolu beylerinden bazıları ilmî hüviyete sahip idiler32. Osmanlı hükümdarı II. Murad; Kastamonu hükümdarı Muzafferuddin Yavlak Arslan ve İsmail Bey; Aydınoğlu Mehmed33 ve İsa Bey; Sivas hükümdarı Eratna ve Kadı Burhaneddin Ahmed; Amasya beyi Hacı Şadgeldi Paşa ve Saruhanoğlu İshak beyler bunlardandır. Hükümdarlardan özellikle Sultan Eratna’nın ilmî tartışma meclislerine eşini de iştirak ettirdiği bilinmektedir34. Genç yaşta müderrislik, kadılık gibi görevleri müteakip devlet idaresine girerek kendi adıyla tanınacak olan devletin başına geçen35 Kadı Burhaneddin Ahmed ise, haftanın üç gününü ilim adamlarıyla sohbete ayırmıştır36. Şair olduğu kadar, muasırlarına reddiyeler yazacak derecede ilmî yeterliliğe sahip bulunan hükümdar, bir Divan ile Tercihü’t-Tavzih ve İksirü’s-Saade adlı eserleri kaleme almıştır37. B. Devlet Yöneticileri Adına İlmî Eserler Te’lif ve Tercüme Edilmesi Türk-İslam devletlerinde yöneticiler adına ilmî eserler te’lif edilmesine ilişkin teamül, yukarıda sözünü ettiğimiz, ilme ve ilim adamlarına karşı sürdürülen pozitif tutumun paralelinde ortaya çıkmıştır. Karahanlılar devrinde, Kaşgar hükümdarı Harun Buğra Ebu Hasan Ali Han adına, Yusuf Has Hacip tarafından Kutadgu Bilig’in kaleme alınması; Firdevsî’nin, meşhur Şehnâme’sini Gazneli Mahmud’a sunması; Büyük Selçuklularda Melikşah namına Risâle-i Melikşahiye adlı eserin yazılması, yine bu sultan

29

Ekmeleddin İhsanoğlu - Mustafa Kaçar, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Klasik Bilim Geleneğinin Tarihçesi”, Genel Türk Tarihi, C. 6, Ankara 2002, s. 490-491. 30 Yabancı bilginlerden bazen beylerin himayesine giren ve ihsanlarına mazhar olanlar da vardı. Nitekim, ünlü Bizans Vekayinâmesi’nin yazarı Dukas’ın âlim bir kişi olan büyük babası Mihail Dukas, Bizans’tan kaçarak Aydınoğlu İsa Bey’in yanına gelmiş ve bu beyden himaye görmüştür (Bkz. Dukas, Bizans Tarihi, (Çev. M. Mirmiroğlu), İstanbul 1956, s. 12). 31 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1988, s. 211-223; İbn Batuta Seyehatnâmesi’nde, Türkmen beylerin ilim adamlarına karşı hürmetkâr ve himayeci tutumları çeşitli vesilelerle dile getirilmektedir (Bkz. İbn Batuta, Seyehatnâme, C. I, (Terc. M. Şerif), İstanbul 1333, s. 319-321, 331-332, 334, 352). 32 Uzunçarşılı, age., s. 219. 33 Tire’de bir medrese yaptıran Mehmed Bey’in, dönemin ünlü âlimi İbn Melek’in, babası Kadı İzzeddin Ferişte’den dersler aldığı anlaşılmaktadır. Bkz. Mustafa Baktır, “Beylikler Döneminde Anadolu’da Ulema-Ümera Münasebetleri”, Türkler, C. 7, Ankara 2002, s. 564. 34 İbn Batuta, Emîr Eratna’nın Arapça’yı fesâhatle konuştuğunu kaydeder. Bkz. Seyahatnâme, C. I, (Çev. M. Çevik), İstanbul 1993, s. 203. 35 Aziz b. Erdeşir-i Esterâbadî, Bezm-u Rezm, (Çev. M. Öztürk), Ankara 1990, s. 70-73, 81-86, 134-140, 210 vd. 36 Uzunçarşılı, Beylikler, s. 219; Kadı Burhaneddin Ahmed’in ilmî yönü ile ilgili geniş bilgi için bkz. Mustafa Baktır, “Kadı Burhaneddin Ahmed’in İlmî ve Hukukî Yönü”, XIII ve XIV. Yüzyıllarda Kayseri’de Bilim ve Din Sempozyumu, Ankara 1998, s. 143-152. 37 Esterâbadî’ye göre (age., s. 486-487), 1395 yılının kışında tamamlanan İksirü’s-Saade’yi yazabilmek için ilmin bütün dallarında ileri bir seviyeye ulaşılması gerekmektedir. 10 Şaban 798’de (20 Mayıs 1396) başlanıp, 4 Şaban 799’da (4 Mayıs 1397) bitirilen Tercihü’t-Tavzih ise, hiçbir kitaba müracaat edilmeden kaleme alınmıştır.

33


İsmail Çiftçioğlu

için Takvim-i Melikşahî adıyla yeni bir takvim tanzim edilmesi; Sultan Sencer adına ise, Siyer-i Fütuh-i Sultan Sencer ve Risâle-i Sancâriyye adlı eserlerin telif edilmesi38 bu kabil örneklerdendir. Söz konusu teamülün Anadolu’da ilk olarak hayata geçirilmesi, Danişmendoğulları dönemine tekabül etmektedir. Daha öncede ifade edildiği gibi, Anadolu’da te’lif edilen ilk bilimsel eser olan Keşfü’l-akabe, Danişmendli hükümdarı Melik Ahmed Gazi’ye sunulmuştu. Türkiye Selçuklularında bu tür eser te’lifi, özellikle II. Kılıçarslan’dan sonra görülmeye başlanmıştır. İbn Bibi’ye göre, Şihabeddin Sühreverdî el-Maktul adlı bir âlim, Pertevnâme adlı eserini Rükneddin Süleyman Şah’a sunmuştur39. Ravendî Rahat’us-sudûr adlı Selçuklu tarihini, Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’e ithaf etmiş, Kadı Burhaneddin Anevî ise, Enîs’ül-kulûb’u I. İzzeddin Keykâvus adına kaleme almıştır40. Yine, ünlü âlimlerden Necmeddin Razî (Dâye) Mirsâdü’l-ibâd’ı Alâeddin Keykubâd’a takdim etmiş41, Ahi Evren (Şeyh Nasıreddin Mahmud) aynı hükümdar için Yezdan Şinaht ve Mürşidü’l-kifâye adlı eserlerini te’lif etmiştir42. Şair Kâni’î ise, II. İzzeddin Keykâvus namına Kalile ve Dimne hikâyelerini Farsça manzum olarak yazmıştır. Ayrıca, III. Alaaddin Keykubâd’ın emriyle Hoca Dehhanî tarafından Farsça bir Selçuknâme kaleme alınmıştır43. Eserlerin tamamının Arapça ve Farsça olarak te’lif edilmiş olması, bu dillerin ilmî ve edebî sahalardaki ağırlığı ile beraber, Selçuklu sultanlarının özellikle Fars kültürüne karşı ilgilerini de göstermektedir. Fars kültürünün gerek devlet kademelerinde gerekse ilmî çevrelerde bu kadar yaygın bir etkiye sahip olması, şüphesiz idareciler, aydınlar, tüccarlar ve sanatkârlar arasında İran bölgesinden gelen kimselerin sayıca çok olmalarından kaynaklanmıştır44. Öyleki bu zümre, Moğol istilası döneminde devletin askerî mevkilerini dahi ellerine geçirmiştir. Fars kültürünün ilmî ve edebî sahadaki etkisi XIII. yüzyıldan itibaren kısmen azalmaya başlamıştır. Zira, bu dönemde Anadolu’da bir Türk münevver zümresi meydana deldiği gibi, Türkistan ve İran bölgesinden de pek çok Türk asıllı ilim ve fikir adamı Anadolu’ya gelmiş, ayrıca yoğun bir Türkmen iskânı da kendini göstermiştir45. Türkmen kitlelerinin kesafetle arttığı bu dönemde, Türkçe yazıp, söylemek artık bir anlamda mecburiyet hâlini almıştır. Mevlânâ dahi muhtemelen dönemin şartları gereği Türkçe şiirler söylemiş46, Şeyyad Hamza, Dehhanî, Sultan Veled ve Yunus Emre gibi ilim ve edebiyat mensupları ise Türkçe eserler te’lif etmişlerdir. Türkçenin esas inkişaf devresi ise, Anadolu Beylikleri dönemine rastlar. Bu dönemde özellikle hükümdarlar adına te’lif ve tercüme edilen eserlerin ekseriyetle Türkçe olması son derece anlamlıdır. Böyle bir eğilimin Anadolu’da özelikle Farsçanın hâkimiyetine karşı gösterilen bir tepki olduğu kabul edilmektedir47. Zira, Türkmen beyler, Arap ve Fars kültürüne karşı yabancı idiler. Bunlar daha çok orduda yetişmiş, hayatları savaşmakla geçmiş asker hükümdarlardı. Türkçe’den başka diğer lisanlara pek vâkıf olmamaları, onların kendi namlarına yazılacak olan eserlerin de, Türkçe olmasını gerekli kılmıştır. Bu itibarla, beylerin hizmetinde bulunan dönemin ilim erbabı, mutasavvıfları ve şairleri, Arap ve Acem dilleri yerine, Türk Dili ile eserler vermeyi bir bakıma millî bir ideal hâline getirmişlerdir48.

38

Kafesoğlu, age.,s. 116-117; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1969, s. 262-265. El-Evamirü’l-Ala’iye, (Neşr. A. S. Erzi), Ankara 1956, s. 25. 40 M. Fuad Köprülü, “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları”, Belleten, VII/27 (1943), s. 388. 41 Merçil, age., s. 182 42 Bayram, agm., s. 11. 43 Bkz. İsmail Çiftcioğlu, “Karamanoğulları Dönemi Şehnâme Yazarları ve Eserleri Üzerine”, AKÜ, Sosyal Bilimler Dergisi, C. IV, sy. 2, Afyon 2002, s. 61-62. 44 Faruk Sümer, “Türkiye Kültür Tarihine Umumî Bir Bakış”, DTCFD, C. XX, Ankara 1962, 225-226; Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, (Çev. Y. Moran), İstanbul 1984, s. 337. 45 Söz konusu Türkmen muhacereti ve iskânıyla ilgili geniş bilgi için bkz. Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993, s. 505-513. 46 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1981, s. 336; Aynı yazar, Eski Şairlerimiz Divan Edebiyatı Antolojisi XIII ve XIV. Asır, İstanbul 1949, s. 5; Banarlı, age., C. I, s. 352. 47 Sümer, agm., s, 225. 48 Banarlı, age., C. I, s. 375-376. 39

34


Türkiye Selçukluları ve Beylikler Döneminde İlmi Teşvik, İlim Adamlarını Himaye Etme Anlayışı

Türkmen beylerin teşvikleri ile bu dönemde; tasavvuf, tefsir, akâid, hey’et, riyâziye, tıp, edebiyat, tarih, hatta avcılık gibi ilim dallarında pek çok eserler yazılmış ve tercümeler yapılmıştır. Bunlardan beyler adına kaleme alınanlardan bazılarının adları şöyledir49: Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa namına yazılan Sûretü’l-Mülk Tefsiri, Sultan I. Murad adına yeniden kaleme alınan Dânişmendnâme; Germiyanoğlu Süleyman Bey namına tercüme edildiği anlaşılan Kabusnâme ve Merzibannâme; Hamitoğullarından Dündar Bey’in oğlu Hızır Bey namına te’lif edilen Sûre-i Mülk Tefsiri; Menteşeoğullarından Mehmed Bey adına tercüme edilen Baznâme; Aydınoğlu Mehmed Bey namına çevrilen Kısas-ı Enbiyâ ile aynı hükümdar adına yazılan Tezkiretü’l Evliya Tercümesi, Mehmed Bey’in oğlu Umur Bey’in emri ile tercüme edilen Kelîle ve Dimne; İnançoğlu Murad Arslanbey’in emriyle yazılan İhlas Tefsiri; Kastamonu Beyi Hüsameddin Çoban’ın oğlu Muzaffereddin Yavlak Arslan’a ithaf edilen İhtiyatratü’l-Muzafferî; Candaroğlu İsfendiyar Bey’in emriyle yazılan Cevâhirü’l-Esdâf; Karamanoğlu Mehmed Bey namına kaleme alınan Aynü’l-Âyan. C. Medrese Kurma Faaliyetleri Medreselerin İslâm dünyasında doğuşunun, daha XI. yüzyıldan itibaren başladığı bilinmektedir50. Başlangıçta daha çok Horasan ve Maveraünnehir bölgelerinde kurulan medreseleri51, Sultan Alparslan’ın veziri Nizamülmülk tarafından tesis ettirilen ve “Nizamiye Medreseleri” adıyla bilinen müesseseler takip etmiştir. Zamanla, Amul, Bağdat, Basra, Belh, Herat, İsfahan, Merv, Musul, Neşapur ve Tus gibi merkezlerde, Nizamiye ismini taşıyan çok sayıda medrese inşa edilmiştir52. Nizamiye Medreseleri Şiî propagandalarına karşı, Sünnîliği korumak ve yaymak, İslâmiyet’i yeni benimseyen Oğuz topluluklarının dinî ihtiyaçlarını karşılamak, devlet memuru ve din adamı yetiştirmek, yoksul ve yetenekli öğrencileri topluma kazandırmak, fethedilen ülkelerin mânen de fethini sağlamak için gerekli insan unsurunu yetiştirmek, bilginleri maaşa bağlayarak gerekli organizasyonu sağlamak gibi maksatlarla kurulmuştur53. Söz konusu müesseselerde genellikle; din, hukuk ve dil öğretimine ağırlık verilmekle birlikte, müspet bilimler de okutulmuştur. Ünlü bilgin Gazalî Bağdat Nizamiye Medresesi’nin müderrislerindendi. Bu medrese pek çok yönden dünyada kurulan ilk üniversite olarak kabul edilmektedir54. Nizamiye Medreseleri, teşkilât, eğitim sistemi ve mimarî yönden Anadolu medreselerine kaynaklık etmiştir55. İlk Anadolu medreseleri Danişmendoğulları döneminde Niksar, Tokat, Sivas ve Kayseri’de kurulmuştur56. Sayıları 13 olarak tespit edilen57 medreselerin çoğu, Danişmend hükümdarları tarafından inşa ettirilmiştir. Türkiye Selçuklularında ilk medreseler, siyasî istikrarın tesis edildiği II. Kılıçarslan döneminde yaptırılmıştır. Bu hükümdardan sonra medrese yapımına daha da önem verilmiş, nihayet Alâeddin 49

Söz konusu eserler hakkında geniş bilgi için bkz. Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 340-344; Uzunçarşılı, Beylikler, s. 212223; Banarlı, age., C. I, s. 377. 50 Geniş bilgi için bkz. Nâfi Âtuf Kansu, Türkiye Maârif Tarihi Hakkında Bir Deneme, İstanbul 1930, s. 426-427; Ziya Kazıcı, İslâm Müesseseleri Tarihi, İstanbul 1996, s. 230-231; Câhit Baltacı, XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 6; Mustafa Bilge, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1984, s. 3. 51 Nişâpur’da, Gazneli Mahmud’un kardeşi Sebüktekin’in 1033’de, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in 1040’larda, tarihçi Ebu’l-Fazl Muhammed b. Hüseyin el-Beyhâkî’nin de 1049’da birer medrese inşa ettirdikleri bilinmektedir (Bkz. Kansu, age., s. 427; Kazıcı, age., s. 231; Ayrıca bkz. Köymen, age., C. II, s. 365). Karahanlılar döneminde, Tamgaç Buğra Han İbrahim tarafından, Semerkant’ta 1056 yılında bir medresenin yaptırıldığı da tespit edilmiştir (Bkz. Reşat Genç, “Karahanlılar Devri Kültürü”, Tarihte Türk Devletleri, C. I, Ankara 1987, s. 283). 52 Bkz. Hisham Nashabe, Muslim Educational Instıtutıons A General Survey Followed By a Monographic Study of AlMadrasah Al-Mustansıriyah in Baghdad, Beyrut 1989, s. 23 vd; Abdünnaim Muhammed Hasaneyn, İran ve Irak fi Asr-ı Selçuk, Beyrut 1986, s. 182-183. 53 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, (8. baskı), İstanbul 2001, s. 42. 54 Kafesoğlu, age., s. 115-116. 55 Bkz. Semavi Eyice, “Mescid”, İA, C. VIII, İstanbul 1979, s. 112; Oktay Aslanapa, “Ortaçağın En Eski Yatılı İlim ve Kültür Müesseseleri”, Türk Kültürü, sy. 12, Ankara 1963, s. 34 vd. 56 Bayram, agm., s. 9. 57 Akyüz, age., s. 45.

35


İsmail Çiftçioğlu

Keykubâd zamanında doruk noktasına ulaşmıştır. Bu medreselerden bazılarının kuruluş yerleriyle beraber isimlerini şöyle sıralamak mümkündür58. Konya59: Sultaniye, Altun Aba, Karatay, Sırçalı, İnce Minareli, Atabekiyye Medreseleri; Kayseri: Hond Hatun, Sahibiye ve Çifte Medrese; Sivas: Gök Medrese, Burciye ve Çifte Minareli Medrese; Erzurum: Gök Medrese; Kırşehir: Cacabey Medresesi; Tokat: Gök Medrese; Antalya: Ertokuş Medresesi; Ankara: İzzeddin Keykâvus Medresesi. Selçuklular döneminde Anadolu’da dârüşşşifa kurma faaliyetlerine de ağırlık verildiği görülmektedir60. Konya’da Alâeddin Keykubâd, Sivas’ta I. İzzettin Keykâvus, Kayseri’de Gevher Nesibe, Çankırı’da Atabey Ferruh, Divriği’de Turan Melek, Tokat’ta Muineddin Pervane, Amasya’da Torumtay, Kastamonu’da Pervaneoğlu Ali dârüşşifaları bu dönemde inşa edilen başlıca müesseselerdendir. Selçuklu medreselerinde naklî ilimlerin yanında, aklî ilimler de okutulmakta idi. Bazı medreselerde ise, hey’et ilminin okutulduğu, hatta bazı rasatların yapıldığı bilinmektedir. Nitekim, 1272 tarihli Kırşehir’deki Caca Bey Medresesi bu amaçla inşa edilen bir müessese idi61. Konya’daki medreselerde dinî eğitim-öğretim faaliyetleri belli bir itikâdî ve fıkhî mezhebe göre yürütülmekteydi62. Medreselerin çoğu Eş’arî ve Şâfiî mezhebini esas almakla birlikte, Hanefî ve Maturidî çizgisinde olanlar da vardı. Ünlü Şâfiî mezhebi bilginlerinden Kazvinli Necmeddin’in el-Hâvî adlı eseri, Konya medreselerinde okunan kitaplar arasındaydı. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ümerâsından olan Emîr Bedreddin Muslih ise, Sırçalı Medrese’yi Hanefî mezhebi fakihlerine tahsis etmişti. Selçuklularda, hükümdarlar ve diğer devlet adamları nezdinde teamül hâline gelen medrese kurma faaliyetleri, Anadolu Beylikleri zamanında da aynen devam etmiştir. Bu dönemde, daha önce Danişmendliler ve Selçuklular tarafından belirli merkezlerde inşa edilmiş olan medreseler yine aynı işlevlerini sürdürdüler. Ancak bu medreselerin sayıca az ve sadece bir kısım beyliklere intikal etmiş olması, yeni medreselerin de kurulmasını gerekli kılmıştır. Bununla beraber beylikler arasında vuku bulan ilmî ve kültürel rekabet de, yine yeni medreselerin tesisini zarurî hâle getirmiştir. Böylece beyliklerin hâkim olduğu önemli merkezlerin yanı sıra, bazı orta ölçekli yerleşim birimlerine varıncaya kadar, Anadolu’nun hemen hemen her bölgesinde Selçuklu dönemine kıyasla çok sayıda medrese inşa edilmiştir. Hükümdarların yanında, ileri gelen bazı devlet adamları ve bir kısım ulema tarafından da kurulan bu medreselerde, teşkilât ve işleyiş bakımından Selçuklu geleneği hâkim olmuştur. Medreselerin giderleri daha ziyade Türkmen beylerin tahsis ettiği vakıf gelirleri vasıtasıyla karşılanmıştır. Vakfiyelerde gerek bu gelirler, gerekse eğitim-öğretim faaliyetleriyle ilgili şartlar ayrıntılı olarak kaydedilmiştir. Selçuklu geleneği, medreselerin teşkilât ve işleyişinden başka, mimarî özelliklerinde de yer yer kendisini hissettirmiştir. Ancak bu etkileşim aynen gerçekleşmemiş, söz konusu yapılarda beylikler dönemine has bazı mimarî üsluplar da hâkim olmuştur. Mesela, kitle ve plan kuruluşu bakımından Selçuklu medreselerine oldukça benzerlik gösteren Karamanlı medreselerinde, beyliğin kendine has bazı mimarî özelliklerine de rastlanmaktadır. Bu özellikler daha çok portal ve ana eyvanların büyüklüğünde, süsleme ve işçilik gibi hususlarda göze çarpmaktadır63. Bu dönemde tesis edilen medreselerden bazılarının adları şöyledir64: 58

Türkiye Selçukluları Devri medreseleri hakkında geniş bilgi için bkz. Metin Sözen, Anadolu Medreseleri Selçuklu ve Beylikler Devri -Açık Medreseler-, C. I, İstanbul 1970; Aynı yazar, Anadolu Medreseleri Selçuklu ve Beylikler Devri Kapalı Medreseler-, C. II, İstanbul 1972. 59 Konya’daki medreselerle ilgili olarak ayrıca bkz. Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara 1985, s. 88-90. 60 Bu konuda geniş bilgi için bkz, Süheyl Ünver, “Anadolu Selçuklularında Sağlık Hizmetleri”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s. 9-31; Aynı yazar, “Anadolu Selçuklu Laik Hastahaneleri ve Ruh Sağlığı Hizmetleri”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, IV (1975), s. 209-221; Şerare Yetkin, “Anadolu Selçuklu Şifahaneleri”, Türk Kültürü, sy. 10, 1963, s. 23-31. 61 Kahya, agm., s. 528. 62 Bayram, agm., s. 41-53. 63 Karamanlı Beyliği örneği için bkz. Aptullah Kuran, “Karamanlı Medreseleri”, VD, C. VIII, Ankara, 1969, s. 210-223. 64 Geniş bilgi için bkz. Uzunçarşılı, Beylikler, s. 229-231; Sözen, Anadolu Medreseleri Selçuklu ve Beylikler Devri -Açık Medreseler-, C. I; Aynı yazar, Anadolu Medreseleri Selçuklu ve Beylikler Devri -Kapalı Medreseler-, C. II; Aptullah Kuran, Anadolu Medreseleri, I, Ankara 1969; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1984; Gönül Öney, Beylikler Devri Sanatı XIV-XV. Yüzyıl, Ankara 1989.

36


Türkiye Selçukluları ve Beylikler Döneminde İlmi Teşvik, İlim Adamlarını Himaye Etme Anlayışı

Osmanlılar: İznik’te Süleyman Paşa Medresesi, Bursa’da Hüdâvendigâr, Yıldırım, Âli Paşa, Ebu İshak, Molla Yeğan, Hacı İvaz Paşa ve Muradiye Medreseleri; Karamanoğulları: Karaman’da Hâtuniye ve Emir Musa Medreseleri, Ermenek’te Tol Medrese, Niğde’de Ak Medrese, Aksaray’da Zinciriye Medresesi, Alanya’da Oba Medresesi, Ürgüp’te Taşkın Paşa Medresesi; Germiyanoğulları: Kütahya’da Vâcidiye, İshak Fakih ve Yakub Bey Medreseleri; Candaroğulları: Taşköprü’de Muzaffereddin Yavlak Arslan Medresesi; Menteşeoğulları: Milas ve Peçin (Balat) Medreseleri; Saruhanoğulları: Demirci’de Yakub b. Devlet Han Medresesi; Aydınoğulları: Birgi’de Mehmed Bey Medresesi; Hamitoğulları: Eğirdir’de Dündar Bey Medresesi, Burdur’da Muzafferiye, Korkuteli’nde Sinaneddin Bey Medreseleri; Eşrefoğulları: Beyşehir’de Süleyman Şah ve İsmail Aka Medreseleri; Ramazanoğulları: Adana ve Tarsus’da Halil, Piri Mehmed ve İbrahim Beyler’e ait Medreseler; Dulkadiroğulları: Kayseri’de Hâtuniye Medresesi; Eratnalılar: Kayseri’de Köşk Medrese, Zile’de Kadı Burhaneddin Ahmed Medresesi. Sonuç Türkiye Selçuklularında ilmi teşvik ve ilim erbabını himaye etme anlayışı, esas olarak Büyük Selçuklulardan bu devlete intikal eden Türk devlet geleneği ekseninde şekillenmiştir. Dönemin siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel şartları içerisinde orijinal bir hüviyete kavuşan bu geleneğin, fiiliyata yansıması ise, genel olarak şu yollarla mümkün olmuştur: 1. İlim adamlarının maddî ve manevî bağlamda desteklenmesi: II. Kılıçarslan’dan itibaren çoğu Selçuklu yöneticilerinin son derece önem verdikleri bu anlayışın bir sonucu olarak, ilim ve fikir adamları büyük saygı ve itibar görmüşlerdir. Kendilerine maddî planda beklenenin ötesinde imkânlar sunulmuş, ayrıca ilmî yönden geniş bir hoşgörü ortamı sağlanmıştır. 2. Devlet yöneticileri adına ilmî eserler te’lif edilmesi: Yukarıda ifade edilen anlayışın sonucunda dönemin ilim erbabı, başta hükümdarlar olmak üzere, ileri gelen bazı devlet adamları adına değişik alanlarda ilmî eserler kaleme almışlardır. 3. Medrese kurma faaliyetleri: İlmî hayatın gelişmesi noktasında, ağırlık verilen önemli icraatlardan biri de medrese kurma faaliyetleri olmuştur. Bu amaçla başta Konya olmak üzere, Kayseri, Sivas ve Erzurum gibi şehirlerde çok sayıda medreseler yaptırılmıştır. Selçukluların yıkılışından sonra sözü edilen gelenek, tabiî olarak bu devletin siyasî, sosyal ve kültürel anlamda birer vârisi konumundaki beyliklere geçmiş ve bu dönemde, beylikler arası rekabet unsurlarından biri haline gelmiştir. Türkmen beyler, ilim ve kültür yarışında üstün duruma gelebilmek için yoğun faaliyetlere girişmişlerdir. Bu bağlamda; ilim adamlarına cazip imkânlar sunulmuş ve başta beylik merkezleri olmak üzere, muhtelif şehirlerde çok sayıda medrese inşa edilmiştir. Selçuklulardan farklı olarak bu dönemde Türkmen beyler ilmî eserlerin Türkçe olarak kaleme alınmasına ağırlık vermişlerdir. Böylece, XIV. ve XV. yüzyıl Anadolusunda Türk Dili dinamizm kazanmış, ilim, kültür ve sanat hayatında önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Kaynaklar

Ahmed b. Mahmud, Selçuk-nâme, I-II, (Haz. E. Merçil), İstanbul 1977. Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, (4. baskı) C. 1-2, İstanbul 1987. Aksarayî, Müsameratü’l-Ahbâr, (Terc. M. N. Gençosman), Ankara 1943. Aksarayî, Müsameratü’l-Ahbâr, (Yay. O. Turan), Ankara 1944. Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, İstanbul 2001. Aslanapa, Oktay, “Ortaçağın En Eski Yatılı İlim ve Kültür Müesseseleri”, Türk Kültürü, sy. 12, Ankara 1963, s. 3443. Aslanapa, Oktay, Türk Sanatı, İstanbul, 1984. Aziz b. Erdeşir-i Esterâbadî, Bezm-u Rezm, (Çev. M. Öztürk), Ankara 1990. Baktır, Mustafa, “Beylikler Döneminde Anadolu’da Ulema-Ümera Münasebetleri”, Türkler, C. 7, Ankara 2002, s. 560-568. Baktır, Mustafa, “Kadı Burhaneddin Ahmed’in İlmî ve Hukukî Yönü”, XIII ve XIV. Yüzyıllarda Kayseri’de Bilim ve Din Sempozyumu, Ankara 1998, s. 143-152. Baltacı, Cahit, XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976. Banarlı, N. Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I, Ankara 1971.

37


İsmail Çiftçioğlu

Baykara, Tuncer, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara 1985. Bayram, Mikâil, “Anadolu Selçukluları Zamanında Konya’da Dinî ve Fikrî Hareketler”, Dünden Bugüne Konya’nın Kültür Birikimi ve Selçuk Üniversitesi, Konya 1999, s. 1-57. Bayram, Mikâil, Anadolu’da Te’lif Edilen İlk Eser “Keşfü’l-Akabe”, Konya 1981. Bilge, Mustafa, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1984. Cahen, Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, (Çev. Y. Moran), İstanbul 1984. Çiftcioğlu, İsmail, “Karamanoğulları Dönemi Şehnâme Yazarları ve Eserleri Üzerine”, AKÜ, Sosyal Bilimler Dergisi, C. IV, sy. 2, Afyon 2002, s. 57-66. Dukas, Bizans Tarihi, (Çev. M. Mirmiroğlu), İstanbul 1956. Genç, Reşat, “Karahanlılar Devri Türk Kültürü”, Tarihte Türk Devletleri, C. I, Ankara 1987, s. 283. Hasaneyn, Abdünnaim Muhammed, İran ve Irak fi Asr-ı Selçuk, Beyrut 1986. İbn Batuta, Seyahatnâme, I, (Haz. M. Çevik), İstanbul 1993. İbn Batuta, Seyehatnâme, C. I, (Terc. M. Şerif), İstanbul 1333. İbn Bibi, El-Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye, I-II, (Haz. M. Öztürk), Ankara 1996. İbn Bibi, El-Evamirü’l-Ala’iye, (Neşr. A. S. Erzi), Ankara 1956. İbnü’l-Esir, El-Kâmil Fi’t-Tarih, C. 10 (Çev. A. Özaydın), İstanbul 1991, C. 12, (Çev. A. Ağırakça-A. Özaydın), İstanbul 1987. İhsanoğlu, Ekmeleddin - Kaçar, Mustafa, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Klasik Bilim Geleneğinin Tarihçesi”, Genel Türk Tarihi, C. 6, Ankara 2002, s. 489-521. İpşirli, Mehmet, “Osmanlı Ulemâsı”, Osmanlı, C. 8, Ankara 1999, s. 71-79. Kafesoğlu, İbrahim, Selçuklu Tarihi, Ankara 1992. Kafesoğlu, İbrahim, Sultan Melikşah, İstanbul 1973. Kahya Esin-Topdemir Hüseyin Gazi, “İlk Müslüman Türk Devletlerinde Bilim”, Genel Türk Tarihi, C. 3, Ankara 2002, s. 565-617. Kahya, Esin, “Türkiye Selçuklularında ve Anadolu Beyliklerinde Bilimsel Çalışmalar”, Genel Türk Tarihi, C. 4, Ankara 2002, s. 521-555. Kansu, N. Âtuf, Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, İstanbul 1930. Kazıcı, Ziya, İslâm Müesseseleri Tarihi, İstanbul 1996. Koca, Salim, “Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilâtı”, Genel Türk Tarihi, C. 2, Ankara 2002. Köprülü, M. Fuad, “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları”, Belleten, VII/27 (1943), s. 379-458. Köprülü, M. Fuad, Eski Şairlerimiz Divan Edebiyatı Antolojisi XIII ve XIV. Asır, İstanbul 1949. Köprülü, M. Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1981. Köymen, M. Altay, Alparslan ve Zamanı, I, Ankara 1983. Kuran, Aptullah, “Karamanlı Medreseleri”, VD, VIII, Ankara 1969, s. 209-223. Kuran, Aptullah, Anadolu Medreseleri, I, Ankara 1969. Merçil, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara 1991. Nashabe, Hisham, Muslim Educational Instıtutıons A General Survey Followed By a Monographic Study of AlMadrasah Al-Mustansıriyah in Baghdad, Beyrut 1989. Ögel, Bahaeddin, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 2001. Ögel, Bahaeddin, Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara 1982. Öney, Gönül, Beylikler Devri Sanatı XIV-XV. Yüzyıl, Ankara 1989. Sözen, Metin, Anadolu Medreseleri Selçuklu ve Beylikler Devri -Açık Medreseler-, C. I, İstanbul 1970. Sözen, Metin, Anadolu Medreseleri Selçuklu ve Beylikler Devri -Kapalı Medreseler-, C. II, İstanbul 1972. Sümer, Faruk, “Türkiye Kültür Tarihine Umumî Bir Bakış”, AÜ. DTCFD, C. XX, Ankara 1962, s. 213-244. Taneri, Aydın, Türk Devlet Geleneği, İstanbul 1993. Tekindağ, Şehabettin, “Medrese Dönemi”, Cumhuriyetin 50. Yılında İstanbul Üniversitesi, İstanbul 1973. Turan, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, İstanbul 1980. Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993. Turan, Osman, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1988. Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1988. Ülken, H. Ziya, “Konya’da Anadolu Selçukîleri Devrinde İlim ve Felsefe”, Konya Dergisi, sy. 8, Konya 1937, s. 490-497. Ünver, Süheyl, “Anadolu Selçuklu Laik Hastahaneleri ve Ruh Sağlığı Hizmetleri”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, IV (1975), s. 209-221. Ünver, Süheyl, “Anadolu Selçuklularında Sağlık Hizmetleri”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s. 9-31. Yetkin, Şerare, “Anadolu Selçuklu Şifahaneleri”, Türk Kültürü, sy. 10, 1963, s. 23-31.

38


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 39-50, İZMİR 2006.

LEONİD PAVLOVİÇ POTAPOV VE SİBİRYA TÜRK TOPLULUKLARININ İNANÇLARI ÜZERİNE ÇALIŞMALARI Leonid Pavlovich Potapov and His Works on the Belief of Siberian Turkic People Muvaffak DURANLI* Özet Bu makalede, Rus etnograf L. P. Potapov’un hayatı ve onun Sibirya Türk topluluklarının inançları üzerinde yaptığı çalışmalar yıllara göre verilmektedir. Anahtar Kelimeler: Leonid Pavloviç Potapov, Altay, Hakas, Tuva Abstract In this article has been insist on biography of L. P. Potapov and his researches on beliefs in Turcic people of Sibir. Key Words: Leonid Pavloviç Potapov, Altay, Hakas, Tuva.

Türk kültürü, özellikle Sibirya Türk toplulukları üzerine yaptığı çalışmalarla ülkesinde haklı bir ün kazanmış olan Leonid Pavloviç Potapov, Türkoloji literatüründe seçkin bir yer almıştır. Doksan beş yıllık ömrünü Türk inanç sistemini araştırmaya adayan bilim adamı, sayısız öğrenci yetiştirmesinin yanı sıra her biri kendi alanında ilk sayılabilecek pek çok esere de imza atmış bir araştırmacıdır. L. P. Potapov’u değerlendirirken onun yaşadığı çağ da dikkate alınmalıdır. Hızlı sosyal değişimlerin yaşandığı bu dönemin, bilimsel çalışmalar için ne derecede elverişli olduğu tartışmalıdır. Yeni kurulan kurumlar, her kavramın ideolojiye hizmet bazında ele alındığı bir ortam. Böylesi bir ortamda milli kimlik, farklı bir kültürel geçmişe sahip halklar üzerinde çalışmanın çok da kolay olmayacağı bilinmektedir. Kendini siyasi çekişmelerin dışında tutan, hayatını Hakas, Şor, Tuva ve Altay Türklerinin inançlarını ve kültürlerini araştırmaya adayan L. P. Potapov, ülkesindeki seçkin etnograflardan her zaman saygı görmüştür. Rus etnografisinin kurucuları arasında yer alan Sergey Aleksandroviç Tokarev, Rus bilim adamlarının etnografi bilimine katkılarını değerlendirdiği makalesinde diğer bilim adamlarıyla birlikte L. P. Potapov’un da adını zikreder1. S. A. Tokarev, 1964 yılında VII. Uluslar arası Antropoloji ve Etnografi Bilimleri Kongresinde (Ağustos, 1964, Moskova) sunduğu tebliğde “Sibirya halklarının avla ilgili inanç ve törenleri başta Şternberg ve Bogoraz olmak üzere daha genç kuşak Sovyet etnografları tarafından çok detaylı bir şekilde incelenmiştir: bu etnograflar arasında A. A. Popov, G. M. Vasilyeviç, V. N. Çernetsov, E. A. Kraynoviç, L. P. Potapov’un adlarını saymak gerekir”2 demiştir. Hayatının belirli bir bölümünü Sibirya Türk topluluklarının arasında geçiren Leonid Pavloviç Potapov, 6 Temmuz 1905 yılında Altay Bölgesi Barnaul şehrinde doğdu. Orta öğrenimini bu şehirde tamamlayan L. P. Potapov babasının tedavisi nedeniyle sık sık sıcak su kaynaklarıyla ünlü Belokuriha’ya gider. Burada Altaylı çocuklarla oynayan araştırmacı daha küçük yaşlarda bölge değerlerini öğrenmeye başlar. Küçük çocuk için bu dönemde etnografi ilgi alanı değildir. O, etnografiden daha çok botanik bilimine ilgi duymakta ve ileride botanikçi olmayı düşünmektedir. Genç L. P. Potapov, doğayı incelemek ve ot toplamak için çıktığı gezilerinden birinde Andrey Viktoroviç Anohin’le tanışır. Bu dönemde

*

Yard. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü S. A. Tokarev, “Vklad russkih uçenıh v mirovuyu etnografiçeskuyu nauku”, Oçerki istorii russkoy etnografii,folkloristiki i antropologii, Moskova, Sayı 1, 1956. 2 “Problemı izuçeniya i rannih form religii v Sovetskoy nauke”, VII. Uluslararası Antropoloji ve Etnografi Bilimleri Kongresi, (Ağustos, 1964, Moskova). 1

39


Muvaffak Duranlı

Anohin, Barnaul’daki bir okulda müzik ve yurt bilgisi öğretmenidir. Bu tanışma, Potapov’un etnografiye ilgi duymasına neden olur. Bu yılları L. P. Potapov, V. A. Tişkov’un kendisiyle yaptığı görüşmeyi şu şekilde anlatır. “Belokuriha, Altay’ın eteklerinde yer alan Biysk’ten altmış kilometre uzaktaydı… Babam tedavi banyolarına girerken ben de bölgedeki Altaylı çocuklarla Belokuriha nehrinde balık tutardım. Burada Altayca konuşmayı öğrendim. Bu yerler hoşuma gidiyordu, Altay’ın doğasına aşık olmuştum. O zaman botanikçi olmaya karar vermiştim”3. 1922 yılında L. P. Potapov, A. V. Anohin’le birlikte Altay bölgesinde araştırma gezisine çıkar. Bu araştırma gezisi sırasında araştırmacı hayatında ilk kez bir şaman duasının tanığı olur. 1924 yılında Altayskiy Kooperator adlı küçük bir dergide L. P. Potapov’un ilk makalesi olan “Na kamlanii” (Duada) yayınlanır. Oldukça kısa (bir buçuk sayfa) olan bu yazı bir makaleden çok genç bir insanın çıkış noktasını göstermektedir. Makalede Sanavay adlı Altaylının yeni çadırına geçiş sırasında yapılan tören kısa, fakat kısa olduğu kadar açık ve yalın bir dille anlatılmaktadır. L P. Potapov daha sonraki yıllarda karşılaştırma yapıp kökeni üzerinde duracağı kelimeleri yazısında parantezler içinde vermektedir4. L. P. Potapov’un bu çalışması onun etnografiye yaklaşımını, N. P. Dırenkova, L. E. Karunovskaya ve V. G. Bogoraz’la tanışması ise 1924 yılında Etnografi fakültesine girmek için Leningrad’a gitmesini sağlar. 1928 yılında L. P. Potapov Leningrad Devlet Üniversitesi Coğrafya Fakültesi “Etnografi” bölümünü başarıyla bitirir. Üniversiteyi bitirdikten sonra genç etnograf, Özbekistan SSC Halk Komiserliği bünyesinde görevlendirilir. Bir süre sonra Özbekistan Bilimsel Araştırma Enstitüsü’nde uzman olarak çalışmaya başlar. İki yıl sonra, 1930 yılında L. P. Potapov SSCB Bilimler Akademisi bünyesinde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlar. 1939 yılında Leningrad Devlet Üniversitesi Bilim Kurulu L. P. Potapov’a “Perejitki pervobıtnoobşçinnogo stroya narodov Altaya” [Altay Halklarının İlkel Toplum Yapısının Kalıntıları] adlı tezini başarıyla savunmasından dolayı tarih bilimleri adayı olarak kabul eder. 1942 yılına kadar Leningrad’da çalışan L. P. Potapov bu tarihten sonra Leningrad’dan ayrılır ve Novosibirsk’e gider. Bilim adamı 1943 yılından itibaren çalışmalarını SSCB Bilimler Akademisi Mikluho- Maklay Etnografi Enstütüsü bünyesinde sürdürür. 1943- 1946 yılları arasında Enstitü’de “Altaylılar” adlı çalışmasıyla doçent, daha sonra profesör olur. Bundan sonra Enstitü’nün Sibirya Sektörü bilim çalışanı, 1947’de ise bu sektörün başkanıdır. 1948 yılından itibaren Etnografi Enstitüsü’nün müdür yardımcılığı görevine getirilir ve aynı zamanda SSCB BA Antropoloji ve Etnografi Müzesi’ndeki çalışmasına devam eder. 1949 yılından itibaren L. P. Potapov, Sayan- Altay Araştırma Grubunun çalışmasını yönetir. 1957 yılında L. P. Potapov’un girişimleriyle Tuva Arkeoloji- Etnografi Araştırma Grubunu oluşturulur. Bu tarihten sonra L. P. Potapov, Türk Topluluklarının özellikle de Güney Sibirya bölgesini temel alarak pek çok çalışma yayınlar. Bu çalışmalar arasında “Altayskiy Şamanizm” farklı bir yere sahiptir. Bu çalışma yazarın uzun yıllar sahada yaptığı araştırmalar ve onun Şamanizm hakkındaki düşüncelerin özeti niteliğindedir. Yazar, çalışmasının başlarında Şamanizm adlandırması üzerinde durmaktadır. “Altay- Sayan halkları da inançlarını Şamanizm olarak adlandırmamışlardır. Onlarda bunun için hem “din” hem de “inanç” anlamına gelen (elbette dini inanç) “yang” kelimesi bulunmaktadır. V.

3 4

V. A. Tişkov, “Eto bıla nauka, i eşçö kakaya!”, Etnografiçeskoe obozrenie, 1993, No1, s. 106- 114. L. P. Potapov, “Na kamlanii”, Altayskiy Kooperator, 1924, No 5, s. 36- 37.

40


Leonid Pavloviç Potapov ve Sibirya Türk Toplulukların İnançları Üzerine Çalışmaları

Verbitskiy bu kelimenin “kanun” anlamı taşıdığını belirtmiştir. Burhanizm ortaya çıktığında Altaylılar onu ak yang “beyaz inanç” olarak adlandırdılar. Şamanizm ise kara yang “kara inanç” sayıldı”5. Bilim adamı çalışmalarında sadece alan araştırmalarına başvurmakla kalmamış aynı zamanda yazılı kaynakları da dikkate almıştır. L. P. Potapov, S. M. Abramzon’la birlikte yazdığı ortak çalışmada Reşideddin’i kaynak olarak kullanır6. Potapov’un çalışma alanı oldukça geniştir. O Türk halklarının inançları üzerinde çalışırken eski anıtları da kaynak olarak kullanmıştır. Bu tür çalışmalarda V. V. Radlov ve S. E. Malov’un çalışmaları onun kaynak kitapları arasındadır. Burada özellikle yazarın Yenisey kitabelerindeki ünvanlardan hareketle oluşturduğu makalesi dikkate değerdir7. L. P. Potapov’un Altay’daki dağ kültüyle ilgili makalesi yargıları açısından da oldukça ilgi çekicidir. Yazar “Bütün bunlar Şamanlıkla karşılaştırıldığında Altaylılardaki dağ kültünün daha eski olduğu tezimizi doğrulamaktadır”8 diye yazmıştır. L. P. Potapov’un çalışmaları her zaman çağdaşı bilim adamları tarafından ilgiyle izlenmiştir. Araştırmacının 1969 yılında yayınlanan “Etniçeskiy sostav i proishojdenie altaytsev. İstorikoetnografiçeskiy oçerk” adlı çalışmasını S. M. Abramzon şöyle değerlendirmiştir. “Son on beş yirmi yıl içinde Türk halklarının dahil olduğu SSCB halklarının etnik kadrosuna, etnik tarihine ve etnogenezine yönelik çalışmalarla etnografi bilimi zenginleşmiştir. Bu çalışmalar arasında L. P. Potapov’un SayanAltay halklarına yönelik çalışmaları önemli bir yer tutmaktadır”9. Yazarın tanıtımının sonunda “Bu çalışma Sayan- Altay halklarının etnografisi ve etnogenez incelemesine büyük bir katkı getirmektedir”10 denilmektedir. L. P. Potapov, Şamanizm üzerine yazdıklarıyla gerek ülkesinde gerekse ülkesi dışında haklı bir ün kazanmış, 39. Uluslar arası Altaistik Kongresi’nde (16- 21 Haziran 1996- Macaristan) alanındaki değerli çalışmalarından dolayı PIAC Altın Madalyasıyla ödüllendirilmiştir. L. P. Potapov, 09 Ekim 2000’de Leningrad bölgesi Komarovo köyünde doksan altı yaşında öldü. Bilim adamı 13 Ekim’de devlet töreniyle Komorova köyünün mezarlığına defnedilmiştir. 1995 yılında Rus etnograflar L. P. Potapov’un doksan yaşı için bir armağan kitap çıkardılar. “Şamanizm i rannie religioznıe predstavleniya. K 90-letiyu doktora istoriçeskih nauk, professora L. P. Potapova” adlı bu hatıra kitabında. M. M. Balzer, V. N. Basilov, S. İ. Vaynşteyn, N. P. Moskalenko, N. L. Jukovskaya, E. V. Revunenkova, A. L. Batyanova, A. M. Reşetov ve S. P. Tyuhteneva gibi bilim adamlarının Şamanizm üzerine yazıları yer almıştır. D. A. Funk, hocasına adanmış bu kitaba yazdığı önsözde bilim adamından övgüyle bahsetmiştir. “Bu şaşırtıcı insanla 1982 yılında başlayan tanışıklığım benim sadece Türk etnografisi alanındaki bilgilerimi tamamlama, problemleri görme ve formüle etme, problemlerin çözüm metodiği geliştirme imkanı sağlamakla kalmadı. Bu tanışma bana gerçek bir profesör olan eğitimli aydın bir insanla temas kurma sevicini de verdi”11. D. A. Funk’un da belirttiği gibi, L. P. Potapov çevresinde sadece bir bilim adamı olarak değil, aynı zamanda yapıcı bir insan olarak da saygı görmüştür. 5

L. P. Potapov, Altayskiy şamanizm, 1991 Leningrad, s. 18. (S. M. Abramzon ile), “Narodnaya etnogoniya kak odin iz istoçnikov dlya izuçeniya etniçeskoy i sotsial’noy istorii (na materiale tyurkoyazıçnıh koçevnikov)”, Sovetskaya Etnografiya, 1975, No 6. 7 L. P. Potapov, “Tyulberı yeniseyskih runiçeskih nadpisey”, Tyurkologiçeskiy sbornik 1971, Moskova, Nauka, 1972, s. 145166. 8 L. P. Potapov, “Kult gor na Altaye”, Sovetskaya Etnografiya, 1946, No 2, s. 160. 9 S. M. Abramzon, “l. P. Potapov. Etniçeskiy sostav i proishojdenie altaytsev. İstoriko- etnografiçeskiy oçerk. L., 1969, 196 str”, Sovetskaya Etnografiya, 1971, No 5, s. 173. 10 S. M. Abramzon, age., s. 176. 11 D. A. Funk, “Predislovie”, Şamanizm i rannie religioznıe predstavleniya. K 90-letiyu doktora istoriçeskih nauk, professora L. P. Potapova, 1995 Moskova, s. 5. 6

41


Muvaffak Duranlı

Leonid Pavloviç Patapov’un Türk kültürüne katkısının gösterilmek istendiği bu yazıda araştırmacının makalelerinin yıllara göre dağılımını gösteren bir bibliyografya hazırlanmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada L. P. Potapov’un gerek ülkesi gerekse yurt dışı bilimsel toplantılarda sunduğu bildiriler, ayrıca ülkesindeki çalışmaları tanıtıcı yazıları yer almamaktadır. 1924 1. “Na kamlani” [Duada], Altayskiy Kooperator, 1924, No 5, s. 36- 37. 1928 2. “Perejitki kul’ta medvedya u altayskih tyurkov” [Altay Türklerinde Ayı Kültünün Kalıntıları], Etnograf- issledovatel’, 1928, No 2-3, s. 15- 21. 1929 3. (N. P. Dırenkova ile) “Abıl i ozup- hozyaystvennıe orudiya şortsev Kuznetskoy taygi ( iz oblasti pervobıtnoy kul’turı turetskih plemen)” [Kuznets Taygasındaki Şorların Tarım Araçları, Abıl ve Ozup ( Türk Kabilelerinin İlkel Kültürü Alanından)], Kul’tura i pis’mennost’ Vostoka, Bakü, 1929, kn. III, s. 103- 123. 4. “Ohotniç’i pover’ya i obryadı u altayskih turkov” [Altay Türklerinde Avla İlgili İnanç ve Törenler], Kul’tura i Pis’mennost’ Vostoka, Bakü, 1929, Kn. 5, s. 123- 149. 1930 5. “Materialı po semeyno- rodovomu stroyu uzbekov- kungrad” [Kungrad Özbeklerinde Aile- Kabile Yapısıyla İlgili Materyaller], Nauçnaya Mısl’, Taşkent, 1930, No 1. 1932 6. “Sayano- Altayskaya vıstavka (Leningrad)” [Sayan- Altay Sergisi (Leningrad)], Sovetskaya Etnografiya, 1932, 1932, No 3. 7. “Etnografiçeskaya poyezdka v altayskie natsional’nıe kolhozı” [Altay Milli Kolhozlarına Etnografik Bir Araştırma Gezisi], Vestnik AN SSSR, 1932, No 1. 1933 8. “Zaysanı, bai i krest’yanstvo u oyrotov do Oktyabrya” [Ekim Devrimine Kadar Oyrotlarda Zaysanlar, Beyler ve Köylülük], Sibirskie ogni, 1933, No 9- 10. 9. “Sotsialistiçeskoe pereustroystvo kul’turı i bıta tuvintsev” [Tuvalıların Kültür ve Yaşayışında Sosyalist Yapılaşma], Sovetskaya Etnografiya, 1933, No 2. 1934 10. “Klassovıe vzaimootnoşeniya u altaytsev do Oktyabrya” [Ekim Devrimine Kadar Altaylılarda Sınıfsal Karşılıklı İlişkiler], Bor’ba klassov, 1934, No 4. 11. “Luk i strela v şamanstve u altaytsev” [Altaylıların Şamanlığında Yay ve Ok], Sovetskaya Etnografiya, 1934, No 3, s 64- 76. 1935 12. Razlojenie rodovogo stroya u plemen Severnogo Atlaya [Kuzey Altay Kabilelerinde Kabile Yapısının Oluşumu], Moskova-Leningrad., OGİZ, 1935, 122 sayfa. 13. “Sledı totemistiçeskih predstavleniy u altaytsev” [Altaylılarda Totemistik Görüşlerin İzleri], Sovetskaya Etnografiya, 1935, No 4- 5, s. 134- 151.

42


Leonid Pavloviç Potapov ve Sibirya Türk Toplulukların İnançları Üzerine Çalışmaları

1936 14. Oçerki po istorii Şorii [Şor Bölgesi Tarihi Üzerine Yazılar], Moskova- Leningrad., 1936, 260 sayfa (Trudı İn-ta vostokovedeniya, c. 15). 15. “Gosudarstvennıy muzey etnografii” [Devlet Etnografi Müzesi], Sovetskaya Etnografiya, 1936, No 2. 16. “Ekspeditsiya Gosudarstvennogo muzeya etnografii” [Devlet Etnografi Müzesinin Araştırma Gezisi], Sovetskaya Etnografiya, 1936, No 1. 1937 17. Perejitki rodovogo stroya u altaytsev [Altaylıların Kabile Yapısının Kalıntıları], Leningrad, Gosudarstvennogo muzeya etnografii, 1937. 1939 18. (S. V. Kiselev ile) “Uygurskoe hanstvo” [Uygur Hanlığı], İstoriya SSSR, c. 1, bölüm 4, 1939. 19. (S. V. Kiselev ile) “Kırgızı”, [Kırgızlar], İstoriya SSSR, c. 1, bölüm 4, 1939. 1942 20. Vozrojdennıy narod ( Kratkie oçerki po istorii altaytsev) [Yeniden Doğmuş Halk (Altaylıların Tarihiyle İlgili Kısa Yazılar)], Novosibirsk, OGİZ, 1942. 1946 21. “Aynı- jiteli Yujnogo Sahalina i Kuril’skih ostrovov” [Güney Sahalin ve Kuril Adalarının Sakinleri Aynular], Sovetskaya Etnografiya, 1946, No 2. 22. “Kul’t gor na Altae” [Altay’da Dağ Kültü], Sovetskaya Etnografiya, 1946, No 2, s. 145- 160. 23. “Religioznıe i magiçeskie funktsii şamanskih bubnov” [Şaman Teflerinin Dini ve Majik Fonksiyonları], Kratkie soobşçeniya İnstituta Etnografii, Moskova, 1946, Sayı 1, s. 41- 45. 24. “Etnografiçeskiy obzor plemen Altaya v Djungarskiy period” [Jungar Döneminde Altay’daki Kabilelerin Etnografik Analizi], İzvestiya vsesoyuznogo geografiçeskogo obşçestva, Leningrad, 1946b, c. 78, Sayı 2, s. 220- 234. 1947 25. “K voprosu o patriarhal’no- feodal’nıh otnoşeniyah u koçevnikov” [Göçebelerde Ataerkil- Feodal İlişkiler Sorunu], Kratkie soobşçeniya İnstituta etnografii AN SSSR, Sayı 3, 1947. 26. “Novıe svedeniya po etnografii kamasintsev” [Kamasinlerin Etnografisiyle İlgili Yeni Bilgiler], Zapiski Hakaskogo NİİYaLİ, Sayı 1, Abakan, 1947. 27. “Etniçeskiy sostav sagaytsev” [Sagayların Etnik Kadrosu], Sovetskaya Etnografiya, 1947, No 3. 28. “Etnografiçeskaya poyezdka na yug Hakasii v 1946 g.” [1946 Yılında Hakasya’nın Güneyine Yapılan Etnografya Araştırma Gezisi], Zapiski Hakaskogo NİİYaLİ, Sayı 1, Abakan, 1947. 29. “Obryad ojivleniya şamanskogo bubna u tyurkoyazıçnıh plemen Altaya” [Alay’ın Türk Halklarında Şaman Tefini Canlandırma Töreni], Trudı İnstituta enografii AN SSSR, Novaya seriya, c. 1, Moskova Leningrad, 1947, s. 159- 182. 30. “Rannie formı feodal’nıh otnoşeniy u koçevnikov” [Göçebelerde Feodal İlişkilerin Erken Formları], Zapiski Hakaskogo NİİYaLİ, Sayı 1, Abakan, 1947. 1948 31. Kratkiy oçerk kul’turı i bıta altaytsev [Altaylıların Kültürü ve Yaşantısının Kısa Yorumu], GornoAltaysk, Gorno- Altayskiy Natsizdat, 1948

43


Muvaffak Duranlı

32. Oçerki po istorii altaytsev [Altaylıların Tarihi Üzerine Kısa Yazılar], Novosibirsk, OGİZ, 1948, 506 sayfa. 33. “İz poyezdki k sagaytsam”, Kratkie soobşçeniya İnstituta etnografii AN SSSR, 1948, Sayı 4. 34. “Ekspozitsiya po slavyanskim narodam v Gosudarstvennom muzee etnografii”, Sovetskaya Etnografiya, 1948, No 2. 35. “Opıt izuçeniya sotsialistiçeskoy kul’turı i bıta altaytsev”, Sovetskaya Etnografiya, 1948, No 1. 1949 36. “Buben teleutskoy şamanki i ego risunki” [ Teleut Şamanının Tefi ve Bu Tefin Resimleri], Sbornik Muzeya Anyropologii i Etnografii, Leningrad, 1949, c. X, s. 191- 200. 37. “Geroiçeskiy epos altaytsev” [ Altaylıların Kahramanlık Destanı], Sovetskaya Etnografiya, 1949, No 1, s. 110- 132. 38. “Opıt datirovki şorskogo predaniya o proishojdenii zemledeliya”, [Tarımın Kökeniyle İlgili Bir Şor Efsanesini Tarihlendirme Denemesi], İzvestiya Vsesoyuznogo geografiçeskogo obşçestva, 1949, Sayı 4, c. 81. 39. “Novıe materialı po eposu altaysev” [Altaylıların Destanıyla İlgili Yeni Materyaller], Sibirskie ogni, 1949, No 2. 40. “Osobennosti material’noy kul’turı kazakov, obuslovlennıe koçevım obrazom jizni” [Göçebe Hayat Tarzından Kaynaklanan Kazakların Maddi Kültürünün Özellikleri], Sbornik Muzeya Antropologii i Etnografii, 1949, c. 12. 41. “Çertı pervobıtnoobşçinnogo stroya v ohote severnıh altaytsev” [Kuzeyli Altaylıların Avında İlkel Toplumsal Yapının Çizgileri], Sbornik Muzeya Antropologii i Etnografii, 1949, c. 11. 1950 42. “Şortsı na puti sotsialistiçeskogo razvitiya” [Sosyalizmin Gelişme Yolunda Şorlar], Sovetskaya Etnografiya, 1950, No 3. 1951 43. “Drevniy obıçay, otrajayuşçiy pervobıtno- obşçinnıy bıt koçevnikov” [ Göçebelerin İlkel- Toplum Yaşamını Yansıtan Eski Bir Gelenek], Tyurkologiçeskiy sbornik, 1951, Sayı 1, Moskova- Leningrad, 1951, s. 164- 175. 44. “İstoriçeskiy put’ razvitiya hakasov” [Hakasların Gelişiminin Tarihi Yolu], İzvestiya VGO, 1951, c. 83, No 5, s. 485- 499. 45. “Nauçnaya sessiya v Hakasii” [Hakasya’da Bilimsel Oturum], Sovetskaya Etnografiya, 1951, No 1. 46. “Odejda altaytsev” [Altaylıların Giyimi], Sbornik Muzeya Antropologii i Etnografii, 1951, Sayı 13, s. 5- 59. 47. “Osnovnıe voprosı etnografiçeskoy ekspozitsii v sovetskih muzeyah” [Sovyet Müzelerinde Etnografik Sergilemeyle İlgili Temel Sorunlar], Sovetskaya Etnografiya, 1951, No 2. 1952 48. “Etnografiçeskiy oçerk zemledeliya u altaytsev” [Altaylılarda Tarım üzerine Etnografik Yorum], Sibirskiy etnografiçeskiy sbornik (TİE, novaya seriya- c. XVIII), L., 1952, Sayı 1, s. 173- 198. 49. “Oçerki etnogeneza yujnıh altaytsev” [Güney Altaylıların Etnogenezi Üzerine Notlar], Sovetskaya Etnografiya, 1952, No 3.

44


Leonid Pavloviç Potapov ve Sibirya Türk Toplulukların İnançları Üzerine Çalışmaları

50. “K voprosu o natsional’noy konsolidatsii altaytsev” [Altaylıların Ulusal Birlik Sorunu], Sovetskaya Etnografiya, 1952, No 1, s. 75- 84. 1953 51. Narodı Yujnoy Sibiri [Güney Sibirya Halkları], Novosibirsk, 1953. 52. “İssledovaniya instituta etnografii po probleme formirovaniya sotsialistiçeskih natsiy” [Sosyalist Halkların Şekillenme Problemiyle İlgili Olarak Etnografi Enstitüsünün Araştırmaları], Tezisı dokladov sessi otdeleniya istoriçeskih nauk i plenume İMK, posvyaşçennıh itogam arheologiçeskih i etnografiçeskih issledovaniy 1953 g., Moskova, 1954, s. 7- 9. 53. “Pişça altaytsev (etnografiçeskiy oçerk)” [Altaylılarda Yiyecek (Etnografik Yazı), Sbornik muzeya Antropologii i Etnografii, Moskova - Leningrad, Nauka, 1953, c. XIV, s. 37- 71. 54. “Narodı Tsentral’noy Azii” [Merkezi Asya Halkları], Oçerki istorii SSSR. Period feodalizma. 9- 15 vv. Çast’ pervaya , Moskova, İzdatel’stvo AN SSSR, 1953, s. 740- 746. 1954 55. “Osnovnıe etapı istorii hakasov” [Hakasların Tarihinin Temel Etapları], Zapiski Hakaskogo NİİYaLİ, Abakan, 1954, Sayı 3. 56. “Rabota Sayano- Altayskoy ekspeditsii v 1952 g” [1952 Yılında Sayan- Altay Araştırma Grubunun Çalışması], Kratkie soobşçeniya İn-ta etnografii AN SSSR, 20, 1954. 1955 57. “O suşçnosti patriarhal’no- feodal’nıh otnoşeniy u koçevıh narodov Sredney Azii i Kazahstana” [Orta Asya ve Kazakistan’ın Göçebe Halklarının Ataerkil- Feodal İlişkilerinin Özü], Materialı nauçnoy sessi po istorii narodov Sredney Azii i Kazahstana v dooktyabrskoy period, Taşkent, 1955. 58. “O natsional’noy konsolidatsii narodov Sibiri” [Sibirya Halkların Ulusal Konsolidasyonu], Voprosı istorii, 1955, No 10, s. 59- 66. 1956 59. (S. V. İvanov, G. S. Maslova, V. K. Sokolova ile), “İstoriko- etnografiçeskiy oçerk russkogo naseleniya Sibiri v dorevolyutsionnıy period” [Devrim Öncesi Dönemde Sibirya Rus Halkının TarihiEtnografik Yorumu], Narodı Sibiri, Moskova- Leningrad, 1956. 60. “Şortsı” [Şorlar] Narodı Sibiri, Moskova - Leningrad, 1956, s. 492- 538. 61. “Tuvintsı” [Tuvalar], Narodı Sibiri, Moskova -Leningrad., 1956. 62. “Hakası” [Hakaslar], Narodı Sibiri, Moskova - Leningrad, 1956. 63. “Primemenenie istoriko- etnografiçeskogo metoda k izuçeniyu pamyatnikov drevnetyurkskoy kul’turı” [Eski Türk Kültür Anıtlarının İncelenmesinde Etnografik Metodun Kullanılması], Dokladı sovetskoy delegatsii na 5-om Mejdunarodnom kongresse antropologov i etnografov, Moskova, 1956. 64. “Proishojdenie i etniçeskoy sostav koybalov” [Koybalların Kökeni ve Etnik Kadrosu], Sovetskaya Etnografiya, 1956, No 3. 1957 65. Proishojdenie i formirovanie hakasskoy narodnosti [Hakas Halkının Kökeni ve Şekillenmesi], Abakan, 1957, 307 sayfa. 66. “İz istorii koçevniçestvo” [Göçebelik Tarihinden], Vestnik istorii mirovoy kul’turı, 1957, No 4. 67. “Leninskaya politika v deystvii” [Eylemde Lenin Politikası], Sovetskaya Etnografiya, 1957, No 5.

45


Muvaffak Duranlı

68. “Nauçnaya poyezdka v Çehoslovakiyu” [Çekoslovakya’ya Bilimsel Bir Gezi], Sovetskaya Etnografiya, 1957, No 1. 69. “Novıe dannıe o drevnetyurkskom Otukan” [Eski Türkçe Ötüken’le İlgili Yeni Veriler], Sovetskoe vostokovedenie, 1957, No 1. 1958 70. (A. D. Graç ile) “Pervıy sezon polevıh rabot Tuvinskoy kompleksnoy arheologo- etnografiçeskoy ekspeditsii” [Tuva Arkeoloji- Etnografi Araştırma Grubunun Alan Çalışmalarında İlk Sezon], Tezisı doklada na Sessi Uçenogo soveta İnstituta etnografii An SSSR, posvyaşçennoy itogam ekspeditsionnıh issledovaniy 1957 g, Moskova 1958. 71. “Tuvinskaya kompleksnaya arheologo- etnografiçeskaya ekspeditsiya. O polevıh issledovaniyah 1957 g.” [Tuva Arkeolojik Araştırma Grubu. 1957 Yılı Alan Araştırmaları], Sovetskaya Etnografiya, 1958, No 5. 72. “Volk v starinnıh narodnıh pover’yah i primetah uzbekov” [Özbeklerde Eski Halk İnançları ve Örneklerinde Kurt], Kratkie soobşçeniya İn-ta etnografii AN SSSR, Sayı 30, Moskova, 1958, s. 135- 142. 73. “İzuçenie altaytsev russkimi uçenımi v dorevolyutsionnıy period” [Devrim Öncesi Dönemde Rus Bilim Adamları Tarafından Altaylıların İncelenmesi], Uçenıe zapiski Gorno- Altayskogo NİİYaLİ, c. 2, 1958. 74. “K izuçeniyu şamanizma u narodov Sayano- Altaysogo nagor’ya” [Sayan- Altay Dağ Bölgesi Halklarında Şamanizmin İncelenmesi], Filologiya i istoriya mongol’skih narodov. Sbornik pamyati B. Ya. Vladimirtsova, Moskova, 1958, s. 314- 321. 75. “O stat’e N. V. Kyunera “Vostoçnıe uryanhaytsı po kitayskim istoçnikam” [N. V. Kyuner’in Çin Kaynaklarına Göre Doğu Uryanhaylar Makalesi Üzerine], Uçenıe zapiski Tuvinskogo NİİYaLİ, c. 6, 1958. 1959 76. ( P. İ. Boriskovskiy, L. İ. Lavrov, A. P. Okladnikov ile) “S. N. Zamyatin (Nekrolog)”, [S. N. Zamyatin İçin AnıYazısı], Sovetskaya Etnografiya, 1959, No 3. 77. “Nekotorıe itogi rabot Tuvinskoy ekspeditsii” [Tuva Araştırma Gezisi Çalışmalarının Bazı Sonuçları], Sovetskaya Etnografiya, 1959, No 5. 78. “İz istorii rannih form sem’i i religioznıh predstavleniy (obıçay dareniya ubitogo lebedya u hakasov)” [Dini Tasavvurlar ve Ailenin Erken Formları Tarihinden (Hakaslarda Ölü Kuğu Hediye Verme Geleneği)], Sovetskaya Etnografiya, 1959, No 2, s. 18- 30. 1960 79. Novıe materialı o drevnih etnogenetiçeskih svyazah narodnostey Sayano- Altayskogo nagor’ya [Sayan- Altay Dağlarındaki Halkların Eski Etnogenetik Bağlantılarıyla İlgili Yeni Materyaller], Moskova, 1960. 80. Osnovnıe printsipı ekspozitsii v etnografiçeskih muzeyah SSSR [SSCB’nin Etnografya Müzelerinde Sergilemenin Temel İlkeleri], Moskova, 1960. 81. (S. İ. Vaynşteyn, A. D. Graç, V. P. Dyakonova ile), “Polevıe issledovaniya Tuvinskoy kompleksnoy ekspeditsii İnstituta etnografii AN SSSR” [SSSB BA Etnografi Enstitüsü Tuva Araştırma Grubunun Alan Araştırmaları], Nauçnaya konferentsiya po istorii Sibiri i Dal’nego Vostoka, İrkutsk, 1960, s. 15- 17. 82. “Novıe materialı po etnografii tuvintsev” [Tuvalıların Etnografisiyle İlgili Yeni Materyaller], Uçenıe zapiski Tuvinskogo NİİYaLİ, Sayı 8, Kızıl, 1960.

46


Leonid Pavloviç Potapov ve Sibirya Türk Toplulukların İnançları Üzerine Çalışmaları

83. “Zadaçi etnografiçeskogo issledovaniya narodov Sibiri v svete uçeniya V. İ. Lenina po natsional’nomu voprosu” [V. İ. Lenin’in Ulusallık Sorunuyla İlgili Teorisi Işığında Sibirya Halklarının Etnografik İncelenmesinin Amaçları], Sovetskaya Etnografiya, 1960, No 2. 84. “İz istorii Gorno- Altayskoy avtonomnoy oblasti” [Dağlık- Altay Özerk Bölgesinin Tarihinden], Uçenıe zapisi Gorno- Altayskogo NİİYaLİ, 1960, No 3. 1961 85. (Yu. V. Kupryanskaya, L. N. Terentyeva ile) “Osnovnıe problemı etnografiçeskogo izuçeniya narodov SSSR”[ SSCB Halklarının Etnografik İncelenmesinde Temel Problemler], Sovetskaya Etnografiya, 1961, No 3. 86. (M. G. Levin ile) “Vvedenie k İstoriko- etnografiçeskomu atlasu Sibiri” [Sibirya’nın TarihiEtnografik Atlasına Giriş], İstoriko- Etnografiçeskiy Atlas Sibiri, Moskova- Leningrad, 1961. 87. “Zadaçi etnografiçeskogo izuçeniya narodov Sibiri v svyazi s reşeniyami 21 s’yezda KPSS” [Sovyet Sosyalist Komunist Partisinin Yirmi Birinci Toplantısında Alınan Kararlara Bağlı Olarak Sibirya Halklarının Etnografik İncelenmesinin amaçları], Voprosı istorii Sibiri i Dal’nego Vostoka, Novosibirsk, 1961. 88. Oçerk sotsialistiçeskogo stroitel’stva u altaytsev v period kollektivizatsii [Kolektifleşme Döneminde Altaylılarda Sosyalist Yapılaşma], Gorno- Altaysk, 1961. 1962 89. “Etnografiçeskoe izuçenie sotsialistiçeskoy kul’turı i bıta narodov SSSR” [SSCB Halkların Sosyalist Kültür ve Yaşayışının Etnografik İncelemesi], Sovetskaya Etnografiya, 1962, No 2. 90. “Novoe v istorii narodnostey Tuvı (po materialam Tuvinskoy kompleksnoy ekspeditsii İnstituta etnografii AN SSSR)” [Tuva Halklarının Tarihinde Yenilik (SSCB BA Etnografi Enstitüsü Tuva Araştırma Grubunun Materyallerine Göre)], Sibirskie ogni, 1962, No 7. 1963 91. “O narode Bekliyskoy stepeni” [Bekliy Bozkırı Halkı Hakkında], Tyurkologiçeskie issledevaniya, Moskova- Leningrad, 1963. 92. “Zadaçi etnografii i etnografiçeskogo muzeevedeniya” [Etnografik Müzecilik ve Etnografinin Amaçları], Sovetskaya Etnografiya, 1963, No 2. 1964 93. “Vvedenie” [Giriş], İstoriya Tuvı, c. 1, Moskova, 1964. 94. “Kul’tura i bıt” [Kültür ve Hayat], İstoriya Tuvı, c. 1, Moskova, 1964. 95. “Etniçeskiy sostav i rasselenie tuvintsev (1757- 1911)” [Tuvalıların Etnik Kadrosu ve Yerleşimi (1757- 1911)], İstoriya Tuvı, c. 1, Moskova, 1964. 96. “Tuva v sostave mongol’ski gosudarstv Altın- hanov i Djungarii” [Altın Hanlar ve Cungarya Moğol Devletleri Kadrosunda Tuva}, İstoriya Tuvı, c. 1, Moskova, 1964. 97. “Tuva v sostave Tyurkskogo kaganata” [Türk Kağanlığı Kadrosunda Tuva], İstoriya Tuvı, c. 1, Moskova, 1964. 98. “Muzey antropologii i etnografii AN SSSR (k 250- letiyu Muzeya)” [SSSCB Bilimler Akademisi Antropoloji ve Etnografi Müzesi ( Müzenin 250. Yılı)], Sovetskaya Etnografiya, 1964, No 4.

47


Muvaffak Duranlı

1965 99. (N. N. Stepanov ile), “Sotsial’no- ekonomiçeskoe razvitie korennıh nerusskih narodov”, İstoriya Sibiri, c. 1, Novosibirsk, 1965. 100. (N. N. Stepanov ile) “Sotsial’nıe otnoşeniya u narodov Sibiri” [Sibirya Halklarında Sosyal İlişkiler], İstoriya Sibiri, c. 1, Novosibirsk, 1965. 101. (N. N. Stepanov ile) “Hozyaystvo i obşçestvennıy stroy narodov Sibiri” [Sibirya Halklarının Tarımı ve Toplumsal Yapısı], İstoriya Sibiri, c. 1, Novosibirsk, 1965. 102. (B. O. Dolgih ile) “Etniçeskie protsessı i migratsiya naseleniya” [Etnik Süreçler ve Halkın Göçü], İstoriya Sibiri, c. 1, Novosibirsk, 1965. 103. “Narodı Yujnoy Sibiri v VI- VIII vv” [VI- VIII. Yüzyıllarda Güney Sibirya Halkları], İstoriya Sibiri, c. 1, Novosibirsk, 1965. 104. “V novıh muzeyah Meksiki” [ Meksika’nın Yeni Müzelerinde], Vestnik AN SSSR, 1965, No 5. 1966 105. “Etnonim “tele” i altaytsı” [Tele Etnonimi ve Altaylılar], Tyurkologiçeskiy sbornik. K 60- letiyu A. N. Kononova, Moskova, Nauka, 1966, s. 233- 240. 106. “Oçerki etnografii tuvintsev basseyna Levoberejya Hem-Çika” [Hem- Çik’in Sol Havzasındaki Tuvalıların Etnografisi Üzerine Notlar], , Trudı TKAEE, Moskova- Leningrad, 1966. 1968 107. “İz etniçeskoy istorii kumandintsev” [Kumanların Etnik Tarihinden], İstoriya, arheologiya i etnografiya Sredney Azii, Moskova, 1968, s. 316- 323. 1969 108. Oçerki narodnogo bıta tuvintsev [Tuvalıların Halk Yaşamı Üzerine Yazılar], Moskova, Nauka, 1969, 401 sayfa. 1970 109. “K semantike nazvaniy şamanskih bubnov u narodnostey Altaya” [Altay Halklarında Şaman Teflerinin Adlarının Semantiği], Tyurkologiçeskiy Sbornik , 1970, No 6, s. 86-93.12 1971 110. “Tyulberı yeniseyskih runiçeskih nadpisey” [Yenisey Runik Kitabelerinin Tyulberleri], Tyurkologiçeskiy sbornik 1971, Moskova, Nauka, 1972, s. 145- 166. 1972 111. “Tubaları Gornogo Atlaya” [Dağlık Altay’da Tubalar], Etniçeskaya İstoriya Narodov Azii, Moskova, 1972, s. 52- 66. 1973 112. Nekotorıe aspektı izuçeniya sibirskogo şamanstva [Sibirya Şamanlığının İncelenmesinin Bazı Bakış Açıları], Moskova, 1973. 113. “Umay- bojestvo drevnih tyurkov v svete etnografiçeskih dannıh” [Etnografik Verilerin Işığında Eski Türklerin Tanrısı- Umay], Tyurkologiçeskiy Sbornik 1972, Moskova, Nauka, 1973, s. 265- 286.13 12

L. P. Potapov’un bu makalesinin Türkçe çevirisi için bkz. (Çev. Muvaffak Duranlı) “Altay Halklarında Şaman tefine Verilen Adların Semantiği”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi V/1, Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova- İZMİR, 2005, s. 147152’de yayınlanmıştır.

48


Leonid Pavloviç Potapov ve Sibirya Türk Toplulukların İnançları Üzerine Çalışmaları

1974 114. “Altae- sayanskie etnografiçeskie paraleli k drevnetyurkskomu obryadu jertvoprinoşeniya domaşnih jivotnıh i ih istoriçeskoe znaçenie” [Esi Türklerde Ev Hayvanlarının Kurban Töreni ve Onların Tarihi Anlamıyla İlgili Altay- Sayan Etnografik Paralelellikler], UZ GA Nİİ İYAL; Sayı 11, 1974, s. 51- 62. 115. “Zametka o proishojdenii çelkatsev- lebedintsev” [Çelkat- Lebedinlerin Kökeni Üzerine Notlar], Bronzovıy i jelenıy vek Sibiri. Drevnyaya Sibir’. Sayı 4, Novosibirsk, Nauka, Sibirskoe otdelenie, 1974, s. 304- 313. 1975 116. (S. M. Abramzon ile) “Narodnaya etnogoniya kak odin iz istoçnikov dlya izuçeniya etniçeskoy i sotsial’noy istorii (na materiale tyurkoyazıçnıh koçevnikov)”[Etnik ve Sosyal Tarihin İncelenmesi Kaynaklardan Biri Olarak Halk Etnogonisi], Sovetskaya Etnografiya, 1975, No 6. 1977 117. “Kon v verovaniyah i epose narodov Sayano- Altaya”[Sayan- Altay Halklarının Destanında ve İnançlarında At], Folklor i Etnografiya, Leningrad, 1977, s. 164- 178. 1978 118. “K voprosu o drevnetyurkskoy osnove i datirovke altayskogo şamanstva”, [Altay Şamanlığının Eski Türk Temeli ve Tarihlendirilmesi Sorunu], Etnografiya Narodov Altaya i Zapadnoy Sibiri, Novosibirsk, 1978, s. 3- 36. 119. “İstoriçeskie svyazi altae- sayanskih narodov s yakutami (po etnografiçeskim materialam)” [AltaySayan Halklarının Yakutlarla Tarihi Bağlantıları ( Etnografik Materyallere Göre)], Sovetskaya Etnografiya, 1978, No 5, s. 85- 95. 120. “Drevnetyurkskie çertı poçitaniya Neba u sayano- altayskih narodov” [Sayan- Altay Halklarında Göğü Saygıda Eski Türk Çizgileri], Etnografiya narodov Atlaya i Zapadnoy Sibiri, Novosibirsk, Nauka, 1978, s. 50- 64. 1979 121. “Yer sub, v orhonskih nadisyah” [Orhon Yazıtlarında Yer Sub], Sovetskaya Tyurkologiya, 1979, No 5, s. 71- 77. 1980 122. “İstoriçeskie korni altayskogo şamanizma” [Altay Şamanizminin Tarihi Kökleri], Kratkoe soderjanie dokladov sessi İnstituta etnografii AN SSSR, Leningrad, 1980 1981 123. “Şamanskiy buben kaçintsev kak unikal’nıy predmet etnografiçeskih kollektsiy” [Etnografik Koleksiyonların Eşsiz Bir Nesnesi Olarak Kaçinlerde Şaman Tefi], Material’naya kul’tura i mifologiya (Sbornik Muzeya Antropologii i Etnografii, c. XXXVI), Leningrad, 1981, s. 125- 137. 1982 124. “Mifologiya tyurkoyazıçnıh narodov” [Türk Halklarında Mitoloji], Mifı Narodov Mira, Moskova, 1982, c. 2.

13

L. P. Potapov’un bu makalesinin Türkçe çevirisi için bkz. (çev. Muvaffak Duranlı), “Etnografik Verilerin Işığında Eski Türklerin Tanrısı Umay”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi I, Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova- İZMİR, 1996, s. 213233’de yayınlanmıştır.

49


Muvaffak Duranlı

1985 125. (V. Y. Revunenkov ile), “O nekotorıh voprosah arhaiçeskogo mirovozzreniya. Po povodu knigi G. N. Graçevoy “Traditsionnoe mirovozzrenie ohotnikov Taymıra” [G. N. Graçeva’nın Tamır Avcılarının Geleneksek Dünya Görüşü Adlı Kitabıyla İlgili Olarak. Arkaik Dünya Görüşünün Bazı Sorunları], Sovetskaya Etnografiya, 1985, No 3. 1986 126. “O şamanskom yazıke u altae- sayanskih narodov” [Altay- Sayan Halklarında Şaman Dili Üzerine], İstoriko- kulturnıe kontaktı narodov altayskoy yazıkovoy obşçnosti, Moskova, 1986, s. 56- 57. 1987 127. “Andrey Viktoroviç Anohin kak issledovatel şamanstva u altaytsev” [Altaylılarda Şamanlığın Araştırmacısı Andrey Viktoroviç Anohin], Problemı istorii Gornogo Altaya, Gorno- Altaysk, 1987, s. 138- 151. 1991 128. Altayskiy Şamanizm [Altay Şamanizmi] , Leningrad, Nauka, 1991, 320 sayfa. 129. “Elementı religioznıh verovaniy v drevnetyurkskih geneologiçeskih legendah” [Eski Türk Soy Efsanelerinde Dini İnanç Elementleri], Sovetskaya Etnografiya, 1991, No 5, s. 79- 86. 1994 130. “Şortsı na puti sotsializma” [Sosyalizm Yolunda Şorlar], Şorskiy sbornik, Sayı 1, İstorikokul’turnoe i prirodnoe nasledie Gornoy Şorii, Kemerevo, Kuzbassvuzizdat, 1994, s. 124- 139. 1997 131. “Şamanskiy buben- unikal’nıy pamyatnik duhovnoy kul’turı tyurkskih narodov Altaya” [Altay’ınTürk Halklarının Ruhsal Kültürünün Eşsiz Anıtı Şaman Tefi], Etnografiçeskoe obozrenie, 1997, No 4, s. 25- 39. 132. “Traditsionnaya narodnaya kul’tura altaytsev- nasleditsa drevney tsivilizatsii koçevnikov Tsentral’noy Azii” [Merkezi Asya Göçebelerinin Eski Uygarlığının Mirası- Altaylıların Geleneksel Halk Kültürü], Narodı Sibiri: istoriya i kul’tura. Novosibirsk, İnstitut arheologii i etnografii SO RAN, 1997, s. 22- 30.

50


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 51-73, İZMİR 2006.

BİR TAHRİR ÜÇ DEFTER: 1697-1698 TARİHLİ AVÂRIZ DEFTERLERİNE GÖRE SİROZ (SEREZ) ŞEHRİ One Tahrir Three Registers: The Town of Serres According to the Avârız Registers of 1697-1698 Turan GÖKÇE* Özet Avarız defterleri, XVII ve XVIII. yüzyıl Osmanlı demografi tarihinin en önemli kaynağını oluşturmaktadır. Kazâ düzeyinde yapılan tahrirler sonucunda hazırlanan defterler, “mufassal”, “mufassal-icmâl” ve “icmâl” olmak üzere, kendi içinde üç gruba ayrılmaktadır. Bu çalışmada, aynı tahrire dayalı olmakla beraber, içerdiği demografik veriler bakımından önemli farklılıklar gösteren üç defter örneği üzerinde durulmuştur. 1697-1698 tarihli Siroz avârız defterlerinin, aşağıda verilmiş olan kazâ merkezi ile ilgili kısımları, üç ayrı tarzda düzenlenmiş olan avârız defterleri arasındaki farkı ve buna göre değişen tabloyu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Anahtar Kelimeler: Avârız Defterleri, Mufassal, Mufassal-İcmâl, İcmâl, Osmanlı Nüfusu, Siroz. Abstract The avarız registers are the most important resources of the Ottoman demographical history in the XVIIth and XVIIIth centuries. These registers which are prepared at the outcome of the tahrirs in each district, are divided into three groups as “mufassal”, “mufassal-icmâl” and “icmâl”. In this study three registers from the same tahrir, which show important differences due to containing the demographical data, are considered. The parts of the Siroz registers of 1697-1698 regarding the center of district bring up clearly the difference between these three types of avarız registers mentioned above and the variable panorama according to these. Keywords: Avârız Registers, Mufassal, Mufassal-İcmâl, İcmâl, Ottoman Population, Serres.

Osmanlı mâlî kayıtlarında genellikle “avârız-ı dîvâniyye ve tekâlif-i örfiyye” şeklinde ifade edilmiş olan ve temelde olağanüstü durumlarda ortaya çıkan masrafların karşılanması için başvurulan ârızî bir vergi ünitesini ifade eden avârız1, XVI. yüzyıl sonlarına doğru kendini gösteren kriz ile birlikte yaşanan değişimin bir parçası olarak XVII. asrın başlarından itibaren yıllık düzenli tahsil edilen bir vergiye dönüştü2. Yaşanan bu dönüşüm, aynı zamanda muâfiyetlerin asgarîye indirgenmesiyle avârız vergi tabanının yaygınlaştırılması ve tahsil edilecek olan miktara esas olmak üzere oluşturulan birden fazla gerçek hâneden oluşan îtibârî avârız-hâne ünitesine geçilmesini de beraberinde getirdi. Kısaca işaret edilmiş olan bu değişim ile birlikte, kapsamı çoğu askerî sınıf mensubunu da içine alacak şekilde genişlemiş ve gerçek hâne yerine, beliren ihtiyaca göre büyüklüğü yeniden tespit edilebilen îtibârî avârız-hâne üzerinden hesab edilerek tahsil edilen düzenli bir vergi ünitesi haline gelmiş olan avârız muamelatı, yapılan tahrirler sonucunda düzenlenen defterlere dayanarak yapılmakta idi. Tıpkı klasik dönem tahrir defterlerinde olduğu gibi, diğer şartlarla birlikte, vergi tabanını oluşturan nüfus *

Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü. Bkz. Ömer Lütfi Barkan, “Avarız”, İslâm Ansiklopedisi II, İstanbul 1979, 13-19; Bruce Mc Gowan, “Osmanlı Avarız-Nüzül Teşekkülü 1600-1830”, VIII. Türk Tarih Kongresi (Ankara 11-15 Ekim 1976), Kongreye Sunulan Bildiriler II, Ankara 1981, s. 1327-1331; Halil Sahillioğlu, “Avârız”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi 4, İstanbul 1991, s. 108-109; Linda T. Darling, Revenue-Raising and Legitimacy Tax Collection and Financial Administration in the Ottoman Empire 1560-1660, Leiden: Brill 1996, s. 87-90. 2 III. Mehmed döneminde (1595-1603) döneminde başlayan ve 1620-1621 yıllarında tamamlanan bu dönüşüm süreci ile ilgili bir değerlendirme için bkz. Darling, age., 93-94. 1

51


Turan Gökçe

potansiyelinde meydana gelen değişim, söz konusu tahrirlerin yenilenmesiyle, verginin belirlenmesine esas olan verilerin güncellenmesi ve deftere kayıt edilmesini gerektiriyordu. Bu da, Osmanlı mâliyesinin önemli bir kısmını ifade eden avârız-nüzül teşekkülünün işleyişinden sorumlu bir bürokratik mekanizmayı beraberinde getirdi. Sancak düzeyinde yapılan klasik tahrirlere rağmen, genellikle kazâ ölçeğinde yapılan avârız tahrirleri başlangıçta kadılar tarafından yapılmakla beraber, XVII. yüzyıl ortalarından itibaren Defterhâne’nin ilgili kalemlerinden görevlendirilen memurlar marifetiyle gerçekleştirilmeye başlandı3. Osmanlı Arşivi’nin muhtelif tasniflerinde yer alan ve ilgili kataloglara yansımış bulunan örneklerden anlaşıldığı kadarıyla, muayyen bir tahrir sonucunda hazırlanan mufassal defterler, Defterhâne’ye gönderilerek Mevkufat Kalemi’ne kaydedildikten sonra, klasik tahrirlerde olduğu gibi, mâliye bürokratlarının bölgesel ya da İmparatorluk genelindeki durumu takip edebilmeleri için “icmâl” avârız defterleri hazırlanırdı. Kazâ merkezi şehir ve kırsal yerleşmelerin her bir ünitesinde tespit edilmiş olan avârız mükellefi reâyâyı ifade eden toplam nefer ile itibârî avârız-hâne sayısının kaydedilmiş olduğu defterlerden, sadece her bir kazânın toplam avârız-hânesinin yazılmış olduğu eyâlet veya eyâletleri içine alan geniş kapsamlı biçimlerine kadar, değişik örnekleriyle karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte, yine tıpkı klasik tahrirlerin, İmparatorluk geneline yayılan 1530 tarihli icmâl muhasebe defteri örneklerinde olduğu gibi, avârız defterleri arasında da “mufassal-icmâl” olarak tanımlanabilecek olan bir üçüncü defter türünün bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, şimdilik XVII. yüzyıl sonları ve XVIII. asrın başlarına ait olan bazı örnekleri ile tespit edilerek, bu derginin bir önceki sayısında değerlendirilmiş olan “mufassal-icmâl avârız defterleri”4, sadece toplam avârız-hâne sayısının veya “avârız-dâde” reayanın kaydedilmiş olduğu icmâllere göre, askeri-reâyâ, nüfusun bütün kategorilerini toplam rakamlarla da olsa ortaya koyması bakımından, demografik kaynak olarak oldukça önemlidir. Söz konusu çalışma ile neşredilmiş olan Gümülcine örneklerinde olduğu gibi, henüz aynı tarihli mufassal defteri tespit edilememiş olan yerler için çok daha büyük bir önem arz etmektedir. Yakın zamanlara kadar yeterince dikkate alınmamış olan mufassal avârız defterleri, son yıllarda, gerek önemli bir nüfus ve iskân tarihi kaynağı olarak ele alındığı bazı çalışmalar5, gerekse daha yaygın bir biçimde kaynak olarak kullanıldığı araştırmalarla ön plâna çıkmış bulunmaktadır. İcmâl defterler ise, genellikle mufassal defterlerde kaydedilmiş olmakla beraber, hariç tutulmuş olan “askerî” nüfusu içermemesi yanında bir avarız-hânesinin kaç gerçek hâneye tekabül ettiğinin de bilinmememesi bakımından gerçek nüfus tahminine imkân vermekten uzak bulunmaktadır. Tespit edilen aynı tarihli mufassal defterlerle karşılaştırıldığında bu hususun gayet açık bir şekilde anlaşılması6, söz konusu icmâl defterlere çok daha ihtiyatla yaklaşma gereğini ortaya koymuş bulunmaktadır. XVII ve XVIII. yüzyıl Osmanlı demografi ve iskân tarihi için önemli bir kaynak olarak takdim edilen avârız defterlerinin, mufassal-icmâl karşılaştırmalarına dair bu ve benzeri değerlendirmelere rağmen, henüz yukarıda kısaca işaret edilmiş olan üç ayrı tarzda düzenlenmiş olan defterlerden tespit edilen bazı örneklerle “mufassal-mufassal-icmâl-icmâl” arasında üçlü bir karşılaştırma yapılarak, aradaki fark ortaya konulmuş değildir. Arşiv çalışmaları sırasında tespit edilmiş olan Siroz kazâsına ait aynı tarihli, aynı tahrire dayalı defterler üzerindeki bu çalışma, böyle bir karşılaştırma ile demografi tarihi için icmâl defterlerin önemli eksikliklerine işaret etmekle birlikte, mufassal yanında, isimler gibi bazı ayrıntılar hariç olmak üzere, mufassal-icmâl defterlerin güvenilirliğini sergilemeyi gaye edinmektedir. 3

Bkz. Turan Gökçe, “Osmanlı Nüfus ve İskân Tarihi Kaynaklarından “Mufassal-İcmâl” Avârız Defterleri ve 1701-1709 Tarihli Gümülcine Kazâsı Örnekleri”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XX/1 (İzmir, Temmuz-2005), s. 74. 4 T. Gökçe, agm., s. 75-87. 5 Bkz. Oktay Özel, “17. Yüzyıl Osmanlı Demografi ve İskân Tarihi İçin Önemli Bir Kaynak: ‘Mufassal’ Avârız defterleri”, XII. Türk Tarih Kongresi (Ankara 12-16 Eylül 1994) Kongreye Sunulan Bildiriler III, Ankara 1999, s. 735-743; Aynı Yazar, “Avârız ve Cizye Defterleri”, Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve İstatistik (Ed. H. İnalcık, Şevket Pamuk), Ankara 2000, s. 33-50. 6 Machiel Kiel, bildirisinde, tespit etmiş olduğu bazı örneklerden hareketle özellikle bu hususa işaret etmiştir: “Beyond the Tahrir: Sources for the Demographic History of the Ottoman Empire in the 17th and 18th Centuries and their Interpretation”, CIEPO – 16 (International Committee of Pre-Ottoman and Ottoman Studies), Warsaw 14-19 June 2004, Summaries of Contributions, s. 31.

52


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri

Siroz kadısı Şeyhzâde Mustafa’nın nezâretinde, Defterhâne’nin Mevkufat Kalemi’nden görevlendirilen Mevkufat Halîfesi Mehmed Efendi mârifetiyle 1109 (1697-1698) yılında gerçekleştirilen tahrir sonucunda hazırlanmış olan “mufassal” defter Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Kamil Kepeci Tasnifi’nde Mevkufat Defterleri arasında 2787 numarada yer almaktadır. Neşre konu edilen Siroz şehri, toplam 89 sahifeden ibaret olan defterin 4-22. sahifeleri arasında kaydedilmiş bulunmaktadır. Eklerde, askerî ve reâyâ kategorilerine dahil olanlarla birlikte, farklı dinlere mensup olanların toplam rakamlarla aktarılmış olduğu mufassal defterde, her bir hâne reisi temel özellikleri ile birlikte ismen kaydedilmiştir. Bu defterlerde yer alan ilgili kayıtların değerlendirilmesiyle, Siroz’un toplam nüfusu, mahallelere ve dînî-etnik dağılımı yanında, sâir sosyal ve iktisâdî niteliklerinin tespiti de mümkün olmaktadır. Aynı tahrire dayalı olarak hazırlanmış olan “icmâl” ve “mufassal-icmâl” düzenlemeler ise tek bir defter halinde ciltlenmiş olup, aynı arşivin yine aynı tasnifinde 2786 numarada kayıtlı bulunmaktadır. Örnek olarak yayımlanması uygun görülen Siroz şehri ile ilgili icmâl kayıtlar, toplam 43 sahifeden ibaret olan defterin 1-3, mufassal-icmâl kayıtlar ise 14-18. sahifeleri arasında yer almaktadır. Bunlardan “mufassal-icmâl” defter, nüfus kategorilerinin toplam rakamlarla verilmesi bakımından mufassala göre daha sınırlı olmakla beraber, toplam nüfus ve genel dağılımının ortaya konulmasına imkân sağlaması bakımından ondan geri kalmamaktadır. Aşağıda verilmiş olan metinden de takip edilebileceği üzere, raiyyet statüsündekilerin toplam rakamla verilmesi yanında, askerî kategoriye dahil olanların alt gruplar halinde belirtilmiş olması da önemli bir özellik olarak dikkati çekmektedir. Mufassal ve mufassal-icmâl defterlerde kaydedilmiş olan nüfusun, sadece “re‘âyâ-yı avârız-dâdegân” adı altında toplanan reâyâ kısmının yazılmış olduğu “icmâl” defter ise şehir nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan askerî kategoriyi içermemesi bakımından eksiktir. Dolayısıyla, Siroz nüfusunun sadece bir kısmı ile ilgili kayıtları içeren icmâl defter, bu eksikliği yanında, dört gerçek haneden oluştuğu anlaşılan itibârî avârızhâne sayılarını da vermesi bakımından diğerlerinden ayrılmaktadır. Defterlere Göre 1697-1698’de Siroz’un Demografik Profili Bugün, “Serrai” adıyla Yunanistan hudutları dahilinde bulunan Siroz7, nihâî olarak 1383’de Osmanlı hâkimiyetine girdi8. 1385’de Çandarlı Hayreddin Paşa’nın inşâ ettirdiği câmi ve hamam ile başlayan ve II. Bâyezid ve Fatih dönemlerinde devam eden îmar faaliyetleri ile birlikte, Anadolu’dan getirilen nüfus kitleleri ile iskân edilen Siroz9, XV ve XVI. yüzyıllarda câmi, hamam ve bedestenin merkezlik ettiği çarşı etrafında şekillenen fizîkî organizasyon ve demografik kompozisyon bakımından tipik bir Osmanlı-Türk şehri olma özelliğine kavuştu10. Birinci Balkan Harbi’nde Bulgarlar tarafından işgal edilinceye kadar (1912) 529 yıl Osmanlı-Türk hakimiyetinde kalmış olan Siroz’un bu özelliği, bugüne kadar yapılmış olan bazı çalışmalarla ortaya konuldu. Esasen, aynı tahrire dayalı üç avârız defteri tarzına tipik bir örnek teşkil etmesi bakımından burada yayımlanan Siroz avârız defterlerinin ortaya

7

İlgili araştırmalarda, “Serres” den hareketle, daha ziyade “Serez” olarak ifade edilen şehir, bu çalışmaya esas teşkil eden defterler de dahil olmak üzere, Osmanlı kaynaklarında “Siroz” şeklinde kaydedilmiştir. 1660’larda ziyaret etmiş olan Evliya Çelebi de (Seyahatnâme, 8, İstanbul 2003, s. 56-63) şehri “Siroz” adıyla tasvir etmiştir. Kezâ, coğrafya kitaplarına da (Şemseddin Sami, Kâmûsu’l-A‘lâm, 4, İstanbul 1306, s. 2755-2757; Ali Cevad, Memâlik-i Osmâniyenin Tarih ve Coğrafya Lugatı, Dersaadet 1313, s. 460-461) bu şekilde yansımıştır. Bu durum muvacehesinde, bu çalışmada da başlıkta parantez içinde “Serez”e işaret edilmekle beraber, “Siroz” kullanımı tercih edilmiştir. Nitekim, Aleksandra Yerolympos’un Encyclopedia of Islâm’da (IX, Leiden 1997, s. 673) yer alan ilgili maddesinin başlığı da “Türkçe şekli” açıklamasıyla “Siroz” olarak belirlenmiştir. 8 19 Eylül 1383’de Hayrettin paşa komutasındaki kuvetlerce fethedilen Siroz şehrinin de yer aldığı Aşağı Makedonya ve bütün Yunanistan sahasının Osmanlı hakimiyetine girmesi ile ilgili tafsilat için bkz. Levent Kayapınar, “Yunanistan’da Osmanlı Hakimiyetinin Kurulması (1361-1461)”, Türkler, 9, (Ed. Hasan Celal Güzel vd.), Ankara 2002, s. 187-195. 9 Siroz’un Osmanlı dönemindeki gelişimi ile ilk dönemden itibaren sürdürülen imar ve iskân faaliyetleri için bkz. Machiel Kiel, “Observations on the History of Northern Greece During the Turkish Rule, Historical and Architectural Description of the Turkish Monuments of Komotini and Serres, Their Place in the Development of Ottoman Turkish Architecture and Their Present Condition”, Studies on the Ottoman Architecture of the Balkans, Variorum 1990, s. 429-444; Alexandra Yerolympos, “Siroz” Encyclopedia of Islam2, Leiden 1997, s. 673-675. 10 Bkz. Evangelia Balta, Les Vakıfs de Serres et de sa Region (XVe et XVIe s.), Athenes 1995; Aynı Yazar, “Composition demographique et structure de I’habitat dans la ville de Serres aux XVe et XVIe siecles”, Osmanlı Araştırmaları, 16, İstanbul 1996, s. 163-187.

53


Turan Gökçe

koyduğu demografik profil, şehrin söz konusu özelliğini XVII. yüzyıl sonlarında da muhafaza etmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Nüfusun “Müslüman-ı Şehr-i Siroz” ve “Gebrân-ı Şehr-i Siroz” başlıkları altında topluca kaydedilmiş olduğu 1454-1455 (869) tarihli defterden 11 14 yıl sonraki durumu aksettiren 1478-79 (883) tarihli tahrir defterine göre12 Siroz’da Müslüman-Türk nüfusun yaşadığı 25 mahalle bulunmaktadır. Gayr-ı müslimler ise, her biri bünyesinde barındırdığı nüfus potansiyeli itibariyle nispeten daha küçük durumda bulunan 47 mahallede kaydedilmiştir. 1530’da ise yeni bir ünitenin ilavesiyle Müslüman mahalle sayısı 26’ya çıkarken, “Gebrân” adı altında kaydedilmiş olan gayr-ı müslim mahalle sayısı 29’a düşmüştür13. XVI. yüzyıla ait son tahrir olan 1569-1570 (977) tarihli defterde yer alan ilgili kayıtlar14, ayniyle muhafaza edilmiş olan 26 Müslüman mahallesine rağmen, Hıristiyan mahalle sayısının 23’e düşmüş olduğunu göstermektedir. Yine aynı tarihte gayr-ı müslim nüfus içerisinde küçük bir Yahudi cemaati de dikkati çekmektedir. 1677-78 yıllarında şehri ziyaret etmiş olan Evliya Çelebi15, Siroz’un “aşağı varoş” olarak ifade ettiği eski kesiminde bulunan gayr-ı müslimlerin 10, yeni kesiminde yaşayan Müslümanların ise 30 mahallede meskûn olduklarını belirtmektedir. Siroz’un aynı zamanda 12’si Cuma kılınır, toplam 91 mihrâb, 26 medrese, 2 tekke, 2000 dükkan, han bulunan büyük bir merkez olduğunu belirten Evliyâ Çelebi’nin, özellikle şehri teşkil eden mahalleler ile ilgili bilgiler, çalışmaya esas teşkil eden avârız defterleri ile örtüşmektedir. Siroz, ilgili bölümleri aşağıda yayımlanan defterlere göre iki kısma ayrılmış bulunmaktadır. “Mahallât-ı Müslümânân-ı Nefs-i Kasaba-i Siroz” başlığı altında kaydedilmiş olan 30 mahallenin 25’inde sadece Müslüman nüfusun yaşadığı anlaşılmaktadır. Bunların tamamı XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde kaydedilmiş olup, XVII. asrın sonlarında da birer Müslüman-Türk mahallesi olarak varlığını devam ettiren mahallelerdir. Yine aynı şekilde, şehrin eski mahallelerinden biri olan Koyun Yusuf da dahil olmak üzere, El-Hac Îsâ ve Kato Konozi mahallelerinde, bazı gayr-ı müslim aileler, Müslüman çoğunlukla birlikte yaşamaktadırlar. Aynı kısımda kaydedilmiş olan Aşağı Kameniça ve Darbhâne mahallelerinde ise sadece Hıristiyan nüfusun yaşadığı anlaşılmaktadır. “Mahallât-ı Zımmiyân-ı Kasaba-i Nefs-i Varoş-ı Siroz” başlığı altında verilmiş olup, sadece gayr-ı müslim nüfusun yaşadığı kesimde ise bazı mahalleler birleştirilerek, toplam 6 başlık altında kaydedilmiştir. Mufassal ve mufassal-icmâl defterlerdeki ilgili kayıtlardan hareketle tertip edilmiş olan tablodan da takip edilebileceği üzere, 1697-1698’de Siroz şehrinde yaklaşık 4.701 gerçek nüfusa tekâbül eden 984 nefer kaydedilmiştir. Deftere kayıtlı 984 neferin, yaklaşık 3.749 gerçek nüfusa tekabül eden 793’ü (% 80.58) “Mahallât-ı Müslümânân-ı Nefs-i Kasaba-i Siroz” başlığı altında kaydedilmiş olan 30 mahallede, 952 kişiyi temsil eden 191’i (% 19.41) ise “Mahallât-ı Zımmiyân-ı Kasaba-i Nefs-i Varoş-ı Siroz” başlığı altında 7 grup halinde kaydedilmiş olan gayr-ı müslim mahallelerinde meskûn bulunmaktadır. Yaklaşık 209 gerçek nüfusa tekâbül eden ve toplam şehir nüfusunun % 5.58’ini teşkil eden, çoğunluğu zımmî 55 neferin kaydedilmiş olduğu Kato Konozi, bünyesinde barındırdığı nüfus potansiyeli itibariyle Siroz’un en büyük mahallesini oluşturmaktadır. Bunu, % 4.77 ile Darbhâne, % 4.57 ile Âişe Hâtun, % 4.47 ile Tatar Hâtun ve Bâcdâr Hayreddin, % 4.16 ile Bedreddin, % 3.86 ile Gedik Ahmed Paşa, % 3.84 ile Hekim Dâvûd, % 3.76 ile Hazînedâr, % 3.65 ile Eslime Hâtun ve diğerleri takip etmektedir. Sadece 13’er neferin

11

BOA.TD-3, s. 156-173. Sonraki yüzyıllarda da önemli bir değişiklik göstermeden varlığını devam ettirmiş olan Müslüman mahalle adları yanında, özellikle büyük çoğunluğu Türkçe isim taşıyan gayr-ı müslim mahallelerinin sonraki yüzyıllarda değişmiş olan bu özelliğine işaret etmek gerekir. Bu cümleden olarak, Aslıhan Paşa, Kâsım Çelebi, Selânikli Hasan, Hacı İbrâhim, Fazlullah, Hacı Mehmed, Koca Kadı, Kadı-yı İzmir, Ahmed, Yazıcı İbrâhim, Hamza Bâlî, İsmâil Beg gibi şahıs adları; Sarrafân, Kürkcüyân, Yaycıyân, Bakkalân, Hayyâtân, Cüllahân, Semerciyân, Sabuncuyân, Zergerân, Urgancıyân, Kassâbân, Bostancılar, Çölmekciyân, Değirmenciyân ve Kârubânân nâm-ı diger Kervânî gibi meslek grubunu ifade eden isimlerin yoğunlukta olduğu görülmektedir. 12 BOA.TD-7, s. 220-237. 13 BOA.TD-167, s. 64-65. 14 TKGM.KKA.TD-194, v. 265b-275a. 15 Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 8 (Haz. Seyit Ali Kahmaraman, Yücel dağlı, Robert Dankoff), İstanbul 2003, s. 56-63.

54


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri

temsil ettiği yaklaşık 64 nüfusun meskûn olduğu Kara Hamza ve Süleyman Beg mahalleleri ise bünyelerinde barındırdıkları nüfus potansiyeli itibariyle şehrin en küçük ünitelerini oluşturmaktadırlar. BOA.KK.MKF-2787 NUMARALI MUFASSAL DEFTERE GÖRE SİROZ ŞEHRİ NÜFUSU Mahalle Bedreddin Doğan Beg El-Hacı Ali Tanrıverdi Debbağ Murad Koyun Yusuf Yenice Kirişci Kurd Hekim Dâvud Arab Hatîb Gâzî Evrenos Eslime Hâtun Sultan Murad Han Câmi-i Atîk Halil Paşa Çaşnıgir İlyas Hazînedâr Bâcdâr Hayreddin İsmâil Beg Kara Hamza Mûsâ Çelebi Aşağı Kameniça Âişe Hâtun Darbhâne Süleyman Beg Haraçcı Tatar Hâtun Divri Kato Konozi Gedik Ahmed Paşa El-Hacı Îsâ TOPLAM =

Neferen 41 17 23 17 17 20 17 24 30 20 27 36 16 15 22 37 44 9 13 21 21 45 47 13 22 44 18 55 38 24 793

Reâyâ Müslim 22 7 5 4 3 2 5 8 12 13 14 14 6 5 7 11 14 4 3 7 11 8 4 6 15 5 6+15 10 7 253

Askerî Zımmî 6 21 8+9+14 34 4 96

Müslim 19 10 18 13 14 12 12 16 18 7 13 22 10 10 15 26 30 5 10 14 34 8 9 16 29 13 28 13 444

MAHALLÂT-I ZIMMİYÂN-I KASABA-İ NEFS-İ VAROŞ-I SİROZ Aya Paraskevi Havyarcı 26 26 Aya Kiryaki ve Aya Dimitra ... ve Akata 48 48 Mahito Bostancı ve Vlaherna 25 25 Yeşillikci Kürkcü 43 43 Apostolaki Vlas 26 26 Likosa Atanato (?) 23 23 TOPLAM = 191 191 GENEL TOPLAM = 984 253 287 444 -

% Zımmî -

4.16 1.72 2.33 1.72 1.72 2.83 1.72 2.43 3.84 2.83 2.74 3.65 1.62 1.52 2.23 3.76 4.47 0.91 1.32 2.13 2.13 4.57 4.77 1.32 2.23 4.47 1.82 5.58 3.86 2.43 80.58 2.64 4.87 2.54 4.36 2.64 2.33 19.41 100

Deftere kayıtlı nefer itibariyle, 1697-1698’de Siroz nüfusunun dînî-etnik dağılımını bir grafikle ifade etmek gerekirse, şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır;

55


Turan Gökçe

Yahudi 2% Zımmi 27%

Müslüman 71%

Grafik–1: 1697-1698’de Siroz Nüfusunun Dînî-Etnik Dağılımı

Deftere kayıtlı nefer itibariyle, nüfusun %70.83’ünü (697) Müslüman-Türkler, % 29.16’sını (280) ise gayr-ı müslimler oluşturmaktadır. Gayr-ı müslimlerin, toplam nüfusun % 26.82’sini (257) teşkil eden büyük çoğunluğunu Hıristiyan zımmîler oluşturmaktadır. Bunların %71.59’u (184) varoş tâbir olunan, 7 grup halinde kaydedilmiş bulunan gayr-ı müslim mahallelerinde yaşamaktadır. Kalan % 28.40’lık kısmı ise şehrin merkezî kesiminde yer alan 5 mahallede kaydedilmiş bulunmaktadır. Bunlardan, 21 nefer nüfusun kaydedilmiş olduğu Aşağı Kameniça, sadece Hıristiyan zımmîlerin yaşadığı bir mahalle durumundadır. Diğerleri ise gayr-ı müslimlerin Müslümanlarla bir arada yaşadığı mahallelerdir. Bunlardan Kato Konozi, nispeten küçük bir Müslüman topluluğun Hıristiyan çoğunlukla bir arada yaşadığı bir mahalle iken, Koyun Yusuf ve El-Hac Îsâ mahalleleri, az sayıda Hıristiyan’ın Müslüman çoğunlukla bir arada yaşadığı kesimleri oluşturmaktadır. Toplam nüfusun ancak % 2.33’ünü teşkil eden küçük Yahudi cemâati Darbhâne mahallesinde kaydedilmiştir. Tahrir defterlerinde, XV. yüzyıl sonlarından itibaren takip edilebilen en eski mahallelerden biri olan Darbhâne, çalışmaya esas teşkil eden avârız defterine göre, söz konusu Yahudiler yanında, Hıristiyan ve Müslümanların bir arada yaşadığı tek yerleşim ünitesi olma özelliğini taşıması bakımından oldukça önemlidir. Genellikle, sadece vergi mükellefi ve bir kısım muaf nüfusun kaydedilmiş olduğu klasik dönem tahrir defterlerinin aksine, XVII. yüzyıl başlarından itibaren, “mülke mutasarrıf olma” gibi bir kriterle alabildiğine genişletilmiş olan avârız vergi tabanınına dahil olan bütün katmanların kaydedilmiş olduğu mufassal avârız defterleri, demografik kaynak olarak en az tahrir defterleri kadar önemlidir. Özellikle, bu çalışmaya esas teşkil etmiş olan Siroz kazâsı defteri de dahil olmak üzere, XVII. yüzyıl sonlarında ve XVIII. yüzyıl başlarında düzenlenmiş olan bazı avârız tahrir defterlerinde, nüfusun “reâyâ” ve “askerî” başlıkları altında kategorize edilerek kaydedilmiş olması, Osmanlı toplumundaki sosyal tabakalaşmanın en genel ve belirgin tablosunun gayet açık bir biçimde ortaya konulmasına imkân sağlamaktadır. Yukarıda da işaret edilmiş olduğu üzere, 30 mahallede meskûn bulunan ve toplam şehir nüfusunun % 70.83’ünü oluşturan Müslüman-Türk toplumundaki “reâyâ” ve “askerî” oranlarını bir grafikle ifade etmek gerekirse şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır;

Reâyâ 36%

Askerî 64%

Grafik–2: 1697-1698’de Siroz Şehri Müslüman Nüfusundaki “Reâyâ” ve “Askerî” Oranı

56


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri

Grafikten ve aşağıda verilecek olan mufassal ve mufassal icmâl metinlerden de takip edilebileceği üzere, 1697-1698 tarihli avârız defterlerinde tespit edilen Siroz şehri Müslüman nüfusunun % 63.70’ini (444) “askerî” başlığı altında kaydedilmiş olanlar oluşturmaktadır. Kalan %36.29’luk kısmını (253) ise “re‘âyâ-yı avârız-dâdegân” başlığı altında kaydedilmiş olan raiyyet statüsündekiler oluşturmaktadır. Aşağıda aynen verilecek olan “mufassal-icmâl” defter kayıtlarından da takip edilebileceği üzere, askerî kategoriye dahil olanların önemli bir kısmını, fiilî askerlik hizmetinde bulunanlar oluşturmaktadır. Kirişci Kurd mahallesinde ilk sırada yazılmış olan Mora Seraskeri Hasan Paşa16 ile Çaşnıgir İlyas mahallesinde yine ilk sırada kaydedilmiş bulunan. Miralay Osman Ağa17, Siroz askerî nüfusunun bu kesimi içerisinde dikkati çeken önemli görevlilerdir. Bunun yanında, yeniçeri, timarlı sipâhî, müteferrika, top arabacı, zâim, sipah, silahdar, cebeci, humbaracı, ulûfeciyân-ı yemîn, gurebâ-i yemîn, çavuş ve piyâde gibi gruplar, Siroz’da yaşayan Müslüman-Türk nüfusun askerî kesiminin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Diğer taraftan, imam, hatib ve müezzin gibi dînî görevlilerle, şeyh ve seyyid gibi dînî hüviyeti hâiz kimseler yanında, vakıf-zâviye halkı da bu kategoride önemli yer tutmaktadır. Mufassal-icmâl defterde toplam rakamları ile, mufassal defterde ise ismen kaydedilmiş olan 23 imam, 11 hatib ve 17 müezzinin oluşturduğu dînî hizmet grubunu askerî kategoriye dahil olanların % 11.48’i gibi önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Askerî kategoride dikkati çeken bir diğer grup ise kadı ve müderrislerdir. Aşağıda verilecek olan mufassal-icmâl metinden de takip edilebileceği üzere, 1697-1698’de Siroz’da toplam 11 kadı tespit edilmiştir. Bunlardan 2’si Sultan Murad han Câmi-i Atik, 2’si Süleyman Beg, 2’si El-Hacı Ali, diğerleri ise Bedreddin, Gâzî Evrenos, Kara Hamza, Tanrıverdi ve Debbağ Murad mahallelerinde yaşamaktadır. Mufassal defter kayıtlarında, sadece isimleri ile birlikte yazılmış olan 7 kadının dışında, Tanrıverdi mahallesinde sâkin olan Müftîzâde Seyyid Mehmed Efendi “vakıf hânesi”18, diğer üçü ise görev yaptıkları son kazâ ile birlikte kaydedilmişlerdir. Bunlardan Sultan Murad Han Câmi-i Atik mahallesinde sâkin iki kadıdan biri olan Seyyid Mehmed Efendi veled-i Seyyid Abdülbâkî Efendi’nin eski Edirne19, ElHacı Ali mahallesinde yaşayan Şeyh Mehmed Efendi’nin eski Tırhala, yine aynı mahallede mukîm Seyyid Abdülbâkî Efendi’nin de eski Petriç kadısı olduğu anlaşılmaktadır20. Askerî kategoride yer alan önemli görevlilerden biri olarak, Kirişci Kurd mahallesinde kaydedilmiş bulunan Siroz Voyvodası Süleyman Ağa’yı da belirtmek gerekir21. Aşağıda verilecek olan mufassal-icmâl metinden de takip edilebileceği üzere, askerî kategoriye dâhil olan önemli gruplardan biri de “dul” kaydedilmiş olanlardır. Siroz mahallelerinde sâkin olup, muâfiyetleri sebebiyle askerî kategoriye dahil edilmiş olan, 111 neferden ibaret olan hâne reisi dul kadınlar 1697-1698’de deftere kayıtlı askerî nüfusun % 25’ini, toplam Müslüman-Türk nüfusun ise % 15’ini oluşturmaktadır. Avârız tahrir defterlerindeki rakamların ortaya koyduğu bu oran oldukça dikkat çekicidir. Kezâ, sadece 9 nefer dul kaydedilmiş olan Hıristiyan zımmîlerde bu oranın % 3.40 olduğunu da belirtmek gerekir. Askerî nüfusun kalan kısmını ise diğer küçük gruplar oluşturmaktadır. Raiyyet statüsünde kaydedilmiş olan nüfusa gelince; aşağıda verilecek olan metinlerden de takip edilebileceği üzere, mufassal-icmâl defterde toplam rakamları ile birlikte, icmâlde ise aynı zamanda avârız-hâne karşılıkları ile kaydedilmiş olan reâyâ, mufassal defterde ismen kaydedilmiş olması dolayısıyla, temel özellikleri ile birlikte tespit edilebilmektedir. Ancak, Siroz şehri örneğinden hareketle, sadece aynı tahrire dayalı üç defterin mukayesesi ile ortaya çıkan tabloyu aktarmak suretiyle dikkat çekmeyi amaçlayan böyle bir çalışmanın sınırlarını aşacağından, aşağıda her bir mahalledeki toplam rakamları ile verilecek olan mufassal defterde kayıtlı reâyânın temel bazı özelliklerine işaret etmekle yetinmek durumundayız. 16

BOA.KK.MKF-2787, s. 7; BOA.KK.MKF-2786, s. 15. BOA.KK.MKF-2787, s. 10; BOA.KK.MKF-2786, s. 15. 18 BOA.KK.MKF-2787, s. 5. 19 BOA.KK.MKF-2787, s. 10. 20 BOA.KK.MKF-2787, s. 5. 21 BOA.KK.MKF-2787, s. 7. 17

57


Turan Gökçe

Öncelikle, klasik tahrir defterlerinde olduğu gibi, mufassal avârız defterleri de çoğu baba adıyla birlikte kaydedilmiş olan nüfusun her birinin isimleri ile ilgili olarak, antroponimik araştırmalar bakımından zengin bir veri kaynağı durumundadır. Yukarıda da işaret edilmiş olduğu üzere, Siroz’da yaşayan Müslüman-Türk nüfusun %15’ini teşkil eden dul kadın adları da, kaynaklara erkek adları kadar yansımamış olan kadın şahıs adlarına ışık tutması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır. Yine mufassal-icmâl ve icmâl defterlere yansımamış olmakla beraber, mufassal defterlerde yer alan isimlerle birlikte kaydedilmiş olan ifadeler, nüfusun daha ileri düzeyde bazı dînî niteliklerinin tespitine imkân vermektedir. Sözgelimi, 1697-1698’de Siroz Müslümanları içerisinde hac farizasını yerine getirdikleri için “hacı” sıfatıyla birlikte kaydedilmiş olanlar 37 nefer olup, toplam nüfusun % 5.30’unu oluşturmaktadır. Bunun % 54.05’ini (20) raiyyet statüsündekiler, % 45.14’ünü (17) ise askerî kategoriye dahil olanlar oluşturmaktadır. Sadece mufassal defterde niteliklerine dair kayıtlarla birlikte yazılmış olan raiyyet statüsündeki nüfusun işaret edilmesi gereken önemli özelliklerinden biri de mensup oldukları meslek gruplarıdır. Yukarıda da işaret edilmiş olduğu üzere, esas itibareyle demografik veriler açısından aynı tahrire dayalı üç defterin farklılığını ortaya koymayı amaçlayan bu çalışmanın sınırlarını aşacağından, sadece raiyyet statüsündeki nüfusun mensup olduğu meslek gruplarına temas etmek yeterli olacaktır. Reâyâ kategorisinde kaydedilmiş olan Müslüman-Türk nüfus içerisinde dikkat çeken meslek grupları içerisinde tekstil sektörü başta gelmektedir. Deftere kayıtlı Müslüman-Türk nüfus arasında 7 gazzâz, 6 terzi, 2 hallâc, 1 kaftancı, 1 muytâb ve 1 çulha dikkati çekmektedir. Zımmîler arasında ise toplam 14 aile reisinin meşgul olduğu abacı esnafı, tekstil sektörünün en yaygın iş kolunu oluşturmaktadır. Bunun yanında, 4 terzi, 2 kaftancı, 2 astarcı, 1 yorgancı 1 takyacı ve 3 boyacı dikkati çekmektedir. 1697-1698’de Siroz sâkinlerinin iştigal ettiği meslek gruplarından biri de dericilik sektörüdür. Müslüman kesimde, dericilik sektörünün temelini oluşturan debbağ veya tabak olarak kaydedilmiş bulunan grup 4 kişilik grup başta gelmektedir. Bunu, 3 bâbuçcu, 2 saraç, 1 şayakcı, 1 göncü ve 1 kürkçü takip etmektedir. Gayr-ı müslimler arasında ise 8 bâbuçcu ve 3 kürkçü dikkati çekmektedir. Sirozlu Müslüman ahalinin mensup olduğu diğer meslek grupları arasında, kassâb, bakkal, helvacı ve bostancı gibi gıda sektörüne mensup olanlar yanında, dellak, nalband, semerci, arabacı, deveci ve sığırtmaç gibi çeşitli hizmet sektörlerine mensup kimselerle de karşılaşılmaktadır. Kezâ, Hıristiyan zımmîler arasında da ekmekci, kassâb, meyhâneci, bağçevân, bağcı, bostancı, değirmenci ve katırcı gibi meslek grupları önemli bir yer tutmaktadır. Diğer taraftan, çeşitli ihtiyaç ve hizmetlerin karşılanmasında faaliyet gösteren bazı esnaf ve zanaatkâr gruplarının da etkin olduğu görülmektedir. Bu cümleden olarak, Müslüman nüfus arasında az sayıda kuyumcu, çömlekci ve taşcıya rastlanırken, Hıristiyan zımmîler arasında 9 kuyumcu, 3 sabuncu, 3 dülger ve 2 mumcu yanında az sayıda kazancı ve çeşmecinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Kısacası, sadece mufassal defter kayıtlarının, diğerlerinden farklı olarak ihtiva ettiği kayıtları ifade etmek için değinmiş olduğumuz Siroz reâyâsının meslekî özellikleri az çok genel tabloyu yansıtmaktadır. Son olarak, Siroz mahallelerinde kaydedilmiş olan nüfusun dışında, her üç defterde22 de “Çiftlikhâ-i Etrâf-ı Şehr-i Siroz” başlığı altında ayrıca veriliş olan çiftliklere de kısaca temas etmek gerekir. Aşağıda verilmiş olan metinlerden de takip edilebileceği üzere, 1697-1698’de Siroz etrafında 9 çiftlik bulunmaktadır. Defter kayıtlarına göre bu çiftlikler, Bostancı Hasan Ağa, Kadı Molla-zâde Seyyid Mehmed Efendi, İmam Veli Efendi, Hazînedar Mehmed Ağa, Mütekâid Sipâhî Haraçcı Halil Ağa, Sakalbaz-zâde Mehmed Ağa, Hadîce Hâtun, Seyyid Fâtıma ve Derviş Ağa’ya ait bulunmaktadır. Çalışmaya esas teşkil eden avârız defterlerinde yer alan rakamlardan hareketle, şehir nüfusu ile ilgili olarak yukarıda aktarılmış olan değerlendirmeye dahil edilmemiş olan söz konusu 9 çiftlikte kaydedilmiş olan, hepsinin Siroz’da sâkin olduğu belirtilen çiftlik sahipleri başta olmak üzere, ortakcı nüfusun da göz önünde bulundurulması gerekir.

22

BOA., KK.MKF-2787, s. 22; BOA., KK.MKF-2786, s. 4, 18.

58


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri

Sonuç Aşağıdaki metinler ve buraya kadar işaret edilmiş olan hususlar, 1697-1698’de gerçekleştirilmiş olan tahrire dayalı olarak hazırlanmış olan üç ayrı defter arasındaki tanzim tarzı ve buna göre şekillenen muhtevâ farkını açıkça ortaya koymaktadır. Tekrar vurgulamak gerekirse, her üç tarzın da mevcut olması halinde, avârız vergi tabanına dahil olan nüfusu temsil eden hâne reislerinin “askerî - reâyâ” şeklinde kategorize edilerek ve aynı zamanda, dînî-etnik bakımdan da ayırdedilerek, ismen kaydedilmiş olduğu “mufassal” defterler esas alınmalıdır. Zira, aşağıdaki metinlerden de takip edilebileceği üzere, ikinci sırada tercih edilmesi gereken “mufassal-icmâl” defterler, ait olduğu idârî birimin genel nüfus durumu ve bunun dînî-etnik dağılımı yanında, askerî-reâyâ kategorilerine dağılımını ve askerî kategoriye dahil olanların mensup oldukları alt grupları ve sayılarını vermekle beraber, raiyyet statüsünde bulunanların, sadece toplam rakam olarak kaydedilmiş olması bakımından, nüfusun bu kesiminin niteliklerinin detaylı olarak tespit edilmesine imkân vermemektedir. Ancak, bu kısıtlılık, toplam nüfusun tespiti bakımından herhangi bir sorun teşkil etmemektedir. Aşağıdaki metinlerin takibiyle de görüleceği üzere, asıl sorun, sadece, mufassal ve mufassal-icmâl defterlerde “reâyâ-yı avârız-dâdegân” başlığı altında kaydedilmiş olan raiyyet statüsündekilerin toplam nefer ve karşılığındaki avarız-hâne sayısıyla kaydedilmiş olduğu “icmâl” defterde karşımıza çıkmaktadır. Bu defterlerde, askerî kategoriye dahil olan önemli bir nüfus potansiyeli yer almamaktadır. Dolayısıyla, buradakine benzer tarzda, toplam nefer ve avârız-hâne sayısının birlikte kaydedilmiş olduğu icmâl defterlerde yer alan rakamlar, ait oldukları yerleşim birimindeki nüfusun sadece bir kısmını ifade etmektedir. Bu hususu göz önünde bulundurmadan, sadece icmâl defterde yer alan rakamlardan hareketle, toplam nüfus tahmininde bulunmak, nüfusun deftere aksetmemiş olan önemli bir kesimini yok farzetmek gibi büyük hatalara yol açmaktadır. Çalışmaya esas teşkil eden 1697-1698 tarihli Siroz kazâsı defterleri bunu gayet açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Bir makale ölçeğinde tasarlanmış olduğu için, kazâ merkezi ile sınırlı olarak aktarmaya çalıştığımız bu tablo, ayrıntılı özellikleri ile veya toplam rakamlarıyla deftere kayıtlı Siroz nüfusunun tamamını kapsayacak tarzda düzenlenmiş olan mufassal ve mufassal-icmâl defterlere rağmen, nüfusun sadece % 54.16’sına tekabül eden reâyâ kesiminin kaydedilmiş bulunduğu, % 45.83 oranındaki askerî kesimin ise hariç tutulmuş olduğu icmâl defterin ne ölçüde yetersiz olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır.

59


Turan Gökçe I BOA.KK.MKF-2787, s. 4-22. (MUFASSAL) DEFTER-İ HÂNEHÂ-İ AVÂRIZ-I KAZÂ-İ SİROZ ‘AN-TAHRÎR-İ CEDÎD-İ MEHMED EFENDİ ‘AN-HALÎFE-İ MEVKÛFÂT EL-VÂKΑ FÎ-SENE 1109 MAHALLÂT-I MÜSLÜMÂNÂN-I NEFS-İ KASABA-İ SİROZ Hânehâ-i Askerî – 19

MAHALLE-İ BEDREDDİN Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâde – 22

Hânehâ-i Askerî – 10

MAHALLE-İ DOĞAN BEG Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâde – 7

Hânehâ-i Askerî – 18

MAHALLE-İ EL-HAC ALİ Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 5

Hânehâ-i Askerî – 13

MAHALLE-İ TANRIVERDİ Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 4

Hânehâ-i Askerî – 14

MAHALLE-İ DEBBAĞ MURAD Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 3

Hânehâ-i Askerî – 12

MAHALLE-İ KOYUN YUSUF Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân Müslüman – 2 Zımmî – 6

Hânehâ-i Askerî – 12

MAHALLE-İ YENİCE Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 5

Hânehâ-i Askerî – 16

MAHALLE-İ KİRİŞCİ KURD Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 8

Hânehâ-i Askerî – 18

MAHALLE-İ HEKİM DÂVUD Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 12

Hânehâ-i Askerî – 7

MAHALLE-İ ARAB HATİB Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 13

Hânehâ-i Askerî – 13

MAHALLE-İ GÂZÎ EVRANOS Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 14

Hânehâ-i Askerî – 23

MAHALLE-İ ESLİME HÂTUN Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 14

Hânehâ-i Askerî – 10

MAHALLE-İ SULTAN MURAD HAN CÂMİ-İ ATÎK Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 6

Hânehâ-i Askerî – 10

MAHALLE-İ HALİL PAŞA Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 5

Hânehâ-i Askerî – 15

MAHALLE-İ ÇAŞNIGİR İLYAS Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 7

Hânehâ-i Askerî – 26

MAHALLE-İ HAZÎNEDAR Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 11

Hânehâ-i Askerî – 30

MAHALLE-İ BÂCDÂR HAYREDDİN Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 14

60


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri

Hânehâ-i Askerî – 5

MAHALLE-İ İSMÂİL BEG Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 4

Hânehâ-i Askerî – 10

MAHALLE-İ KARA HAMZA Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 3

Hânehâ-i Askerî – 14

MAHALLE-İ MÛSÂ ÇELEBİ Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 7

MAHALLE-İ AŞAĞI KAMENİÇA Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Zımmiyân-ı Avârız-dâdegân – 21 MAHALLE-İ ÂİŞE HÂTUN Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 11

Hânehâ-i Askerî – 34

MAHALLE-İ DARBHÂNE Mahalle-i mezbûr hîn-i fetihden beru avarızhânesi viregelmediklerin ve yedlerinde olan mu‘âfiyetleri zâyi‘ olduğun ahâlî-i mahalle ihtiyâr itmegin şerh virildi [Hânehâ-i Askerî] – 16 Zımmiyân-ı Mahalle-i Mezbûr – 8 Cemâat-i Yahûdiyân-ı Nefs-i Siroz – 9 Odahâ-i Yahûdiyân-ı Kara Ahmed Ağa – 30 Harâb – 16 MAHALLE-İ SÜLEYMAN BEG Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 4

Hânehâ-i Askerî – 9 Hânehâ-i Askerî – 16

MAHALLE-İ HARAÇCI Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 6

Hânehâ-i Askerî – 29

MAHALLE-İ TATAR HÂTUN Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 15

Hânehâ-i Askerî – 13

MAHALLE-İ DİVRİ Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 5 MAHALLE-İ KATO KONOZİ Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân-ı Zımmiyân – 34 Bostanhâ – 6 Odahâ-i İlyas Beg Kızı Bâb – 15 MAHALLE-İ GEDİK AHMED PAŞA Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 10

Hânehâ-i Askerî – 28

MAHALLE-İ EL-HAC ÎSÂ Hânehâ-i Re‘âyâ-yı Avârız-dâdegân – 7 Zımmiyân-ı Mahalle-i Hacı Îsâ – 4

Hânehâ-i Askerî – 13

MAHALLÂT-I ZIMMİYÂN-I NEFS-İ KASABA-İ VAROŞ-I SİROZ MAHALLE-İ AYA PARASKEVİ HAVYARCI Neferen – 26 MAHALLE-İ AYA KİRYAKİ VE AYA DİMİTRA ... VE AKATA MAHİTO Neferen – 48 Doğancı – 1 Reâyâ – 47 MAHALLE-İ BOSTANCI VLAHERNA Neferen - 25 MAHALLE-İ YEŞİLLİKCİ (?) KÜRKCÜ Neferen – 43 Doğancı – 2 Reâyâ – 41

61


Turan Gökçe

MAHALLE-İ APOSTOLAKİ VLAS Neferen – 26 Dul – 1 Reâyâ – 25 MAHALLE-İ LİKOSA ATANATO (?) Neferen – 23 Doğancı – 1 Dul – 2 Reâyâ - 20 ÇİFTLİKHÂ-İ ETRÂF-I ŞEHR-İ SİROZ Çiftlik-i Hasan Ağa Bostancı sâkin-i Siroz Çiftlik-i Seyyid Mehmed Efendi Kadı Mollazâde der-mahalle-i Kameniça sâkin-i Siroz Çiftlik-i Veli Efendi İmam-ı Mahalle-i Bâcdâr Hayreddin sâkin-i Siroz ‘an-vakf-ı Mustafa Paşa Çiftlik-i Hazînedâr Mehmed Ağa der mahalle-i Bâcdâr Hayreddin sâkin-i Siroz

Çiftlik-i Halil Ağa Haraçcı sipâhî-i tekâüd sâkin-i Siroz Çiftlik-i Mehmed Ağa Sakalbazzâde sâkin-i mahalle-i Bâcdâr Hayreddin der- Siroz Çiftlik-i Hadîce Hâtun sâkin-i mahalle-i Bâcdâr Hayreddin der-kasaba-i Siroz

Çiftlik-i Seyyid Fâtıma bint-i Şeyh Mehmed sâkin-i Siroz Çiftlik-i Derviş Ağa der-mahalle-i Ahmed Paşa der-kasaba-i Siroz II BOA.KK.MKF-2786, s. 14-18. (MUFASSAL-İCMÂL) MAHALLÂT-I NEFS-İ KASABA-İ SİROZ Re‘âyâ neferen – 22

Re‘âyâ neferen – 7

Re‘âyâ neferen – 5

MAHALLE-İ BEDREDDİN Askerî – [20] Hatîb neferen – 3 Kadı neferen – 1 Şeyh – 1 Yeniçeri neferen – 3 Müezzin neferen – 1 Zâviye-Vakf neferen – 3 Dul Hâtun neferen – 7 Sipâhî-i timar neferen – 1 MAHALLE-İ DOĞAN BEG Askerî – [10] İmam ve Şeyh neferen – 4 Yeniçeri neferen – 2 Vakf neferen – 1 Dul neferen – 3 MAHALLE-İ EL-HAC ALİ Askerî – [18] Müteferrika – 3 Arabacı tob – 1 Sâhib-i timâr – 2 İmam neferen – 3 Kadı neferen – 2 Dul neferen – 4 Vakf neferen – 3

62

Çift – 0,5 Çift – 1,5 Çift – 1 Ortakcıyân Neferen – 1 Çift – 2 Ortakcıyân Neferen – 4 Hâne – 1 Sülüs – 1 Yekûn Hâne – 2 Çift – 1 Çift – 3 Çift – 1 Ortakcıyân Neferen – 1 Hâne Sülüs – 1 Yekûn Hâne Sülüs – 2 Çift – 1 Ortakcıyân Neferen – 2 Çift – 1


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri

Re‘âyâ neferen – 4

Re‘âyâ neferen – 3

Re‘âyâ neferen – 8 Zımmiyân – 6 Müslümân – 2

Re‘âyâ neferen – 5

Re‘âyâ neferen – 7

MAHALLE-İ TANRIVERDİ Askerî – [13] Zâim – 1 Erbâb-ı Tımâr – 2 Yeniçeri – 2 Araba-i Tob – 1 Kadı neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 2 Hatîb neferen – 1 Sâdât neferen – 1 Sipâhî neferen – 1 Müezzin neferen – 1 MAHALLE-İ DEBBAĞ MURAD Askerî – [14] Zaîm neferen – 2 Hatîb neferen – 3 Şeyh neferen – 1 Müderris neferen – 1 Müezzin neferen – 1 Kadı neferen – 1 Silahdar neferen – 1 Seyyid Hâtun neferen – 1 Vakf neferen – 3 MAHALLE-İ KOYUN YUSUF Askerî – [10] Yeniçeri neferen – 2 İmam neferen – 1 Vakf neferen – 2 Dul Hâtun neferen – 7 MAHALLE-İ YENİCE Askerî – [12] Tımar - 1 Yeniçeri – 1 Cebeci – 1 Sipâhî – 1 İsmâil Ağa müsellem neferen – 1 Yusuf neferen – 1 Müezzin neferen – 2 Dul Hâtun neferen – 2 Vakf neferen – 2 MAHALLE-İ KİRİŞCİ KURD Askerî – [17] Sipâhî-i Timar – 2 Yeniçeri – 1 Humbaracı – 1 Zâviyeî neferen – 1 Mehmed veled-i İmam neferen – 1 Voyvoda bâb – 3 Müezzin neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 3 Hasan Paşa bâb – 3 Amel-mânde neferen – 1

63


Turan Gökçe

Re‘âyâ neferen – 12

Re‘âyâ neferen – 13

Re‘âyâ neferen – 14

Re‘âyâ neferen – 14

Re‘âyâ neferen – 6

Re‘âyâ neferen – 5

MAHALLE-İ HEKİM DÂVUD Askerî – [18] Araba-i Tob – 1 Sipâhî-i Tımâr – 2 Yeniçeri – 3 Müezzin neferen – 1 İmam neferen – 2 Hatîb neferen – 2 Sâdât neferen – 1 Vakf neferen – 2 Zâviye neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 3 MAHALLE-İ ARAB HATİB Askerî – [7] Araba-i Tob – 1 Yeniçeri – 1 Müezzin neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 2 Vakf neferen – 2 MAHALLE-İ GÂZÎ EVRENOS Askerî – [10] Araba-i Tob – 2 Sipâh Mütekâid – 2 Silahdar Mütekâid – 1 Yeniçeri – 4 Kadı neferen – 1 Müezzin neferen – 1 Bâkî veled-i Mustafa neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 1 MAHALLE-İ ESLİME HÂTUN Askerî – [21] Zaîm – 1 Sipâhî-i Timâr – 3 Yeniçeri – 3 Ulûfeciyân-ı Yemîn – 1 Silahdar Mütekâid – 1 İmam neferen – 1 Müezzin neferen – 1 Zâviye neferen – 1 Vakf neferen – 4 Sâdât neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 5 MAHALLE-İ SULTAN MURAD HAN CÂMİ-İ ATÎK Askerî – [21] Kadı neferen – 2 Zâviye neferen – 2 Kayyum neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 2 Vakf neferen – 1 Hâtun neferen - 2 MAHALLE-İ HALİL PAŞA Askerî – [10] Müteferrika – 1 Sipâhî mütekâid – 1 Sipâhî-i Timâr – 1

64


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri Araba-i Tob – 1 Yeniçeri – 2 İmam neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 1 Hâtun neferen – 1 Vakf neferen – 1 Re‘âyâ neferen – 7

Re‘âyâ neferen – 11

Re‘âyâ neferen – 14

Re‘âyâ neferen – 4

Re‘âyâ neferen – 3

MAHALLE-İ ÇAŞNIGİR İLYAS Askerî – [15] Mîralay – 1 Yeniçeri – 2 Sipâhî-i Timâr – 1 Hayreddin Paşazâde – 1 Dul Hâtun neferen – 6 Hâtun neferen – 2 Vakf neferen – 1 Sâdât neferen – 1 MAHALLE-İ HAZÎNEDAR Askerî – [26] Sipah – 3 Araba-i Tob – 1 Gurebâ-i Yemîn – 1 Yeniçeri – 3 Sipâhî-i Timâr – 2 Kethüdâ-i Cây-ı Sipâh der-sâbık - 1 Piyâde neferen – 2 Vakf neferen – 2 Dul Hâtun neferen – 3 Amel-mânde Hâtun neferen – 2 İmam neferen – 2 Şeyh neferen – 1 Müezzin neferen – 1 Sâdât neferen – 1 Hâtun neferen – 1 MAHALLE-İ BÂCDÂR HAYREDDİN Askerî – [21] Araba-i Tob – 4 Sipâhî-i Timâr – 6 Yeniçeri – 3 Piyâde neferen – 4 Sâdât neferen – 1 Vakf neferen – 2 Müezzin neferen – 1 Dul Hatun neferen – 9 MAHALLE-İ İSMÂİL BEG Askerî – [5] Vakf neferen – 3 Şeyh neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 1 MAHALLE-İ KARA HAMZA Askerî – [10] Kadı neferen – 1 Şeyh neferen – 1 İmam neferen – 2 Yeniçeri neferen – 1 Vakf neferen – 3 Dul Hâtun neferen – 2

65


Turan Gökçe

Re‘âyâ neferen – 7

MAHALLE-İ MÛSÂ ÇELEBİ Askerî – [14] Yeniçeri – 1 Timâr – 2 Araba-i Tob – 1 Piyâde neferen – 1 Zâviye neferen – 3 Vakf neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 3 Sâdât Hâtun neferen – 1 İmam neferen – 1 MAHALLE-İ AŞAĞI KAMENİÇA

Zımmiyân Re‘âyâ neferen – 21 Re‘âyâ neferen – 11

Re‘âyâ-yı Müslümânân neferen – 8 Re‘âyâ-yı Zımmîyân neferen - 8

MAHALLE-İ ÂİŞE HÂTUN Askerî – [34] Yeniçeri – 6 Araba-i Tob – 1 Silahdâr – 1 Sipâhî-i Timâr – 2 İmam neferen – 1 Müezzin neferen – 1 Vakf neferen – 6 Piyâde neferen – 10 Dul Hâtun neferen – 6 MAHALLE-İ DARBHÂNE Askerî – [8] Yeniçeri neferen – 1 İmam neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 4 Harâb neferen – 1 Zâviye neferen – 1

Cemâ‘at-i Yahûdiyan neferen – 9 Odahâ-i Yahûdiyân Oda aded – 30 Harâb – 16 14 Re‘âyâ neferen – 4

Re‘âyâ neferen – 6

MAHALLE-İ SÜLEYMAN BEG Askerî – [9] İmam neferen – 1 Kadı neferen – 2 Müderris neferen – 1 Sâdât neferen – 1 Araba-i Tob neferen – 1 Vakf neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 1 Kethüdâ-i Serasker Paşa der-Mora neferen – 1 MAHALLE-İ HARAÇCI Askerî – [16] Yeniçeri neferen – 2 İmam neferen – 1 Sâdât neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 6 Vakf neferen – 2 Müezzin neferen – 1 Ağa-zâde neferen – 1 Hâtun neferen – 2

66


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri MAHALLE-İ TATAR HÂTUN Askerî – [29] Yeniçeri neferen – 4 Çavuş neferen – 1 Piyâde neferen – 4 Harâb neferen – 2 Dul Hâtun neferen – 9 Vakf neferen – 3 Zâviye neferen – 1 Sâdât neferen – 2 Hatîb neferen – 1 Şeyh neferen – 1 Müezzin neferen – 1

Re‘âyâ neferen – 15

MAHALLE-İ DİVRİ Askerî – [13] Yeniçeri neferen – 3 İmam neferen – 1 Müezzin neferen – 1 Piyâde neferen – 5 Dul Hâtun neferen – 3

Re‘âyâ neferen – 5

MAHALLE-İ KATO KONOZİ Zımmiyân Re‘âyâ neferen – 28 Bostanhâ aded – 6 Odahâ bâb – 15 Dul Zımmî neferen – 6 MAHALLE-İ GEDİK AHMED PAŞA Askerî – [28] Yeniçeri – 3 Araba-i Tob – 3 Ulûfeciyân-ı Yemîn – 1 Sipâhî-i Timâr - 1 İmam neferen – 1 Müezzin neferen – 2 Hatîb neferen – 2 Dul Hâtun neferen - 10 Harâb neferen – 1 Sâdât Hatib neferen – 1 Hâtun – 3

Re‘âyâ neferen – 10

Müslümânân Re‘âyâ neferen – 4 Zımmiyân Re‘âyâ neferen - 4

MAHALLE-İ EL-HAC ÎSÂ Askerî – [13] Sipâhî-i Tîmâr neferen – 1 Yeniçeri neferen – 1 Piyâde neferen – 1 İmam neferen – 1 Vakf neferen – 2 Müezzin neferen – 1 Dul Hâtun neferen – 6

MAHALLÂT-I ZIMMİYÂN-I NEFS-İ KASABA-İ VAROŞ-I SİROZ MAHALLE-İ AYA PARASKEVİ HAVYARCI Zımmiyân Neferen – 26 MAHALLE-İ AYA KİRYAKİ VE AYA DİMİTRA VE AKATA MAHİTO Suâl oluna Doğancı Neferen – 1 Zımmiyân Neferen – 47

67


Turan Gökçe

MAHALLE-İ BOSTANCI VLAHERNA Suâl oluna Zımmiyân Neferen – 25 MAHALLE-İ YEŞİLLİKCİ (?) KÜRKCÜ Doğancı Neferen – 2 Zımmiyân Neferen – 41 MAHALLE-İ APOSTOLAKİ VLAS Zımmiyân Neferen – 26 [Dul] Neferen – 1 MAHALLE-İ LİKOSA ATANATO (?) Doğancı Neferen – 1 Zımmiyân Neferen – 20 [Dul] Neferen – 2 ÇİFTLİKHÂ-İ ETRÂF-I ŞEHR-İ SİROZ Çiftlik-i Hasan Ağa Çiftlik-i Seyyid Mehmed Efendi Çiftlik-i Veli Efendi İmam Çiftlik-i Mehmed Ağa Hazînedâr Çiftlik-i Halil Ağa sipâhî-i tekâüd Çiftlik-i Mehmed Ağa Çiftlik-i Hadîce Hâtun Çiftlik-i Seyyid Fâtıma Çiftlik-i Derviş Ağa Yekûn Çiftlikât-ı Re‘âyâ Çift – 7 Ortakcı Neferen – 5

Çift – 0,5 Çift – 1,5 Çift – 1 Ortakcı Zımmî Neferen – 1 Çift – 2 Ortakcı Zımmiyân Neferen – 4 Çift – 1 Çift – 3 Çift – 1 Ortakcı Zımmiyân Neferen – 1 Çift – 1 Ortakcı Zımmiyân Neferen – 2 Çift – 1 Çiftlikât-ı Askerî Çift – 5 Ortakcıyân-ı Zımmiyân Neferen – 3 Yekûn Çift – 12 Ortakcı Neferen – 8 III BOA.KK.MKF-2786, S. 2-3. (İCMÂL)

KAZÂ-İ SİROZ DER-LİVÂ-İ PAŞA TETİMME-İ HÂNEHÂ-İ AVÂRIZ-I KURÂ-İ MEZKÛRÎN TÂBİ-İ KAZÂ-İ MEZBÛRE ‘AN-TAHRÎR-İ CEDÎD-İ MEHMED EFENDİ SER-HALÎFE-İ MEVKUFÂT EL-VÂKİ FÎ-SENE 1109 NEFS-İ KASABA-İ SİROZ Mahalle-i BEDREDDİN Mahalle-i DOĞAN BEG Mahalle-i EL-HAC ALİ Mahalle-i TANRIVİRDİ Mahalle-i DEBBAĞ MURAD Mahalle-i KOYUN YUSUF

Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 22 Hâne – 5,5 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 7 Hâne – 1,5 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 5 Hâne – 1 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 4 Hâne – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 3 Hâne – 0,5 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 2 Hâne – Nısf – 0,5

68


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri

Mahalle-i YENİCE Mahalle-i KİRİŞCİ KURD Mahalle-i HEKİM DÂVUD Mahalle-i ARAB HATÎB Mahalle-i GÂZÎ EVRENOS Mahalle-i ESLİME HÂTUN Mahalle-i SULTAN MURAD HAN CÂMİ‘-İ ATÎK Mahalle-i HALİL PAŞA Mahalle-i ÇAŞNIGİR İLYAS Mahalle-i HAZÎNEDÂR Mahalle-i BÂCDÂR HAYREDDİN Mahalle-i İSMÂİL BEG Mahalle-i KARA HAMZA Mahalle-i MÛSÂ ÇELEBİ Mahalle-i AŞAĞI KAMENİÇA Mahalle-i ÂİŞE HÂTUN Mahalle-i DARBHÂNE

Mahalle-i SÜLEYMAN BEG Mahalle-i HARAÇCI Mahalle-i TATAR HÂTUN Mahalle-i DİVRİ Mahalle-i KATO KONOZİ

Mahalle-i GEDİK AHMED PAŞA Mahalle-i EL-HAC ÎSÂ

Re‘âyâ-yı Zımmiyân Neferen – 6 Hâne – 2 Yekûn Hâne – 2,5 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 5 Hâne – 1 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 7 Hâne – 1,5 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 12 Hâne – 3 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 13 Hâne – 3 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 14 Hâne – 3,5 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 14 Hâne – 3,5 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 6 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 5 Hâne – 1 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 7 Hâne – 1,5 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 11 Hâne – 2,5 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 14 Hâne – 3,5 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 4 Hâne – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 3 Hâne – 0,5 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 7 Hâne – 1,5 Rub‘ – 1 Re‘âyâ-yı Zımmiyân Neferen – 21 Hâne – 7 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 11 Hâne – 2,5 Rub‘ – 1 Re‘âyâ Neferen – 17 Zımmiyân – 7 Bağçeî – 1 Yahûdiyân – 9 Hâne – 5 Rub‘ – 2 Odahâ-i Yahûdiyân – 14 Hâne – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 4 Hâne – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 6 Hâne – 1,5 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 15 Hâne – 3,5 Rub‘ – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 5 Hâne – 1 Rub‘ – 1 Re‘âyâ-yı Zımmiyân Neferen – 28 Hâne – 9 Rub‘ – 1 Bostanhâ – 6 Hâne – 2 Odahâ Bâb – 15 Hâne – 1 Müslümânân Re‘âyâ Neferen – 10 Hâne – 2,5 Re‘âyâ-yı Müslümânân Neferen – 7 Hâne – 1,5 Rub‘ – 1 Re‘âyâ-yı Zımmiyân Neferen – 4

69


Turan Gökçe Hâne – 1 Sülüs – 1 Yekûn Hâne – 2,5 Sülüs – 1 Rub‘ – 1 Re‘âyâ-yı Müslümânân Neferen – 217 Hâne – 54 Rub‘ – 1

YEKÛN Re‘âyâ-yı Zımmiyân Neferen – 76 Hâne – 25 Sülüs – 1 Bostan – 6 Hâne – 2 Odahâ – 29 Hâne – 2 Yekûn Hâne – 83 Rub‘ – 1 Sülüs – 1

MAHALLÂT-I ZIMMİYÂN-I NEFS-İ KASABA-İ VAROŞ-I SİROZ Mahalle-i AYA PARASKEVİ HAVYARCI Mahalle-i AYA KİRYAKİ ve AYA DİMİTRA ve AKATA MAHİTO Mahalle-i BOSTANCI VLAHERNA Mahalle-i YEŞİLLİKCİ (?) KÜRKCÜ Mahalle-i APOSTOLAKİ VLAS Mahalle-i LİKOSA ATANATO (?)

Zımmiyân Neferen – 26 Hâne – 8 Sülüs – 2 Zımmiyân Neferen – 47 Hâne – 15 Sülüs – 2 Doğancı Neferen – 1 Zımmiyân Neferen – 25 Hâne – 8 Sülüs – 1 Zımmiyân Neferen – 41 Hâne – 13 Sülüs – 2 Zımmiyân Neferen – 25 Hâne – 8 Sülüs – 1 Zımmiyân Neferen – 20 Hâne – 6 Sülüs – 2 YEKÛN ZIMMİYÂN Neferen – 184 Hâne – 61 Sülüs – 1

ÇİFTLİKHÂ-İ ETRÂF-I ŞEHR-İ SİROZ Çiftlik-i Hasan Ağa Bostancı sâkin-i Siroz Çiftlik-i Seyyid Mehmed Efendi Kadı Mollazâde dermahalle-i Kameniça sâkin-i Siroz Çiftlik-i Veli Efendi İmam-ı Mahalle-i Bâcdâr Hayreddin sâkin-i Siroz Çiftlik-i Mehmed Ağa Hazînedâr der mahalle-i Bâcdâr Hayreddin sâkin-i Siroz Çiftlik-i Haraçcı Halil Ağa sipâhî-i tekâüd sâkin-i Siroz Çiftlik-i Mehmed Ağa Sakalbazzâde sâkin-i mahalle-i Bâcdâr Hayreddin der- Siroz Çiftlik-i Hadîce Hâtun sâkin-i mahalle-i Bâcdâr Hayreddin der-kasaba-i Siroz Çiftlik-i Seyyid Fâtıma bint-i Şeyh Mehmed sâkin-i Siroz Çiftlik-i Derviş Ağa der-mahalle-i Ahmed Paşa der-kasaba-i Siroz

Çift – 0,5 Hâne – Sülüs – 0,5 Çift – 1,5 Hâne – Sülüs – 1,5 Çift – 1 Hâne – Sülüs – 1 Ortakcı Zımmî Neferen – 1 Hâne – Sülüs – 1 Yekûn Hâne Sülüs – 2 Çift – 2 Hâne Sülüs – 2 Ortakcı Zımmiyân Neferen – 4 Hâne – 1 Sülüs – 1 Yekûn Hâne – 2 Çift – 1 Hâne Sülüs – 1 Çift – 3 Hâne – 1 Ortakcı Zımmiyân Neferen – 1 Hâne Sülüs – 1 Yekûn Hâne Sülüs – 2 Ortakcı Zımmiyân Neferen – 2 Hâne Sülüs – 2 Yekûn Hâne – 1 Çift – 1 Hâne Sülüs – 1

Yekûn Çiftlikât Çift – 12 Hâne – 4

Ortakcıyân-ı Zımmiyân Neferen – 8 Hâne – 2 Sülüs – 2 Yekûn Hâne – 6 Sülüs – 2

70


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri

IV BOA.KK.MKF-2787, s. 4-5. (MUFASSAL)

71


Turan Gökçe

V BOA.KK.MKF-2786, s. 14-15. (MUFASSAL-İCMÂL)

72


Bir Tahrir Üç Defter: 1697-1698 Tarihli Avârız Defterlerine Göre Siroz (Serez) Şehri

VI BOA.KK.MKF-2786, S. 2-3. (İCMÂL)

73



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 75-80, İZMİR 2006.

TÜRK DÜNYASINDA SU VE SU ÜRÜNLERİ İLE İLGİLİ POLİTİKALAR Water and Aquaculture Politics in Turkish World Nejdet GÜLTEPE* Özet Su ve su ürünleri, hem stratejik olarak hem de yaşamsal olarak çok önemli bir doğal kaynaktır. Teknoloji ve hayat şartları farklılaşmasından dolayı, doğal kaynaklar sürekli olarak tahrip olmaktadır. Tüm dünya milletlerinin bu tahribatları engelleyebilmek için çalıştığı bu dönemde, Türk Dünyası, sahip olduğu tahrip olmamış su ve su ürünleri kaynaklarından yeterince faydalanamamaktadır. Mevcut su ve su ürünleri kaynaklarının geliştirilmesi ve daha iyi değerlendirilebilmesi için bu konuda ortak politikalar oluşturulmalıdır. Ortak politikaların oluşturulması Türk Dünyası bakımından, su ve su ürünleri kaynaklarından, başta stratejik nedenler olmak üzere yaşamsal ve ekonomik özelliklerinden faydalanmak için gereklidir. Anahtar Kelimeler: Strateji, Su ve Su Ürünleri Politikası, Türk Dünyası Abstract Water and aquaculture are very important natural sources both strategic and vital for all worlds. Natural sources are constantly destroying due to technologic and life condition changes. In currently, all worlds nations are working to limits these destroys but Turkish World can not benefit from own undestroyed water and aquaculture sources. Common politics must carry out to existing water and aquaculture sources’ improve and benefit. Common politics have to perform for strategic, vital and economics advantages in Turkish World. Key Words: Strategy, Water and Aquaculture Politics, Natural Source

Türkler tarihleri boyunca yaşadıkları yerleşim alanlarını su koşullarının mevcudiyetine göre seçmiştir. Hayatlarını devam ettirebilmeleri, yaşama alışkanlıklarını sürdürebilmeleri için su öncelikli şart olmuştur. Sosyal ve ekonomik anlamda geçim kaynakları olan tarım ve hayvancılık için su, her zaman elzemdir. Ticaretle uğraşmamalarına rağmen, hayat şartlarının getirisi olarak her zaman ticaret yollarına yakın bölgelerde yaşamışlar ve zaman zaman bu yolların hâkimi olmuşlardır. Orta Asya’dan dünyaya Türk Milletinin yayılışı da hep sosyal yaşamlarının getirdiği zorunluluklardan dolayı, su kavşaklarının bulunduğu bu ticaret yollarının etrafında olmuştur. Bu yayılma dönemlerinde, stratejik ve yaşamsal bir kaynak olan suyu en iyi şekilde kullanmışlar, bunun semerelerini almışlardır. Su ile ilgili politikalarda yapılan stratejik hatalar, çeşitli alanlarda sıkıntılara neden olmuştur. Gerek sosyo-ekonomik anlamda gerekse hayatın devamlılığı anlamında stratejik bakımdan suyu, tarihin akışı içerisinde çok iyi kullandığını söyleyebileceğimiz Türkler, sudan sağlanabilecek çeşitli imkân ve istihsal kaynaklarını yeterince kullanamamıştır. Bunun nedeni, birçok farklı istihsal kaynağına sahip olabilmekten kaynaklanıyor olabilir. Son yıllarda sözü edilmeye başlanan ve olası bir III. Dünya Savaşı’nın sebebi gösterilen su için % 70’i su ile kaplı olan dünyada, tarihten bu yana çeşitli savaşlar olmuştur. Geçmişte yaşanan su savaşlarının ana nedeni, suyun hâkimiyeti ele almada stratejik güç kaynağı olmasından kaynaklanmaktaydı. Günümüzde ise, su savaşları ile ülkeler arasında yaşanan su krizlerinin nedeni, hayatın devamlılığını sağlayabilmek olacaktır. Çünkü bu gün çeşitli nedenlerle dünya ülkelerinin büyük bir çoğunluğu, su sıkıntısı yaşamakta veya düşük kaliteli su kullanmaktadır. Başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok yerinde, su kaynakları insanların gerçekleştirdiği çeşitli faaliyetlerle kirlenmektedir. *

Ege Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Yetiştiricilik Bölümü Doktora Öğrencisi

75


Nejdet Gültepe

Gezegenimizin %70’i su ile kaplı olmasına karşın, bunun sadece %2,5’luk kısmı, tatlı sudan oluşmaktadır. Bunun da yaklaşık %70’i, Antarktika ve Grönland buzullarında bulunmaktadır. Kalan bölümün büyük bir kısmını da topraktaki nem ve erişilemeyen yeraltı suları oluşturmaktadır. Dünyadaki suyun % 0,08’inden daha az bir bölümü, insanların kullanımına doğrudan erişim olanağı sunmasına rağmen bu da oldukça düzensiz bir dağılım göstermektedir. Yerkürede halen yaklaşık 1,1 milyar kişi güvenli su kaynağından yoksundur. Bununla birlikte, erişimi kısıtlı içilebilir su kaynakları; nüfus artışı, çevre kirliliği ve endüstriyel atıklardan dolayı kalitesinin düşmesi neticesinde azalmaktadır. Yapılan tahminlere göre dünya nüfusunun 2/3’ünün, 2025 yılı itibarı ile tatlı su sıkıntısı ile karşı karşıya geleceği öngörülmektedir. Uluslararası Su Yönetimi Enstitüsünce 2000 yılında yapılan projeksiyon sonucu, su sıkıntısı ile karşılaşacak bölgelerin haritası aşağıda verilmektedir. Avrupa nüfusunun % 31’i, yıllık su kaynaklarının % 20’sinden fazlasını kullanan ülkelerde yaşamakta, bu durum önemli bir su sıkıntısına işaret etmektedir. Doğu Avrupa, Kafkas ve Orta Asya (DAKOA) ülkelerinde içme suyu kaynaklarının mikrobiyolojik kirlenmeye maruz kalması, orta Avrupa’da tuzlarla kirlenmesi ve AB vatandaşlarının % 10’undan fazlasının izin verilen azami derişim miktarından daha fazla mikrobiyolojik kirlenmeye maruz kalması, içme suyunun kalitesinin Avrupa’da hâlâ bir sorun oluşturduğunu göstermektedir.

Su sıkıntıları ve çevre kirlenmelerinden dolayı bu gün birçok ülke, atık suları için arıtma sistemleri kurmakta ve hatta bir kısım ülkeler ise arıtma yöntemleri ile içme ve kullanım sularını sağlama yoluna gitmektedirler. DAKOA ülkelerinde birçok nehrin, gölün, yeraltı suyunun ve kıyının ağır metaller ve petrol gibi tehlikeli maddelerle kirlendiği görülmüştür. Bu kirlilik şehirlerin çıkışlarında, sanayi bölgeleri ile tarım alanlarında ve maden bölgelerinde yer alan sorunlu alanlarda yoğunlaşmıştır. Bu sorunlu alanlar dışında nehir ve göl sularının kalitesi, Avrupa ülkelerine kıyasla daha yüksektir. Karadeniz’de, Hazar Denizi’nde ve Akdeniz’de çeşitli kaynakların neden olduğu petrol kirliliği önemli bir sorun oluşturmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde, 1970’li yıllardan bu yana, atık su arıtma seviyesi ile arıtma tesislerine bağlı olan nüfus oranında önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde nüfusun % 25’i, çoğu ikincil arıtma işlemi uygulayan atık su arıtma tesislerine bağlıdır. DAKOA ülkelerinde ise atık su arıtma işlemleri; atık su arıtma tesislerine bağlı nüfus oranı, uygulanan arıtma seviyesi ve mevcut arıtma tesislerinin işletme verimliliği açılarından çok düşük seviyededir.

76


Türk Dünyasında Su ve Su Ürünleri ile İlgili Politikalar

1980 ile 1990’ların sonu itibariyle, Avrupa’da atık su arıtma işlemlerinde bölgelere göre yaşanan değişiklikler grafikteki gibidir.

Not: Sadece tüm dönemlere ait verileri mevcut olan ülkeler dahil edilmiştir, ülke sayısı parantez içerisinde belirtilmiştir. İskandinav: Norveç, İsveç, Finlandiya. Orta Batı: Avusturya, Danimarka, Almanya, İrlanda, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, Birleşik Krallık Güney: Yunanistan, İspanya ve Portekiz Katılma: Estonya, Macaristan, Polonya ve Türkiye

Türkiye’nin Mevcut Su ve Su Ürünleri Potansiyeli Su ve su ürünleri politikalarını belirlerken, öncelikli olarak mevcut su kaynaklarının durumunu belirlememiz gerekir. Su kaynaklarını değerlendirirken, genel olarak deniz kaynakları ve tatlı su kaynakları olarak iki kısımda ele alırız. Türkiye’nin su kaynaklarının mevcut durumu, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı verilerine göre şu şekildedir. Tablo 1. Türkiye Deniz Kaynakları Potansiyeli Deniz Kaynakları

Kıyı Uzunluğu (km)

Yüzölçümü (ha)

Karadeniz Ege ve Akdeniz

7,144

23,475,000

Marmara, İstanbul ve Çanakkale Boğazları

1,189

1,132,200

TOPLAM

8,333

24,607,200

Tablo 2. Türkiye Tatlı Su Kaynakları Potansiyeli Tatlı Su Kaynakları Tabii Göller Baraj Gölleri Göletler Nehirler

Adet 200 159 750 33

Yüzey Alanı (ha) 906,118 342,377 15,500 -

77

Uzunluk (km) 177,714


Nejdet Gültepe

Eğitim-öğretim ve gerçek anlamda entansif olarak su ürünleri yetiştiriciliğine 80’li yıllarda başlanan Türkiye’de, su ürünleri üretiminin yıllara göre ton bazında üretim miktarları tablodaki gibidir. Yapılan bu üretimle hem ülke ekonomisine katma bir değer sağlanmış hem de ülkede geniş bir istihdam sağlanmıştır.

2001

1999

1997

1995

1993

1991

1989

1982

800 600 400 200 0

Tatlısu Balıkları

Yetiştiricilik

Toplam

Deniz Balıkları

Başta alabalık olmak üzere çipura, levrek, sazan, midye ve karides türleri Türkiye’de yetiştirilmektedir. Son yıllarda ayrıca orkinos balığı yetiştiriciliğine de Akdeniz ve Ege Denizi’nde yapılmaya başlanmıştır. Kazakistan’ın Mevcut Su ve Su Ürünleri Potansiyeli Kazakistan, zengin yeraltı kaynakları, geniş tarım alanları, kalifiye işgücü ve önemli sanayi altyapısına sahip bir ülkedir. Kazakistan, dünyada uranyum, krom, kalay ve çinko rezervleri açısından ikinci, magnezyum rezervleri açısından üçüncü, bakır rezervleri açısından beşinci zengin ülkedir. Ayrıca, kömür, demir ve altın kaynakları açısından dünyanın ilk on ülkesi arasına giren Kazakistan, doğalgaz, petrol ve alüminyum kaynakları açısından sırasıyla on ikinci, on üçüncü ve on yedinci sıradadır. Dünya petrol rezervlerinin yüzde 5’i ve doğalgaz rezervlerinin yüzde 2’si Kazakistan’da bulunmaktadır. Ayrıca, Kazakistan 31,1 milyar tonluk kömür rezervleri ile dünya rezervlerinin yüzde 3’üne sahiptir. Toprak büyüklüğü açısından dünyanın dokuzuncu ülkesi olan Kazakistan’da tarım, önemli bir sektördür. Önemli bir buğday, et ve yün üreticisi olan ülkede tarıma elverişli topraklar 220 milyon hektar civarındadır. En önemli nehirleri Ural, Emba, Sırderya, İli ve İrtiş olan ülkede, yedi binden fazla akarsu bulunmakta fakat bu akarsuların birçoğu yaz aylarında kurumaktadır. Aral, Balkaş, Zaysan, Alakol, Tengiz ve Seletitengiz en önemli gölleri olan Kazakistan’da ülkenin en büyük gölü olan Aral gölü, bugün kuruma aşamasına gelmiştir. Suyolu taşımacılığı 6 nehir ve 2 deniz kıyısındaki liman arasında gerçekleştirilmektedir. Suyollarının uzunluğu 4,002 km’dir. Başlıca deniz limanları, Hazar Denizi kıyısındaki Atırav ve Aktav ticaret limanlarıdır. Bugün suyolu taşıma limanlarının tamamına yakını özel sektöre aittir. Nehir ulaşımı ciddi teknik sorunlarla uğraşmaktadır. Nehir taşımacılığında kullanılan gemilerin yüzde 40’ı yenilenmeye ihtiyaç duymaktadır. Gemi inşa imkanları kısıtlıdır ve nehir tabanları yeterince temizlenmemektedir. Mevcut su potansiyelinden faydalanılarak enerji üretim sektörüne hizmet veren 5 hidroelektrik santraline sahiptir. Bunun yanında Kazakistan’ın güney bölgelerindeki hidroelektrik enerji üretimine uygun akarsu potansiyeli yeterince kullanılamamaktadır. Kazakistan’ın metal ve tahıllar gibi diğer önemli ihraç kalemleri de uluslar arası piyasalardaki fiyat dalgalanmalarından büyük oranda etkilenen ürünlerdir. Bu nedenle, Kazakistan’ın dış ticaret politikasında ihracat kalemlerinin çeşitlendirilmesi en önemli önceliklerinden birisini teşkil etmektedir. Bu çeşitlendirme için Kazakistan su ürünleri yetiştiriciliği bakımından yeterli su havzalarına ve su potansiyeline sahiptir. Kazakistan’ın su havzalarında, başta bir çok endemik türler olmak üzere toplam 19 adet balık türü bulunmaktadır.

78


Türk Dünyasında Su ve Su Ürünleri ile İlgili Politikalar

Hazar Havzası’nda tamamı endemik olmak üzere Caspiomyzon wagneri, Alosa kessleri, Salmo trutta caspius, Stenodus leucichthys leucichthys ve Rutilus kutum balık türleri bulunmaktadır. Aral-Sırderya Havzası’nda Acipenser nudiventris hariç diğerleri endemik olmak üzere Pseudoscaphirhynchus fedtschenkoi, Salmo trutta aralensis, Aspiolucius esocinus, Barbus brachycephalus brachycephalus, Barbus capito conocephalus ve Capoetobrama kuschakewitschi orientalis balık türleri bulunmaktadır. İrtiş Havzası’nda endemik olmayan Hucho taimen, Stenodus leucichthys conny ve Brachymystax lenok balık türleri bulunmaktadır. Balkaş Havzası’nda ise endemik türler olan Schizothorax argentatus pseudaksaiensis ve Perka schrenki ile endemik olmayan Acipenser nudiventris ve Barbus brachycephalus brachycep balık türleri bulunmaktadır. Biyolojik çeşitliliğin bu kadar zengin olduğu Kazakistan’da, su ürünleri yetiştiriciliğinin yeterli düzeyde olmaması düşündürücüdür. Genel olarak Kazakistan’da yapılan su ile ilgili projeler; içme su sistemleri, atık su arıtma sistemleri ve sulama kanalları üzerinde yoğunlaşmıştır. Bugün tüm dünyada doğal kaynakların korunmasının yanında, çeşitli su ürünleri yetiştiriciliği uygulamaları yapılmakta ve bu konuda her ülke, hem kendi su ürünleri politikasını hem de ülkeler arası politikalarını oluşturmaktadır. Tablo 3. Yıllara Göre Dünyada Su Ürünleri Yetiştiriciliği (1000 ton) GURUPLAR

1992

1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999

2000

2001

2001%

BALIKLAR

9,991

11,218

13.053

14.987

17.008

18.747

19.869

21.645

22.887

24.433

50,46

KABUKLULAR

4.495

5.618

6.717

8.230

8.488

8.558

9.142

10.153

10.731

11.267

23,27

SUCUL BITKILER

5.779

6.650

6.935

6.792

7.176

7.204

8.597

9.623

10.182

10.562

21,81

984

935

1.005

1.102

1.134

1.247

1.396

1.564

1.730

1.985

4,1

2

4

7

21

36

49

70

89

100

121

0

OMURGASIZLAR

19

30

58

34

25

32

40

43

36

43

0

TOPLAM

21.270

24.455

27.775

31.166

33.867

35.837

39.114

43.117

45.666

48.411

100

EKLAMBACAKLILAR SÜRÜNGENLER

Dünyada su ürünleri yetiştiriciliğinin kıtalara göre dağılımı ise aşağıdaki şekildedir: Ülke le re göre su ürünle ri üre tim miktarı

Asya(91%)

Avrupa(4%)

G.Ame rika(%2)

K.Ame rika(%2)

Afrika(%1)

Su ürünleri üretiminde en çok dikkat çeken husus tüm dünya üretiminin % 91’lik kısmının Asya Kıtası’nda yapılmasıdır. Su ve su ürünlerinin stratejik olarak önemi, çok önemli bir besin kaynağı olması, yüksek düzeyde istihdam kapasitesi ile ülke ekonomisine katkıda bulunması gibi nedenlerle büyük bir çoğunluğu Asya Kıtası’na yayılmış olan Türk Dünyası’nın, en kısa zamanda

79


Nejdet Gültepe

ortak su ve su ürünleri politikaları oluşturmaları gerekmektedir. Bu ortak politikaların oluşturulmasında öncelikli olarak izlenecek yol: 1. Türk Dünyası Su ve Su Ürünleri Ortak Komisyonu oluşturulması, 2. Türk Devletleri Suları’nda bulunan endemik türlerin belirlenmesi ve bu türlerin yetiştirilebilme olanaklarının araştırılması, 3. Yetiştiriciliği yapılan türlerin ortak çalışma planları ile diğer ülkelere yayılımının sağlanması, 4. Ülkeler arası bilimsel işbirliği komitesi kurularak konu ile ilgili çalışan araştırmacılara araştırma ve eğitim imkânlarının sağlanması, 5. Türk Devletleri’nde bu konularda üretim yapan yetiştiricilerin bu devletlerin desteği ile imkân sağlanarak ortak ve bireysel yatırımlara yönlendirilmesi, 6. Devletler tarafından ortak bir düzenleme yapılarak yetki ve sorumlulukların belirlenip oluşturulacak komisyon tarafından gerekli kanun ve düzenlemelerin yapılıp uygulamaya geçirilmesi, 7. Ülkelerin sosyo-ekonomik ve coğrafik durumları dikkate alınarak su ve su ürünleri ile ilgili yan sektörlerin oluşturulması şeklinde özetlenebilir. Uygulanabilirliği zor olmayan bu politikalarla globalleşen dünya süreci içerisinde Türkler tarihleri boyunca hayatlarını devam ettirdikleri coğrafyalarda bugüne kadar tam manası ile faydalanamadıkları su kaynaklarından daha iyi yararlanabilecek, stratejik olarak güçlerini farklı bir alanda daha ortaya koyma imkanı bulacak ve ekonomilerine katkıda bulunabileceklerdir. Kaynaklar

Çelikkale, M. S., Düzgüneş, E. ve Okumuş, İ., 1999. Türkiye Su Ürünleri Sektörü, Potansiyeli, Mevcut Durumu, Sorunları ve Çözüm Yolları, İstanbul Ticaret Odası Yayın No: 1999-2, İstanbul 1999. DEİK, 2001. Kazakistan Ekonomisi ve Türkiye İle İlişkileri, Ekim 2001. DEİK, 2004. Kazakistan Ülke Bülteni, Kasım 2004. EEA (European Environmental Agency), 2003.Avrupa Çevre Ajansı, Avrupa’nın çevre sorunları: üçüncü değerlendirme raporu (Özet), Lüksemburg, Avrupa Toplulukları Resmi Yayınları Bürosu, Kopenhag 2003. EEA (European Environmental Agency), 2003. Avrupa’nın su kaynakları: göstergeler bazında hazırlanan değerlendirme özeti, Lüksemburg, Avrupa Toplulukları Resmi Yayınları Bürosu, Kopenhag 2003. Karaban, E., 2004. Investing in Kazakhstan’s fishes can pay of, The World Bank Group, Atsana-2004. Kılıç, İ., 2004. Nükleer Enerjinin Alternatif Kullanım Alanları: “Nükleer Desalinasyon”. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Teknoloji Dairesi, Mayıs 2004. TÜBİTAK, 2003. TÜBİTAK Vizyon 2023 Bilim ve Teknolojisi Öngörüsü Projesi, Tarım ve Gıda Paneli, Ön Rapor, Ocak-2003. www.aygazete.com/turkdunyası www.da.com.tr/dergi/DaStore/Sayi04/turkce/dosya.htm#03, Aladin, N. V. ve Plotnikov, İ. S., Hazar’da yok olan hayat. www.da.com.tr/dergi/DaStore/Sayi04/turkce/dosya.htm#03, Çağatay, E., Çölün gözündeki yaş: Aral. www.hidropolitik.hacettepe.edu.tr/index.htm www.tarim.gov.tr www.turan.tc/turk/kazak/kazak.html

80


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 81-99, İZMİR 2006.

DOĞRUDAN VE DOLAYLI OLARAK ÇİNCEYE GEÇEN TÜRKÇE KELİMELER ÜZERİNE Studies on Turkish Words Passing Directly or Indirectly into The Chinese Alimcan İNAYET* Özet Çincede diğer dillerden alınan binlerce alıntı kelime bulunmaktadır. Çinli dilcilerden Liu Zhengyan, Gao Mingkai, Mai Yongqian, Shi Youwei muhtelif dillerden Çince'ye giren 10.000 kelime (ayni kelimenin değişik şekilleriyle birlikte) tesbit etmiş ve bunları bir sözlük halinde 1984'te Shanghai Sözlük Neşriyatı’nca basılan HANYU WAILAICI CIDIAN "Çincedeki Alıntılar Sözlüğü" (A Dictionary of Loan Words and Hybrid Words in Chinese) adlı kitapta vermiştir. Bu kelimeler arasında tarihin çeşitli dönemlerinde Türkçe ve Türkçenin çeşitli lehçelerinden doğrudan ve dolaylı olarak Çinceye geçen yüzlerce Türkçe kökenli kelime vardır. Bu kelimelerin bir kısmı belirli dönemlerde değişik nedenlerle Çince’ye geçmiş, ama fazla kullanılmamıştır. Bir kısım kelimeler ise bugünkü Çincede de yoğun olarak kullanılmaktadır. Biz bu yazıda söz konusu kitaptan tespit ettiğimiz Türkçe kökenli kelimeleri tasnife tabi tutarak gerekli açıklamalarıyla birlikte bir liste halinde vermeye çalıştık. Anahtar Kelimeler: Alıntı, Çince, Dolaylı, Türkçe. Abstract There were thousands loan-words in Chinese. Chinese linguist Liu Zhengyan, Gao Mingkai, Mai Yongqian, Shi Youwei determined 10 thousands loan-words in Chinese and published them in “A Dictionary Of Loan Words and Hybrid Words in Chinese” in 1984. We have determined a great many loan-words from Turkish and Turkic dialect by directly and indirectly in this dictionary and classified and listed them in this article. Key Words: Loan, Chinese, indirectly, Turkish

Çince kelime hazinesi bakımından dünyanın zengin dillerinden biri sayılır. Çincenin bu zenginliği onun kelime türetmedeki kendine has özelliğinin yanı sıra değişik dillerden hiç çekinmeden kelime almasına da bağlıdır. Bugün Çince zengin kelime hazinesiyle başta Türkçe olmak üzere Japon, Kore, Mançu, Moğol, Tibet gibi komşu ülke dillerine binlerce kelime veren dil konumuna geldiyse, bu, tarih boyunca Türkçe, Moğolca, Mançuca, Japonca, Tibetçe, İngilizce, Fransızca, Rusça, Sanskritçe, Farsça, Arapça, İbranice ve Malayca gibi çeşitli dillerden aldığı binlerce kelime sayesinde olmuştur. Ancak Çincenin yabancı dillerden alıntı yapmadaki özelliği ve telaffuzunun diakronik (artzamanlı) ve sinkronik (eşzamanlı) olarak değişken olma özelliğinden dolayı alıntıların pek çoğu tanınmaz hale gelmiştir. Buna rağmen Liu Zhengyan, Gao Mingkai, Mai Yongqian, Shi Youwei gibi Çinli dilciler muhtelif dillerden Çinceye giren 10.000 kelime (ayni kelimenin değişik şekilleriyle birlikte) tesbit etmiş ve bunları bir sözlük halinde 1984'te Shanghai Sözlük Neşriyatı’nca basılan HANYU WAILAICI CIDIAN "Çincedeki Alıntılar Sözlüğü" ( A Dictionary of Loan Words and Hybrid Words in Chinese) adlı kitapta vermiştir. Biz bu yazıda sadece doğrudan ve dolaylı olarak Çinceye geçen Türkçe kelimeler üzerinde durduk. Söz konusu sözlükte tarihin çeşitli dönemlerinde Türkçe ve Türkçenin çeşitli lehçelerinden doğrudan Çinceye geçen kelimelerin yanı sıra diğer diller aracılığıyla geçen kelimeler de bulunmaktadır. Türkçe kaynaklı gösterilen kelimelerin bir kısmını Arapça ve Farsça kökenli kelimeler teşkil etmektedir. Moğolca, Tibetçe, Kıtanca, Rusça, İngilizce kaynaklı gösterilen kelimelerin bir kısmını da Türkçe kelimeler teşkil etmektedir. Biz sözlükte dağınık halde bulunan Türkçe kelimeleri büyük bir özenle tespit etmeye çalıştık. Tespit edilen kelimeleri tasnife tabi tuttuktan sonra, gerekli açıklamalarıyla birlikte liste halinde verdik. Kelimelerin sözlükteki orijinal şekillerini mümkün olduğunca aynen vermeye çalıştık. Ancak bazı özel işaretleri bilgisayar ortamında yazmak kolay olmadığından, bu tür işaretlerin, Türk çeviri yazısındaki en

*

Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.

81


Alimcan İnayet

yakın karşılıkları kullandık. Mesela, sözlükteki “toɣ ” kelimesini “toğ” şeklinde verdik. Sözlükte Türkçe kelimelerin anlamları ayrıntılı açıklanmıştır. Ancak bu kelimelerin anlamları Türkiye’de herkesçe bilindiği için ayrıntılı açıklamaya gerek duymadık, sadece gerekli açıklamaları yaptık. Sözlükte bazı kelimelerin Çincedeki birden fazla yazılış şekilleri verilmiştir. Biz sadece madde başlığı olarak verilen şekillerini tercih ettik. A. Doğrudan Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler 1. Huncadan Çinceye Geçen Kelimeler HWC.'de 28 kelime Hunca kaynaklı gösterilmiştir. Bunlardan 14'ünün orijinal şekli gösterilmiş, 14'ünün ise gösterilmemiştir. Orijinalı gösterilmeyen kelimelerin Eski Çincenin telaffuz kurallarına göre yeniden yapılandırılması (reconstruction) gerekmektedir. Hunca kaynaklı gösterilen 单于 chányú "Hun hükümdarı" (XHC.,s. 117), 骆驼 luòtuo "deve" (XHC., s. 752), 鲜卑 xiānbēi "Siyanpi" ( XHC., s. 1246), 猩猩 xīngxīng "şempanze" (XHC., s. 1288) gibi 4 kelime bugünkü Çincede çok kullanılmaktadır. Hunca kaynaklı gösterilen kelimeler şunlardır: 1. 单于chányú "Hun hükümdarlarının unvanı"< Hun. sanok / tsanak, HWC., s. 63 2. 撑梨 chēnglí "tanrı"< Hun. tängri [Türkçesiyle aynıdır], HWC., s. 65 3. 撑梨孤涂单于 chēnglígūtū chányú "Hun hükümdarlarının tam unvanı" < Hun. tängri toğ sanok [tängri "gök ", toğ "oğul ", sanok "muazzam" anlamındadır], HWC., s. 65 4. 橙黎独孤 chēnglídúgū "Gök oğlu"< Hun. tängri toğ , HWC., s. 65 5. 逗落 dòuluò "mezar" < Hun. tou - lo / tu - lo, HWC., s. 84 6. 孤涂 gūtú "Hun hükümdarlarının unvanı"< Hun. toğ [Aslı anlamı " oğul "dur < Tü. toğ " doğurmak "], HWC., s. 122 7. 谷蠡 gŭlí "Hunlarda askeri ve memuri işleri idare eden, yabğu derecesinin altında bir rütbe adıdır."< Hun. tura, HWC., s. 124 8. 骨都候 gŭdūhóu "Hunlarda yabancı soylu aristokratların üstlendiği rütbe adı olup, Chanyu ve sağ-sol vezirin yardımcısıdır" < Hun. gudu, HWC., s. 124 9. 郭洛 guōluò "kemer" < Hun. qwağlag / qwağrag, HWC., s. 127 10. 径路 jìnglù " Hun kılıcı" < Hun. king - luk [Aslı anlamı "satır" dır < Tü. qyng hr⇑q. Tü. qïlïç; kilidji " kılıç "tan geldiği de söyleniyor], HWC., s. 163 11. 骆驼 luòtuo "deve" < Hun. dada, HWC., s. 219 12. 絡鞮 luòdī "bir çeşit ayakkabı" < Hun. HWC., s. 219 13. 瓯脱 ōutuó "1. sınır gözetim evi; 2. her iki tarafın egemenliğinde olmayan sınır arazi" <Hun.HWC., s. 263 14. 祁连 qílián "gök, tanrı" < Hun. HWC., s. 283

82


Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine

15. 且渠 qiĕqú "Hunlarda rütbe adı" < Hun. HWC., s. 287 16. 日逐 rìzhú “Hun kağanlık sarayındaki görev unvanı” < Hun. ( HWC., s 292 ) 17. 尸逐 shīzhú "Hunlarda rütbe adı"< Hun. HWC., s. 315. 18. 师比 shībǐ "Hunlarda kullanılan, üzerinde serbi denilen hayvanın sembolü işlenmiş bir çeşit kemer” < Hun. serbi,HWC., s. 315 19. 屠耆王 túqíwáng "Hunlarda chanyudan sonra en yüksek rütbedir" < Hun. HWC., s. 346 20. 温禺鞮 wēnyúdī "Hun kağanlık sarayındaki görev ünvanı" < Hun. HWC., s. 358 21. 吾斯 wŭsī “kağanlık sarayı" < Hun. HWC., s. 363 22. 鲜卑 xiānbēi "1. aslında eskiden Siyanpilerin kutsal bildikleri, dolayısıyla onu kabile adı olarak kullandıkları bir çeşit hayvandır; 2. bu tür hayvanın sureti işlenmiş kemer" < Hun. serbi HWC., s. 371 23. 猩猩 xīngxīng "şempanze" < Hun. HWC., ss. 374-375 24. 烟支 yānzhī "1. çiçek adıdır, 2. tütün çiçeğinden yapılmış, bayanların kullandıkları makyaj malzemesidir" < Hun. HWC., s. 381 25. yānzhī "Hunların evlenmiş kızlara verdikleri isimdir; 2. Han sülalesi döneminde Hunların kağanın hatununa verdikleri isimdir" < Hun. HWC., s. 381 26. yùjiān "Hunlarda rütbe adı" < Hun. HWC., s. 397 27. 斩将 zhănjiāng "Hun kağanlık sarayındaki görev adı" < Hun. HWC., s. 403 28. 赀 zī "köle" < Hun. ze, HWC., s. 409 2. Türkçeden Çinceye Geçen Kelimeler HWC.'de 52 kelime Türkçe kaynaklı gösterilmiştir. Bunların 屋利设 wùlìshè hariç tümünün Türkçedeki orijinal şekli de gösterilmiştir. Bunlardan para anlamındaki "tenge" kelimesiyle bir tür çiçek adı olan "çambağ" kelimesinin Sanskritçe kökenli olduğu ifade edilmiştir. 琥珀 hǔpò ve 萨宝 sàbǎo kelimelerinin kökeni ise belirlenememiştir. Türkçeden Çinceye geçmiş kelimelerden bì lì "çalğı aleti"(XHC., 60), 箜篌 kōnghóu "kopuz"( XHC., s. 648), 真珠 zhēnzhū "inci"(XHC., s. 1467) bugünkü Çincede de kullanılmaktadır. Türkçe kaynaklı gösterilen kelimeler şunlardır: 1. 阿波 ā bō "rütbe adı" < Tü. apa, HWC., s. 1 2. 艾乌赤 àiwūchì "danışma bürosu"< Tü. ayruçï, HWC., s. 16 3. 爱登凝黎 àidēng nínglí "ay tanrısı"< Tü. aï-tängr〈, HWC., s. 16 4. 巴儿思 bā’érsī "pars" < Tü. bars, HWC., s. 26

83


Alimcan İnayet

5. 觱篥 bìlì "Eski dönemdeki borulu çalğı aleti. Han sülalesi döneminde batı ülkelerinden girmiştir, Tang, Song sülalesi ziyafet müziklerinin önemli çalğısıdır"< Tü. bäri / beri, HWC., s. 44-45 6. 勃布 bóbù “pamuktan yapılmış kumaş” < Tü. böz, HWC.,s. 53 7. 伯克 bókè "beylik. Qing sülalesi döneminde Xinjiang (Doğu Türkistan) Uygur bölgesinde "beylik" tesis edilmiş olup, her derecedeki beylik babadan oğula miras kalma özelliğine sahiptir" < Tü. bäg, HWC., s. 53 8. 不儿忽惕 bùérhūtì "kartal" < Tü. bürküt, HWC., s. 56 9. 啜 chuò "rütbe adı" < Tü. çor, HWC., s. 67 10. 达干 dágān "Türklerde rütbe adıdır"< Tü. tarqan, HWC., s. 69 11. 登利 dēnglì "gök, ilah" < Tü. tängri, HWC., s. 77 12 匐你 fúnĭ "içki" < Tü. bägni, HWC., s. 108 13. 哥思哥油 gēsīgēyóu "kurt yağı" < Tü. qasqïr yağ, HWC., s. 116 14. 骨豽 gǔna "deniz ayısı" < Tü. kuna, HWC., ss.124-125 15. 合俱录 héjùlù " yiğitliği dolayısıyla itibar kazanmış kimse" < Tü. älp külüg, HWC., s. 136 16. 琥珀 hǔpò "bir çeşit süs taşı" < Tü. xubix. Suriyelilerin dilindeki harpax< Yunancadan geldiği, bir de Orta Çağ Farsçası (Pehlevice)ndaki kahrupai'dan geldiği söyleniyor. HWC., s. 141 17. 火不思 huŏbùsī "kopuz"< Tü. qobuz / qûpûz, HWC., s. 145 18. 芨芨草 jījīcǎo "bir çeşit bitki, hem yem olarak kullanılır, hem de sepet örülebilir "< Tü. çi, HWC., s. 147 19. 可敦 kèdūn "Eski dönemde Türklerde ve Moğollarda kağanların hanımlarına verilen hürmet adıdır" < Tü. qatun, HWC., s. 184 20. 可汗 kèhán "Eski dönemde Türklerin en yüksek hükümdarlarına verdikleri hürmet adı"< Tü. qağan, HWC., s. 184 21. 箜篌 kōnghóu "Eski dönemdeki telli çalğı aleti, küçükleri en az 5 telli, büyükleri en çok 25 telli olurlar" < Tü. qobuz, qupuz, HWC., s. 190 22. 阙律啜 quēlǜchuò "şerefli" < Tü. külüg-çor, HWC., s. 290 23. 若鞮 ruòdī "iyi, üstün yetenekli, saygı değer kimse" < Tü. yaqçi, zaqçi, HWC., s. 293 24. 萨宝 sàbǎo "Kuzey Qi, Sui, Tang sülaleleri döneminde zerdüşt din işlerine bakan memur" < Tü. sarbov, HWC., s. 295 25. 沙钵略 shābōlüè "rütbe adı" < Tü. išbara, HWC., s. 305

84


Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine

26. 设 shè "Türk ve Uygurlarda askeri rütbe adı" < Tü. šad, HWC., s. 310 27. 俟利发 sìlìfā "rütbe adı" < Tü. iltäbir, HWC., s. 326 28. 苏 sū "su" < Tü. su, HWC., s. 326 29. 娑墨 suòmò "sevimli" < Tü. säbig, säbäg, HWC., s. 330 30. 塔勒 tǎlè "söğüt ağacı" < Tü. tal, HWC., s. 335 31. 特勤 tèqín "Türk ve Uygur kağanlarının oğul ve kardeşlerinin üstlendikleri görev" < Tü. tägin, tegin, HWC., s. 341 32. 腾格 ténggé "Eski dönemde Türk ve Uygur bölgelerinde kullanılan madeni para" < Tü. tanga, tängä < Skr. tanka, Uyg. tenge, HWC., s. 342 33. toūshí "tunç" < Tü. tuç, HWC., s. 345 34. 秃鹿麻 tūlùmá "pamuktan yapılmış bir çeşit kumaş" < Tü. turma, HWC., s. 346 35. 吐屯发 tŭtúnfā "Türklerde memuri görev adı" < Tü. tutunbat, HWC., s. 347 36. 吐屯设 tŭtúnshè "Sui sülalesi dönemindeki Türklerde rütbe adı" < Tü. tutunšad, HWC., s. 347 37. 脱思高儿 tuōsīgā’ĕr " av kuşatanlar"< Tü. tosqawul, HWC., s. 350 38. 乌沙克 wūshākè "küçük"< Tü. ušaq, HWC., s. 362 39. 邬落 wuluò "yük hayvanı" < Tü. ulağ, HWC., s. 363 40. 屋利设 wùlìshè "Sui sülalesi dönemindeki Türklerde rütbe adı" < Tü. HWC., s. 363 41. xiéyújiāsī "devletin bilgesi ya da danışmanı; insanların yol göstericisi" < Tü. il ügäsi [il "devlet; halk; yurt", ügäsi "akıllı, zekalı"], HWC., s. 373 42. 烟齐 yānqí "köle" < Tü. ençi, HWC., s. 381 43. 盐 yán "şarkı" < Tü. yïr, HWC., s. 382 44. yèluòhé "çevik, yiğit" < Tü. elaha, HWC., s. 385 45. 叶尔 yè’ĕr "bölge, yer" < Tü. yer, HWC., s. 385 46. 叶护 yèhù "Türklerde rütbe adı" < Tü. yabğu, HWC., s. 385 47. 乙斤 yĭjīn " Türk kabile önderlerinin unvanı" < Tü. irkin, HWC., s. 388 48. 亦都护 yìdūhù "beş sülale on devlet dönemindeki Koço Uygurlarının önderi” < Tü. idiqut < ïdiq qut "kutsal hükümdar", HWC., s. 389 49. 玉兹 yùzī "kısım, taraf" < Tü. yüz, HWC., s. 397

85


Alimcan İnayet

50. 扎都尊 zhādúzún "hazırlık" < Tü. yaptursun, HWC., s. 401 51. 瞻匐 zhānfú "bir çeşit çiçek" < Tü. çambag [ < Skr. campaka ], HWC., s. 403 52. 真珠 zhēnzhū "inci" < Tü. inçü, HWC., s. 404 3. Siyanpiceden Çinceye Geçen Kelimeler HWC.'de Siyanpiçe kaynaklı gösterilen kelimeler arasında 48 kelime Türkçe kökenlidir. Bunlar şunlardır: 1. 阿摩敦 āmódūn “anne”. “modun, modun” şeklinde de yazılır. <Siy. aβaγatun HWC., s. 9 2. 阿真 ā zhēn “kral sarayındaki mutfak” <Siy., HWC., s. 14 3. 阿干āgān “kardeş, büyük, değerli” <Siy., HWC., s. 4 4. 拔列 báliè “köprü” <Siy., HWC., s. 32 5. 跋 bá “toprak” <Siy., HWC., s. 32 6. 比德真 bĭdézhēn “katip, yazıcı” <Siy. <Tü.- Mo. bitigči(n); bitäkčin, pitäkčin, HWC., s. 41 7. 叱奴 chìnú “kurt” < Siy., HWC., s. 65 8. 处 chŭ “kabul etmeyi ifade eden ünlemdir” <Siy., HWC., s. 66 9. 多白真 duōbáizhēn “piyade asker” <Siy. tabaqčiin, HWC., s. 87 10. 拂竹 真 fúzhúzhēn “menzil emini” <Siy., HWC., s. 106 11. 附真 fùzhēn “aristokratların mutfağı” <Siy., HWC., s. 109 12. 纥干 hégān “dayanak” <Siy., HWC., s. 136 13. 曷剌真 hélázhēn “süvari, atlı asker” <Siy.allačin, s. 137 14. 贺若 hèruò “sadık, bağlı” <Siy., HWC., s. 137 15. 候尼于 hòuníyú “talihlinin oğlu” <Siy., HWC., s. 139 16. 后 hòu “toprak” <Siy., HWC., s. 139 17. 可薄真 kĕbózhēn “kapıcı” <Siy. <Tü.-Mo. qabïğčï(n) <Tü. qapuçı "kapıcı" (G. Doerfer, s. 536), HWC., s. 183 18. 可孙 kĕsūn “kraliçe” <Siy. khasun <Tü. qatun, HWC., s. 184 19. 莫贺 mòhè “baba” <Siy., HWC., s. 246 20. 莫提 mòtí “müfettiş derecesinde bir memuriyet ünvanıdır” <Siy., HWC., s. 247

86


Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine

21. 木骨闾 mùgúlü “kel” <Siy., HWC., s. 249 22. 朴大真 púdàzhēn "hükümdarların giysilerine bakan kimse" < Siy. <Tü. bögtäg “Eski Türk aristokrat kadınlarının bir çeşit yüksek başlık”, HWC., s. 280 23. 乞伏 qĭfú “küçük oğul” <Siy., HWC., s. 284 24. 乞害真 qĭhàizhēn “cellat” <Siy., HWC., s 284 25. 乞万真 qĭwànzhēn “tercüme memuru” <Siy. <Mo. kälmärčin “tercüme memuru”, HWC., s. 284 26. 屈孑 qūji “alçak” <Siy., HWC., s. 289 27. 桑乾 sāngqián “korunan yer” <Siy. sagan, HWC., s. 301 28. 是楼 shìlóu “yüksek” <Siy., HWC., s. 318 29. 俟汾 sìfén “ot” <Siy. HWC., s. 326 30. 俟勤地何 sìqíndìhé “bakan derecesinde bir görev unvanı” <Siy., HWC., s. 326 31. 索度真 suŏdùzhēn “koruyucu, koruma” <Siy. saqdaqčiʼn, saqdučiʼn, HWC., s. 331 32. 蹋 tà “Eski Siyanpilerin gök tanrıya tapmadan önce düzenledikleri bir çeşit tören” <Siy. tag <Tü. tag, HWC., s. 333 33. 铁弗 tiĕfú “babası Hun, annesi Siyanpi olan insan” <Siy., HWC., s. 344 34. 秃发 tūfā “yorgan” <Siy., HWC., s. 345 35. 吐奚 tŭxī “eski, kadimi” <Siy., HWC., s. 347 36. 推寅 tuīyín “araştırmayı derinleştirmek” <Siy., HWC., s. 348 37. 托 tuō “toprak” <Siy., HWC., s. 348 38. 托铎 tuōduó “ne ilah, ne de insan olan mahlukat” <Siy., HWC., s. 348 39. 乌矮真 wū ăizhēn “birliğe girecek olan yabancı soyadlıları idare eden memur” <Siy. uaġaičin, HWC., s. 360 40. 屋引 wūyĭn “ev” <Siy., HWC., s. 363 41. 咸真 xianzhēn “menzilhane süvarisi” <Siy. <Tü.-Mo. yamči(n) <Mo. yam “istasyon, durak”, ĵam “yol”, HWC., s. 371 42. 羊真 yángzhēn “memuriyet unvanı” <Siy., HWC., s. 383 43. 壹斗眷 yīdòujuàn “aydınlık”<Siy., HWC., s. 388

87


Alimcan İnayet

44. 宥连 yòulián “bulut” <Siy., HWC., s. 396 45. 郁若 yùruò “asalet unvanı” <Siy., HWC., s. 397 46. 折溃真 zhéhuìzhēn “yargıç” <Siy. jilruaičin <Tü.-Mo. julura(lug)či “memur”; Mo. ĵarguči, HWC., s. 404 47. 直勤 zhíqín “imparatorun yakınları” <Siy. tägin <Tü. tägin “imparator ailesinin evlatlarının üstlendikleri görev unvanı”, HWC., s. 406 48. 直真 zhízhēn “kendi milletinin iç işlerini idare eden yönetici” <Siy. tägčin, HWC., s. 406 4. Tuyguncadan Çinceye geçen kelimeler HWC’de Tuyguncadan geçen bir kelime kaydedilmiştir. 1. 莫何 mòhé “ “baba” <Tuy. (a)bağa <Tü. bağa “küçük”, HWC., s. 246 5. Uygurcadan Çinceye Geçen Kelimeler HWC.'de 83 kelime Uygurca kaynaklı gösterilmiştir. Bunların 6'sinin Türkçe, 14'ünün Arapça, 14'ünün ise Farsça, 2'sinin Rusça, 1'nin Moğolca, 1'nin de Çince kökenli olduğu açıklanmıştır. Uygurca kaynaklı gösterilen bazı kelimeler köken itibariyle Uygurca değildir. Örneğin: aptowa (Far.), barat (Ar.), dawaz (Far.), doğa (Moğ.), gugut (Far.), majan (Ar.), nezir (Ar.), sama (Ar.), sapayi (Ar.), satar, senem (Ar.), tembur (Ar.), wehpe (Ar.). Bu kelimeler Uygurcaya yerleşerek Çinceye geçmiş kelimelerdir. 83 kelime içerisinde Türkçe kökenli olarak gösterilen 6 kelime de dahil toplam 33 Uygurca kelime bulunmaktadır. Kitapta Uygurcadaki kız ve bayanlara saygı ifadesi olarak kullanılan hinim kelimesi Farsça kökenli gösterilmiştir. Ancak buradaki hinim kelimesi han-i-m - hanım kelimesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla Türkçe kökenlidir. İki terkipli bazı kelimelerin biri yabancı kökenli, diğeri Türkçe kökenlidir. Örneğin: 阿奇木伯克 āqímùbókè " hakimbeg "<Ar. hakim- tü. beg; 安巴尔其 ānbā’ěrqí "ambarçi" <Far. ambar- Tü. çi; 普通抵项 pŭtōngdĭxiàng "pütün dihan" <Tü. pütün- Far. dihan. Uygurcadan Çinceye geçen kelimelerden 坎儿井 kăn’ĕrjĭng "yeraltı su kanalı" (XHC., s. 632), 坎土曼 kăntŭmàn " kazma " (XHC., s. 632 ), náng "ekmek" (XHC., s. 818), qiāpàn "ceket" (XHC., s. 906) Çincede de kullanılmaktadır. Uygurca kaynaklı gösterilen kelimeler şunlardır: 1. 阿不都瓦壶 ābùdūwăhú “ ibrik" < Uyg. aptowa, HWC., s. 1 2. 阿吉 ājí "Demokratik reform hareketinden önce Uygur yüksek tabaka zatlarının isimlerinin sonuna ilave edilen hürmet adıdır ". < Uyg. haji < Ar. hajji / hajj " kutsal yere bakıp tapınan " < hajja " yola çıkmak, kutsal yeri ziyaret etmek", HWC., s. 5 3. 阿大 ādà " yaşça ve itibarca büyük kimse " < Uyg.~ Kaz. ata < Tü. ata " baba, ata ", HWC., s.2. 4. 阿尔切 ā’ĕrqiē "Uygur feodal çiftliğindeki erkek uşak; ailedeki erkek köle" < Uyg. elqi (HWC., s. 4 ). 5. 阿克撒卡尔 ākèsăkă’ĕr " Uygur feodal çiftliğinin baş yöneticisi veya amiridir < Uyg. aksakal, HWC., s. 6 6. 阿娜 ānà " anne " < Uyg. ana < Tü. ana, HWC., s. 9

88


Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine

7. 阿奇木伯克 āqímùbókè " Qing Sülalesi dönemindeki Şincang Uygur bölgesinde şehir ve köy işlerini idare eden en yüksek yöneticidir " < Uyg. hakim beg [ hakim < Ar. hakim " hükümdar ". beg < Tü. ], HWC., s. 11 8. 艾捷克 āijiékè " keman" < Uyg. ğijek, HWC., s. 15 9. 安巴尔其 ānbā’ěrqí " Uygur feodal çiftliğinde ambarı idare eden insan " < Uyg. ambarqi [< Ar. anbar " depo " + Uyg. qi ( isim yapan ek ) ], HWC., 18 10. 奥他克其 à tākèqí " ortakçı " < Uyg. otakqi, HWC., s. 24 11. 巴达木帽 bādámùmào "Üzerine badem çekirdeği şeklinde nakış işlenen Uygur şapkasıdır" < Uyg. badam doppa [ badam < Far. bādām ], HWC., s. 26 12. 巴拉特节 bālātèjié "Uygur, Tacik gibi milletlerin bayramı, yani yağlı kabak bayramıdır. Genellikle ramazan bayramından 45 gün önce yapılır. Her ev yağlı kabakları bir direğe bağlayıp ateşe verdikten sonra yere dökülenleri halk ayaklarıyla çiğner, böylece bela ve kazalardan kurtulduğuna inanır". < Uyg. barat, HWC., s. 28 13. 巴依 bāyī " servet sahibi " < Uyg. bay [ < Tü. bay ], HWC., s. 31 14. 巴扎 bāzhā"pazar"< Uyg. bazar [< Far. bāzār " bir çarşı"], HWC., s. 31 15. 拜卡尔抵项 bàikă’ěr dǐxiàng "toprak ağaları için çalışan çiftçi köle" < Uyg. bikardihan (bikar "boş, işsiz ", dihan " çiftçi") [ < Far. ], HWC., s. 34 16. 伯克 bókè " yönetici, ağa " < Uyg. beg [ < Tü. ], HWC., s. 53 17. 查拉克 chálākè " ağırlık ölçü birimi, yaklaşık 5 kiloya eşittir " < Uyg. qarek [ < Far. " dörtte bir" ], HWC., s. 62 18. 春吉(土屋) chùnjí(tŭwù) "Uygurların üzüm kuruttukları toprak ev, kerpiçle yapılır, havalandırılması için dört duvarı delikli yapılır". < Uyg. qünqe, HWC., s. 67 19. 达甫(鼓) dáfŭ (gŭ) "tef" < Uyg. dap [ < Far. tabiran " tef " ], HWC., s. 69 20. 达瓦孜 dáwăzī " yüksek ip üzerinde yürüme, Uygurların geleneksel sporu. İpin bir ucu yaklaşık 30 metre yükseklikteki direğe bağlanır, diğer ucu yere çakılan bir kazığa yatay olarak bağlanır, gösterici eline aldığı uzun düz bir dayakla müzik eşliğinde ip üzerinde gösteri yapar" < Uyg. dawaz, HWC., s. 70 21. 刀朗(舞) dāoláng(wŭ) "Uygur halk dansı, genellikle festival ya da düğünlerde gösterilir" < Uyg. dolan usuli [ dolan " Güney Xinjiang (Doğu Türkistan)'daki bir nehir isminden gelmedir ], HWC., s. 75 22. 道阿 dào’ā "Eskide Uygur feodal üst tabaka zatlarının yanlarında bulundurdukları uşaklar" < Uyg. doğa, HWC., s. 75 23. 地待克 dìdàikè "çiftlikteki kadın uşak, cariye" < Uyg. didek, HWC., s. 79

89


Alimcan İnayet

24. 都阿 dūwă "dua" < Uyg. doa [ Ar. du'ā], HWC., s. 84 25. 独他尔 dútā’ĕr "iki telli saz" < Uyg. dutar [ < dut " iki " + tar "tel" < Far.], HWC., s. 85 26. 巩乃斯种羊 gŏngnăisīzhŏngyáng "ince yünlü koyun " < Uyg. küneskoyi [ künes Kuzey Xinjiang (Doğu Türkistan)daki Künes ilçesi (Yani xin yuan xian )nin adından alınmadır], HWC., s. 122 27. 古古提 gŭgŭtí "kükürt, kibrit" < Uyg. gugut, HWC., s. 123 28. 哈子伯克 hāzĭ bókè "Eski dönemdeki Uygur idareci, hakimbeğden bir kademe altındadır " < Uyg. kazbeg, HWC., s. 131 29. 海里木 hăilĭmù "bayan, hanım"< Uyg. hinim [Far.], HWC., s. 133 30. 汗 hàn "1.1949'tan önce bazı yüksek tabaka Uygur erkeklerinin adlarının sonuna ilave edilen san; 2. Uygurların bayanları ifade etmede kullandıkları san, ismin sonunda kullanılır ". < Uyg. han [ < Tü.], HWC., s. 134 31. 和桌 hézhuō "1. İslam sahabelerine, Muhammed'in soyundan gelenlere ve İslam ulemalarına, yani kutsal kişilere verilen hürmet sanı ; 2. Xinjiang (Doğu Türkistan) ve Orta Asya bölgesindeki feodal yüksek tabaka İslami zatlarının kendilerine verdikleri san, yani aristokrat" < Uyg. hoja [< Far. huājah], HWC., s. 136 32. 黑孜买提卡尔 hēizīmăitíkă’ĕr "hizmetçi" < Uyg. kizmetkar [ < Ar. hidmat veya Far. hizmat + Far. kar ( yapım eki )], HWC., s. 138 33. 吉那孜 jínàzī "tabut " < Uyg. jinaza [ < Ar. janāz ], HWC., s. 150 34. 卡隆 kălóng " Eski Uygurların çalğı aleti, şekli kanuna benzer" < Uyg. kalun, HWC., s. 170171 35. 坎儿井 kăn’ĕrjĭng "Uygur ve başka millet halklarının dağdaki kar sularıyla tarlayı sulamada kullandıkları su tesisidir, kuyular ard ardına sıralanacak şekilde kazılıp sonra dipten bir birleriyle bağlanarak yeraltı su kanalı haline getirilir " < Uyg. kariz, HWC., s. 175 36. 坎土曼 kăntŭmàn " kazma, çapa " < Uyg. ketmen, HWC., s. 175 37. 克依克卡 kèyīkèkă "yumurta sarısı ile undan yapılmış ince çörek" < Uyg. kiyikqe, HWC., s. 189 38. 苦尔 kŭ’ĕr " köle " < Uyg. kul, HWC., s. 191 39. 库尔班节 kù’ěrbānjié " kurban bayramı" < Uyg. kurban heyt [ < Ar. 'īd al-Qurbān ], HWC., s. 191-192 40. 玛江 măjiàng "Uygur ve diğer azınlık milletlerin kullandıkları süs eşyası, incileri ipe geçirmek suretiyle yapılan bir çeşit kolye" < Uyg. majan, HWC., s. 228 41. 买僧 măisēng " müezin" < Uyg. mezin [ < Ar. muazz(i)n ], HWC., s. 229

90


Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine

42. 买西热甫 măixīrèfŭ "Uygur ve diğer milletlerin küçük çaptaki geleneksel eğlence partısı, genellikle kış sezonunda evlerde düzenlenir, katılımcılar genellikle erkeklerdi" < Uyg. mexrep [ < Ar. maşrab "bar, yiyip içilen yer "], HWC., s. 229 43. 莫合烟 mòhéyān "sigara" < Uyg. mohorka [ < Rus. maxopka ], HWC., s. 246 44. 木卡姆 mùkămŭ "Melodi anlamına gelir, Uygurların münevver klasik halk müziği, 12 bölümlüdür, ' 12 makam ' diye adlandırılmıştır " < Uyg. mukam [ muhtemelen < Far. muq "şarkı" + Tü. an " şarkı " ], HWC., s. 249 45. 纳孜尔孔 nàzī’ĕrkŏng" Uygur dansı " < Uyg. nazirqum, HWC., s. 253 46. 乃孜尔 năizī’ěr "Uygurların ölenlerin ruhu için düzenledikleri bir tür faaliyet, yakın kişiler davet edilip çeşitli milli yemekler yenir" < Uyg. nezir, HWC., s. 254 47. náng "ekmek" < Uyg. nan [< Far. nān], HWC., s. 255 48. 奴古拉 núgŭlā " davul " < Uyg. nağra [ < Far. ], HWC., s. 261 49. 皮皮 pípí " Uygurların nefesli çalğı aleti" < Uyg. pipi, HWC., s. 273 50. 皮然迪克 pírándíkè "Bir çeşit şekerli bisküvi; bisküvi; pasta ". < Uyg. pranik, perendik [ < Rus. pranik ], HWC., s. 273 51. 皮牙孜 píyází " soğan " < Uyg. piyaz; Kaz. peyaz, HWC., s. 273 52. 普通抵项 pŭtōngdĭxiàng " toprak ağalarına yıllık çalışan çiftçi" < Uyg. pütün dihan [ dihan < Far. ], HWC., s. 282 53. 琪曼朵帕 qímànduŏpà "Uygurlarda bir çeşit renkli çiçek işlenmiş şapka" < Uyg. qimendoppa, HWC., s. 283 54. qiāpàn "Uygur, Tacik gibi milletlerde erkeklerin giydikleri bir çeşit yakasız uzun ceket" < Uyg. qapan, HWC., s. 285 55. 热瓦甫 rèwăfǔ "Uygurların telli çalğı aletidir. Güney Xinjiang(Doğu Türkistan)'dakisi yedi telli, Kuzey Xinjiang(Doğu Türkistan)'dakisi sadece beş telli olur" < Uyg. rawap [ < Far. rabāb ], HWC., s. 291 56. 柔巴依 róubāyī "Uygur klasik şiirindeki bir türdür. Çinlilerin dörtlüklerine benzer" < Uyg. rubay [< Far. ], HWC., s. 292 57. 肉孜节 ròuzījié "ramazan bayramı" < Uyg. Rozi heyt [ < Far. Roza < roza " perhiz " ], HWC., s. 292 58. 萨巴伊 sàbāyī "Uygur çalğı aleti" < Uyg. sapay, HWC., s. 295 59. 赛的克 sàidìkè "Eskiden her bayramda çiftçi kölelerin camiye verdikleri buğday" < Uyg. sedike [ < Ar. sadaqa " dilenciye verilen para " ], HWC., s. 298

91


Alimcan İnayet

60. 赛乃姆 sàinămŭ "Xinjiang (Doğu Türkistan)'ın çeşitli yerlerine yayılan Uygur vs. milletlerin bir tür şarkılı dansı, bir kaç şarkının dansa uyarlanmasıyla meydana gelir" < Uyg. senem, HWC., s. 299 61. 沙朗木 shālăngmù "selam" < Uyg. salam [< Ar. salām ' sağlam, barış ', İbranicedeki shālām (" barış") ile aynı kökten ], HWC., s. 306 62. 沙律 shālǜ “öğreti” <Eski Uygurca. šazin, HWC., s. 306 63. 沙曼 shāmàn "Uygurların bir çeşit dansı" < Uyg. sama, HWC., s. 307 64. 沙他尔 shātā’ĕr "Uygurların telli çalğı aleti. 13 telli olur" < Uyg. satar, HWC., s. 307 65. 索索 suŏsuŏ "Xinjiang (Doğu Türkistan) kumluklarındaki bir çeşit bitki, odun yapılır" < Uyg. söksök, HWC., s. 331 66. 塔卜 tăbù "tabut" < Uyg. tawut [< Ar. tāwūt], HWC., s. 333 67. 塔兰其 tălánqí "Aslı anlamı ekicidir. Azadlıktan önceki Mançu döneminde İli'ye göç eden Uygur çiftçilerine verilen ad" < Uyg. taranqi [< Moğ. tariyaçin " çiftçi, tekil"; tariyaçid "çiftçiler, çoğul"], HWC., s. 334 68. 坛 tán "Eskide Xinjiang(Doğu Türkistan)'ın kuzey bölgesinde pırınç tarlasını ölçmede kullanılan birim, aşağı yukarı 20 dönümdür" < Uyg. den [ < Çin. dān, shi, HWC., s. 337 69. 弹布尔 tánbù’ĕr "Uygur çalğı aleti, tanbur" < Uyg. tembur, HWC., s. 337 70. 桶翁 tŏngwēng "yakasız uzun deri giysi" < Uyg. ton ; Kaz. ton, HWC., s. 345 71. 托勒 tuòlè "aristokrat, bey" < Uyg. töre; Kaz. törê, HWC., s. 349 72. 瓦甫地 wăfŭdì “dini arsa" < Uyg. wehpe, HWC., s. 352 73. 乌麻斯 wūmásī "mısır unundan yapılan yemek" < Uyg. umaq, HWC., s. 362 74. 吾玛什 wŭmăshí "mısır eriştesi" < Uyg. umax [ muhtemelen < un + ax "yemek"ten ], HWC., s. 363 75. 吾受尔 wŭshòu’ĕr "İslamdaki dini vergilerden biri, yani dini hububat" < Uyg. uxur, huxur [Ar. iuxur "onda bir vergi"], HWC., s. 363 76. 线帕拉孜 xiànpàlāzī "pamuk ipi ya da kaba yün ipten dokulan kaba kilim" < Uyg. palaz, HWC., s. 371 77. 雅丹 yădān "kurak bölgelerde rüzgar nedeniyle oluşan bir çeşit yer şekli”. Asıl anlamı “tehlikeli kaya " < Uyg. yar, HWC., s. 379 78. 雅克西 yăkèxī "iyi, güzel" < Uyg. yahxi, HWC., s. 379. 79. 亚西姆塞斯 yàxīmŭsèsī "nasılsınız, iyi misiniz" < Uyg. yahximusiz, HWC., s. 381 80. 亚夏逊 yàxiàxùn "yaşasın" < Uyg. yaxisun, HWC., s. 381

92


Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine

81. 业切 yèqiē "Xinjiang(Doğu Türkistan)daki müslümanların aile fertleri öldükten yedi gün ve bir yıl sonra yapılan tören, hoca çağırılıp Kur'an okutulur ve yakınlarına hediye verilir" < Uyg. yette [Aslında " yedi gün" demektir], HWC., s. 384 82. 伊麻木 yīmámù "Xinjiang(Doğu Türkistan)da İslam dini görevlisi, namaz kıldıran kişi" < Uyg. imam [ Ar. imām "yönetici, yol gösterici"], HWC., s. 386 83. 依勒克其 yīlèkèqí "yıllık çalışan" < Uyg. yillikqi, HWC., s. 387 84. 扎卡特税 zhākătèshuì "İslam dinindeki vergilerin biri" < Uyg. zakat [Ar. zakāt "vergi vermek, fakirlere pul para vermek”], HWC., s. 401 5. Kazakça'dan Çince'ye Geçen Kelimeler HWC.'de Kazakça kaynaklı gösterilen 21 kelime bulunmaktadır. Bunların tümünün Kazakçadaki orijinal şekli verilmiştir. Bunlar arasındaki 拿吾肉孜节 náwúròuzījié "nevruz" kelimesi Farsça kökenlidir. 冬不拉 dòngbùlā "dombura" (XHC., s. 257) bugün Çincede de kullanılmaktadır. Kazakça kaynaklı gösterilen kelimeler şunlardır: 1. 阿肯 ākĕn "Kazakların halk şairleri ve ozanlara verdikleri isim" < Kaz. aken, HWC., s. 6 2. 阿肯弹唱 ākĕn tánchàng "Kazak halk şairlerinin atışması, bir ya da iki kişi dombura çalarak söyler, güftesi genellikle irticalen söylenir, ayrıca konuşma da vardır" < Kaz. akendar aytese, HWC., s. 6 3. 阿吾勒 āwŭlè "Kazaklarda kan bağına dayanan en küçük birlik, genel olarak bir hayvan sahibi aile ya da hayvan sahibi zenginleri temel alan, kan bağları yakın olan bir kaç aile veya ondan fazla aileden oluşur." < Kaz. awel, HWC., s. 13 4. 巴斯 bāsī "avul (kan bağına dayanan en küçük birlik) başı, belirli yetkileri vardır" < Kaz. Base < bas, HWC., s. 30 5. 包尔沙克 bào’ěrshākè "Kazaklarda yağda kızartılarak pişirilen bir çeşit yemek, una tuz ilave edilip hamur yapıldıktan sonra küçük parçalar haline getirilerek kızartılır" < Kaz. bawersak, HWC., s. 36 6. 标尔克 biào’ěrkè "Kazak ve Uygurların kışın giydikleri yuvarlak deri giysi" < Kaz. Uyg. börik/bök < Tü., HWC., s. 45 7. 别尔莱 bié’ěrlái "deri yen"< Kaz. biyelay, HWC., s. 46 8. 冬不拉 dòngbùlā "Kazakların milli çalğı aleti, koyun bağırsağından yapılan iki teli vardır" < Kaz. dombra, HWC., s. 83 9. 金特 jīntè "Kazaklarda bir yemeğin adı" < Kaz. jent, HWC., s. 162 10. 卡斯克 kăsīkè " kurt" < Kaz. kasker, HWC., s. 172 11. 柯布斯 kēbùsĭ "Kazakların milli çalğı aleti " < Kaz. kobez, HWC., s. 180 12. 克孜苦瓦尔 kèzīkŭwă’ěr "yani 'kız kovalar', Kazak genç kız ve delikanlılarının çok sevdiği bir oyun. Bir çift genç kız ve erkek atlarına binerek koştururlar, dönüş sırasında kız erkeği kovalar ve kamçısıyla erkeğe vurur" < Kaz. kez kuwar, HWC., s. 189

93


Alimcan İnayet

13. 拿吾肉孜节 náwúròuzījié "Kazakların önemli bayramının adı, İslam takvimine göre aralık ayında yapılır" < Kaz. nawerez, HWC., s. 251 14. 斯布斯柯 sībùsīkē "Kazakların milli çalğı aleti, bir çeşit kısa klarnet" < Kaz. sebezge, HWC., s. 323 15. 塔睦尔 tămù’ěr "kardeş gibi olmak" < Kaz. tamer, HWC., s. 335 16. 套麻嘎 tàomágā "kartal şapkası, av kartalının başına konur, kartalı tutmaya yarar" < Kaz. tomaga, HWC., s. 339 17. 吐麻克 tŭmákè "Kazak ve Uygur erkeklerinin giydikleri teneke biçiminde yuvarlak şapka, tilki derisinden yapılır” < Kaz. Uyg. tumak, HWC., s. 347 18. 吾鲁 wŭlŭ "kabile, soy" < Kaz. urew / uruw, HWC., s. 363 19. 耶利 yēli "Kazakların kabile, sülale ve devlete verdikleri isimdir. Bazen "uruw" (uruk) da derler" < Kaz. êl, HWC., s. 384 20. 衣什克 yīshĭkè "Kazakların bağladıkları kumaşlı kemer" < Kaz. ixik, HWC., s. 387 6. Kırgızca'dan Çince'ye Geçen Kelimeler HWC.'de 10 kelime Kırgızca kaynaklı gösterilmiştir. Kelimelerin Kırgızca şekli de verilmiştir. Bunlardan 密的支 mìdìzhī 〈"katip" Çince kökenli "yazmak" anlamındaki "piet" kelimesinden türetilmiş ve tekrar Çince'ye verilmiştir. Kırgızca kaynaklı gösterilen kelimeler şunlardır: 1. 艾列切克 àilièqiēkè "Kırgız kadınlarının eskide başlarına bağladıkları beyaz kumaştan yapılan giysi" < Kırg. elet t∫hek, HWC., s. 15 2. 包糟 bāozāo "Kırgızların bir çeşit meşrubatı" < Kırg. bozo, HWC., s. 37 3. 加尔玛 jiā’ĕrmă "Kırgızların bir çeşit meşrubatı" < Kırg. dzarma, HWC., s. 153 4. 克雅克 kèyăkè "Kırgızların eski müzik aleti" < Kırg. qhejaq, HWC., s. 189 5. 库木孜(琴) kùmùzīqín "kopuz"< Kırg. qhomuz, HWC., s. 192 6. 玛纳斯奇 mănàsīqí "Mahsus Kırgız kahramanlık destanı 'Manas'ı söyleyen halk ozanı" < Kırg. manast∫he, HWC., s. 228 7. 密的支 mìdìzhī "Kırgız hükümdarlarının saray katibi"< Kırg. bitigçi, HWC., s. 239 8. 纳仁 nàrén "Kırgızların sevdiği etli makarna" < Kırg. naren, HWC., s. 253 9. 切克满 qiēkèmăn "Kırgızların deve yünüyle dokudukları bir çeşit kumaş"< Kırg. t∫hekhmen, HWC., s. 286 10. 乌拉奇克 wūlāqíkè "Kuzu kapışma yarışına katılan kişi"< Kırg. ulaqhthe, HWC., s. 361 7. Özbekçe'den Çince'ye Geçen Kelimeler

94


Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine

HWC.'de Özbekçe kaynaklı gösterilen kelimelerin sayısı 6'dır. Bunların Özbekçedeki orijinal şekilleri de verilmiştir. Yalnız bunlardan 萨玛瓦 sàmǎwǎ "semaver" Rusça, 东布 dōngbù "tembur" ise Arapça kökenlidir. Özbekçe kaynaklı gösterilen kelimeler şunlardır. 1. 艾特克 àitèkè "üzerine nakış işlenmiş çizme" < Özb. ethik, HWC., s. 16 2. 巴斜 bāxié "Özbeklerin bir çeşit halk dansı" < Özb. başe, HWC., s. 31 3. 东布 dōngbù "Özbeklerin milli telli çalğı aleti" < Özb. thumbur, HWC., s. 83 4. 库尔达克 kù’ěrdákè "patatesle yapılan etli yemek" < Özb. qurdaq, HWC., s. 192 5. 萨玛瓦 sàmǎwǎ "semaver" < samawar [< Rus. samavar], HWC., s. 297 6. 斜格乃 xiégénăi "Özbeklerin çalğı aleti" <Özb. şaqns, HWCC., s. 373 8. Tatarca'dan Çince'ye Geçen Kelimeler HWC.'de Tatarca kaynaklı gösterilen 3 kelime bulunmaktadır. Bunların orijinal şekilleri de verilmiştir. Bu kelimeler şunlardır: 1. 忽迷思 hūmísī "kımız"< Tat. kumiz, HWC., s. 140 2. 克儿西玛 kè’ěrxīmǎ "Tatarların bir çeşit içkisi" < Tat. qheşma, HWC., s. 184 3. 克赛勒 kèsàilè "Tatarlarda bir içecek çeşidi" <Tat. khese, HWC., s. 188 B. Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Türkçeden doğrudan Çince'ye geçen kelimelerin yanısıra başta Moğolca olmak üzere Mançuca, Siyanpiçe, Kıtanca, Tibetçe, Tacikçe, Rusça, İngilizce gibi çeşitli diller aracılığıyla geçen kelimeler de bulunmaktadır. Bunları şu şekilde göstermeye çalıştık. 1. Moğolcadan Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler HWC.'de Moğolca kaynaklı olarak gösterilen kelimeler arasında 47 kelimenin Türkçe kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Biz bunları G. Doerfer'in tesbitine dayanarak belirledik. Bu kelimeler şunlardır: 1. 阿尔斯郎 ā’ĕrsīláng "arslan" < Moğ. arslan, HWC., s. 4. < Tü. arsalan, arslan ( G. Doerfer, s. 522) 2. 阿尔泰 ā’ěrtài "altın" < Moğ. altan, HWC., s. 4. < Tü. altan, altun ( G. Doerfer, s. 522) 3. 阿寅勒 āyínlè "aile, oba, köy" < Moğ. ail, HWC., s. 14. <Tü. ayil "komşuluk" (G. Doerfer, s. 523) 4. 爱兰 àilán"ayran" <Moğ. ayirag, HWC., s. 16. <Tü. ayirag "inek sütünden yapılmış kımız" (G. Doerfer, s. 523) 5. 安答 anda "and içmiş kardeş, arkadaş" < Moğ. anda, and, HWC., s. 18. <Tü. anda "yoldaş, arkadaş, dost" (G. Doerfer, s. 522). 6. 八鲁 bālŭ "gri" <Moğ. boru, HWC., s. 25. <Tü. boro "gri" ( G. Doerfer, s. 525)

95


Alimcan İnayet

7. 巴嘎 bāgā "ordu. Qing sülalesi döneminde "xihu" diye adlandırılan nahiyeden küçük birimdir. Kurtuluştan sonra İç Moğolistan Özerk Bölgesindeki hayvancılık yapılan bölgelerde gelenekteki bu ad köy dereceli memuri kurum karşılığında kullanılmaktaydı. 1954'ten sonra Baga normal köyle eşit hale getirildi" < Moğ. bag [<Türkçe. bag], HWC., s. 27 8. 巴彦 bāyàn "servet sahibi, hayvan sahibi" <Moğ. bayan, boyan, HWC., s. 31. <Tü. (G. Doerfer, s. 524) 9. 拔都鲁 bádūlŭ "kahraman, savaşçi" < Moğ. bagator, baatur, HWC., s. 31. <Tü. bagatur, batur "kahraman" (G. Doerfer, ss. 523-524) 10. 别里哥 biélĭgē "akıl, bilge" < Moğ. bilig [<Türkçe. bilig], HWC., s. 46. 11. 荸 bó " şaman" < Moğ. böke, böx (konuşmada), HWC., s. 53. < Tü. böge(G. Doerfer, s. 525). 12. 荸阔 bókuō "savaşçı, güçlü, güreşçi" <Moğ. böke, böx(konuşmada), HWC., s. 53. <Tü. böke(G. Doerfer, s. 525). 13. 茶迭儿 chádié’ér "çadır" < Moğ. çadir, HWC., s. 62. <Tü. çatır(G. Doerfer, s. 527). 14. 达赖 dálài "aslında deniz anlamındadır. Çincede Tibetteki Lama dininin iki büyük yaşayan Buda'sının biri ünvanı olan 'Lama' (Üstad anlamındadır)ile birlikte kullanılır" < Moğ. dalai, HWC., s. 70. <Tü. dalai "deniz" (G. Doerfer, s. 528). 15. 答剌罕 dálàhǎn "askeri rütbe" < Moğ. darxan, HWC., s. 71. <Tü. darqan (G. Doerfer, s. 528). 16. 掇里班曲律 duōlĭbānqǖlǜ "dört savaşçı" < Moğ. dörben kuluk, HWC., s. 89. dörben"dört" <Tü. (G. Doerfer, s. 528). 17. 俄木其 émùqí "doktor" < Moğ. emç, HWC., s. 90. <Tü. emçi "doktor" (G. Doerfer, s. 529). 18. 鄂拓克 ētuòkè "kan bağına dayalı bir tür kabile. Qing sülalesi döneminde Cungarlar 24 otog'a ayrılmış, her otogda 1 ile 5 kadar kişi bulunmuştur" < Moğ. otog, HWC., s. 92. <Tü. otog"aile, soy, temel" (G. Doerfer, s. 534) 19. 哈罕 hāhăn "imparator, yani kağan" <Moğ. xagan, xan, HWC., s. 129. <Tü. qan "hükümdar"(G. Doerfer, s. 535). 20. 哈剌 hālà "siyah, karanlık" < Moğ. xar(a), kar(a), HWC., s. 130. <Tü. qara (G. Doerfer, s. 536). 21. 哈纳 hana " çadırın ağaçtan yapılmış duvarı" < Moğ. xana, HWC., s. 131. <Tü. qana "duvar kanadı"(G. Doerfer, s. 535). 22. 忽兀儿 hūwù’ér "kaman" < Moğ. xugur, xuur, HWC., s. 140. <Tü. qugurçi"kamançi"(G. Doerfer, s. 538). 23. 胡拨四 húbōsì "kopuz" < Moğ. xubis, xubs < Türkçe. qobuz, qubuz, HWC., s. 140.

96


Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine

24. 火你赤 huŏnĭchì "koyuncu, koyun çoban" <Moğ. xoniçi, HWC., s. 145. <Tü. qoñçi "çoban"(G. Doerfer, s. 537). 25. 吉木申 jímùshēn "meyva, yemiş, reçel" < Moğ. jimιs, jimisen, HWC., s. 150. <Tü. (G. Doerfer, s. 530). 26. 阔端赤 kuòduānchì "muhafız, koruma" <Moğ. kötüçi, köteçi, HWC., s. 195. <Tü. küd"korumak"(G. Doerfer, s. 532) 27. 怯里马赤 qièlĭmăchì "tercüman" < Moğ. kelemürçi, HWC., s. 287. <Tü. kelmeçi "tercüme"(G.Doerfer, s. 531) 28. 敏里 mĭnlĭ "bin" < Moğ. mianga(n), HWC., s. 242. <Tü. (G. Doerfer, s. 533). 29. 怯薛 qièxuè "muhafız birliği, muhafız alayı" < Moğ. kesig, keşigten, HWC., s. 287. <Tü. (G. Doerfer, s. 531). 30. 萨日朗(花) sàrìlăng(hua) "dağ çiçeği" < Moğ. saraana"çeçek", saraalan "çeçek", HWC., s. 297. <Tü. çeçek (G. Doerfer, s. 527). 31. 苏鲁克 sūlǔkè " "sürü, hayvan sürüsü" < Moğ. süreg, sürüg, HWC., s. 328. <Tü. sürüg "sürü"(G. Doerfer, s. 540). 32. 速鲁麻 sùlǔmá "raki" < Moğ. sürme, HWC., s. 329. <Tü. sorma(G. Doerfer, s. 540). 33. 塔里牙 tălĭyá " hububat" < Moğ. tariy-a, HWC., s. 335. <Tü. (G. Doerfer, s. 542). 34. 谈哈 tánhà "damga, mühür" < Moğ. tamag(a), HWC., s. 337. <Tü. (G. Doerfer, s. 541). 35. 探马赤 tànmǎchì "deveci, deveye bakan" < Moğ. temegeçi, HWC., s. 338. temegen < Tü. (G. Doerfer, s. 542). 36. 腾戈里 téng gē lĭ " gök, tanrı" < Moğ. teñri, teñgeri, tegri <tü. teñri, HWC., s. 342. 37. 图们 túmén "tümen, on bin" < Moğ. tumen < Tohar. tmam, tmane, tumane < tü. tümen, HWC., s. 346. <Tü. (G. Doerfer, s. 544). 38. 斡脱 wòtuò "ortak, arkadaş, ticaret ekibi, tüccar" < Moğ. ortok < tü. ortaq, HWC., s. 360. <Tü. (G. Doerfer, 534). 39. 邬吉门 wūjímén "üzüm" < Moğ. üjem, HWC., s. 363. <Tü. üjüm (G. Doerfer, s. 545). 40. 昔剌 xīlà "sarı, yumurta sarısı" < Moğ. sir(a), sar, HWC., s. 367. <Tü. sarıg "sarı"(G. Doerfer, s. 539). 41. 札鲁花赤 zhālǔhùachì "yargıç" < Moğ. jarguçi, HWC., s. 402. <Tü. (G. Doerfer, s. 530). 42. 倚纳 yĭnà "uyumlu, sevilen kimse" < Moğ. inag, HWC., s. 389. <Tü. inag"samimi, dost"(G. Doerfer, 529).

97


Alimcan İnayet

43. 扎里赤 zhālĭchì "yarlıkçı, fermanı duyuran" < Moğ. jarliğçi, HWC., s. 401. <Tü. jarlig "karar name"(G. Doerfer, s. 530). 44. 扎鲁忽 zhālǔhū "dava" < Moğ. jargu, HWC., s. 401. <Tü. jargu " dava"(G. Doerfer, s. 530). 45.

zhădā "yada(taşı)" < Moğ. jada, HWC., s. 402. <Tü. jada "yağmur büyüsü" (G. Doerfer, s.

530). 2. Mançucadan Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler HWC.'de Mançuca kaynaklı anlaşılmaktadır. Bu kelimeler şunlardır:

gösterilen

kelimelerden

7'sinin

Türkçe

kökenli

olduğu

1. 阿里喜 ālĭxĭ "avı kuşatma" < Nüzhen∗ . abalaci, HWC., s. 7. <Tü. aba"av"(G. Doerfer, s. 521). 2. 爱星阿巴图鲁 àixīng’ā bātúlŭ "Qing sülalesi döneminde savaşta hizmet gösterip ödül kazanmış yöneticilerin adı" < Man. aisingga baturu aisingga " faydalı"; baturu"savaşçi, kahraman" anlamındadır], HWC., s. 17. <Tü. batur (G. Doerfer, s. 524). 3. 谙达 āndá "arkadaş, ortak" < Man. anda, HWC., s. 21. <Tü. (G. Doerfer, s. 522). 4. 多罗 duōluó " tören, hak, kanuna uygun" < Man. doro, HWC., s. 87. <Tü. törö"hak"(G. Doerfer, s. 543). 5. 额尔沁 é’ĕrqìn "elçi" < Man. elcin[<tü. elči(n)], HWC., s. 90-91 6. 失鲁 shīlǔ "hayvan sürüsü" < Man. suruk, HWC., s. 315. <Tü. sürüg"sürü"(G. Doerfer, s. 540). 7. 兀主猛安 wùzhŭmĕng’ān "Qing sülalesi dönemindeki memuriyet ünvanı, binbaşı" < Nüzhen. uju mingan( uju "baş"; mingan"bin" anlamındadır), HWC., s. 364. mingen "bin" <Tü. (G. Doerfer, s. 533). 3. Kıtancadan Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler HWC.'de Kıtanca kaynaklı gösterilen kelimelerden 8'i Türkçe kökenlidir. Bunlar şunlardır: 1. 阿札割只 āzhágézhĭ "Liao sülalesi dönemindeki memuri görev adır" < Kıt. [< Tü. ajaçi], HWC., s. 14 2. 暴里 bào lĭ "Liao sülalesi döneminde kötü insanlara karşı nefret ifade eden kelimedir, asıl anlamı 'pars'tır < Kıt. [<Tü. bars "pars"], HWC., s. 38 3. 达剌干 dálàgān "Liao sülalesi dönemindeki memuri görev adır" < Kıt. darkhan, HWC., s. 69. <Tü. darqan(G. Doerfer, s. 528). 4. 打弼 dăbì "saygı sunmak" < Kıt. tabïg / tabuğ < Tü. tabuğ, HWC., s. 71 5. 哈喇 hālă "kara, siyah" < Kıt. khara [Moğ. Xara "siyah" kelimesiyle ilgisi vardır], HWC., s. 130. <Tü. qara (G. Doerfer, s. 536).

Nüzhen, Mançuların diğer bir adıdır.

98


Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine

6. 梅里 méilĭ "Liao sülalesi döneminde memuri görev adı"< Kıt. < Tü. Buiruk "vezir, aslında fermanı ileten memur anlamındadır", HWC., s. 233 7. 莫弗贺 mòfúhè "Liao sülalesi döneminde kabile şeflerine verilen ad" <Kıt. muhtemelen Türkçe bağa " küçük " olabilir, HWC., s. 246 8. 夷离堇 yílíjĭn "Kıtan kabilesinin siyasi ve askeri önderi" < Kıt. irkin / erkin < Tü. irkin / erkin, HWC., s. 388 4. Tibetçeden Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler HWC.'de Tibetçe kaynaklı gösterilen kelimelerden 3'ünün kökeni Türkçe ile ilgilidir. Bunlardan emçi Türkçe kökenlidir, ancak diğer ikisinin kökeni tartışmaya açıktır. Bunlar şunlardır: 1. 阿姆吉 āmŭjí "Lasa bölgesinde Tibetlerin doktorlara verdikleri ad" < Tb. emtçhi, HWC., s. 9, <Tü. emçi "doktor"(G. Doerfer, s. 529). 2. 古德里 gŭdélĭ "ipar" < Tb. gou deri, gou "koç", deri "koku" anlamındadır, Türk ve Moğol dil ailesinden geldiği söyleniyor, HWC., s. 123 3. 乌拉 wūlā "angarya" < Tb. ula, muhtemelen Farsçadır, Türkçe olduğu da söyleniyor, HWC., s. 361 5. Tacikçeden Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler HWC.'de Tacikçe kaynaklı gösterilen kelimelerden sadece 1'i Türkçe kökenlidir. Bu da şudur. 1. 乔洛克 qiáoluòké "Taciklerin giydikleri bir çeşit deri ayakkabı" < Tac. t∫horug < Uyg. qoruk, HWC., s. 286 6. Rusçadan Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler HWC.'de Rusça kaynaklı gösterilen kelimelerden Türkçe kökenli olanlar 21'dir. Bunların kaynak dildeki orijinal şekilleri de verilmiştir. Bunlar şunlardır: 1. 阿尔申 ā ĕrshēn "Rus ölçüsü, eski Ruslarda 0,71 metreye eşit uzunluk ölçüsü,< Rus. arşın, HWC., s. 4. bkz. STRY., s. 40) 2. 阿依尔 āyi’ěr "1. Altay bölgesinde oba; 2. Moğol göçmenlerinin yurdu; 3. Kırgız Cumhuriyetinde köy " < Rus. ayıl, HWC., s. 14. bkz. STRY., s. 41 3. 贝伊勒贝伊 bèiyīlèbèiyī "Orta çağ Osmanlı imparatorluğundaki valilere verilen ad" < Rus. beilerbey, HWC., s. 39 4. 别伊 biéyī "bey" < Rus. bey, HWC., s. 46. bkz. STRY., s. 74 5. 波加的尔 bōjiādi’ěr "savaşçı, yiğit, özellikle Rus halk rivayet ve destanlarındaki güçlü kahramanları gösterir" < Rus. bogatır, HWC., s. 48. bkz. STRY., s. 82 6. 布乍 bùzhà "boza" < Rus. buza, HWC., s. 60. bkz. STRY., s. 90 7. 禅格琴 chángéqín "Azerbaycanda bir çeşit telli çalğı" < Rus. çeng, HWC., s. 63. bkz. ATS., s. 198

99


Alimcan İnayet

8. 昌科布兹琴 chāngkēbùzīqín "Özbeklerde bir çeşit ağız kopuzu" < Rus. çang - kobuz, HWC., s. 64. bkz. STRY., s. 188 9. 杜塔尔 dùtă’ĕr "Orta Asyada halk çalğı aleti" < Rus. dutar, HWC., s. 86. bkz. STRY., s. 129 10. 给亚克琴 gĕiyàkèqín "Kırgızların bir çeşit çalğı aleti" < Rus. kıyak, HWC., s. 120. bkz. KS., s. 464 11. 基什拉克 jīshílākè "Orta Asyalıların köylere verdikleri bir ad" < Rus. kışlak <Tü. HWC., s. 148 12. 捷克曼 jiékèmàn "Kafkaslıların giydikleri bir çeşit ceket" < Rus. çekmen < Tü. HWC., s. 160. 13. 柯布札 kēbùzhá "Ukraynada eskiden kullanılan sekiz telli bir çeşit çalğı aletidir" <Rus. kobza, HWC., s. 180. bkz.STRY., s. 188 14. 科穆兹琴 kēmùzīqín "Kırgızların bir çeşit çalğı aleti" < Rus. komuz < Kırg. qhomuz, HWC., s. 182 15. 科培兹琴 kēpéizīqín "Kazakların bir çeşit çalğı aleti" < Rus. kobız < Kaz. qhobez, HWC., s. 182 16. 库贝兹琴 kùbèizīqín "Başkurdistan ve Tataristan Cumhuriyetlerinde yaygın olan bir çeşit ağız çalğı aleti" < Rus. kubiz, HWC., s. 191, bkz.. STRY., s. 188 17. 锵克琴 qiāngkèqín "Özbeklerin bir çeşit vurularak çalınan çalğı aleti" < Rus. çank, HWC., s. 286 18. 秋伊久克笛 qiūyījiŭkèdí "Türkmenlerin bir çeşit üfleyerek çalınan çalğı aleti" < Rus. tyodyok, HWC., s. 289. bkz. TDS., s. 663 19. 散图尔琴 săntú’ěrqín "Türkiye ve Kafkaslarda vurularak çalınan bir çeşit çalğı aleti" < Rus. santur / santuri, HWC., s. 300. bkz. TS.2., s. 1257 20. 司贝兹加笛 sībèizìjiādí "Kazak ve Kırgızların borulu çalğı aleti" < Rus. sıbızga, HWC., s. 321. bkz. KTS., s. 592 21. 塔尔琴 tă’ěqín "Kafkas ve Orta Asyada bir çeşit telli çalğı aleti" < Rus. tar, HWC., s. 334. bkz. ATS., s. 1106 22. 乌芦斯 wūlúsī "Eskide Moğolistan, Sıbırya ve Avrupa ile Rusyanın güney doğusundaki bazı kabilelerin oluşturduğu bir devlet teşkilatı" < Rus. ulus [< Türkçe], HWC., s. 362. bkz. STRY, s. 346 23. 乌宗达拉舞 wūzōngdálāwŭ "Azerbaycan halkının bir çeşit tek kişilik dansı" < Rus. uzundara, HWC., s. 362. bkz. ATS., 1172 24. 雅蕾舞 yălĕiwŭ "Azerbaycan'ın bir çeşit halk dansı" < Rus. yallı, HWC., s. 379. bkz. ATS., s. 1215 7. İngilizceden Çinceye Geçen Kelimeler

100


Doğrudan ve Dolaylı Olarak Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler Üzerine

HWC.'de İngilizce kaynaklı gösterilen kelimeler arasında Türkçe kökenli 9 kelime bulunmaktadır. Bunlar şunlardır: 1. 阿哈 āhā "Türkiye ve diğer İslam ülkelerinde önemli yetkililere verilen hürmet adı" < İng. aga, agha < Tü. Agha "sahip, efendi", HWC., s. 4 2. 拜兰节 bàilánjié "İslamda dini bayram" < İng. Bairam < Tü. bäiram, HWC., s. 34 3. 巴夏 bāxià "Eskide Türkiye ve Mısırda yüksek dereceli ordu ve memuri yetkililere verilen ad" < İng. pasha, pacha < Tü. pāshā, bâshâ ( bâsh "baş, önder"), HWC., s. 31 4. 贝伊 bèyī "bey"< İng. bey < Tü. bey, HWC., s. 39 5. 布祖基琴 bùzŭjīqín "Yunan kökenli bir çeşit uzun saplı çalğı aleti" < İng. bouzouki / bousouki < Çağdaş Yunanca. mpouzouki, muhtemelen Türkçe'den gelmedir, HWC., s. 60 6. . 库鲁 kùlŭ "kuruş, Türkiyenin para birimi" < İng. kurus < Tü., HWC., s. 192 7. 惹尼恰利(兵) rĕníqiàlì(bīng) "yeni çeri "< İng. Janizary / janizary ; Janissary / janissary < Fr. janissaire < İt. giannizzero < Tü. yenicheri, asıl anlamı " yeni ordu" < yeni-cheri "ordu ", HWC., s. 291 8. 台伊 táyī "1. eskide Cezayirdeki yerli yetkililere verilen ad; 2. Kuzey Afrika İslam ülkelerindeki paşa "< İng. dey < Tü. dāi " dayı ", aslında büyüklere saygı ifadesiydi, HWC., s. 336 9. 托马 tūomă "tümen, on bin" < İng. toman < Far. tūman < Tü. tūman "çok, on bin", HWC., s. 349 Netice itibariyle, Çinceye doğrudan ve dolaylı olarak pek çok Türkçe kelime geçmiştir. Bazıları ise aslen yabancı kökenli olup önce Türkçeye girip yerleşmiş, daha sonra Çinceye geçmiştir. Ancak bu rakamları son ve kesin rakam olarak kabul etmemek gerekir. Çünkü konuyla ilgili etimoloji çalışmaları derinleştirilirse, bu rakamlar değişebilir. Biz bu rakamları Türkçeden Çinceye geçen kelimeler hakkında bir fikir vermek için gösterdik. KISALTMALAR Ar. ATS. bkz. Çin. Far. G. Doerfer Hun. HWC. İng. Kaz. Kırg. Kıt. KS. KTS. Man. Moğ.

: Arapça : Seyfettin Altaylı, Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü, 1-11, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, İstanbul, 1994 : bakınız : Çince : Farsça : Gerhard Doerfer, Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen, Band IV, Franz Steiner Verlag GMBH, Wiesbaden 1975. : Hunca : HANYU WAILAICI CIDIAN (Çince'deki Yabancı Kelimeler Sözlüğü), Shanghai Cishu Chuban She(Shanghai Sözlük Neşriyatı), 1984 : İngilizce : Kazakça : Kırgızca : Kıtanca : Yudahin, Kırgız Sözlüğü, 1-2, : Kazak Tılınıng Sözdigi, Ulttık Ğılım Akademiyası, Almatı, 1999 : Mançuca : Moğolca

101


Alimcan İnayet Özb. Rus. Siy. STRY. Tac. Tb. TDS. TS. Tü. Uyg. XHC.

: Özbekçe : Rusça : Siyanpiçe : E. N. Şipova, Slovar Tyorkizmov f Russkom Yazike, İzdatelstvo "Nauka" Kazahskoi SSR, AlmaAta, 1976 : Tacikçe : Tibetçe : Türkmen Dilinin Sözlügi, Türkmenistan SSR Ilımlar Akademiyasınin Neşriyatı, Aşgabat - 1962 : Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Basımevi, Ankara, 1988 : Türkçe : Uygurca : XİANDAI HANYU CIDIAN(Çağdaş Çince'nin Sözlüğü), Shangwu Yinshu Guan, Pekin, 1986

Bazı işeretlerin ses değerleri: q - ç (Uygurcada) q - k (Özbekçede) x - ş (Çince ve Uygurcada) x - h ( Diğer dillerde) qh - k dz – c ɣ -ğ

102


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 103-111, İZMİR 2006.

ORTA ASYA ÜLKELERİNDEKİ ETNİK YAPININ BÖLGE GÜVENLİĞİNE ETKİLERİ The Effects of Ethnic Structure in The Central Asia to the Region’s Security Hasan KARA∗ Özet Orta Asya olarak bilinen bölge Asya’nın merkezinde, Hazar Gölü, Rusya, Çin, Pakistan, Afganistan ve İran’ın arasında yer almaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile burada beş yeni cumhuriyet ortaya çıkmıştır. Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın oluşturduğu bu yeni cumhuriyetlerde değişik Türk topluluklarına ait guruplar nüfusun % 80’ini meydana getirmektedir. Yeraltı ve yer üstü kaynakları bakımından zengin olan Asya’nın bu bölgesinin kapladığı alan 4 milyon km²’yi, toplam nüfusu 50 milyonu geçmektedir. Rusya ve Çin gibi güçlü, Ortadoğu gibi karışık bir bölgeyle komşu olan ve Asya’nın içine sıkışmış bu kapalı coğrafya üzerinde; bölgesel ve dünya güçlerinin “Büyük Oyun” diye adlandırılan düşünceleri bulunmaktadır. Güçlü devletler amaçlarını gerçekleştirebilmek için bölgenin zayıf noktalarına yönelmek isteyeceklerdir. Orta Asya’nın en zayıf noktası ise; Sovyetler Birliği’nin 70 yıllık bir zamanda gerçekleştirdiği karışık etnik yapıdır. Hepsi Türk olan ve yaşadıkları bölgeye göre isim alan Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen, Tatar gibi guruplar buradaki her devletin içerisinde karmaşık bir dağılış göstermektedir. Günümüzde otoriter liderler tarafından yönetilen ve çok sesliliğe izin verilmeyen bölge ülkelerinde yakın gelecekte daha demokratik söylemlerle birlikte dış güçlerin etkisiyle etnik gurupların hareketlenme ihtimali yüksek gözükmektedir. Hafızalardaki tazeliğini koruyan Yugoslavya ve günümüzde karmaşık şekil almaya başlayan Irak örnekleri de bu görüşü kuvvetle desteklemektedir. Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri yakın gelecekte etnik bir problem yaşamamak için uluslar arası arenada dengeli politikalar takip etmek ve kendi aralarında işbirliğini kuvvetlendirmek zorundadırlar. Anahtar Kelimeler: Orta Asya, Türk Cumhuriyetleri, Etnik Yapı, Güvenlik Abstract The area known as the Central Asia lies in the center of Asia, among the Caspian Sea, Russia, China, Pakistan, Afghanistan, and Iran. As a result of the collapse of the Soviet Union, five new republics emerged here. In these new republics- Kazakhstan, Turkmenistan, Uzbekistan, Kirghizia, and Tajikistan % 80 of the population is composed of groups belonging to various Turk Societies. This part of Asia, which is rich in terms of natural sources, covers a land larger than 40 million km2 and has a population of over 50 million. Regional and global powers have some ideas called “the Big Game” on this land, which is surrounded by two powerful countries, Russia and China, and by the Middle East, which has conflicts in it self. Powerful countries will want to go into the weak points of the land in order to materialize their aims and the weakest point of Central Asia is the complex ethnic structure caused by the U.S.S.R in a 70 years’ time.All being Turks and named according to where they live, Uzbeks, Kazaks, Tatars, Kirghizes, range in population in each state. It is highly probable that the ethnic groups, being governed by authoritarian leaders for the time being, will act for their independence in a short future as a result of more democratic sayings and the influence of the other powers. Two examples, Yugoslavia, which still remains in our memories and Iraq, which is getting more and more conflicted today, strongly support this idea. Turk Republics in the Central Asia must have strong coordination among them selves and lead balanced policies in the international politics in order not to face problems emerging from ethnicity. Key Words: Central Asia, Turk Republics, Ethnıc Structure, Securty

Yrd. Doç. Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi, Uşak Fen-Edebiyat Fakültesi.

103


Hasan Kara

Orta Asya’nın Yeri ve Önemi Eski dünya karalarından olan Asya kıtası, 44 milyon km²’lik yüzölçümü ile dünyanın en büyük kara parçası durumundadır ve dünya nüfusunun da 2/3’sine yakınını barındırmaktadır. Dünyanın en kalabalık iki ülkesi olan Çin ve Hindistan Asya kıtasındadır. Dünyanın en geniş alanlı devletlerinden Rusya ve Çin kıtanın toplam yüzölçümünün yarıdan fazlasını oluşturmaktadır. Bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış bulunan Asya kıtası tarihi devirlerden beri büyük yerleşmelere sahne olmuş, tarihin akışını değiştiren bir çok olay (Kavimler göçü gibi) bu coğrafyada cereyan etmiştir. Dünyanın en eski ticaret yollarından olan ve bölge ekonomisi ve gelişmesine önemli katkılar sağlayan İpek ve Baharat yolları, Asya’nın doğu yarısından başlamıştır. Yolları ve zenginliğinden dolayı tarihte bir çok hükümdar bölgeyle ilgilenmiştir. Asya kıtasının merkezinde bulunan ve “Orta Asya” olarak bilinen unutulmuş bölge, Sovyetler Birliği’nin yıkılması, yeni devletlerin kurulması petrol, doğalgaz ve diğer zenginlik kaynaklarıyla yeniden dünya gündemine gelmiş ve dünyanın dikkatleri yeniden söz konusu sahaya çevrilmiştir. Orta Asya coğrafi olarak batıdan Hazar Gölü ile başlamakta doğuda Çin’in batısındaki (Doğu Türkistan) Sincan bölgesinin doğusuna kadar devam etmektedir. Kuzeyde Rusya’nın güneyi ve Kazak bozkırlarından güneyde İran, Afganistan ve Pakistan’ın kuzey kesimlerini içine alacak şekilde uzanmaktadır (Şekil 1). Dolayısıyla Orta Asya; merkezinde Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın yer aldığı “Türk Dünyası veya Batı Türkistan” ile bunun etrafında Hazar Gölü, Sincan (Doğu Türkistan), Güney Rusya, İran, Afganistan ve Pakistan’ın kuzey bölgeleriyle çevrili dünyanın en geniş ve en stratejik coğrafyasının adıdır.

Şekil 1. Orta Asya’nın Lokasyon Haritası.

Orta Asya’ya Merkezi Asya, İç Asya gibi isimler de verilmektedir. İngilizler bölge için akraba milletler topluluğu anlamında “Turcic”, Ruslar “Türk Dilli Halklar”, tabirlerini sıklıkla kullanmaktadırlar. Bölgeden “Türk Dünyası”, “Batı Türkistan”, “Türki Cumhuriyetler” gibi isimlerle de bahsedilmesi bu tabirleri kullanan devletlerin temenni ve arzularıyla ilgilidir (Kavuncu, 1998). Kuzey Amerika’ya Anglo Amerika, Güney Amerika’ya Latin Amerika, Kuzey Afrika’ya Arap Afrika’sı demek ne kadar doğru ise;

104


Orta Asya Ülkelerindeki Etnik Yapının Bölge Güvenliğine Etkileri

Orta Asya’ya “Türk Asya’sı” demekte en az onlar kadar doğru olacaktır. Zira buradaki topluluklara Kazak, Kırgız, Tacik, Türkmen, Özbek gibi isimler kullanmanın siyasi coğrafya açısından fazla önemi bulunmaz (Özdağ, 2001). Orta Asya bölgesi; İslamiyet, Hıristiyanlık, Budizm, Hinduizm gibi dinlerin kesişme noktası olmasının yanı sıra, Türk, Çin, Fars, Slav, Hint medeniyetleri gibi büyük medeniyetlerin bir araya geldikleri tampon bir bölge durumundadır. Burada yer alan Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan’la Hazar Gölü batısındaki Azerbaycan gibi nüfusun büyük kısmı Türk topluluklarından oluşan ve Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlıklarını kazanan genç devletler; bölgede üretilen petrol, doğalgaz (Mfa, 2004), altın ve değişik metallerle, pamuk, pirinç, buğday, ipek, koyun, kürk ve havyar gibi tarım ve hayvancılık ürünlerinin önemli kısmına sahip bulunmaktadırlar. Zengin yeraltı ve yer üstü kaynaklarının varlığı ve kaynaklarının nüfuslarına oranlandığında çok fazla olması dikkatleri Asya’nın kalbindeki genç cumhuriyetlere çekmektedir. Hazar Gölü’nün yüz yıldan uzun bir süredir petrol ve doğal gaz deposu olduğunun bilinmesi ve bu kaynakların bölgede yer alan devletler tarafından işletilmeye başlanması bölgeyi cazibe merkezi yaptığı gibi aynı zamanda ekonomik güç haline getirecektir. 2010 yılında Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’da 100-150 milyon ton petrol ve 100 milyar metreküp doğalgaz ihraç edilebileceği tahmin edilmektedir (Mfa, 2004). Ayrıca üretilen petrol ve doğal gazın muhtelif boru hatları ile dünya pazarlarına sunulması ve yeni alternatif boru hatlarının planlanması, yapılmaya başlanması ve bazılarının tamamlanarak işletilmeye başlanması pastadan daha büyük pay kapabilmek isteyen birçok batılı şirketi ve dolayısıyla devleti harekete geçirmiştir. Orta Asya’dan Avrupa’ya uzanan enerji yolunu Türkiye’ye kaptırmak istemeyen Rusya, boru hatlarının Novorossisk’te toplanarak Türkiye’nin devre dışında kalmasına çalışmaktadır. Yunanistan bile kendi ülkesine ulaşacak hatlar arzulamaktadır. İran bu hatların kendi topraklarından güneye gitmesini isterken, Afganistan ve Pakistan hatta Çin üzerinden hatların geçmesini savunan düşünceler (Cullen, 2002) bulunmaktadır. Dünyanın dikkatini Orta Asya’ya çeken faktörler sadece yeraltı kaynaklarıyla sınırlı değildir. 2,5 milyara yaklaşan nüfusuyla dünya nüfusunun yarıya yakınını barındıran Çin ve Hindistan bu bölgeye komşu olduklarından kalabalık nüfus her zaman büyük pazar olma özelliğini korumaktadır. Her iki ülkenin de aşırı nüfusundan dolayı işsizliğin fazla olması, ucuz işçi çalıştırmaları ve bunun sonucunda dünya pazarlarına sunulan ucuz ürünlerle haksız rekabet oluşturmaları gelişmiş sanayi ülkelerinin ticaretini tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Çin’in dünyanın en büyük homojen toplumu olması, Tayvan’ın yakaladığı başarıyı Çin’in de başarma şansının bulunması ve Çin’in taşma sahasının batıdaki Türk dünyasına doğru olma ihtimali (Özdağ, 2001) bölgeyi stratejik yönden biraz daha önemli hale getirmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yeni ortaya çıkmış, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan ve dış politikalarını orta ve uzun vadeli belirleyememiş 50 milyon nüfuslu genç cumhuriyetler hem pazar olma özellikleri hem de Rusya başbakanlarından Primakov tarafından “Stratejik Üçgen” olarak adlandırılan Çin-Rusya-Hindistan yarı çemberinin tam ortasında bulunmaları dolayısıyla son yıllarda dikkatleri üzerlerine çekmektedirler. Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı yapılan “11 Eylül 2001” saldırılarının ardından dünyanın bir numaralı gündem maddesi haline gelen uluslar arası terör, çoğu zaman suskunluğunu muhafaza etse de muhtelif aralıklarla değişik türlerde eylemler şeklinde ortaya çıkarak hem adından söz ettirmekte hem de dünya gündemindeki önemini korumaktadır. 2003 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen dış kaynaklı bombalı eylemler bu görüşün destekleyicisidir. Son yıllara kadar hep Ortadoğu (Güneybatı Asya) kökenli kabul edilen uluslar arası terörün kaynak merkezi yakın geçmişte Ortadoğu’dan Orta Asya’nın güneyine doğru sıçramış ve bazı bölge ülkelerinin adı terörle sık anılır hale gelmiştir. 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından topraklarına binlerce kilometre uzaklıkta olan ve güya güvenliği büyük tehdit altında bulunan dünyanın en süper askeri gücü

105


Hasan Kara

olan ABD öncülüğünde önce Afganistan’a hemen ardından Irak’a operasyonlar düzenlenmiştir. 150 binden fazla askerin kullanıldığı bu büyük müdahaleler bazı devletlerce desteklenmiş olmakla birlikte çok sayıda devlet, yapılan müdahalelere karşı çıkmıştır. Terörü önleme bahanesiyle başlatılan ve altında başka çıkar amaçları yatan operasyonlar bölge ülkeleri için güvenlikten ziyade adeta tehdit unsuru haline gelmiştir. Hazar gölü çevresinde Azerbaycan-Ermenistan gerginliği hariç henüz çok önemli bir olay olmamakla birlikte, Kafkasların karışıklığı, Hindistan-Pakistan arasındaki Keşmir sorunu, Afganistan’ın her türlü müdahaleye rağmen düzelmeyen durumu, Çin’in Doğu Türkistan’a uyguladığı baskı, Rusya’dan tam bağımsızlık isteyecek olan özerk cumhuriyetler Orta Asya’yı adeta olası bir ateş çemberi ile kuşatmıştır. Orta Asya’da Yaşanabilecek Etnik Sorunlar Mackinder, Kara hakimiyet teorisinde Orta Asya’nın kuzeyini Kalp Sahası “Heartland”, güneyini İç Hilal “Rimland” kabul ederek kalp sahasına ulaşmak için önce iç hilali ele geçirmek gerektiği görüşünü savunmuştur (Özey, 1996). Dünyanın herhangi bir bölgesine hakim olmak isteyen ve mevcut yönetimlerle sorun yaşayan güçlü devletler; buradaki devletleri birbirlerine düşürerek ve iç sorunlarla uğraştırarak zayıflatma, yıpratma, zaman kaybettirme, kaynaklarını azaltma, silah satma, petrol fiyatlarını istedikleri şekilde ayarlama gibi kendileri lehine bölge ülkeleri aleyhine faaliyetlere girişmektedirler. Dış politika analizcileri önemli olayların dış politik kararlar oluşturmada büyük etkileri olduğunu vurgularlar (Hudson, 2002). Nitekim Irak-İran savaşı sırasında bu durum açıkça yaşanmıştır. Güçlü devletler hem savaşı sürekli körüklemişler hem de taraf olmuşlar, hatta İran’a açıkça karşı olan ABD gibi devletler gizlice silah satmışlardır. İran-Irak savaşı boyunca petrol fiyatlarını ayarlayan Opec devre dışı bırakılarak petrol fiyatlarının dibe vurmasıyla en büyük gelir kaynağı petrol olan İran, ekonomik yönden büyük darbe almıştır. Önümüzdeki yıllarda en büyük gelirleri petrol ve doğal gaz olacak Orta Asya devletleri için herhangi bir savaş veya iç karışıklık durumunda benzer oyunlar yeniden sahnelenecektir. Dünya haritasına bakıldığında petrol rezervlerine sahip ülkelerle (gelişmiş ülkeler hariç) iç karışıklıklar veya uluslar arası sorunlar yaşayan ülkeler arasında büyük paralellik olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Son yıllarda Ortadoğu’da İran, Irak, Kuveyt, S. Arabistan, Lübnan, Filistin, İsrail, Afrika kıtasında Libya, Cezayir, Nijerya, Gabon, Güney Amerika kıtasında ise Kolombiya ve Venezüella gibi devletler; karışıklıklara, darbelere, savaşlara veya iç çatışmalara sahne olmuşlardır. Önemli petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olan ve kaynaklarını henüz dünya pazarlarına henüz sunmaya başlayan Orta Asya ülkelerinde yakın gelecekte bir takım iç karışıklıkların çıkma ihtimali bulunmaktadır. Churchill’in söylediği “Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir” sözü modern sömürü metodu uygulayan devletlerin zengin petrol rezervine sahip ülkelerdeki arzularını ortaya koymaktadır. Bu bölgede çıkabilecek veya çıkarılabilecek karışıklıklara en geçerli nedenler arasında; etnik farklılıklar, sınır anlaşmazlıkları, Hazar Gölü’nün paylaşımı, uluslar arası teröre destek verilmesi ve sınır aşan sular sorunu gelmektedir. Bölge ülkelerine hükmetmenin en kolay yolu bu devletlerdeki etnik yapının çeşitliliğinden yararlanmaktadır. Etniklik; milli düzeyde ortak bir hayat biçimi oluşturulamadığı zaman mensup olunan millete karşı alt kimliklerin ortaya çıkması şeklinde açıklanabilir (Erkal 2001). Bölge ülkelerindeki etnik gurupların dağılışına bakıldığında bu duruma uygun oldukları görülmektedir (Tablo 1.). Orta Asya’daki 5 cumhuriyetin 50 milyonu bulan toplam nüfuslarının yaklaşık % 79’unu değişik Türk toplulukları meydana getirmektedir (Tika 1998). Ruslar, Ukraynalılar, Almanlar, Beyaz Ruslar, Ermeniler ve diğer gurupların nüfustaki oranı % 21 civarındadır. Türklerin dışındaki nüfusun büyük çoğunluğunu Ruslar oluşturmaktadır.

106


Orta Asya Ülkelerindeki Etnik Yapının Bölge Güvenliğine Etkileri Tablo 1. Orta Asya Çevresindeki Ülkelerde Nüfusun Etnik Guruplara Dağılışı∗. ÖZBEKİSTAN Etnik Grup % Özbek 72 Rus 12 Tacik 4 Kazak 4 Tatar 3 Kırgız 1 Diğer 4

TÜRKMENİSTAN Etnik Grup Türkmen Özbek Rus Kazak Tatar Azeri Diğer

% 77 9 7 2 1 1 3

KIRGIZİSTAN Etnik Grup Kırgız Rus Özbek Kazak Tatar Diğer

% 60 16 14 1 1 8

AZERBAYCAN Etnik Grup Azeri Ermeni Rus Lezgi Diğer

% 83 6 5 2 4

AFGANİSTAN Etnik Grup Peştun Tacik Hazara Özbek Türkmen Diğer

% 40 24 19 9 2 6

PAKİSTAN Etnik Grup Pencaplı Sindli Peştun Beluci Afgan Diğer

% 55 13 10 8 5 9

KAZAKİSTAN Etnik Grup % Kazak 46 Rus 35 Ukraynalı 5 Alman 3 Tatar 2 Diğer 9

TACİKİSTAN Etnik Grup % Tacik 64 Özbek 24 Rus 5 Kırgız 1 Diğer 6

İRAN Etnik Grup Farslar Azeri Arap Türkmen Diğer

% 55 28 3 2 12

Türk Dünyasında aynı soydan gelen ve aralarında hiç bir fark bulunmayan Türk guruplarının sistematik olarak karıştırılıp ortaya etnik kimlik adı altında ileri yıllarda sorun yumağı haline getirilmesi günümüzden ziyade, 70 yıllık Sovyet politikasının ürünüdür. Ruslar, siyasi sınırlarla bölgeyi böldükleri yetmiyormuş gibi Türk toplumlarını parçalayabilmek için birbirlerine yabancılaştırıcı politikalar benimsemişlerdir (Özdağ, 2001). 1957-1970 yılları arasında Kazakistan’ın bir çok bölgesini tarıma açarak buraya Rus, Beyaz Rus ve Ukraynalılar getirilmiştir (Milner 1993). Yerel kimlikleri hayata geçirerek bölgeyi uzun süre elinde tutmak isteyen Ruslar bölge ülkelerindeki toplulukları birbirlerinin içine sürgün ederek hem onların milli kültürlerini zayıflatmak hem de ileriye yönelik sorunlar yumağı hazırlama girişiminde bulunmuşlardır. Özbekler, Özbekistan’da nüfusun % 72’sini oluştururlarken, Tacikistan’da % 24, Kırgızistan’da % 14 ve Türkmenistan’da % 9’luk bir nüfus oranı meydana getirmektedirler (tablo 1, şekil 2). Türkmenistan diğer topluluklardan en az nüfus oranını barındıran ülkedir. Türkmenistan’da Türkmenlerden sonra sırasıyla Özbekler ve Ruslar gelmektedir. Kendi ülkesinde bazen azınlık durumuna düşen gurup Kazaklar olmuştur. Kazakistan’da nüfusun % 46’sını Kazaklar, % 35’ini Ruslar oluşturur. Kazakların doğum oranı Ruslardan daha fazla olduğu için Kazaklar azınlık durumundan zor kurtulmuşlardır. Ruslar; Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’da ikinci, Türkmenistan, Tacikistan ve Azerbaycan’da üçüncü büyük nüfus gurubunu oluşturmaktadırlar. Orta Asya’yı etnik açıdan bu kadar karışık hale getirmek ve aralarına Rus, Ukraynalı, Kırımlı nüfus koyarak birbirleriyle iletişimleri koparma girişimi fazla başarılı olamamıştır. Orta Asya coğrafyasının yüzyıllar boyu Türk kültürü ile yoğrulması bunu sağlayan en önemli faktördür. Bölgenin etnik yapısı, Ortadoğu’daki gibi basit aşiret yapısına benzememektedir. Batılılar kendi ülkelerindeki benzer etnik durumları çağdaş milliyetçilik ile, Türk dünyasındaki farklılıkları ise kültürel çoğulculuk ve mevcut devletten ayrılma şeklinde ifade ederek

Orta Asya çevresindeki ülkelerdeki nüfusun etnik guruplara göre dağılışında; Özey 1996, Avrasya Dosyası 1998, Edwars 2002, Aygazete 2003 ve Focus 2003 verilerinden yararlanılmıştır.

107


Hasan Kara

(Erkal, 2001) kendi guruplarını birleştirmeye, diğer toplulukları bölmeye yönelik ikiyüzlülük örneği sergilemektedirler. Batılı devletlere göre bölmenin en önemli körükleyicilerinden olan etniklik ateşi Türk dünyasının etrafındaki çemberin en zayıf noktalarından olan İran-Afganistan-Pakistan hattında da çok belirgindir. İran nüfusunun % 55’ini Farslar, % 32’sini Türkler, % 13’ünü diğer guruplar oluşturur. Pakistan nüfusunda Pencaplılar % 55, Peştunlar % 10, Sindliler % 13’lük orana sahiptir. Afganistan ise etnik açıdan bölgenin en hassas yeridir. Nüfusunun % 40’ Peştun, % 24’ü Tacik, % 19’u Hazara, % 9’u Özbek, % 2’si Türkmen ve % 6’sı diğer guruplardan oluşan Afganistan bu karışık yapısının sonucunda 15 yıldır iç savaşlara sahne olmuş ve iç istikrarını sağlayamamıştır (Edwars, 2002). İç karışıklık fırsatını iyi değerlendiren büyük terör gurupları buralarda barınma ve eğitim imkanı bularak yaptıkları eylemlerle dünyanın bütün dikkatlerini bölgeye yönlendirmişlerdir. Etnik yapının birbiriyle girift şekilde karışması tesadüflerle açıklanamaz. Çünkü etnik karışıklık dünyanın her coğrafyasında istenildiğinde saatli bir bombaya dönüşebilmektedir. Etnik bomba, iyi ayarlandığında istenilen zamanda patlatılabilmektedir. Benzer olayların en güzel örneği eski Yugoslavya’da yaşanmıştır. Aynen Türk cumhuriyetlerindeki gibi Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar iç içe karıştırılmış ve uzun yıllar boyunca herhangi bir çatışma gün yüzüne çıkmamıştır. Otoriteyi tek başına sağlayan Mareşal Tito yönetimi, baskıcı rejimi sayesinde iç karışıklığa izin vermemiştir. Tito’nun ölümünün ardından dengelerin değişmesiyle gün yüzüne çıkan ve alevlenen etnik farklılıklar kısa sürede Balkanlar’ı kan ve gözyaşı gölüne çevirmiştir. Bunun son örneği uzun süre diktatörlükle yönetilen Irak’ta yaşanmıştır. Irak’ı yakın gelecekte etnik esasa dayalı olası parçalanmalar beklemektedir.

Şekil 2. Orta Asya Çevresindeki Ülkelerde Nüfusun Etnik Guruplara Dağılışı.

108


Orta Asya Ülkelerindeki Etnik Yapının Bölge Güvenliğine Etkileri

Asya’da kurulan yeni Türk cumhuriyetlerinde henüz gerçek anlamda demokratik bir yapı devreye sokulamamıştır. Türk devletlerinin çoğunun yöneticileri, aynı zamanda eski Sovyetler Birliği döneminin de yöneticileridirler. Bu devletlerin iç istikrarı hale eski oligarşik kadrolarca sağlanmaktadır (Akyol,1994). Ülkelerinde mutlak otorite olan, muhalefete şans tanımayan, çok seslilikten hoşlanmayan bu kadroların birer birer görevlerinden ayrılması ve bölgenin her geçen gün daha demokratik yapıya doğru ilerlemesi, yeni etnik seslerinde duyulmasına yol açacaktır. Genç cumhuriyetlerin henüz girmedikleri tehlikeli virajı kazasız olarak atlatmaları hayati önem arz etmektedir. Sonrasında Asya’nın merkezinde yeni bir sayfanın açılacağı kuvvetle muhtemeldir. Bütün dünyada bölge için “Yeni Büyük Oyun” dan söz edilmektedir. Bir çok kesim tarafından kabul gören büyük oyun (Brzezinski,1998), Orta Asya’da sahneleneceğine göre, oyunun mekanı nereler olabilir? Orta Asya etrafı kalın duvarlarla çevrili iç kale hüviyeti özelliğindedir. Kalenin kuzey duvarı baştan başa Rusya ile çevrilidir. Rusya hariç bu duvardan Orta Asya’ya geçmek mümkün gözükmemektedir. Doğudaki Çin seddi tarihi çağlardan beri sağlamlığını muhafaza etmektedir ve buranın da Çin dışında Orta Asya’ya geçit vermesi imkansızdır. Güneydoğudaki duvar kimsenin göze alamayacağı Himalayalarla örüldüğünden geçilmesi zordur ve Hindistan’ın kontrolündedir. Gerçi bu yol bir zamanlar İngilizler tarafından kullanılsa da İngilizlerin bölgedeki eski ağırlığı ortadan kalkmıştır. Her üç yönden bölgeye yönelebilecek tehditlerin aktörleri buraların ev sahipleridir. Orta Asya’ya düşünülen büyük oyun gelişmiş batılı ülkelerden gelecekse duvarın iki zayıf bölümü geçiş için müsait gözükmektedir. Birincisi batıdaki Kafkaslar, diğeri de güneydeki İran-Afganistan-Pakistan arasındaki bölümdür ki, her iki bölümdeki duvarın muhtelif yerlerinde çatlaklar bulunmaktadır.

Şekil 3. Orta Asya Çevresindeki Ülkelerde Etno-Linguistik Gurupların Dağılışı∗.

Orta Asya için uluslar arası ilişkiler açısından çok çeşitli senaryolar ileri sürülmektedir. ABD’nin alternatifsiz güç olmasını istemeyen Çin-Rusya yakınlaşması, Çin’e karşı ABD’nin Rusya ve Japonya ile ilişkilerini artırması, Çin-Hindistan-Rusya üçlüsünün yakınlaşması senaryolardan bazılarıdır (Kocaoğlu, 1997). ABD’nin Afganistan ve Irak müdahaleleri İngiltere’den tam destek almasına rağmen, Avrupa Birliği’nin bazı üyelerinden tepki almış ve nitekim Almanya-Fransa-Rusya ayrı bir cephe olarak

Orta Asya’daki Etno-Linguistik gurupların dağılışı haritası; Milner 1993, Özey 1996, Cullen 2002 ve Edwars 2002 den yararlanılarak hazırlanmıştır.

109


Hasan Kara

belirmiştir. Hazar Gölünü “Hazar Denizi” şekline getirerek pastadan payını artırmak isteyen Rusya, kendisi gibi düşünen İran’la ilişkilerini sıkılaştırmıştır. Sonuç olarak çok bilinmeyenli denkleme benzeyen yeri ve aktörleri belli olan Orta Asya’daki olası olumsuz gelişmelerin eksik olan sadece figüranlarıdır. Herkesin kendine göre senaryo hazırladığı bölgede buradaki devletlere düşen görev, figüran olarak rol almamaktır. Bunun için alınabilecek önlemlerden bazıları şöyle sıralanabilir: •

Bölge ülkelerinde demokratik yaşama en kısa sürede geçilmek suretiyle demokratikleşme virajı zarar görmeden atlatılmalıdır.

Ağırlıklı olarak Rusya ile değil, bölgesel ve uluslar arası güçlerle de dengeli ekonomik ilişkiler kurulmalıdır.

Balkan paktı, Sadabat paktı gibi daha önce denenmiş ve bölge ülkeleri arasında güven ve ilişkileri artırıcı “Türk Paktı” benzeri oluşumlar hayata geçirilmelidir.

Uluslar arası ve bölgesel kuruluşlara üye olunarak dünya devleti olma yolunda hızlı adımlar atılmalıdır.

Coğrafi sınırlar ve özellikle Hazar Gölü üzerinde sorun oluşturabilecek tehlikeli söylemlerden uzak durulmalıdır.

Orta Asya devletleri ve komşu devletler arasında kültürel, askeri, siyasi ve ekonomik işbirlikleri artırılmalıdır.

Türk ülkeleri arasında müşterek dil birliği, ortak sözlük, ortak okullar, bölgesel olimpiyat oyunları v.s. gibi konularda bütünleştirici çalışmalar yapılmalıdır.

Türkiye’nin uluslararası tecrübelerinden daha fazla yararlanılmalıdır.

Uluslararası gerginliğe yol açacak teröre destek olma ve uyuşturucu ticareti konularına gerekli önem verilmeli ve önlemler alınmalıdır.

Etnik guruplar kesinlikle körüklenmemeli, yurtlarından edilmiş guruplardan problem oluşturanlar komşu devletlerin imkanları oranında mübadele yapılarak stabil hale getirilmelidir.

Rusya’nın tam kontrolünden çıkamamış ve dış arenada kendilerini destekleyecek müttefikleri olmayan Türk cumhuriyetleri; jeopolitik konumlarını değiştiremeyeceklerine, komşularından uzaklaşamayacaklarına ve kaynaklarını yok edemeyeceklerine göre bölgeyle ilgilenen güçlü devletlerle karşı karşıya gelmek zorunda kalacaklardır. Türkiye; kardeş devletleri kurtlar sofrasında savunacak ekonomik ve siyasi güce sahip değildir. Türkiye bulunduğu coğrafyanın en güçlü devleti olmasına rağmen, Orta Asya’nın kaderine etki edecek olayların altına imza atamamaktadır. Zaten Türkiye bu devletlerin bağımsız oldukları ilk yıllarda heyecanla “Türk” kimliğini öne çıkarmış, sonradan uluslar arası konjüktürün ve karşılıklı çıkar ilişkilerinin gereği politikalar izlemeye başlamıştır. Ancak Türkiye Avrasya jeopolitiğinde tecrübelerinin katkılarıyla bölgesel ağırlığını biraz daha artırmak durumundadır. Orta Asya’yı güney ve batıdaki en zayıf yerinden Türkiye, İran, Azerbaycan, Afganistan ve Pakistan’ın içerisinde yer aldığı bir örgütlenme koruyabilecek olmasına rağmen bu pek mümkün görünmemektedir. ABD’nin müdahale yapacağı bölgelerde çok önceden hazırlıklar ve planlamalar yaptığı bilinmektedir. Bugün ABD’nin sahip olduğu hava ve askeri üsleri, müdahale yaptığı sahalarının yakınındadır. Bölgenin doğusunda açılan Amerikan üssü ileride olması muhtemel olayların adeta habercisidir. O halde genç devletler, Rusya, ABD ve Çin’in gücünü göz ardı etmeden dış politikalarını belirlemek durumundadırlar. Bütün süper güçlerin uzun vadeli büyük planlar yaptığı bölgede karışıklıklara ve olası bir müdahaleye meydan verilmemelidir. Çıkabilecek sorun sadece bölgeyi değil Türkiye’yi de içine alan geniş bir çemberi dolaylı olarak etkileyecektir.

110


Orta Asya Ülkelerindeki Etnik Yapının Bölge Güvenliğine Etkileri

Kaynaklar

Akyol, Taha, Azerbaycan Sovyetler ve Ötesi, Burak Yayınevi, İstanbul 1994. Allen, Thomas- B., Sincan, National Geographic, Temmuz 2002 s. 120-151. Brzezinski, Zbigniev, Büyük Çöküş, Çeviren Gül Keskil-Gülsev Pakkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1994. Brzezinski, Zbigniev, Büyük Satranç Tahtası, Sabah Kitapları, İstanbul 1998. Cullen, Robert, Hazar Denizi, National Geographic, Şubat 2002 s.120-153. Edwars, Mike, Orta Asya Dünyaya Açılıyor, National Geographic, Şubat 2002 s.160-177. Erkal, Mustafa, Zihinlerdeki belirsizlikler: Etniklik ve Kimlik, Türkiye ve Siyaset Dergisi, Sayı:Kasım-Aralık 2001. Hessler, Peter, Çin’in Kadim Geçmişinin Yeni Hikayesi, National Geographic Temmuz 2003 s.36-55. Hudson, V.M.-Vore, C.S., Uluslararası İlişkilerin Psikolojisi, (Derleyenler Erol Göka-Işık Kuşçu), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara 2002. Kavuncu, Orhan, Türk Dünyası Genel Bakış, Selçuklu Vakfı Yayın No:2, Ankara 1998. Kocaoğlu, Mehmet, Pero-Strateji, Türkeli Yayınları, Ankara 1997. Milner, Robin, Rusya ve Sovyetler Birliği Tarihi, Çeviren Metin Çulhaoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul 1993. Mütercimler, Erol, 21 Yüzyıl ve Türkiye Yüksek Strateji, Erciyes Yayınları, İstanbul 1997. Oktan, Pulat, Sincan ve Uygurlar, National Geographic, Temmuz 2002 s.152-157. Özdağ, Muzaffer, Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği Üzerine,. Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara 2001. Özey, Ramazan, Türk Dünyası, Özeğitim Yayınları No:11, İstanbul 1996. Pauw F. De, Turkey’s Policies İn Transcausia Contested Borders İn The Caucasus, Brüksel 1996. Tika Avrasya Dosyası, Türk Dünyası Özel Sayıları, Ankara 1998. Yanar, Savaş, Türk-Rus İlişkilerinde Gizli Güç Kafkasya, IQ Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2002. www. Aygazete.com/Türk Dünyası. 2003. www. Focusdergisi.com.tr/kültür/20364, 2003. www. Foreigntrade.gov.tr./ead/ekonomi/sayi%2011/dpp.htm. 2003. www. Mfa.gov.tr./turkçe/gruph/hh/bölüm8.htm.2004.

111



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 111-149, İZMİR 2006.

“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini The Word Index of the “An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)” Vildan KOÇOĞLU* Özet Türkçenin 13. yüzyıla kadarki söz varlığını vermesi bakımından büyük bir öneme sahip olan sözlük (EDPT), şu ana kadar Türkolojinin en çok başvurulan kaynaklarından biri olmuştur. Ancak kullanım açısından taşıdığı zorluk sebebiyle kolayca faydalanılan bir sözlük değildir. Biz burada sözlükteki madde başlarını alfabetik olarak sıralayarak ve karşısına sözcüğün geçtiği sayfa numarasını yazarak hazırladığımız dizini kullanım kolaylığı sağlaması umuduyla kullanıcılarımıza sunacağız. Anahtar Kelimeler: S. G. Clauson, Etimolojik Sözlük, Dizin Abstract The dictionary (EDPT), which is of great importance in terms of giving the word existence of Turkish until 13. century, has been one of the most used sources of Turculogy up to now. But it is not an easily used dictionary because of its difficulty in terms of using. Here, the heads of article are givn in a alfhabetical order with their page numbers attachet in order to provide a comfort in usage. Word Keys: S. G. Clauson, Etymologic Dictionary, Index

Giriş S. G. Clauson’un An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT) adlı eseri, 1972 yılında Oxford Üniversitesi’nde yayımlanmış, çift sütun halinde 989 sayfa olup sözlükte 9250 madde başı bulunmaktadır. Clauson’un pek çok kaynaktan yararlanarak ortaya koyduğu sözlük VIII-XIII. yüzyıl Türk lehçelerini kapsamaktadır. Biz burada sözlüğün tekrar tanıtımını yapmayacağız. Agop Dilaçar bir yazısında sözlüğün tanıtımını yapmıştır.1 Biz sadece, pek çok araştırmacının çalışmalarında sıkça başvurduğu bu sözlüğe neden bir dizin yapma ihtiyacı duyduk, bunun üzerinde kısaca duracağız. Bilindiği gibi, EDPT’nin düzeni alışık olduğumuz sözlük düzeninden farklıdır. Sözlükte “Arapça kamuslarda görülen ‘ahadî’ (uniliteral), ‘sünaî’ (biliteral), ‘sülasî’ (triliteral) yöntemini andıran bir yöntem”2 kullanılmıştır. Bu yöntemin bir parçası olarak kod harfler bulunmaktadır. Sesteş ve hece değeri taşıyan bu kod harflerle birlikte kelimelere hece sayılarına göre değerler verilmiştir. (tek heceli: Mon.; iki heceli: Dis.; üç ve daha fazla heceli: Tris.). İşte sözlüğün zorluklarından biri budur. Örneğin, Tris. AZĞ kodu altında şu madde başları bulunmaktadır: oza:kı:, azığlığ, ozukluğ, azukluk, uzaklık, azkıña:, azğançu:, azkıya, uzkıya (EDPT, 284. s.). Ayrıca, bir sözcüğün türevlerinin ayrı başlıklar altında olması da bir diğer zorluktur. Örneğin, uluğ (Dis. ALĞ), uluğla:- (Tris. V. ALĞ-), uluğluk (Tris. ALĞ) sözcükleri üç ayrı başlık altında yer almaktadır. İşte bizim bu dizini hazırlamaktaki amacımız, hem alışık olduğumuz sözlük düzeninde bir kullanım sağlamak, hem de bu söz listesine bakarak bir sözcüğün 13. yüzyıla kadar Türk dilinde bulunup bulunmadığını tespit etmede yardımcı olmaktır. Dizinde, sözlükteki asıl şekline bağlı kalarak kullandığımız bazı işaretler şunlardır: : uzun ünlüleri göstermektedir * kök anlamı bilinmiyor anlamındadır. *

Arş. Grv., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Agop Dilaçar, “Yeni Yayınlar: Sir Gerard Clauson, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish, XLVIII+çift sütun 989 s., Clarendon Press, Oxford 1972”, TDAY-B 1972, Ankara 1989, 275-281. s. 2 Agop Dilaçar, age., 279. s. 1

113


Vildan Koçoğlu

A a ababa aba:çı aba:k aba:kı aba:lı: abamu abamuluğ abıabınabıtabızan abla:n abuşka acırğa aç aça:ç a:ç- (a:c-) açı:- (acı:-) açığ açığ (?acığ) açığlığ (acığlığ) açığlık (acığlık) açığsa:açığsı:açık- (a:cık-) açılaçım açınaçışaçış- (?acış) açıt:- (?acıt:-) açkı: a:çlık (a:clık) açlınaçlışaçsa:a:çsık (a:csık) açturaçuk açukluğ açukluk a:çur- (a:cur-) a:çur-(a:cur-) adada: ada:la:adak adakla:adaklanadaklığ adaklık adalanadalığ adartadasız adaş/addaş

1 4 5 6 8 8 11 12 12 6 12 7 17 10 16 31 17 18 17 19 20 22 21 23 23 24 24 23 26 27 29 31 31 21 23 26 27 27 31 31 21 22 24 24 30 30 36 40 59 45 49 49 48 48 59 59 68 71 72

adaşlık 73 adğır 47 adğıra:k 49 adğırlan50 adğırlık 49 adığ 45 adığ 46 adığlığ 48 adıl56 adın 60 adın61 adınçığ/adınsığ 63 adınsığ 63 adır66 adırt 64 adırt68 adırtıklığ 70 adırtla:70 adırtlığ 70 adırtsız 70 adış72 ada:62 adna:ğu: (adına:ğu:) 63 adnat62 adrı: 63 adrık 65 adrıl68 adrış 66 adrış69 adruk 65 adruksuz 70 aduk 46 adukla:49 adunçsuz 63 adut 44 adutla:45 a:ğ 75 a:ğ 75 a:ğ76 a:ğ77 agrığsız 93 ağan 87 ağan87 ağduk 80 ağı: 78 ağı:çı: 80 ağıl 83 ağı:lık 86 ağım 87 ağın 87 ağınçsız 88 ağınğaç 88 ağır 88 ağırçak 92 ağırla:94 ağırlal94 ağırlan94 ağırlığ 93 ağırlık 93

ağırşak/ağırşuk ağış ağışağıtağız ağızla:ağızlanağızlığ ağla:ağla:ağla:k ağlatağna:ağna:ağnatağnatağrı:-/ağru:ağrığ ağrığlığ ağrıkanağrınağrışağrıtağruk ağruklanağruş ağsa:ağtar-/axtarağtarıl-/axtarılağtılağtınağturağu: ağu: ağu:la:ağu:luğ ağu:suz ağuj/ağuz ağujluğ ağukağzanajlaŋ ajmuk ajmuklana:ju:n a:ju:nçı: ak aka:k akı: akı:la:akı:lık akığ akığlığ akığsız akım akın akınçı: akındı: akışakıt-

114

93 96 96 80 98 98 98 98 85 85 84 85 87 88 88 88 91 90 93 94 92 92 92 90 94 91 95 81 82 81 81 82 78 78 87 86 95 98 80 83 98 26 27 27 28 29 75 77 75 78 87 86 82 83 83 87 87 88 88 96 81

akla:aklışakru: akrun aksırak akturakur akuru al al ala:l a:l a:la: ala:çu: ala:çu:lanalakıralakırışalaŋ *alaŋ alaŋadalaŋadturala:ŋır alar- (ala:r-) alartala:wa:n alay alçak alçı: alığ alığsa:alıkalık/aluk alılalım alımçı: alımlığ alımsınalın alın*alınç alınçlığ alınlığ alış alışalkalka:*alka:dı: alkalalkanalkanalkaşalkatalkığ alkınalkınç alkınçsız alkınçu alkınduralkış alkış-

85 86 89 91 95 82 89 92 120 121 124 120 120 126 129 130 140 140 147 147 149 149 149 150 151 128 154 129 129 135 140 138 135 145 145 146 146 147 147 148 147 149 149 152 153 135 138 139 138 138 138 139 138 137 138 137 139 139 140 137 139


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini alku: 137 alkuğun 139 allığ 135 alma: 146 almalık 146 almıla: 146 almır 146 alp 127 alpa:ğut 128 alpırkan128 alplık 128 alsa:152 alsık152 alt 130 alta:133 alta:ğ 130 altı: 130 altın 131 altınç 131 altınçı: 134 altınkı: 134 altırar 135 altmış 130 altu:n 131 altunlaş135 altunluğ 134 altur133 altuz134 alu:ç 128 alu:çı:n 130 alvır128 am 155 amaç 156 amaçla:156 amaçlık (?amaclık) 156 amarı: 164 amırtğur164 amra:161 amra:163 amrak 162 amran163 amranç 163 164 amrançığ amranmaklığ 164 amraş164 amrıl-/amrul163 amrıltur164 amru: 162 amşan 164 amşu: 164 amşu:y 164 amtı: 156 amtıkan, amtıkına 157 amuç 156 amul (?amıl) 160 amulluk 161 amur 162 *amur163 amurt 163 amuş164 ana: 169 ana:la: 186 anaç 172

apaŋ a:r a:ra:rara: (?a:ra:) ara:la:aralı: aralık aran aranlığ arça arçı: arğu: arğuç arğu:la:arğu:n *arğuluğ arğurarğurtarğurturarı: arı:arığ arığ arığ arığla:arığlık arığsız arığsızlığ arık arıklanarıklığ arılarılarınarış a:rışarıtarıtı: arıtınarıtışarju: arju:la:ark ark arka: arka:arka:arkaçak arka:ğ arkalanarka:r arka:sız arkaşarkış *arku arkuçı: arkuk arkuklanarkulayu arkun arkun arkun

ança: 172 ança:da: 175 ançağınçakan 175 ançak 174 ançakıŋa 175 ançıp/ınçıp 173 ançu: 173 ançu:la:175 ançulayu: 175 and/ant 176 andan/andın 177 andğar180 andık180 a:ndırdın 181 andlığ 177 anğar183 anın 187 anıt179 anta: 176 antaça 181 antada 181 antağ 177 antakı’a 181 anu:171 anuk 182 anukla:183 anukluk 183 anu:mı: 187 anun188 anut179 anutul182 anvant 171 aŋ 165 aŋ 165 aŋ 165 aŋ 165 aŋ 165 aŋ168 aŋaru:/ıŋaru:/ınaru: 190 aŋayu 191 aŋçı: 173 aŋdı:180 aŋdur180 aŋduz 178 aŋığ 182 aŋı:la:186 aŋıl 184 aŋıt 176 aŋıttır182 aŋız 191 aŋla:186 185 aŋlağ(aŋlığ) aŋmın 186 aŋra:-/ıŋra:189 aŋran-/ıŋran189 aŋraş-/ıŋraş189 aŋrat-/ıŋrat189 aŋsız 190 aŋul 184 aŋut 176 ap 3 apa 5 apam 11

115

11 192 193 193 196 231 230 230 232 237 200 200 215 216 220 216 219 218 218 220 196 198 213 214 214 219 218 219 219 214 220 218 229 229 235 239 239 207 211 213 213 200 200 213 213 215 217 217 218 216 220 216 219 218 216 215 218 216 219 219 216 216 216

arkuru 219 armağa:n/yarmağa:n 232 armakçı: 232 arpa: 198 arpağa:n 200 arpa:la:200 arpa:lan200 arpa:sız 200 arra 196 arsal (?arsıl) 238 arsalık 238 arsık238 arsla:n 238 arslanla:239 art201 art (?a:rd) 200 art- (ard-) 201 arta:208 arta:k 204 artal209 artaş210 artat208 artğaru 211 artığ 204 artıl- (ardıl-) 209 artın- (ardın-) 209 artış- (ardış-) 210 artız211 artız (?artış) 207 artla:-(ardla:-) 209 artuç(?arduç) 204 artuçlan212 artuk (?artok) 204 artuklan212 artukrak 211 artur209 artur210 artur210 aru:ba:t 200 212 aru: d u:n aruk (a:rok) 214 arukla:219 arukluk 211 arukluk 218 arulsuz 219 arumdu:n 232 arva:199 arval199 arvaş199 arvış 199 arvışçı: 200 a:s 240 as- (?a:s-) 240 asğançu 245 asğançula246 asığ 244 asığçı: 245 asığlığ 245 asığlık 245 asığsız 245 asıl247 asın248 asırtku: 252


Vildan Koçoğlu asışaslınasŋarasra: asra:kı: asru asruşast ast astın asturasurasurtasurtğu: a:ş a:ş aşa:şaşa:aşağ aşağ aşağa: aşak aşakla:aşanaşataşba:r aşçı: aşğınaşılaşınaşla:aşla:aşlalaşlataşlığ aşlık aşnu: aşnukan aşnu:kı: aşnurak aşru: aşrulaşsa:aşsa:aşsataşsız aştal aşu: aşuk aşukaşukla:aşunaşunduraşurat ata:t (a:d) ata: ata:- (a:da:-) ataç ata:kı: atakımsın-

253 248 249 250 252 250 252 242 242 242 244 251 251 252 253 253 255 255 256 259 259 259 259 259 264 257 257 257 259 262 264 262 262 263 263 261 261 263 264 264 264 264 265 265 265 265 265 257 256 259 259 260 264 264 265 33 36 32 40 42 43 48 49

atalığ atalık atan a:tan- (a:dan-) atanlanatanlığ ata:sa:ğu:n atasız atat- (atad-) atğa:k atğaratı: atık- (adık-) atılatım atınatınçu: atış atışatız atızatızla:atızlanatka:atka:ğ atkağlığ atkanatkançsız atkanğu: atkanğuluksuz atlanatlanduratlaşatlığ a:tlığ (a:dlığ) atsa:atsız (a:dsız) attura:v a:vava ava:la:avağ avant avçı avıavĭçğa avılku avınavınç avınçu avıtavla:avlanavlaşavlatavrındı avru:zı: avuç avurt avurta avya: avzu:rı

59 59 60 61 63 63 71 72 44 47 48 40 47 56 59 61 63 72 72 73 74 74 75 47 47 48 47 48 49 49 58 59 58 55 54 71 71 67 3 4 5 11 8 12 6 6 6 11 12 12 13 7 10 11 11 11 15 15 6 13 15 16 17

a:wan awut axsa:axsa:k axsataxsum axsumla:axsuraxşam ay aya:y aya: aya: aya:aya:ğ ayağlığ ayağsız ayak ayak ayakçı: ayaklığ aya:la:ayanayançaŋ aya:s (?aya:z) ayatayatılaya:z aybaŋ aydiŋ ayğ ayğır ayğu:çı ayı ayığ ayığ ayığ *ayığ ayığla:ayık ayıklığ ayıl ayılayım ayınayınayınç ayıŋ ayıŋla:ayırayıtaykıraykırı ayla: aylığ aylok ayra:n ayrak ayrık ayrılayrışayru:

116

12 6 95 95 95 95 95 95 96 265 266 265 267 267 267 270 271 271 270 270 271 271 273 274 275 276 268 270 276 268 268 270 271 271 267 270 270 270 270 271 270 271 272 272 273 274 275 274 274 275 276 268 271 271 272 272 272 276 276 276 276 276 276

ayruk aytılaytınaytış aytiğ ayturayturayu:k ayukluk ayva: a:z a:z a:zaza:k azak azar azğa:n azğançu: azğançu:la:azğır azğun azğurazı:- (?üzi:-) azığ azığla:azığlığ azılazıtazkıŋa azkıya a:zlana:zlanazlık azma: azrak azu: azuk azuk azuklanazukluğ azukluk

276 269 269 268 268 269 269 270 271 268 277 277 279 282 283 289 283 284 284 283 283 283 281 283 284 284 287 281 284 284 287 287 286 288 289 280 283 283 284 284 284 B

ba:*ba: baça: baça:baça:k baçasız badar (padar?) badğa:badıç badıçlık badram ba:ğ ba:ğ bağa:tu:r bağda:bağdaş bağdatbağıltak bağır

292 291 293 293 293 296 307 302 300 300 308 310 311 313 313 312 313 315 317


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini bağırçak 318 bağırdak 319 bağırla:320 bağırlak 319 bağırlan320 bağırlığ 319 bağırsa:320 bağırsak 319 bağırsak, bağırsuk 319 bağırsaklık 320 bağırsız 320 bağırsuk (?bağırsok)320 bağış 321 bağış 321 bağışla:321 bağışlal322 bağışlan322 bağla:314 bağlan315 bağlat315 bağlığ 314 bağna: 316 bağnalığ 317 bağram 318 bağrık318 bağşı: 321 baxşılığ 321 bak311 baka: 311 baka:çuk 312 bakan 316 bakanlığ 317 baka:ŋak 316 baka:yak 322 bakçan 312 bakığ 313 bakıl314 bakın316 bakır 317 ba:kır318 bakırlığ 319 bakış 321 bakış321 bakıt313 bakla:n 314 baku: (bakku:) 312 bakur318 ba:l 330 bal- (ba:l) 330 bala: 332 bala:la:342 balavuz 333 balbal 333 balçık 333 baldır 333 baldır 334 baldız 334 ba:lığ 335 balık 335 balık 335 balık 336 balık337 balıkçı: 337

balıkçın balıklanbalıklanbalıklanbalıklığ balıklığ balıksa:balk baltır baltu: (balto:) balu: bamuk ban ban banba:n ba:n*bançuk *bançuklan*banda:r(?) bandur*bandur*banğır*banılbanzı: *bañ*bañak bañaka:*bañıl *bañıl*bañışbaŋ *baŋ*baŋığ *baŋıt*baŋla:*baŋra:ba:r barbarak baraklığ barça: barçın barğan barığsa:barığsa:k barılbarım barımlığ barımlık barımsınbarınbarış barışbarışlığ bariğ bark barkın (?barkı:n) ba:rlığ bars (p-) barsa:bart bartur-

337 338 338 338 338 338 338 335 334 333 332 345 346 346 348 346 347 349 349 349 350 350 350 351 352 348 350 350 351 351 352 346 348 350 350 351 351 353 354 360 361 356 357 360 361 361 365 366 366 366 366 367 369 369 370 360 359 360 365 368 369 358 359

basbas (p-) basa: basa:kı: basan basar basarlığ basbal basğa:n basğuk basığ basık-/bassıkbasımçı: basınbasınç basınçak basındurbasışbasıtbasruk bastıkbasturbasu: basurbasut basutçı: baş ba:ş baş/ba:ş başa:başadbaşak başak başakla:başaklanbaşaklığ başarbaşçı: başğa:k başğa:n başğarbaşğıl başık (paşık) başıkturbaşıl başla:başla:başla:ğ başlanbaşlatbaşlığ başlığ başlık başmak başmaklanbaşnak baştak baştar baştınkı bat bat batbat (?pat)

117

370 370 371 373 373 374 374 372 373 373 373 373 373 374 373 374 374 375 372 374 372 372 372 374 372 372 375 376 375 377 378 378 378 380 380 380 383 378 379 379 380 379 378 380 381 381 382 381 382 382 381 381 381 382 383 383 378 378 378 296 296 298 296

batğa: 302 batığ 301 batığlık 302 batıl305 batım 305 batla:305 batma:n 305 batrak 307 batruş 308 batruş308 batsık 309 batur308 ba:tur308 ba:y 384 baya: 384 baya:ğut 385 baya:kı: 385 baya:t 385 bayak 385 baybayuk 385 bayık 385 bayın 386 baynak 386 bayrak 387 bayram 387 bayu:384 bayut385 ba:z 388 bazğa:n 390 be: 291 beçel 295 beçkem(?peçkem)/ beçküm (?peçküm) 295 beçkemlen295 bediz 310 bedizçi: 310 bedizle:310 bedizlig 310 bedü:299 bedük 302 bedükle:304 bedüklentür304 bedüklük 304 bedüt300 bedüttür301 bedze:310 bedzet310 be:g 322 begeç 325 beged325 begimsin327 begle:326 beglen327 beglig 326 beglik 326 begni: 328 begrek 328 begsig 329 bek (?pek) 323 *beker329 bekiz 330 bekle:326


Vildan Koçoğlu beklel327 beklen327 bekleş327 beklet327 beklik 326 bekmes (p-) 327 bekriş329 bekrü: 328 beksiz 329 bekü:325 beküş329 beküt 325 beküt325 bele:- (be:le:-) 332 belgü: (?belgö:) 340 belgü:lüg 341 belgü:süz 342 belgüle:342 belgür341 belgürt341 belgürtme: 342 belgüt340 belik 338 beliŋ 343 beliŋçi: 344 beliŋdek 344 beliŋle:344 beltir 334 belür344 ben 346 benek 350 bensiz 351 beŋ 346 beŋ 346 *beŋde:350 *beŋdeş350 *beŋdet350 beŋgü: (beŋgö) 350 beŋi: 348 *beŋi:le:351 *beŋi:lig 351 *beŋi:lik 351 beŋiz 352 *beŋizlen352 beŋizlig 352 *beŋlen351 *beŋlet351 beŋze:352 *beŋzeg 352 352 beŋzet*ber (?bér) 353 berçem(?perçem) 295 berdin (?bérdin) 359 berdinki: (?bérdinki:)359 berge: 362 berge:len364 bergek363 bergerü: (?bérgerü:)364 bergese:364 berk 361 berkit363 berkle:363 berklet363

berklig bert- (?p-) bert bürt bertin- (?p-) bertiş- (?p-) bertü: bertülenberü: (?bérü:) berüki: (?bérü:ki:) beryeki: bew/böv beyenbeyik/biyik/büyük beyin/beyni bezbeze:bezek (beze:k) bezel- (beze:l-) bezenbezenç bezeşbezet- (beze:t-) bezetigse:k bezge:k bezig bezitbé: bé:çin bé: d bé:l béle:-/bé:le:béleg bélegle:bé:lel*béñi *béñi: *béñi:le:bé:rbére: bé:rgü: bérigse:bérilbé:rim bérimçi: bérimlig bériş bérişbért bértürbérye: bé:ş béşe:gü: béşiklig béşinç béşük bét bétke:çi: béz/bez bé:z bıç- /biçbıçak *bıçakla:bıçğa:k

363 358 358 359 359 358 359 355 364 370 292 386 385 386 389 390 391 391 392 392 392 390 390 391 391 390 291 295 298 330 332 338 342 342 348 348 351 354 355 362 364 365 366 366 366 369 370 358 359 370 376 381 381 383 380 296 304 388 388 292 293 295 294

bıçğa:s 294 294 bıçğıl bıçğu: 294 bıçğu:ç 294 bıçığ 294 bıçıl295 bıçılğa:n 295 bıçım 295 bıçın296 bıçış 296 bıçış296 bıçma: 295 bıçtur293 bıçuk 294 bıdık 301 bığrığ, boğrul 318 bıkın 316 bıldır 334 bıldırçın 335 bınık350 bıŋ 346 bıŋa:r (p) 351 bırğaru: (?bérgerü:)361 bırkığ 360 bırkır361 bıruk 360 bısta: 372 bış- (p-) 376 bışığ (p-) 378 bışığla:380 bışrıl- (p-) 384 bışrun- (p-) 384 bışrunul- (p-) 384 bışur- (p-) 383 bıyık 385 bi: 291 bi: 291 bibli: (?pipli:) 292 biçek 295 biçekle:295 biçeklen295 biçge/bicgü 295 bigi 324 bil330 bildüz335 bile: 332 bile:332 bile:gü 341 bilegüsüz 342 bilek 338 bileklig 341 bilemsin343 bilerzüv 344 bilet334 bilewü 333 bile:zük 345 bile:züklen345 bilge: 340 bilge: d 340 bilgelen342 bilge:lig 342 bilig 339 biliglig 341

118

biligse:biligsiz biligsizlik bilik (?p-) biliklik bililbilimsinbilinbilinçek biliş bilişbilsikbiltürbinbinilbintür*biŋeşbi:r biregü: birer birgerü: birikbiriki: birinç birle: birök birtem bistek bit bitbitbül biti: biti:bitig bitigçi: bitigçi: bitiglig biti:gü: bitigüçi: bitinbitişbititbitle:bitmül bitrik biye biz bo: d *bo: d bo: d luğ bodrak bodsuz bodu:bodu:boduğ (?bodoğ) boduğluğ bodulbodul- (?bodol-) bodun bodunluğ bodut- (bodot-) bo:ğ

342 342 342 339 341 342 343 343 344 344 345 344 334 348 351 350 352 353 364 368 364 363 364 367 364 362 358 372 296 298 300 299 299 303 304 304 304 304 304 307 309 301 305 305 307 384 388 296 297 305 307 309 300 300 302 302 305 305 306 307 301 311


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini boğboğan boğay boğazdak boğım boğla:boğlanboğlatboğlunboğmak boğmakla:boğmaklanboğnak boğnaklanboğruğ boğrul (?boğrıl) boğturboğulboğun boğunboğundı: boğuşboğuz (boğoz) boğuzla:boğuzlanboxsa:boxsak boxsatboxsuk (?boxsok) boxsuklanboxta:y 313 bo:k bo:k bokbokdam bokla:bokuk (?bokok) bokuklanbokukluğ bokulbokun bokunbokunluğ bokurbokursı: bol bolbolğusuz boluğ boluğluğ boluş boluşboncuk (?bonçok) *bonçuklanboŋ *boŋukbor? bo:r borba:borba:ğ borba:ş borbalborbaşborbat-

311 316 322 322 315 315 315 315 315 315 315 315 316 317 318 318 313 314 316 316 316 321 322 322 322 320 320 320 320 311 311 311 312 315 313 314 314 314 316 316 317 318 319 330 331 338 336 338 345 345 349 349 347 350 354 354 356 356 356 356 356 356

borça: 357 borçı: 357 borduz 359 borğu: 360 bo:rğu:y 361 borluk 365 borlukçı 366 borsmuk (?p-) 369 borsuk (?p-) 368 borta: 358 borta:la:359 bortalan359 boş/?bo:ş 376 *boşğu: 379 boşğun379 boşğur380 boşğut379 boşğut (boşğot) 379 boşğutçı: 380 boşğutlan380 boşğutluğ (boşğotloğ) 380 boşla:ğ 381 boşlağlan382 boşluk 381 boşlun382 boşu:- (?boşo:-) 377 boşuğ (?boşoğ) 379 boşu:ğu: 380 boşun- (boşon-) 383 boşunçsuz 383 boşunla:383 boşut- (?boşot-) 378 botu: (?poto:) 299 botuk 302 botu:la:- (?boto:la:-) 305 bo:y 384 bo:y 384 *boy384 boya 384 boya:385 boyba:385 boyın 386 boyla: 385 boyluğ 385 *boyma:386 *boymal386 boymaş386 boyna:386 boynak (?boynok) 386 boynat387 *boyum 386 boyun 386 boyun 386 boyunduruk 387 boyunla:387 bo:z 388 bozla-(?bo:zla:-) 392 bozlat392 bozun 392 böd 298 bödi:300

bödi:g 303 bödüş309 301 bödütbö:g 323 bö:g 323 bög324 böglün327 bögrek 328 bögrül 328 bögtür 325 bögü: (bögö:) 324 bögül326 bögüle:-(bögöle:-) 327 bögülen-(bögölen-) 327 bögülüg (bögölög) 327 bögün328 bögür (?bögör) 328 bögürle:329 bögüş 329 bögüş329 böke: 324 bökseg 329 bökseglen329 böl332 bölük340 bölük (bölök) 339 *böŋ348 böri: 356 börileyü: 366 börk 362 börkçi: 363 bös371 bösge:ç 373 böşge:l 381 bösüg 373 böşük 380 böy 384 bözçi 390 bu: 291 bu: 292 buç buç 292 buçak 294 buçğa:k 294 buçğaklan295 buçğaksız 294 buçuk 294 bu: d 298 buda 299 budğay 302 budun 306 budursı:n 309 buduş309 budut301 buğ 311 buğa: 312 buğar318 buğda:y 312 buğdı: 312 buğra: 317 318 buğra:-

119

buğrağu: 319 buğrağur320 buğralan- (buğra:la:n) 320 buğra:lık 319 buğruş318 buğurda: 319 buxsı: 320 buxsum 320 bujın 296 buka: 312 buka:ğu: 314 buka:t- (buka: d -) 313 bukaç /buka:ç 312 bukağuçı: 314 bukağuluğ 314 bukağuluğçı: 314 bukra:318 bul332 bula:333 bula:n 343 bulak 336 bulak 336 bulak 336 bulamç/bulamak 342 bulaŋ 343 bulat334 bulduk- (bultuk-) 334 buldunı: 335 buldur 334 bulduz335 bulğa:337 bulğa:k 336 bulğa:ş 336 bulğama: 338 bulğanç 336 bulga:ŋuk 338 bulğayuk 338 bulğuna: 338 bulıt 333 bulıtçulayu 335 bulıtlan335 bulıtlığ 335 bulıtsız 335 bulna:344 bulnat344 bultur335 bulul342 bulun 343 bulun344 bulunç 343 bulunçsuz 344 buluŋ 343 buluŋsuz 344 buluş 345 buluş345 bun 347 bun348 bunça: 349 *bunçulayu: 349 *bunduz 349 *bunğa:n 350 buntağ 349


Vildan Koçoğlu *buntur350 *bunuk 350 *buñğak 350 buŋ 347 buŋad350 *buŋadınçığ 350 *buŋadtur350 *buŋkar350 *buŋluğ 351 buŋsız 351 bu:r355 burç 356 burçak 357 burçaklan358 burçıntur358 burxan 360 burığ 360 burkı: 360 burkığ 360 burkıt361 burkur361 burna:ç 367 bursaŋ 369 bursla:n 368 burun 366 burunduk 368 burunla:368 buruŋ 367 burut359 bu:s (p-) 370 bus- (p-) 371 busa:372 busan374 busanç 374 busandur374 busar374 bustulı: 372 busu (p-) 372 busuğ (p-) 373 busuğçı: (p-) 373 busuk- (bussuk-;p-)373 busuş 374 busuş- (p-) 375 busuşluğ 375 375 busuşsuz buş- (p-) 377 buşak 379 buşaklık 380 buşı 377 buşı (p-) 377 buşıçı: (p-) 378 buşılğa:n 382 buşılık 382 buşrul384 buşuğ 379 buşur384 bu:t (?bu:d) 297 bu:t (bu:d) 297 but 297 buta:300 butan307 butar 307 butarla:309

butı:butık butıklanbutla:butlu: butluğ buturğa:k buyan buyançı: buyanla:buyanlığ *buyanlık buyansız buyıkla:buymul buynuz buyruk buyurbuyurçın buz bu:z buz- (?bu:z-) buza:ğu: buza:ğu:la:buzğak buzı: bu:zluğ bu:zluk buzuk buzulbuzun buzuşbügde: bügde:le:bügte: bügteçi bük bük bükbükbüken büklünbükri: büksülbükşülbüktel bükülbüküm büküşbükütbü:n bün *bünçig büne:*bünel*bünle:*bünsiz *bünük*büñüz *büñüzge:k *büŋüzlenbür bür-

300 301 302 305 304 305 309 386 387 387 387 387 387 302 386 386 387 387 388 389 389 389 391 391 390 390 391 391 390 391 392 392 325 326 325 326 324 324 324 324 328 327 328 329 329 325 326 327 329 325 347 347 349 349 351 351 351 351 352 352 352 354 355

bürçe: bürçek bürçeklenbürge: bürgelenbürgü:ç büri: büriş bürkek bürkür- (?p-) bürlenbürme: bürt bürtbürtüglüg bürtülbürtüşbürük bürülbürünbürünçük bürüŋ bürüşbüşinçek bütbüte: bütgü: bütgürbütgüsüz bütrü: bütrüşbütse:bütü:ge: bütün bütünle:bütürbütürü: bütüşbütüt büvkür-

357 357 358 362 364 362 356 369 363 363 366 366 358 358 359 359 359 362 365 367 367 367 370 383 298 299 303 303 304 307 308 309 304 306 307 308 309 309 300 292

Ç caxşa:pat cigi: cinçü: civi: coğdu: cunçabak (?çapak) çabşa:ça:çır ça: d an 403 ça:ğ/çak çağı:/çoğı: çağı:la:-/çoğı:la:çağığ çağır çağırla:çağırlançağırlığ çağmur

120

412 414 425 394 406 424 395 399 401 403 406 408 407 409 411 411 411 408

çağrı: çaha: çaxşa:çaxşa:k çaxşu: çak çakçakılçakınçakır çakırçakışçaklığ çaklınçakma:k *çakradçakrak çakrışçakturça:l çalçalaŋ çalda:çaldır çaldra:çalğa:y çalığ çalınçalıŋ çalış çalışçalk çalkan çalma: çalpa:çalpak çalpaŋ çalpaş çalpaşçalpaşlançalra:çalratçalsıkçalturçam çamğuk çamğuklançamğur çamı: çamla:çamrak çamsız çan çanaç çanaçla:çanaçlık çanak çançu: *çandçandışçanka: çantur- (çandtur-) çañşu:

410 406 412 412 412 404 405 407 409 409 410 412 407 407 408 411 410 411 406 417 417 420 419 419 419 420 419 421 420 421 421 419 420 420 418 418 418 418 418 418 421 421 421 419 421 423 423 423 422 423 423 424 424 425 425 425 425 425 425 425 425 425 427


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini çaŋ çaŋal çaŋı:la:çaŋlı: çaŋşı: çap çapçapak çapğut çapılçapınçapıtçapsa:çapturçaput ça:r çar çarım çarla:çarlaşçarlatçarmak çars çart çaruk çarukla:çaruklançarukluğ çarukluk çaru:n çasurçasut çaş *çaşça:şır çaşurçaşut çat çatçatı:ba: çatı:la:ça:tır ça:tır (?ça:dır) çatırlığ çatla:çatu: çatuk çatuk (?çatok) ça:v çava: çava:r çava:rlığ çavığ çavıkçavju: çavla:çavlançavlı: ça:vlı: ça:vlığ çavşa:ŋ çavşa:ŋ çavuş

424 426 426 426 426 393 394 395 396 397 398 395 399 395 395 427 427 430 429 430 429 430 430 428 428 428 428 428 428 430 430 430 430 431 431 431 431 401 402 402 403 403 403 403 403 402 402 402 393 394 398 399 395 396 395 397 397 397 397 397 399 399 399

çaw çawğa:n çayan çe:g çek çek çekçekek çeker çekik çekilçekinçekişçekleşçekrek (?çegrek) çekreklençektürçekük çekün çekürge: çeküş çelpek çelpeklençeniştürük çeniştürükse:çeŋlik çepiç çepiş çepişlençer çer çer çer (?cer) çergeşçergüçi: çergüle:çerig çerlençerletçerlig çerlig çerlik çerme:çermelçermeşçermetçertçertilçeşçeşkel çetke:n çetük çeviş çevişlig çevrülçevrüşçevürçewek çéçek çéçeklençéçeklig çéçeklik çé:j

çı: çıban çıbık çıbıka:n çıbıkla:çıbırtçıbun çıça:lak çıça:muk çıf (?çı:v) çıfı:la:- (?çıvı:la:-) çı:ğ çı:ğ çığ çığçığa:ñ *çığañlık çığay çığay çıgaylık çığıl çığılçığılva:r çığır çığırla:çığırlançığla:çı:ğlançığlançığlatçığrı: çığrık/çıkrık çığru:çığruk çığrutçıxansı: çıjçı:k çı:kçıkçıkan çıkan çıkarçıkılçıkış çıkışçıkra:çıkraşçıkratçıkratçıkrışçıkturçıkturçıla: çı:la:çılan- (çı:lan-) çılaş-(çı:laş-) çılat- (çı:lat-) çım çım çım çı:n çınçırğa:

393 396 431 413 413 413 413 415 416 415 415 416 417 415 416 417 414 415 415 416 417 418 418 427 427 426 395 399 400 427 427 427 427 429 429 429 428 430 429 429 429 429 430 430 430 430 428 428 431 431 402 402 399 400 398 398 398 396 400 401 401 401 400

121

393 397 395 396 396 398 397 401 401 393 397 404 404 404 405 408 409 412 412 413 407 407 408 409 411 411 407 408 408 407 410 410 410 410 411 409 400 404 406 405 409 409 410 407 412 412 410 411 411 411 411 406 406 418 418 421 421 419 421 421 422 424 425

çınğar-(çı:nğar-) çınıkçınla:çınlatçıntan (çından) çıŋ çıŋ çıŋartğu: çıŋıl çıŋra:çıŋra:k çıŋratçıp (?çı:b) çır çır çırğu:y çırıŋ çırt çıt çıvaşa:ŋ çıvğa: çıvğaçı çıvşa:çıvşa:ğun çıvşatçıw (?çıo) çıydam çızçızdurçibek çiçe çig çigçigdem çigen çigilçiginçigin/çikin çigir çigit çiglişçigre:çigşi: çigtürçijtürçik çik çiki:n çiki:n çikne:çikne:(?çigne:) çikte:n çi:l *çilde:çildeg çilde:y çilgü: çilik çilteg çimgen çiş çişe:çişet-

425 425 426 426 425 424 424 426 426 426 426 426 393 427 427 428 430 428 401 399 395 396 399 399 399 393 431 432 432 396 400 413 413 414 415 415 416 415 416 414 415 416 417 414 400 413 413 415 415 416 416 414 417 419 419 419 420 420 419 423 430 431 431


Vildan Koçoğlu çi:t *çivçivgin çivginlençobartçobulmak çoçuk ço: d ın 403 ço:ğ çoğay çoğısız çoğla:çoğla:n çoğlan- (ço:ğlan-) çoğluğ ço:k çokçokan çokmaklançokra:çokrama: çokraşçokratçokturçoku:barı: çoku:y çolpan çoluk (çolok) çom-/çömçomak çomburçomğuk çomı:lı: çomruşçomtur-/çömtürçomuk çomur-/çömürçomuş-/çömüşçomuşluk çoŋ çopra: ço:r ço:r çotur ço:vlı: çowa:ç çoyın çö:b çöbik çögen çöjçöjtürçöjülçök çökçöke: çökit-/çökütçöktürçökük (cökök) çökürçöküt çökütlük

402 394 396 396 398 397 400 405 412 412 407 407 408 412 405 406 409 408 410 411 411 411 406 406 420 418 419 422 422 422 423 423 423 422 423 423 424 424 424 398 427 428 403 397 395 431 394 396 416 400 400 401 413 413 414 414 414 415 416 414 414

dölük dük

çöl 417 çömçe: 422 çömen 423 çömerük(?çimerük) 424 çöŋek 426 çöpür 398 çöpürlen399 çörek 429 çörekle:429 çörgü: 429 çöz432 çu:/çü: 393 çufğa: (?çuvğa:) 395 çu:ğ 405 çuğ 405 çuğla:407 çuğlan- (çu:ğlan-) 408 çuğlat407 çuğurda:n 411 çu:k406 çukmı:n 408 çukur 409 çulğa:420 çulğan420 çulık 420 çulı:ma:n 420 çulk 419 çulvu: 418 çupan 397 çur 428 çura:m 430 çurnı: 430 çuv 394 çuv 394 çuvı: 394 çuz 431 çübek 396 çügde: 414 çüge: 414 çük 413 çülgi: 420 çülig 420 çülük420 çüme:li: 423 çünük 426 çür 428 çürle:429 çürlen430 çürlet430 çüsüm 430 çüşek 431 çüşüm 431 çüwit 395

E-É ebe ebegü eçe eçi: eçkü eçü: e: d edededer ederle:ederlig ederlik edgeredgü: edgüleş-

5 9 20 20 24 20 33 44 63 71 70 70 52 51 54

edgü:lük edgü:ti: edikedle:edleledlenedleşedletedlig edrem edremlig edrim edsiz egegdi: egdü: eger egilegim egin egir egiregirse:egirtegişegit egme: egri: egri: egrik egrilegrilik egrim egrimlenegrinegrişegse:egsü:egsük egsüklüg

D da:ğ da:ğ/da:ğ dawa: dede: deŋge:l di:dek didim

498 476

463 463 436 451 520 455 456

122

53 53 52 57 58 58 58 58 55 66 70 66 71 99 102 102 112 106 108 109 112 113 116 114 118 102 108 112 115 112 114 115 113 116 114 115 117 117 116 117

egsüksüz egsütegtürekeke: eke:le:ekeç ekek ekekle:ekeklik eki/éki eki:nlig ekilekim ekinekin ekindi: ekişekitekmek eksil- (egsül-) ekşi:ekşig ektüreldiri: (?eldri:) ele: ele:ele:elek elgin elig (?élig) eligçi: eligle:-(éligle:-) eligleş-(?éligleş-) eliglig eliglik elik ellig ellik elri: elü:g elügle:em ememçek emçi: emder- (emter-) emderilemet emge:emge:k emgek emgekle:emgeklenemgeklig emgeksiz emgenemgeşemgetemig emigdeş emigle:emiglig

118 117 104 100 100 108 102 105 105 105 100 111 106 108 110 109 111 119 103 108 117 119 118 104 135 126 126 126 140 143 140 143 144 145 143 144 142 141 142 150 142 145 155 155 156 156 157 157 156 159 159 159 160 160 160 160 160 160 159 158 160 160 160


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini emirçge: emitemle:emlelemlenemleşemletemlü emri:emrişemritemse:emsi:emüzendek enderendik enetkek enüç enüçle:enüçlenenük enükle:enüklenenüklüg eŋ eŋ eŋ eŋeŋeŋek eŋim eŋin eŋireŋişeŋiteŋiteŋle:eŋlig eŋlik eŋrek eŋtürep epe epek epmek er ererdem erdemlig erdemsiz erdeş erederej erejleneren eren tü:z ergeç ergen ergü: ergürergüz ergüz-

164 157 161 161 161 161 161 161 163 164 163 164 164 165 177 180 177 181 172 175 175 183 184 184 184 166 166 166 168 168 183 186 187 189 191 179 179 186 185 185 189 181 3 5 8 12 192 193 206 212 212 207 207 200 200 232 237 223 224 223 227 226 227

eri:g 222 erig 221 erig 221 erig 221 erig 221 erigle:228 eriglig 228 erin- (?érin-) 235 erinç 234 erinçig (?érincig) 236 erinüğsüz (?érinügsüz) 237 eriş239 erk 220 erkeç 223 érkek 223 érkeklen228 erken 224 erki: 223 erklen227 erklig 224 erkliglik 228 erksin227 erksintür228 erksire:228 erksiz 226 erksizlik 228 erle: 229 erlen230 erleş230 erlik 229 ermegü: 232 ermegü:r232 ermeli: 232 erŋe:k 234 erŋe:n 235 erseg 237 erseglen239 ersi:238 ersig 238 ersin238 ersü: 237 erşı: 239 ert202 erten/erteŋ 207 ertig 205 *ertim 207 ertimlig 212 ertini 212 ertinilig 212 ertiŋü: 212 ertiş210 ertür210 ertür210 ertüt 204 erü:198 erük 222 erük (?érük) 222 erükle:228 erüklen228 erüklük 228 erükse:228 erüş 239

erüşerütes esesesen esengü: esengüle:esengülüg esenle:esenleşesenlik esgü: esiçlenesilesin esinesirge:esirgenesirgençsiz esişesişesiteski: eskiresne:esnetesri: esri:le:esriŋü: esrük essiz estürestüresüresürteşeşeşeşeşek eşgek eşgekleneşgin eşginçi: eşidüt eşileştüreşü:eşük eşüklig/eşüklik eşüleşüneşütet etçi: eteç eteçlik etek etekleneteklig eteklik etet-

123

239 207 240 240 241 248 249 249 249 249 250 249 246 257 247 248 248 252 252 252 253 265 243 246 246 249 249 250 252 252 250 253 244 244 251 251 255 255 255 256 260 260 261 260 261 258 262 258 256 260 261 262 264 258 33 43 43 44 50 54 53 53 44

etik52 etin 60 etle:57 etlel 58 etlen58 etlet58 etlig 55 etlik 55 etmek/ötmek 60 etmeklen60 etöz 74 etözlüg 74 etrek 65 etse:71 etset71 etsiz 71 etük (edük) 50 etükçi: (edükçi:) 53 etüklen- (edüklen-) 54 etüklük 53 e:v 3 evçi 6 evdi:7 evdil7 evdin7 evdindi 7 evet 6 evin 12 evinlig 13 evir14 evle:10 evlen11 evleş11 evlig 10 evre 13 evrek 13 evren 13 evrik 13 evril14 evrilinçsiz 15 evrinügsüz 15 evriş15 evse15 evset15 evşük 16 evü:s15 evü:sgü: 15 evük9 evze:17 eye/iye 267 eye:gü: 272 eyer 275 eygi/eygü 272 eyle:273 eymen273 *eymenç 273 eymençsiz 274 eyrim 276 eysil276 ez279 ezig 285 ezil287 ezit281


Vildan Koçoğlu eztürezüg ezügçi ezügle:ezügsüz éçi: éderédiz/édi:z édizlenédizlik ége:ége:me: égeşéget égetle:égetlenégetlig égetlik égil égi:ş ékkegü: ékki ékki:le:ékkinç ékkinti: *ékkirer *ékkiz é:l él/el élçi: élet- (?élt) élge:*élgek élgelélgenélgeşélgetélgün élımğa: élilig élle:éllenélleşéllig élsire:élsiretéltélteber élteberlig éltinéltişé:mi:n éminlik é:n é:n én énénç énçgü énçgülüg énçikénçlen-

282 285 286 286 286 20 67 73 75 74 101 108 118 102 104 105 104 104 106 118 105 100 108 110 111 115 119 121 123 129 132 143 143 143 143 143 143 143 146 145 126 148 153 141 152 152 130 134 134 133 134 161 162 165 165 166 168 171 174 175 174 174

énçlik énçrünénçsire:énçsireténçsiz éndüréne:éne:gü: éneténiléniş énişénse:é:r érérgüré:riglik érilérin érinç/érinj érişérpe:érpelérpetérsel érsellik ért értérte: érte:le:értüré:ş éşgü:ti éşgürti éşiç éşidéşidiléşidtüréşik éşiklik éşimsiné:şlig éştiléştrüşéşturé:t- (é:d-) étig (édig) étiglig (édiglig) étigsiz (édigsiz) étil- (édil-) étin- (édin-) étiş- (édiş-) étit- (édit-) éttüré:vé:ve:k éveklik é:vet é:viléviné:vişévse:éyin

éyinki

174 174 175 175 174 180 171 184 179 185 191 191 191 192 194 227 228 229 232 234 239 199 199 199 238 238 201 202 202 213 210 253 261 261 257 257 258 258 260 261 263 262 258 258 258 36 50 53 54 56 61 73 44 67 4 8 9 6 10 12 16 15 274

275 G

geşür

754 H

haç

589 I

ı ıçanıçğınıçın ıd /id ı: d ıdala:ıdılıdınçu: ıdışıdma: ıdsa:ı: du: ıduk ıdukluk ığ ığığaç (ığa:ç) ığaççı: ığaçlanığaçlık ığar ığla:ığlaşığlatıhla:ık ıkıkı:la:ç ıl ılıl-/ilılal ıldurıldur- (iltur-) ılığ ılışılkı ılsa:ımğa: ımğa: *ına:ına:ğ ına:l ınaçlığ ınağsız ınan-(ına:n-) ınanç ınançsız ınançu:

124

1 29 23 28 33 37 59 56 63 73 59 71 40 46 48 75 77 79 80 80 80 89 85 86 86 85 75 77 86 123 125 125 145 133 133 136 153 137 152 158 158 171 182 184 188 183 188 187 188 188

ınça:/inçe: ınçık ınçıkla:ınçkırında:ğ ındın/ıntın ınğa: ı:r (ır?) ır ıra:ıra:k *ıraklan*ıraklık ıratırğa:ırğa:ğ ırğalırğanırğaşırğatırk ırkla:ırla:ırra ısığ ısığ ısığlık ısırısırtısmarla:ısra: ısrık ısrılısrım ısrınısrış*ış- (?yış-) ışğun ışığ ışıl- (?yışıl-) ışkırışvara: ıt ıtla:ıtlığ ıvık ıyıy-/iyıya/ iye ıyınıyınç ızı:

173 174 175 174 177 178 183 192 192 198 214 220 218 207 217 216 217 217 218 217 213 217 230 197 245 245 245 251 251 248 250 250 251 251 252 252 256 259 259 262 259 257 34 57 55 8 266 266 267 275 274 280 İ

ibik ictinsiz iç içiçe:gü: içgek içgeriçgerü

9 21 17 19 25 24 25 25


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini içgerülüg içgü içiglig içikiçiliçim için içişiçkin içkur içle:içle:gü: içleniçlig içlik içmek içmekleniçre: içre:ki: içrüşiçse:içtirti: içton içtonlaniçtüriçük içükle:içüriçüridi: idi: idi:siz idiş idişçi: idişlig idrig ig i:g igçil igdiligdiş igdişçi: igdük ige ige:igenigeşigi:ş igid igidigide:igidiligidsiz igle:igleliglenigleşigletiglig iglik igne: igren-

26 24 25 25 26 27 28 31 25 23 27 27 27 26 26 27 27 30 31 30 31 21 21 21 21 24 26 30 30 41 41 72 72 73 73 65 99 98 102 104 103 104 102 101 101 110 119 118 102 103 104 104 104 107 107 107 107 107 106 106 110 114

igsiz i:k ikegün/ikigün iki:/ikki: ikinçi ikirçgü: ikle:ikleşikletiktü: iktü:le:iktü:leniktü:letil- (?i:l-) ildrük ile ilenilenç ilerileri/ilerü ilersük ilertilgerü: (*ilkgerü:) ilgünili: ilig iligsiz ilinilinçü ilinçü:le:ilintürilişilişlig ilk ilkisiz iltürim imer-/imirimik imir imle:imlel*imlenimleşimletimliti: imrem imtili: i:n inçek inçge: inçü inçü: indeinek inge:n ingek ini: ini:gü:n inilgü: iniyıgü:n inti:z iŋen

116 99 105 101 111 115 107 107 107 102 104 105 105 125 131 126 148 147 150 151 151 151 144 143 126 142 144 148 149 149 150 153 154 140 150 133 155 163 159 162 161 161 161 161 161 161 163 157 166 174 174 173 173 180 183 184 184 170 184 186 191 178 187

iŋes 190 iŋir 188 iŋle:186 iŋliç 184 ipgin 9 iprük 13 ir 192 i:r 192 i:r194 i:r194 irbiç 198 irbiş 199 iri:-/irü:198 irig 222 irig 222 iriglen228 irik- (érik-) 226 i:ril229 irin- (?érin-) 235 irinç/(?érinç): 234 irinçke:-(?érinçke:-)237 irinçü: 236 irintür-(érintür-) 237 iriŋ 233 irk 220 irk221 irkil226 irkin 225 irkin 225 irkin227 irkiş227 irkle:226 irklet227 irte:208 irtel209 irteş 207 irteş211 irtet208 irü: 197 irük 222 irüklük 228 irülüg 231 irvi: 198 isi:241 isig 246 isigle:247 isiglen247 isiglig 247 isiglik 247 isilgü: 248 isin248 isirken252 isiş253 isit243 isi:z/issiz 253 isizlen253 isizlik 253 iske:246 isken246 iste:243 iste:g 242 istel243 istet243

125

iş (ış) i:ş (?ı:ş) i:şçi: (?ı:şçı:) işenişi: işküm işle:i:şleni:şlen- (?ışlan-) işle:r işlelişleşişleti:şlig (?ı:şlığ) işsiz iştonlanitititite:gü: iterçi iti itilitinitinçü: itindi: itiş itişitlinitlişitse:i:ttüri:z (?ı:z) izde:izdeŋ izlik

254 254 257 264 256 260 262 263 263 262 263 263 263 262 265 258 38 38 38 53 69 42 56 61 63 63 72 73 58 58 71 67 277 282 281 286

K ka: ka: ka:ka:b kaba: kabak kabarkabarça:k *kabarçaklığ kabarğa:n kabartkabçuk kabın ka:blanka:blığ kaç kaçka:ça: kaça:ç kaça:ç kaça:la:kaçak kaçan kaçar

578 578 578 578 580 582 585 586 587 587 586 581 585 584 584 589 589 590 590 590 591 590 592 592


Vildan Koçoğlu kaçğın 591 kaçığ 590 kaçıl591 kaçın592 kaçış 593 kaçış593 kaçıt590 kaçrumsın593 kaçrus592 kaçtur590 kaçur592 kaçurt592 kaçut 590 ka: d 593 ka: d 594 *ka: d 594 kadağ 597 kadaş (ka:daş) 607 kadaşlık 607 kadğu: 598 kadğulan- (kadğu:lan-) 600 kadğuluğ 600 kadğur599 kadğusuz 600 kadığ (kadu:ğ) 597 kadık 597 kadın 602 kadıŋ 602 kadır 603 kadır604 kadırğa:k 606 kadırğa:n 606 kadırlan606 kadırt605 kadış 607 kadışla:607 kadıt596 kadıt597 kadız 608 kadızğaklığ 608 kadızlan608 kadna:ğun 603 kadrak (kadra:k) 604 kadraklan606 kadran605 kadrıl605 kadrış606 kadu:596 kadul601 kaduş607 kadut597 ka:fğar 584 kafta:n 582 ka:ğ ko:ğ/ka:k ko:k 608 *ka:ğ609 ka:ğıl 610 kağrul612 kağruş612

kağuk ka:ğu:n ka:ğu:nlankağunluğ kağunluk ka:ğu:nsa:kağurkağurğa:n kağurma:ç ka:ğut kak kakka:k kak/ka:k kakaç kakı:kakı:la:kakığ kakılkakınkakışkakışkakıtkakla:kaklankaklatkakrıtkakrıtğu: kaksı:kakturka:ku:k kal kalka:la:kalaŋurkalat- (ka:lat-) kalbuz kalbuzla:kaldra:kalı: kalı:kalı:da kalık ka:lılığ kalım kalı:ma: kalın kalınçsız kalınçu: kalıŋ kalıŋ kalıŋsız kalı:sız kalışkalışkalıtkalkkalkan kalna: d kalnu:kalŋu: kalŋu:la:kalŋuk

610 611 612 611 611 612 612 613 613 610 608 609 608 608 610 609 611 610 610 611 613 613 610 610 611 610 612 613 613 610 610 614 615 617 624 619 617 618 620 617 617 620 620 621 621 622 622 624 624 622 622 624 624 624 625 619 620 621 623 623 623 624 623

kaltı: kaltuk (kaltok) kalturkalva: ka:m kama:kamağ (?xamağ) kamağun kamaşkamatkamçı: kamçı:ğu: kamçılığ kamdu: kamğa:k kamğı: kamğırkamıç kamıça:k kamıçla:kamılkamış kamışlankamışlığ kamıtkamla:kamşa:kamşa:ğ kamşatkamturka:n ka:n ka:nkana:kana:ğ kana:ğu: *kanak kanarkanatkanat (?kana:d) kanatlankanatlığ kança kançık kançok kandır kanı: kanı:kanı:kı: kanığ kanınçsız kanıtka:nlığ kanta, kantın kantur*kañ*kañaklanka:ñu: kaŋ kaŋ kaŋdaş kaŋlı: *kaŋlı:çı:

126

618 619 619 625 625 625 627 627 629 626 626 626 626 626 627 627 627 626 626 626 628 628 629 629 626 628 629 629 629 627 629 630 632 634 636 637 636 640 635 635 636 636 634 634 635 635 632 634 637 637 639 636 638 635 636 632 638 632 630 630 635 638 639

kaŋsık kaŋsız kap*kapkap/kıp kapak kapakla:kapaklığ kapaklık kapan kapçak kapğa: kapğa:k kapğaklankapığ kapığçı: kapığlığ kapılkapınkapış kapışkapla:n kapsa:kapturkar kar kar- (?ka:r-) *karka:r ka:rkarakara: kara:çı: kara:ğu: kara:ğurkara:ka:n kara:la:kara:muk kara:r karabaş karağ karak karak karakçı: karakla:karaklığ karaksı:z karaŋğu: kararığ karartkarç kardu: karğa: karğa:karğa:ğ karğalkarğankarğaşkarğaşa: karğatkarğıla:c karğış karğu:

640 640 580 580 578 582 584 584 584 585 581 583 584 584 583 584 584 584 585 587 587 584 587 582 641 641 642 643 641 643 645 643 647 656 658 657 659 660 663 647 652 652 652 656 658 657 657 662 663 663 647 648 653 655 653 655 655 656 658 655 657 654 653


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini karğu:y karı: karı: karı:karıkkarıksız karıl- (ka:rıl-) karı:la:karı:la:karılık karım karımsınkarın karınça karınçak karınçğa: karında:ş karınla:karınlığ karış karışkarışıklankarışla:karıt karıtkarı:za:n karla:ka:rlankarlatkarlığ karlığaç karma: karma:karma:la:karmalaşkarmaşkarna:ğu: karna:k kars kars karsa:k karşa:karşa:ğ karşatkarşı: karşı: karşısız karşut kart kart karta:karta:l kartalkartankartla:karturkarturkarva:karvankarvaşkarvatkarwı: *kas-

654 644 644 645 655 658 658 659 659 659 659 661 661 662 662 662 662 662 662 663 664 665 665 648 649 665 659 659 659 658 659 660 660 660 661 660 662 661 663 663 663 665 664 665 663 664 665 664 647 647 649 648 650 650 650 650 650 646 646 646 646 646 665

ka:s kası: kasığ kasığla:kasınçığ kasırku:(?kasırğo:) kasna:kasnaşkasnatkasuk kasukluğ ka:ş ka:ş *kaşa:kaşak kaşankaşanığ kaşaŋ kaşğa: kaşğalak kaşı:kaşığ kaşınkaşıtkaşla:kaşlığ kaşuk kaşukla:kaşukluğ kaşukluk kat ka:t (ka:d) katkatkata: katarkatart- (?katırt-) katğurkatığ katığdı: (katığtı:) katığla:katığlankatığlanturkatığlık katık (katuk) katıklığ katıksız katılkatınkatınkatır katırlığ katışkatkı: katkuç ka:tlankatlış katlışkatma: katna:katnatkatrunkattur-

katturğa:n 606 ka:tu:nlan- (xa:tu:nlan-) 603 katur604 katut 596 katutluğ 597 kav 579 ka:v 579 ka:v 579 kav580 kava:ğu: 584 kavçı:581 kavçıt581 kavdın582 kavıd582 kavık 583 kavır585 kavış588 kavışğusuz 588 kavışığsa:588 kavrığ 585 kavrıl586 kavrul586 kavruş586 kavşatıl588 kavşı: 587 kavşur588 kavşut 587 kavuk 583 kavur586 kavur586 kavurmaç 587 kavuştur-(kavıştur-)588 kavza:589 kavzat589 kavzatıl589 kawla: (?kavla:) 584 kawlalıl (kavlalık?) 585 kawut 582 kay 674 kay 674 kay 674 kay- (*ka: d -) 674 kaya: 674 kaya: 675 kaya:çuk 675 kayak 676 kayaklan677 kayaş 679 kayğuk 676 kayğur676 kayığ 676 kayık/kayuk 676 kayın 678 kayın- (*kañ-) 678 kayıntur678 678 kayıŋ kayır 678 kayır 678 kayırlığ 679 kayış 679 kayış679 kaymak 677

665 666 666 667 668 669 668 668 668 666 667 669 669 671 671 673 674 673 671 672 671 671 674 671 673 672 671 672 672 672 593 593 594 595 596 604 605 599 597 599 600 600 600 599 598 599 600 601 603 603 604 606 607 598 599 602 601 602 602 603 603 605 605

127

kaynakaynatkayrak kayrışkaytkaytarkaytarılkaytartkaytışkayturkayu ka:z kazkazan kazğa:n kazğankazğanç kazğuk kazı: kazı:kazılkazın kazınkazındı: kazıŋku: kazışkazla:kazlınkaznak kazŋuk kazturkazuk ke: d - (g-) ke:h ke:küş ke:nç (g-) ke:rjü: ke:vli: kebe:z kebezlig kebezlik kebi:kebin kebit kebitkeç- (g-) keçe: keçi: keçig (g-) keçigsiz (g-) keçil- (g-) keçimlig (g-) keçin- (g-) keçinçsiz (g-) keçiş (g-) keçiş- (g-) keçit- (g-) keçrümsin- (g-) keçrüş- (g-) keçse: (g-) keçset- (g-) keçtür- (g-) keçür- (g-)

678 678 679 679 675 675 676 675 675 675 675 679 680 684 682 683 682 682 681 681 684 684 684 685 685 685 684 684 684 684 681 681 700 707 714 727 738 689 692 692 692 687 689 688 688 693 694 695 696 697 697 698 698 698 699 700 695 699 699 699 699 696 698


Vildan Koçoğlu keçürse:- (g-) keçürt- (g-) keçüt ked kedgirkedgü: (g-) kedgülük kedikedil- (g-) kedim (g-) kedimlig (g-) kedindi: (g-) kedirkedle:kedrilkedrim kerişkedrülkedrüş- (g-) kedük (g-) kedüklüg kedüklük kedür- (g-) kedürse:- (g-) kedüt (g-) kegde (?kagda:) kek kekir- (g-;?-g-) keklig keklik kekre: kekreşkekteşkekük kel- (g-) kele:çü: (g-) kele:gü: (g-) keleb (?-p) kelebek keleblen- (?-p-) keler kelgin kelginle:kelgirkelig (g-) keligse:kelimsin- (g-) kelin (g-) kelinle:- (g-) keliŋü:n (g-) keliş- (g-) keliş- (g-) kelişlig kelŋizle:kelse:- (g-) keltür- (g-) kelür- (g-) kelürt- (g-) kem *kemkemdi:-

699 699 695 700 703 702 703 702 703 704 704 705 705 703 706 705 706 706 706 702 703 703 705 707 702 710 707 712 710 710 712 713 710 710 715 716 718 716 716 716 719 718 718 718 717 718 719 719 719 719 720 720 720 719 720 716 719 720 720 721 722

kemdük 722 kemek 722 kemi: (g-) 721 kemi:çi: (g-) 722 kemiş724 kemişge: 724 kemişil724 kemle:722 kemlen722 kemlet722 kemlig 722 kemrük (g-) 723 kemrüş- (g-) 723 kemsiz 723 kemür- (g-) 723 ken 724 kenbe: 727 kend 728 kendir 729 kendük 729 kentü: 728 kenzi: 735 keŋes (keŋez) 734 keŋeşsiz 734 keŋez 734 keŋirsi:734 kepe:li: 689 kepek 688 kepeklig (g-) 689 kepeklik 689 ker 735 ker- (g-) 735 kerek 741 kere:kü: 744 kere:kü:len744 kerem 745 kere:y 48 kerge:743 kergek (kerge:k; g-) 742 kergekle:744 kergeklig (g-) 744 kergeksiz 744 kergük (g-) 742 keril- (g-) 745 kerim (g-) 745 kerinçsiz 746 keriş (g-) 747 keriş- (g-) 747 kerit- (g-) 739 kerki: 741 kerpiç 737 kerşegü: 748 kert738 kertil740 kertiş738 kertük 739 kertür- (g-) 740 kerük (g-) 741 kes 748 kes748 *kesbe: 749 kesek (kese:k) 749 kesgük 750

kesilkesinkesişkesle:keslinkeslinçü: keslişkesme: kesmelenkesmelig kestem kester kestürkesüksüz ket- (ged-) keten ketki: (?ketgi:) ketme:n (g-) ketü: ketük (gedük) ketürketüt (g-) kev- (g-) kevçi: kevel kevge:k (g-) kevgin (g-) kevig kevil- (g-) keviz kevre:- (g-) kevrek (g-) kevrig kevşe:- (g-) kevşek (g-) kevşen- (g-) kevşeŋ kevşeş- (g-) kevşet- (g-) kevtür- (g-) key keykeylig (g-) keyüg kez kez kez (g-) kez- (g-) keze:(g-) kezger- (g-) kezig (g-) keziglig (g-) keziş- (g-) kezit- (g-) kezle:kezle:-(g-) kezlenkezlen- (g-) kezleş- (g-) kezlet- (g-) kezlik kezük (g-) *ké: (g-)

128

750 751 752 750 750 750 750 750 751 751 749 749 749 750 700 704 702 704 701 702 706 702 687 688 689 689 689 688 689 692 691 690 690 692 691 692 691 692 692 688 754 754 755 755 756 756 756 757 757 759 758 759 762 758 760 760 761 761 761 760 760 759 686

kébe (gebe) kéber- (g-) ké:ç (gé:c) ké:ç- (gé:c-) kéçe: kéçe: (géce:) ké:çil- (g-) kéçit- (g-) kéçki: (g-) ké:çür- (g-) ké:din (g-) ké:dinki: (g-) kégen kém kénik- (g-) kénki: (g-) ké:n (g-) ké:ŋ (g-) ké:ŋe:ké:ŋeşkéŋeş kéŋeşçi: kéŋeşlig kéŋlik (g-) kéŋrenké:ŋrün- (g-) ké:ŋü- (g-) ké:ŋür- (g-) ké:ŋürt- (g-) ké:ŋüt- (g-) kérgünç kértgünkértgünçlüg kértgünçsüz ké:rtgünse:kértü:le:kértünké:rü: (g-) késre: ké:ş két- (g-) ké:ter- (g-) kétirti: (g-) kétiş- (g-) kévük kéyik (?g-) kéyikçi: (g-) kı: kı:çı: kıçık kıçı:la:kıçmık kıçtın kı:çurkıd- (?kı: d -) kıdığ kıdığla:600 kıdığlankıdığlığ kıdığsız kıdış-

687 691 692 694 694 694 697 695 697 699 704 705 712 720 731 731 724 724 727 734 734 734 734 732 733 734 727 733 733 730 739 739 740 740 740 741 740 736 751 752 701 705 706 707 688 755 755 578 590 591 591 591 590 592 595 598

600 600 600 607


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini kıdıtkıftu: kıftu:la:kığlatkıkı: kıkırkıkrışkıl kılkıldruk kılıç kılıçla:kılıçlankılık kılılkılımsınkılınkılınç kılınçlankılınçlığ kılışkıltık kılturkımız kımızlankınkı:n kı:n (kı:ñ) kına:kınatkı:nçı: (kı:ñçı:) kınığ kınışkınla:kınlık (kıñlık) kınturkıŋ kıŋır kıŋra:k kıŋru: kıp kır kır kır kır kır (?kı:r) kırkıra:ğu: kırba:s kırça:kırçalkırçatkırga:ğ kırğa:kırğa:ğ kırğağlığ kırğaşkırğatkırğıl kırğıllatkırğın kırğu:y kırıl-

597 582 582 610 609 612 612 614 616 619 618 618 618 620 621 622 623 623 624 624 625 619 619 629 629 632 630 631 634 636 634 637 640 639 639 636 631 639 639 639 579 641 641 641 641 641 643 656 646 647 647 647 653 655 653 657 656 655 654 658 654 654 658

kırınkırındı: kırışkırk kırkkırkılkırkın kırkışkırklım kırla:kırlankırlatkırma: kırmaçı: kırna:k kırŋa:k kırpkırt kırtış kırtışla:kırtışlankırtışlığ kırturkıruk kıskısğa: kısğa:ç kısğak kısğankısığ kısıl kısılkısıltkısınkısır kısırkankıslınkısma:k kısra:k kısraklankısruşkıstaşkısturkısurkış kışkışğun kışkı: kışla:kışla:ğ kışlağlankışlatkışlık kıv kıvadkıva:l kıvılık kıvırğa:k kıvırğaklankıvlığ kıykıyığ kıyık (*kıduk)

661 662 665 651 651 655 654 656 654 659 659 659 660 660 661 661 646 648 649 651 651 651 650 652 665 667 667 667 667 666 667 667 668 668 668 669 668 668 668 669 669 666 666 669 670 670 672 672 673 672 673 673 672 579 582 584 585 587 587 584 674 676 676

kıyıksız kıyılkıyışkıyıt kıyma: (kıdma:) kıymaç (kıdmaç) kıyn kıynçı kıyturkı:z kı:z kızkıza:kıza:muk kızarkızartkızğa:kızğak kızğıl kızğurkızğut kızğutlankızıl kızılkızılsığ kızla:k kızla:muk kızlankızlankızlaşkızlık kızlık kızrak kızu:ki:b (g-) kibe: kibi: kiçi:- (gici-:) kiçig kiçigle:kiçiglik kiçin- (g-) kiçirkiçit- (g-) kidiz kidizge:k kidizlig kidizlik kigrülkigürkikkikçürkikinç kikne:kikşürkim kimsen kin kindik kindiklig kinilkinle-

129

677 677 679 675 677 677 678 678 675 679 680 681 681 684 685 685 683 682 682 683 681 683 683 684 684 684 684 684 684 684 684 684 685 681 686 687 687 695 696 697 697 698 699 695 707 707 707 707 713 712 710 710 712 712 714 720 723 725 729 730 732 732

kinlen732 kinlig 732 kiŋşür734 ki:r 735 kir- (g-) 735 kirdeş 739 kirgin (g-) 743 kirigse:- (g-) 744 kirik743 kiril- (g-) 745 kirimsin- (g-) 746 kirin- (g-) 746 kiriş 747 kiriş (g-) 747 kiriş- (g-) 747 kirit738 kiritle:741 kiritlig 740 kiritlik 740 kirlen745 kirlig 745 kirpi: 737 kirpik 737 kirpiklen738 kirpi:len738 kirsiz 746 kirşe:n 747 kirşenlen748 kirtüç 739 kirtür- (g-) 740 kis 748 kisi: 749 ki:ş 752 kişe:753 kişel754 kişen 754 kişenlig 754 kişensiz 754 kişi: 752 kişilik 754 kişne:754 kiz 756 kiz (g-) 756 kizle:- (g-) 760 kizleglig (g-) 761 kizlen- (g-) 761 kizlençü: (g-) 761 kizleş- (g-) 761 kizlet- (g-) 760 *ko:578 koburğa: 587 koç 589 koçğar 591 koçŋa:r 592 ko: d 595 kodğu: 599 kodğulan- (kodğu:lan-) 600 kodı: 596 kodıkartur601 kodıkı: 599 kodkı:/kotkı: 599


Vildan Koçoğlu *kodul602 kodun603 kodurçuk 606 koduru: 606 koduş607 koduz 608 koduzlan608 ko:ğ 609 koğşa:613 koğşa:613 koğşa:k 613 *koğşal614 koğşaş614 *koğşaş614 koğşat614 *koğşat614 koğuş 613 koğuş 613 koğuşlan614 ko:k609 kok609 kokıt610 koklık 610 kokruş613 kokrut612 kokun 611 kokunluğ 612 kokuz (kokoz) 614 ko:l 614 kol616 kolan 622 kolbıç 617 kolçak 618 koldaş 619 koldaşlan620 kolğır621 621 kolğu:çı: kolonluğ 624 koltğuçı 620 koltuk 619 koltukla:620 koltur620 kolu: 617 kolu:la:621 kolun623 kolunğuçı: 624 koluŋa 623 kolusuz 624 koluş625 ko:m 625 ko:m 625 komı:626 komış629 komıt626 komtur627 komuk 627 komukla:628 ko:n632 konak (konok) 637 konak/konuk (konok) 637 konakla:638 konat (konot) 635

konat- (konot-) kondı:kondı:ğu: konğu: konşı: konturkonukla:konuklaşkonukluğ konukluk konum ko:ñ *ko:ñ ko:ñçı: koñlığ koŋ koŋra:koŋra:koŋra:ğu: koŋra:k koŋrulkoŋu:z koŋur koŋur (koŋor) koŋur- (koŋor-) kop kopkopruşkopsa:kopur- (kopor-) kopurt- (koport-) kopuşkopuz kopuzluğ kopza:kopzalkopzaşko:r ko:r kora:korağlığ korankorda:y korğu: korğulankorğuluk korğurkorı:korığ (korı:ğ) korığçı: korığlığ korın- (korı:n-) korışkorkkorkınç/korkunç korkınçığ korkınçlığ korkınçsız korkıtkorkluk korkuğ korkulkorkun-

korkuş656 korlan- (ko:rlan-) 659 korlan- (ko:rlan-) 659 korluğ 658 korluk 658 korsuz 663 koru: 645 koruğjı:n 656 korum 660 korumluğ 660 ko:ş 670 koş670 koşa: 671 koşlan673 koşlun673 koşnı: 673 koşuğ 671 koşuğluğ 672 koşul673 koşu:n 673 kotkılık (kodıkılık) 600 kotur 604 kotuz (kotoz) 608 kotuzluğ 608 ko:v 580 kov- (?ko:v-) 580 kovdak 582 kovdaş 582 kovğa: 583 kovı: 581 kovla:584 kovşa:588 kovşal588 kovşaş588 kovşat588 kovuk 583 kovuş588 kowa: 581 kowa: 581 kowuç 581 kowuz 589 kowuz 589 ko:y 674 ko:y 674 koy674 koyan (kodan) 678 koyğaş677 koyluş- (kodluş-) 677 koyn 678 koyuğ (koduğ) 676 koyuğluk 677 koyul- (kodul-) 677 koyun 678 koyun 678 kozan- (koza:n-) 684 kozluğ 684 köbek (g-) 688 köben (?köpen) 689 köç 693 köç (g-) 693 köç- (g-) 694 köçgün (g-) 697

636 636 636 637 640 636 638 638 638 638 639 631 631 634 639 632 640 640 640 640 640 641 639 639 640 579 580 586 587 586 586 588 588 589 589 589 589 641 642 645 657 661 649 653 658 657 656 645 652 656 657 661 665 651 654 657 657 657 655 654 654 655 655

130

köçrüm (g-) 698 köçük 697 köçükle:697 köçür- (g-) 699 köçürme: (g-) 699 köçüt (g-) 695 köçütçi: (g-) 696 ködez707 ködezil707 ködezlig 707 köge:n 712 kögür713 kögürçgü:n (?gö:-) 713 kögürçgü:nleş714 kögüs 714 kögüz (gögöz) 714 kögüzlüg (g-) 714 kök 708 kök 708 kök 708 kö:k 709 kö:k (g-) 708 kö:kçi:n 710 kökded710 köke:gü:n 710 kökedtür710 kö:ker- (g- -g-) 713 kökiş 714 kökle:711 kökle:711 köklen711 köklen711 kökleş711 kökleş711 köklet711 kökmek 711 kökre:- (g-) 713 kökrek 712 kökreş713 kö:kşi:n 714 kökteş710 kökü:n 712 kökü:zme:k 714 kö:l (g-) 715 köl- (g-) 715 köler720 köler- (g-) 720 köli:- (g-) 716 köli:ge: (g-) 718 köli:ge:siz 718 kö:lik (g-) 717 köliklig (g-) 718 köliş- (g-) 720 kölit- (g-) 716 költür- (g-) 717 kölük (gölök) 717 kölüklüg (g-) 718 kölün- (g-) 719 kölüŋ (g-) 719 kölüŋü: (?kölüngü; g-) 719 köm 721 köm- (g-) 721 kömçü: 722


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini kömeç (gömmeç) kömen kömi:çe: köminçe: kömtür- (g-) kömül- (g-) kömüldürük (g-) kömün- (g-) kömündi:(g-) kömür kömürge:n kömürlüg kömürlük kömüş- (g-) kö:n (g-) kön- (g-) könçük könçüklenköndegü: köndger- (g-) köndgert- (g-) köndi: köndür- (g-) köne: könek (?g-) köngerköngey köni: (g-) könilik (g-) könit- (g-) köntül- (g-) köŋle:-(g-) köŋlek (g-) köŋleklen- (g-) köŋül (g-) köŋüldeş (g-) köŋülger- (g-) köŋüllen- (g-) köŋüllüg (g-) köŋülsüz (g-) köŋüz köp köp köpköpçuk köpe: d köplüg köprüg köpsü:n köpük köpürköpürtkör- (g-) körge: körgit- (g-) körgü: (G-) körgürkörgüzkörk (g-) körkdeş körke: d - (g-) körkle: körkle:- (g-)

722 723 722 723 722 722 722 723 723 723 723 723 723 724 725 726 728 728 730 730 730 729 730 726 731 731 726 726 732 730 730 732 732 733 731 732 733 733 732 733 735 686 687 687 688 688 689 690 691 689 691 691 736 741 743 742 744 744 741 742 743 743 744

kötürse:- (g-) 707 kövdöŋ (g-) 688 kövre: (?g-) 690 kövürge:n 691 kö:z 756 kö:z (g-) 756 köze:757 köze:- (g-) 757 köze: d - (g-) 758 közediglig 758 köze:gü: 759 közeş762 közet (g-) 758 közetçi: 758 közetiş- (g-;közediş-) 758 közetkil- (g-) 758 közetlig 758 közger- (g-) 759 közkenek 760 közkeni: 760 közkiş- (g-) 759 közle:- (g-) 760 közleş- (g-) 761 közlük (g-) 760 kö:zme:n 761 köznek (g-) 762 közŋü: (g-) 761 kö:zsüz (g-) 762 közüldürük (g-) 761 közün- (g-) 762 közünç 762 közünük (g-) 762 közüŋü 762 kuba: 581 kuç590 kuçak 591 kuçakla:591 kuçam 591 kuçğundı: 591 kuçık 591 kuçtur590 kuçul591 kuçuş 593 kuçuş593 kud596 kudğur599 kudruk 604 kudu:çak 596 kuduğ 598 kuduğluğ 600 kudul602 *kudur605 kudurçak 606 kudurğa:k 606 kudurğu:n 606 *kuduş607 kuğu: 609 kuğursak 613 kul 615 kula: 617 kula:klığ 621 kula:n 622

körklüg (g-) 743 körklüglük 744 körksüz (g-) 743 körksüzlük 744 körpe: 737 körpe:le:738 körpe:len738 körple:738 körse:- (g-) 746 körtgür- (g-) 740 körtle: 739 körtür- (g-) 740 körüd 738 körüg (g-) 741 körügse:744 körük 741 körükle:744 körüklüg (g-) 744 körül- (g-) 745 körüm (g-) 745 körümçi: (g-) 745 körümlüg 745 körün- (g-) 746 körünç (g-) 746 körünçle:- (g-) 746 körünçlük (g-) 746 köründür- (g-) 746 körüş (g-) 747 körüş- (g-) 748 *kös748 kösgük 750 kösrük 751 kösül750 kösün 751 kösünsüz 751 kösür751 kösürge:/kösürge:n 752 kösürgü: 751 köşe:r754 köşek 753 köşerge:k 754 köşi:753 köşi:ge: 753 kö:şik 753 köşiklig 753 köşin754 köşit753 köt (g-) 700 kötgür703 köti702 köti: 701 kötiç (g-) 702 kötki: 702 kötle:- (g-) 703 kötlet- (g-) 704 kötlük (g-) 703 kötruş- (g-) 706 kötrüg 705 kötrül- (g-) 706 kötrüm 705 kötü: 701 kötür- (kötör-;g-) 706 kötürgü: (g-) 706

131

kula:wuz kulaç kulaçla:kuladkulak kulakla:kulkak kulluğ kulluk kulna:kulna:çı: kulsığ kulun kulunla:kulunluğ kum kumğa:n kumla:k kumlığ kumşuy kumursğa: kunkunçu:y kunduz kunuk kunuşkur kur ku:r kurkura:m kuratkurbaka: kurç kurça:kurdaşkurğa:kurğa: d kurğak (kurğa:k) kurğır- (?kurğar-) kurı: kurı:*kurı: kurı:ğu: kurınkurınç kurır- (kurı:r) kurıtkurıya:/kurıya:kı: kurla:kurma:n kursak kurşa:kurşa:ğ kurşankurşatkurşatılkurt (kurd) kurt (kurd) kurtankurtğa: kurtğarkurtul-

617 618 618 619 620 621 621 620 620 623 624 624 622 624 624 625 627 628 628 629 628 632 635 635 637 640 642 642 642 643 660 649 646 647 647 650 655 655 653 656 645 646 645 656 662 661 663 649 665 659 660 663 665 664 665 665 665 648 648 650 648 649 650


Vildan Koçoğlu kurturkuruğ (kurı:ğ) *kuruğ kuruğla:kuruğlankuruğluğ kuruğluk kuruğluk kuruğsa:k kuruğsı:kurulkurun kurunçı: kurunluğ kuruşkuruş- (kurış-) kurut kurutluğ kurutsa:kuskusğak kusığ kusık kusıklığ kusınçığ kusturkuş kuşçı: kuşğa:ç kuşla:kuşla:ğ kuşlağlankuşlatkuşluğ kuşluk kut kuta: d 597 kutadturulkutal- (kuta:l-) kutan- (kuta:n-) kutarkutay kutğarkutla:kutluğ kutrarkutrulkutrulkutruşkutruşkutsuz kutu: kutulkuturkuturkuturma: kutuz kuvak kuvankuvra:kuvra:ğ kuvrağsız

650 652 653 658 658 657 657 657 657 658 659 661 662 662 665 665 648 651 651 666 667 667 667 667 668 666 670 671 672 673 672 673 673 672 672 594 597 601 603 605 607 599 650 601 605 605 605 606 606 606 596 602 605 605 606 608 583 585 586 585 587

kuvrankuvratkuy ku:y kuykuykuya:ğ kuya:r kuya:ş kuyım kuyıtkuyka: kuyka:la:kuyluş- (kudluş-) kuyma: (kudma:) kuyturkuyuğ kuyun- (kudun-) kuyuşkuz (ku:z?) kuzğır- (kudğır-) kuzğu:n kuzı: kuzı:kuzıtkü: kü:kübi:kü:big kübitkübül- (kübil-) kübüşkü:ç kü:ç (gü:c) küçe:- (güce:-) küçe:k küçe:l- (g-) küçed- (g-) küçemçi: (g-) küçen- (g-) küçeş- (g-) küçetküçet- (g-) küçey küçgey (g-) küçle:- (g-) küçlen- (g-) kü:çlüg (g-) küçlük küçsire:- (g-) küçsüz (g-) küçün (g-) kü: d - (g-) küde*küde:küdeç küde:gü: (g-) küde:n küdenlik küdrüm küdük küdüklüg

586 586 674 674 674 674 676 679 679 677 675 676 677 677 677 675 676 678 679 680 683 682 681 681 681 686 686 687 688 688 689 692 693 693 695 696 697 696 698 698 700 695 696 700 697 697 697 697 697 699 699 698 701 702 702 702 703 704 705 705 702 703

küdüş707 küfyen692 kü:g 709 kü:g 709 kü:g 709 kü:g 709 kü:g 709 kügle:711 kügle:711 küglen- (kü:glen-) 711 küglen- (kü:glen-) 711 küjek 696 küji 695 kük (?küg) 710 kükmek/kükme:n (?kügmek/kügme:n) 712 kükü: 710 küküy 714 kül 715 kül 715 kül- (g-) 715 külçir- (g-) 716 küldre:717 küle:716 külf (?-v) 716 külgü: (g-) 718 külgü:süz (g-) 718 küli: 716 külmiz 718 külre:720 külsir- (g-) 720 kültgü: 716 kültür- (g-) 717 kü:lüg 717 külümsin- (g-) 719 külünç (g-) 719 külüş- (g-) 720 külüşüg (g-) 720 külüt (g-) 716 kümüş (g-) 723 kümüşlüg (g-) 724 kün 725 kün (g-) 725 künçit 727 kündem (g-) 729 kündün (g-) 729 küneş (g-) 734 küni: (g-) 727 künile:- (g-) 733 künlük (g-) 732 küntemek 731 küntüz (g-) 729 küñ- (g-) 726 *küñdür- (g-) 730 *küñük (g-) 731 küñür- (g-) 733 küŋ 726 küŋed730 küŋlig 732 küp (kü:p) 687 küpe 687 kür 735 kür (?g-) 735

132

küre:küreg kürek küreşküretkürge:k küri küri:kürile:kürilik küritkürk kürküm kürle:kürlen- (g-) kürlig kürskürşe:k kürt kürt kürtük küsküse:küse:gçi: küsenç küsençig küseşküskü: küsri: küsüş küsüşlüg küsüşsüz kü:ttür- (g-) *küve:küve:z (g-) küveç küveçlig küven- (g-) küvenç (g-) küvençlig (g-) küvezlen- (g-) küvezlik (g-) küvij küvlük küvrüg küvük küvük (?küwük) küyküyküyde: küydüŋ küye: (g-) küye:le:- (g-) küyfenküymenküyük küyüm küyünküyürküz (g-) küze:küzeç küzeçlig

737 741 741 747 739 742 737 737 745 745 739 741 743 745 745 745 746 747 738 738 739 748 749 750 751 751 752 750 751 752 752 752 706 687 692 687 688 690 689 690 692 692 688 689 690 689 689 754 754 755 755 754 755 754 755 755 755 756 756 757 757 757 757


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini küzeçlik küzen küzerküzger- (g-) küzki: (g-) küzlüg (g-) küzük- (g-)

758 761 762 759 759 760 759 L

la:çın la:ğu:n lağzı:n lala:la:v lengeç léşp lé:tu: limken liv liyü: loxta:y lu: luçn.t

763 764 764 764 763 764 764 763 764 763 764 763 763 763 M

ma:/me: 765 ma:/me: 765 maçı: 765 mama: 766 mamu: 766 mamuk 766 ma:n (b-) 766 man767 mançu: 767 mançuk (b-) 767 mançuklan- (b-) 767 manda:r (b-) 767 mandarlan- (b-) 768 mandırı: 768 mandu: 767 mandur768 mandur- (b-) 768 manğır- (b-) 769 manıl- (b-) 769 mansız 771 manu: (?b-) 767 maŋ (b-) 766 maŋ- (b-) 767 maŋığ (b-) 768 maŋım (b-) 770 maŋıt- (b-) 768 maŋla:- (b-) 769 maŋra:- (b-) 770 maŋraş- (b-) 770 770 maŋrat- (b-) mara:z 772 marım 772 maşıç 772 mayak 772 mayaka:- (bañaka:-) 772 mayıl (bañıl) 772

mayıl- (bañil-) mayış- (bañış-) me: mejek mekke meldeg (?meldek) men mengü:/meŋgü: meŋ meŋ (b-) meŋde:- (b-) meŋdeş- (b-) meŋdet- (b-) meŋe/meŋi: meŋi: meŋi:le:- (b-) meŋi:le:- (b-) meŋi:lig (b-) meŋi:lik (b-) meŋiz meŋizlen- (b-) meŋizlig (b-) meŋizsiz (b-) meŋle:- (b-) meŋlen- (b-) meŋlet- (b-) meŋze:meŋzeg (b-) meŋzetmerdek méyi mındatu: mınğuy mıŋ/miŋ mıŋa:r mır mırç/murç mışkıç midik min- /münmindür-/mündürmiŋeş- (b-) monçuk monçuklan- (b-) moymal- (b-) moyum (b-) moz möŋ- (b-) muğuzğa:k munmunça: munçulayu: (b-) munduz (b-) munğa:n (b-) munğak munğul (b-) muntağ muntur- (b-) mu:nu: (b-) munuk (b-) muŋ muŋadınçığ (b-) muŋadtur- (b-)

772 773 765 765 766 766 766 769 766 766 768 768 768 767 767 770 770 770 770 771 771 771 771 769 769 769 771 771 771 772 772 768 769 766 770 771 771 772 765 767 768 771 767 767 773 773 773 767 766 767 767 767 768 769 768 768 767 768 767 768 766 768 768

muŋkar- (b-) muŋluğ (b-) muŋuk- (b-) muya:n muya:wmuyançılık (b-) muyanlık (b-) muyğa: (b-) muyğak (buñğak) muz mü:nsiz (b-) mü:ş mük mükim/mükin mün mün münçig (b-) müne:- (b-) münel- (b-) münle:- (b-) münük- (b-) münülmüŋre:- (b-) müŋreş- (b-) müŋret- (b-) müŋuş müŋüz müŋüzge:k (b-) müŋüzlen- (b-)

769 769 769 773 772 773 773 772 772 773 771 772 766 766 766 766 767 767 769 769 769 769 770 771 770 771 771 771 771

N na:g namı:ja: naru: narukı: ne: ne:çe ne:me: ne:ŋ neçük negü: negülük nelük nerek ne:te:g neteglik névaşigi nıjda:ğ no:m nomçı: nomla:nomluğ nü:

776 778 778 778 774 775 777 778 775 776 777 777 778 776 776 775 775 777 778 778 778 775 O

o 1 o:b o:b 4 oba 5-6 oçaklan- (ocaklan-) 24 oçaklığ (ocaklığ) 24 oçaklık (ocaklık) 24

133

oçok / oçak (?ocok) 22 od38 oda 42 odğar48 odğuç 47 odğur48 odğurak 49 odğuratı: 49 oduğ (odoğ) 47 oduğluk 48 odul56 odun- (odon-) 62 oğ 75 oğ 76 oğ77 oğar 89 oğat81 oğla:ğu: 86 oğla:k 84 oğla:n 85 oğla:nsığ 87 87 oğlanlıg oğrı: 90 oğrı:la:94 oğrı:lık 93 oğrın 91 oğru91 oğruğ 90 oğrul92 oğruş92 oğul 83 oğulçuk 86 oğulluğ 86 oğulluk 86 oğulmuk 87 oğur 89 oğurğa: 92 oğurla:-/oğrı:la:- 94 oğurlan94 oğurluk 93 oxa:k 83 oxsın95 oxşa:97 oxşa:ğ 96 oxşa:ğu: 97 oxşançığ 97 97 oxşa:tı: oxşat97 oxşatğuluksuz 97 oxşatığsız 97 ok 76 ok/ök 76 okçı: 80 okı:79 okı:çı: 80 okığ 83 okıl85 okın87 okış96 okıt81 okıtçı: 82 okıtsa:82


Vildan Koçoğlu okluğ okluk okra:okraşoksız okta:oktam oktaşoktatol olololdı:oldruğ oldrum olduk olğun olğurtolxutolıç olma: olturolturolturum oluk oluk oluk (olok) olurolursık olurtolut o:m oma: omurtka o:n onona: onakaya: onar onç onçsuz o:nu: onunç onur oŋ oŋ oŋoŋoŋ*oŋa:oŋa:muk oŋa:y oŋal-/oŋuloŋaroŋaru: oŋay oŋdun oŋdunkı: oŋjın oŋu:jın oŋukop o:p-

85 85 92 92 95 81 80 82 81 123 125 125 133 131 132 130 137 139 138 128 146 133 133 135 137 137 136 150 151 151 130 155 156 164 166 168 170 183 188 172 174 170 187 188 166 167 169 169 169 171 187 191 185 189 190 191 178 181 174 175 183 4 4

opla:11 opo 6 opra:14 opra:k 3 opraş5 oprat14 oprı 13 opul10 opuz 16 o:r 192 o:r194 ordu: (ordo:) 203 ordu: (ordo:) 203 ordu:, ortu: 203 ordu:lan213 orduluğ 212 ordu:ta:l 211 orğa:k 216 orı:la:231 orı:laş231 orla:-(orı:la:-) 230 orlaş-(orı:laş-) 230 orna:235 orna:ğ 234 ornağlığ 237 ornağsız 237 ornan236 ornaş236 ornat235 ortu: (orto:) 203 ortuk (ortok) 205 ortukluğ (ortokluğ) 211 ortu:la:213 ortuluğ 212 ortun 207 ortunkı: 212 oru: (?oro:) 197 oruç 200 oruk (orok) 215 orul229 orum 231 orun (oron) 233 orunçı: 236 orunlığ 237 orunluk 237 orut 202 orutğa 211 os241 *osa:241 osa:l 247 osa:ŋuk 249 osa:yuk 253 osallık 248 osan 248 osan248 osandur249 osğuç 245 osğun 245 osparla:241 osruk 250 osruş252 osuğ (osoğ) 245 osuğluğ (osoğloğ) 245

osul247 osur251 oş 254 oş 255 oş 255 oşbu 257 oşol 261 oşuk 259 ot 34 o:t (o:d) 34 ota:42 ota:42 ota:çı 44 otaçılık 44 ota:ğ (?oda:ğ) 46 otala:59 otar67 otçı: 44 otğar48 otla:57 o:tlan58 55 otluğ otluğ (o:dluğ) 55 otluk 55 otra: 64 otran 66 otruğ 65 otrul69 otruş69 otsuz 71 ottuz (ottoz) 74 otul- (otal-’ın yanlış okunmuş şekli) 57 otuŋ (o:dduŋ) 60 otuŋla:- (o:dduŋla:-) 63 otuŋluk (o:dduŋluk) 63 otur67 otura: 69 otuza:r (ottuza:r) 74 ovruğ 13 o:y 265 o:y 266 o:y266 oy 266 oyan275 oyğan271 oyğat271 oyğur271 oyma: 273 oyna:275 oyna:k 274 oyna:ş 274 oynat275 oytur269 oyuk 270 oyul273 oyun 274 oyuş276 o:z279 oza: 280 oza:kı: 284 ozğur283 ozıt282

134

ozuk ozuş-

283 290 Ö

öö:ç (ö:c) öçöçe:- (öce:-) öçeşöçeş- (öceş-) öçeş (öceş) öçlüg (ö:clö:g) öçrüşöçüköçüktüröçülöçüröçürgü öçüt ö: d ödki: ödle:ödleg ödsüz ödüş ö:gö:g ö:g ö:g ögögdeş ögdi: ögdilögdi:lig ögdir ögdi:siz öge: ögek/ögük öge:le:ögelik ögen öge:y ögi:ögin/ögün ögirögit ögitögitse:ö:gle:ö:glenöglentürö:gleşögli: ö:glüg *ögre:ö:gre:n ögrenögretögretig ögretinögreyük

2 18 19 21 32 32 31 26 31 25 26 27 30 31 21 35 51 57 55 71 72 100 99 99 99 100 103 102 104 104 103 104 101 105 108 108 109 119 101 109 113 102 103 105 107 107 108 107 106 106 114 113 114 114 115 116 116


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini ögrünögrünç ögrünçlenögrünçlüg ögründürögse:ögsire:ögsüz (ö:gsüz) ögsüz (ö:gsüz) ö:gsüz ögtürögülögünögünç ögündi: ögür ögürlenögürlüg ögüşögüşögüt ögütögütle:ögüz ök ökte:öktem ökün- (ökön-) ökünç ökünçlüg ökünçsiz ökündüröküz öküzlenöl ö:l ölöldür- /öltüröleŋ öleŋlig öle:s ölgüsüz öli:öli:ge: ölişölitölse:ölsik ölşe:ölşetölüg ölügse:ölüm ölümlüg ölürölürtölütölüt (ölöt) ölütçi: ölütle:öme öme:le:ömge:n

114 113 116 115 116 117 118 116 117 116 104 106 110 110 111 112 116 115 119 119 102 103 104 119 99 104 102 111 110 111 111 111 120 120 124 124 125 133 147 149 151 144 127 143 154 132 152 151 154 154 142 145 146 147 151 151 133 130 134 135 156 161 159

öne:öne:yük öneyü önmen öŋ öŋ öŋ (?üŋ) öŋdi: öŋdün öŋdünki öŋdüröŋdürti: öŋedöŋedtur-

örgüçlenöritörk örki: örkle:örle:örlem örlenörletörletişörme: örmek örmen ört örtörte:örtelörtenörteşörtetörtgü:n örtgüsüz örtlüg örtmen örtüg örtüglüg örtülörtünörtürörtüşörü: (orö:) örüg örüglük örük örüki: örüklüg örülörü:le:örüm örümçek örünörüş örüşörüşösösne:ösnetösteŋ östikösügle:ösüröşeröşün öt ö:t (ö:d) ötötöte:- (öde:-) ötek (ödek) ötekçi: ötekle:ötel- (ödel-) öten- (öden-)

171 191 191 187 167 167 168 176 178 181 181 181 179 182

öŋi: öŋik öŋiklenöŋin öŋlenöŋlüg öŋre: öŋre:ki: öŋsüz öŋü öŋüç öŋük öŋür öpöpelöpke öpkeçi öpkeleöpkelig öprülöprüşöpseöptüröpügseöpülöpüm öpünöpüröpürtöpüş öpüşö:r ö:r ö:rö:rörçüg ördek öre: ören örge:örgen örgenörgesün örgin örgü: örgüç örgüç örgüçlen-

170 183 184 187 186 185 189 190 191 171 172 184 188 5 10 9 9 9 9 15 15 15 7 9 10 12 13 14 14 15 16 193 193 195 195 200 205 197 233 226 225 227 228 225 223 223 223 228

135

228 208 221 223 226 230 229 230 230 231 231 231 231 201 202 208 209 209 211 208 206 212 206 207 205 211 209 209 210 211 197 222 228 223 227 228 229 231 231 231 235 239 240 240 241 249 249 242 243 247 251 265 263 36 35 39 39 43 50 53 54 57 62

ötenç/ötünç 61 ötenç/ötünç (ödenç) 61 ötgek 51 ötgün52 ötgünç 52 ötgür52 ötgürgü: 54 ötgürü: 54 ötgürüş54 ötki: 51 ötle:57 ötlük 56 ötlüm 56 ötnü: 60 ötrü/ötürü 64 ötrük 66 ötrül69 ötrüm 66 ötrüş69 ötse:71 ötüg 51 ötügçi: 53 ötüglüg 53 ötül54 ötün62 ötünç 61 ötür68 ötür68 ötür-/öttür68 ö:tür68 ötürü 69 ötürük 70 ötüş 72 öykün272 öyle 272 öyle 272 öyük 271 öyük 271 öyük272 ö:z 278 ö:z 278 ö:z 389 özek 285 özek 285 özekle:286 özen 289 özge: 285 özi:? 281 özirken290 özle:287 özlüg 286 özlük 286 özne:289 özök 285 özüt 281 özütlüg 282 P papur(?) patır perçem pitpiti

292 307 357 300


Vildan Koçoğlu po:çı:

293 R

rabçat

780 S

sa: sa:sa:b saban sabanla:sabı:- (?sapı:-) sabıt- (?sapıt-) sactaşsaç sa:ç (sa:c) saçsaçğa:k saçğursaçığ saçılsaçınsaçındı: saçışsaçıtsaçiğ, saçuk saçlansaçlaşsaçlığ saçra:saçratsaçratğu: saçtursaçu: saçu:la:saçuk sa:ğ sa:ğ sa:ğ (?sağ) sağsağdıç sağdıçlığ sağılsağım sağın sağınsağınsağınlığ sağır sa:ğır sağışsağız/sakız sağızğa:n sağızlığ/sakızlığ sa:ğlığ sağlık sağlıklansağnağu: sağra:k sağrı: sağrı:la:-

781 781 782 790 791 784 785 795 794 794 794 796 796 796 797 798 798 798 795 795 797 797 797 798 798 798 795 795 797 796 803 803 803 804 806 807 809 811 811 812 812 814 814 814 817 817 818 818 809 809 811 814 815 815 816

sağtur807 sağu:(sa:ğu:) 805 sağu:la:811 sağun 811 sağur815 sağurul816 sa:xt 806 sak 803 sa:k804 saka: 805 *saka:805 saka:l 808 sakak (saka:k) 807 sakalduruk 810 sakalduruklan811 sakçı: 806 sakı:805 sakığ 808 sakım 811 sakın- (sa.kın-) 812 sakınç (sa:kınç) 812 sakınçlığ (sa:kınçlığ) 814 sakınçsız 814 sakınuk (sa:kınuk) 814 sakırku: 816 sakış (sa:kış) 816 sakışçı: 817 sakışlığ 817 817 sakışsız sakla:810 saklan810 saklantur811 saklaş810 saklık 809 sakşı 817 sa:l 824 sa:l 824 sal824 sa:lçı: 825 salğa: 826 salığ 826 salımlaş827 salın827 salındı: 828 salıntur828 salış828 salkım 826 salla:825 salŋu: 827 saltur825 sama:n 829 samanlığ 829 samda: 828 samdu:y 828 samsıt830 samursak 830 samurtuğ 830 sa:n 830 sa:n 831 san- (sa:n-) 833 sana:- (sa:na:-) 835 sanaç 835 sanç835

sançğa:n sançığ sançığlığ sançıksançılsançışsançıtsandrı:sandrış sandrışsanduwa:ç sanğarsanlığ (sa:nlığ) sanrı:sanrışsansız (sa:nsız) sanwaç saŋ saŋış saŋla:saŋlatsaŋu:n/seŋü:n sa:p (sap) sapsapğa:k sapığ sapılsapınsapla:saplatsaplık saptursarsa:rsara:ğuç sara:ğuçlansaran saranla:saranlık sarğa:n sarğarsarı: sarıçğa: sarığ sarığla:sarığlığ sarığlık sarılsarın: sarksarkıç sarkıçlansarkım sarkındı: *sarkıñuk sarkışsarkıtsarkursarla:sarlansarlaşsarlat*sarma:-

136

836 835 836 836 836 836 836 837 836 837 837 838 839 841 841 842 835 831 842 839 840 840 782 784 786 786 788 790 789 789 788 786 843 843 849 850 853 854 854 849 849 844 845 848 850 849 849 851 854 847 848 850 849 849 849 849 849 849 852 852 852 852 853

sarmaçuk sarma:k sarmalsarma:ş sarmaşsarmaşık sarmatsarnıç sarp sarssarsa:l sarsı:sarsığ sarsıtsart sart sartla:saru: saru:sarulsarumsak saruşsarutsası:sasığ sasık sasıtsa:ş *sa:şsaştursatsata: satğa:satğa:ğ satğalsatğaşsatğın satğu:çı: satığ satığçı: satığla:satığlaşsatığlığ satığlık satığsa:satığsız satılsatınsa:tır satışsatlansatma: satsa:sattursatu:la:satun sa:tursavsa:v savaşsa:vçı: savdıç savdıçlan-

853 852 853 852 853 853 853 854 845 854 854 854 854 55 846 846 847 844 844 851 853 855 847 855 856 856 855 856 857 857 798 799 800 800 800 800 800 801 799 801 801 801 801 801 801 801 801 802 802 803 801 801 803 802 801 802 802 784 782 793 785 785 786


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini sa:vıkla:savılsavla:savlansavlaşsavlığ savra:savratsavruksavrulsavruşsavursavurtsa:y sa:y saysayğa:sayğırsayıksayılsayka:saypa:saypatsayra:sayraşsayratsayu: sayu:kı: sazınçı: seçseçe: seçilsedre:sedrek *sedrem

787 788 789 789 789 788 791 791 792 792 792 791 791 858 858 858 859 859 859 859 859 859 859 859 860 860 858 859 864 794 795 797 802 802

802 sedreş803 sedret802 sekentir 822 sekerçi: 822 sekit819 sekizinç (sekkizinç) 823 sekkiz 823 seksö:n 823 sekü: 819 se:m 828 semiz 830 semizlik 830 semle:829 semri:830 semriş830 semrit830 sen 831 sengil 839 senle:839 senleç 839 senlet840 sensiz 842 seŋeç 835 seŋek 838 seŋe:n (?siŋe:n) 840 seŋgeç 839

seŋir 840 seŋirlig 841 seŋregü: 841 sep 783 sep784 septür786 sepük 787 ser843 *ser843 serçe: 845 serge:k 850 sergekle:851 sergür850 seril851 serim 852 serimlig 853 serimsiz 853 serin854 serinç 854 serinçsiz 854 serit847 serk 850 serker 850 serme:853 sermel853 sermeş853 sermet853 sesin856 seş857 seşil857 *seşin858 seşlin858 seştür857 seşü:857 seşük 857 seşür858 seşüt 857 sev784 seviglig 788 seviglik 788 seviğ 787 sevil789 sevin90 sevinç 7 90 sevinçlen790 sevinçlig 790 sevinçsiz 790 sevintür791 seviş793 sevit 785 sevit786 sevtür786 sevügsüz (sevigsiz) 788 sevük 787 seyrem (sedrem) 859 sékri:822 sékrik 822 sékriş822 sékrit822 sé:ş 856 séz- (sé:z-) 860 sé:zig 862 sé:ziglig 862

sé:zigsiz sé:ziksé:zinsı:sı:bız sıbızğu: sıçsıçğa:k sıçğa:n sıçğanak sıçı: sıçılığ sıçıtsıçtur*sıdsıdığ/sidig sıdırsıdırğa:k sıdrılsıdrım sıdrışsığsığ/sık sığan sığınsığır sığırçuk sığırla:sığırlığ sığıt sığıtçı: sığıtsız *sığız sığra: sığrışsığta:sığtaşsığtatsığtursı:ğun sığursığza:sığza:ğ sığzalsık sı:k (?sı:ğ) sıksık (?sığ) sıka:sıkığ sıkılsıkırsıkırka:n sıkış sıkışsıkışlık sıklışsıkma:n sıkrışsıktursıkursı:m

137

862 862 864 782 794 794 795 796 796 796 795 797 795 795 799 799 802 803 802 802 803 804 803 811 813 814 816 816 816 806 807 807 818 815 816 807 807 807 807 811 815 818 818 818 804 804 804 804 806 808 809 815 816 817 817 817 810 811 816 807 815 828

sımra:k sı:m sımra:k sımta:sımta:ğ sımta:ğsız sımta:lsı:n sı:n sınsına:- (sı:na:-) sınalsınat- (sı:nat-) sındu: sı:nlığ sınuk (sı:nuk) sıŋa:r sıŋa:rkı: sıŋa:şsıŋarla:sıŋarsuk sıŋkur sıp sıpa:kur sır sır sırça sırçı: sırı:sırıçğa: sırılsırım sırınçğa sırışsırıtsırla:sırlansırlatsırlığ sırt sırt sırtığ sırtla:sıruk sırukluk sı:ş sı:ş sı:şsışılsışlatsışlığ sıtğa:sıtğalsıtğansıtğaşsıtır sı:tursıvğa:sız sı:zsızsızğursızılsızıt-

829 830 828 828 828 828 832 832 833 835 839 836 836 839 837 840 841 842 841 841 838 783 787 842 843 845 845 845 846 851 852 854 855 847 852 852 852 851 846 846 846 847 848 849 856 857 857 858 858 857 800 800 800 800 802 802 786 860 861 861 861 862 861


Vildan Koçoğlu sızla:863 sızla:ğ 862 sızlat863 sibek 788 sibüt 785 si: d 799 sidit799 si: d tür799 sidük 801 sigil/sögöl (?*sigöl) 820 sik 818 sik818 sikil821 sikiş 823 sikiş823 sikit819 siktür820 si:l 824 sil824 sili: 825 silig/silik(?) 826 siliglik 827 silk826 silkim 827 silkin827 silktür827 simek 828 simekle:829 simle:829 simrüş830 simür829 simürgük 830 sinçü: 835 siŋ 832 siŋ833 siŋdür837 siŋek 838 siŋi: 834 siŋi:l 839 siŋi:le:840 siŋillen840 siŋir 841 siŋirke: 841 siŋirle:842 siŋirlen842 siŋür841 siŋüt 836 sipir791 sir (?şir) 843 sirke: 850 sirke: 850 sirke:le:851 sirke:le:851 sirke:len851 sittür802 sivsin793 si:z 860 sizle:863 sizlet863 so: 781 so: d 799 so: d tur799

soyuş860 sö: 781 sö:g818 sögen 821 söglün821 söglüncü: 821 sögne:822 sögne:gü: 822 sögtür- (sö:gtür-) 820 sögüg 820 sögül821 sögül- (sö:gül-) 821 sögünç 821 sögüş 823 sögüş 823 sögüş- (sö:güş-) 823 sögüşlüg 823 sögüt (sögöd) 819 sögütlen820 sögütlüg 820 sögütlük 820 sök819 sök819 söke: 819 sökel 820 sö:ki: 819 sökit820 sökit820 sökitkü (sökitgü) 820 sökme:n 821 sökmenlen821 sökö 819 sökrük 822 sökti: 819 söktür820 sökül821 sökün821 sökün821 sökür822 söküş823 sö:l 824 sö:llüg 827 sön834 söndür837 sönük 838 sörple:845 sö:z 860 sö:zeŋri: 865 sö:zkine: 862 sö:zle:863 sö:zlen864 sö:zleş864 sözlet- (sö:zlet-) 863 sözletil864 su: 781 su:782 subı: 784 subı:784 subı:la:789 subıt786 subra:n 791 suburğa:n (?supurğa:n) 792 suç 794

soduk 800 soğançığ 814 soğı:806 soğık 808 soğıklan808 soğıklık 808 soğış817 soğıt806 so:ğun (so:ğon) 812 soğun- (soğın-)/suğun813 soğunluğ 814 sok805 sokarlaç 816 sokğu: 808 sokım, sukım 811 soktur807 soku: (sokğu:) 805 sokul809 sokun814 sokuş817 so:l 824 sol825 sola:825 sola:k 826 sola:muk 827 solat825 soltun 825 soluş828 soma: 828 so:n 832 sondıla:ç 837 sondurı: 837 soŋ 832 soŋda:836 soŋra:841 soŋuk 837 so:r 843 so:r843 so:r843 sorğu: 848 sorış- (so:rış-) 855 sorkıç 848 sorkuçla:850 sorkuçlan850 sorma: 852 sortur847 sortur847 soruğ 848 soruğçı: 849 soruk849 sorul- (so:rul-) 851 soruş 855 soruşla:855 sorut- (sorıt-?) 847 sottur802 soy858 soya:ğu: 859 soydur859 soysuk860 soyuk859 soyul859 soyurka:860

138

*suçsuçğursuçı:suçışsuçıtsuçlunsuçluşsuçulsuğsuğlı:suğlıtsuğruşsuğrutsuğulsuğun suğur suğursuğurluğ suğut suğut suk su:k suksuka:r sukak sukaklığ sukı:sukım sukın su:klansukluk suklunsukluşsukru: suktu: suktursukulsulasuluk sumlı:sumlım sumlışsumlıtsunsu:n sunçuk sunı: su:nu: sussusğa:k susık su:v suva:suva:lsuvarsuvaşsuvatsuvçı: suvğarsuvğarımsınsuvğarınsuvğarışsuvğart-

795 796 795 798 795 797 797 797 805 810 810 816 816 809 812 815 816 816 806 806 804 804 805 815 808 808 806 811 812 810 809 810 810 815 806 807 809 825 826 829 829 829 829 834 832 836 834 834 855 856 856 783 784 789 791 793 786 785 786 787 787 787 787


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini suvığlan787 suvış793 suvla:789 suvla:ğ 788 suvlan789 suvla:ŋ 788 suvlat789 suvluğ 788 suvluk 788 suvsa:793 suvsa:793 suvsa:lık 793 suvsat793 suvsı:793 suvsız 792 suvsuş 792 suvşa:793 *suvşaş793 *suvşat793 suvuklık 787 suvuşğa:n 793 suwuk (suvuk) 786 suy 858 suylığ 859 suyra:n 859 suza:k 861 sü 781 sü: 781 süçi:- (?sü:ci:-, sü:çig) 795 sü:çig (?sü:cig) 796 süçin798 süçir798 sü:çiş798 süçit795 sügiç 819 sügli:n 820 süksük 823 sü:le:825 sület- (sü:let-) 825 sülük 827 süm 828 sünzi: 842 *süŋ834 süŋü: (süŋü:g) 834 süŋüg 838 süŋüglüg 839 süŋük (?süŋök) 838 süŋüklen839 839 süŋüklüg süŋü:le:840 süŋüş 842 süŋüş842 süprük 791 süprül- (süpril-) 792 süpründi: 792 süpürgü: (sipirgü:) 792 sür844 sürç845 sürçit845 sürçük (?sürçök) 845 sürgü:le:851 sürk 850 sürme: 852

şeşilşeştürşeşüt- (seşüt) şık şımnu: şı:ş şı:ş şışşi: şir şişek şişir şor şotı: şöbik şu:/şü: şuğlu: şuŋla: şu:t şuvşaş- (suvşaş-) şuvşat- (suvşat-) şük şünük şütük

sürŋü:le:854 sürse:855 sürt846 sürtük 846 sürtül847 sürtün847 sürtür847 sürtür847 sürtüş847 sürtüştür847 sürüg 850 sürül852 sürün854 süründi: 854 sürüş855 süs855 süsgir856 süsgün 856 süstür856 süsün856 süsüş856 sü:t (-d) 798 sü:tger801 süvri: 791 süvrit- (süvri: d -) 792 süz861 süzgü: 862 süzgün 862 süzinlüg (süzünlük) 865 süzlün864 süzlüş864 süzme: 864 süztür861 süzük 862 süzül863 süzün864 süzündi: 864

T ta:b taban tabanla:tabanlığ tabluk tabrı:- (taprı:-) tabrış- (taprış-) tabrıt- (taprıt-) tada: tadu: ta: d un 457 ta:ğ ta:ğ (d-) tağa:r tağa:y (d-) tağdın tağı: tağıktağıltağla:- (d-) tağlat- (d-) tağna: tağsu/tağsut tağun tağunçı: tağunla:tağuzmak taxçek taxtu: tak taktakı: (d-) takı:ğu: takıl takır

Ş şa: şa:b şabıŋ *şabnu:y şa:bü:k şadşadapı:t şağı:la:şakşı şal şul şala:şu: şamu:şa: şaŋbu:y (şabnu:y) şap şar şar şat şatlanşatu: şa:v şekirtük şeŋ şeş-

868 868 868 867 868 868 868 868 866 868 868 868 868 867 866 866 867 868 867 866 866 867 868 867

866 866 866 866 866 866 867 867 867 868 868 868 868 866 868 866 867 867 866 867 868 868

139

434 441 442 442 439 443 445 444 451 451 463 463 471 474 467 466 468 469 469 470 471 473 470 471 471 474 467 467 463 464 466 468 469 471

takşur474 takşut 474 taktur468 takuk 468 takukluğ 468 ta:l (?d-) 489 tal- (d-) 490 tala:492 tala:ğu: 497 tala:k (d-) 495 talas 501 talaş- (?d-) 502 talğa:ğ 496 talğu:ç 496 talğu:k 496 ta:lığ 495 talım 499 talk495 talka: 496 talka:n 496 talkalan498 talkığ 496 497 talkıltalkış497 talkıt497 talku: 496 talpı:493 talpın493 talpır493 talpış493 taltur- (d-) 494 talu: 491 talu:la499 talu:y (?d-) 502 tam 503 ta:m (?d-) 502 tam- (d-) 503 tamak 504 tamar/tamır (d-) 508 tama:ta: 504 tamçur- (?tamçır-) 503 tamdu:/tamduk 504 tamduksuz 504 tamdul504 tamdur504 tamğa: 504 tamğa: 505 tamga:çı: 505 tamğa:k (d-) 505 tamğa:kla:506 tamğa:la:506 tamğa:lığ 505 tamğa:lık 506 tamğır- (d-) 505 tamıd504 tamın- (d-) 508 tamındı: (d-) 508 tamırlığ (d-) 509 tamış- (d-) 510 504 tamıt- (d-) tamız- (d-; tamuz-) 510 tamızım (d-) 510 tamlat506


Vildan Koçoğlu tamlığ (d-) tamtur- (d-) tamu: tamu: tamu:la:tamu:luğ tamuğ tan ta:n ta:n- (?d-) tana tançğa:tançğala-/tançkılatançu: tançu:la:tanığma: tanış- (?d-) tanturtanu:tanu:tanuk tanukla:tanukluğ tanukluk tanultanuştanuttaŋ taŋ taŋ- (?d-) taŋ (?ta:ŋ) taŋ (?téŋ) taŋ (d-) taŋa:n taŋığ taŋığla:taŋıl taŋıltaŋıntaŋırka:- 525 taŋış taŋla: taŋla:taŋla:- (d-) taŋlançığ taŋlaştaŋlat*taŋsa:taŋsuk taŋuk tap taptaptapa: tapa:la:tapa:ru: tapça:n/tapçaŋ tapçalığ tapçasız tapçurtapı: tapığ tapığçı:

506 504 503 503 507 506 504 510 510 513 515 517 517 516 517 519 526 518 515 516 518 519 519 519 521 526 517 511 511 514 510 511 510 523 518 519 520 520 523 526 520 521 521 522 522 522 526 525 519 434 435 435 435 441 445 436 437 437 437 436 437 438

tapığlığ tapığsa:k tapıltapıntapındurtapısız tapış tapıştapla:tapla:ğ taplaştaplattapsız tapşurtapuğsuz tapuztapuzğu: tapuzğuk tapzuğ ta:r ta:r ta:rta:r (d-) tara:- (?d-) tarak taral- (?d-) taran- (?d-) tararku: tarazuğ tardıç tarğa:k (?d-) tarğar- (d-) tarğıl tarxa:n (?darxa:n) tarxat tarı:tarığ tarığçı: tarığla:ğ tarığlantarığlığ tarığlık tarık- (d-) tarıltarıltarım tarımla:tarımsıntarıntarısla:tarıttarka:(/talka:) tarkın- (d-) tarkınç (d-) tarla:/tarla:ğ tarma:tarma:k tarmaklantarmaltarmaştarmattarmaz tarmut

tarmutlantarmutluğ tart- (?d-) tartar tartı:n (?d-) tartığ (?d-) tartığçı: (d-) tartıl- (d-) tartın- (d-) tartış- (d-) tartışlığ (d-) taru:- (da:ru:-) tarun- (d-) tarus tarusla:tarut- (d-) tas tas/tes tasal tasğa:tasğaştasğatta:ş (?d-) taştaş (?d-) taşak (d-) taşaklığ (?d-) taşğar- (d-?) taşğaru: (d-) taşğurtaşık- (?d-) taşıttaşıttaşla:- (?d-) taşla:- (d-) taşlat- (?d-) taşlat- (d-) taşra: (d-) taştın taştırtı: (d-) taşu:- (?d-) taşu:ğ taşurtaşuttat tat tat- (?da:d-) tat (d-) tatğantatı:ta:tığ tatığlantatığlığ tatığsa:tatığsıra: tatıktatıktatıl- (?d-,-d-) tatın- (?d-,-d-) tatındı: tatır tatırğa: tatırlığ

438 438 439 441 442 446 446 446 440 439 440 440 446 447 438 448 448 448 448 528 528 529 528 532 537 547 552 553 554 535 539 540 539 539 539 532 537 541 541 542 542 542 540 547 547 548 550 551 552 553 536 539 540 540 546 550 549 550 550 550 550 550 549

140

550 550 534 536 535 535 537 536 536 537 537 532 552 553 553 536 554 554 555 555 555 555 557 559 556 562 563 562 563 562 562 561 561 564 564 565 565 565 561 562 561 562 566 561 449 449 449 449 454 452 452 454 454 455 455 453 454 456 458 458 458 460 460

tatıttatlığ tatruş- (?da:druş-) tatu: ta:tur- (?da:dur-) tavtavar (d-) tava:rçı: tavarlığ tavarluk tavarsa:k tavğaç tavılğu:ç tavılku: tavış tavıştavışğa:n tavışğa:nlaştavışla:tavışsız tavra:- (d-) tavra:k (d-) tavran- (d-) tavrat- (d-) tavratıştawıl ta:y tay- (?ta:y-) taya: (d-) taya:ğu: taya:k (d-) tayaklan- (d-) tayaklığ (d-) tayaklık (d-) tayan- (daya:n-) tayanç (d-) taya:ŋu: (d-) tayğa:n tayğu:n/toyğun tayığ tayıştayıttaylaŋ taysı tayşı: tayturtayuk tayuklanta:z (?d-) tazar- (d-) tazğırtazla:- (d-) te:g (d-) te:r (?d-) tedük teg- (d-) tegi: (d-) tegi:r (d-) tegil- (d-) tegim (d-) tegimlig tegimsiz tegin- (d-)

452 456 460 452 459 435 442 445 445 445 445 438 441 440 446 446 447 447 447 447 443 443 444 444 445 439 566 567 567 568 568 569 568 568 569 569 570 568 568 568 570 567 569 570 570 567 568 569 570 577 574 576 475 528 455 476 477 485 481 482 482 483 484


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini teginç 484 teginçsiz 485 tegiŋ 483 *tegir- (d-) 485 tegirme:/tegirmi: (d-) 486 tegirme:n (d-) 486 tegirmek (d-) 486 tegirmile:- (d-) 487 tegiş (d-) 487 tegiş- (d-) 487 tegiz488 tegler481 teglük (d-) 480 tegme: (d-) 482 tegre: (d-) 485 tegrek (d-) 485 tegreki: (d-) 486 tegrikle:487 tegşil- (d-) 488 tegşür- (d-) 488 tegşürül- (d-) 488 tegşürüş- (d-) 488 tegşüt (d-) 487 tegül (d-) 480 tegür- (d-) 485 tegürt- (d-) 486 tegzin488 tegzinç 488 tegzindür- (d-) 489 tek 475 tek 475 teke: 477 teki 478 tekne: 484 tekşirtür488 tel- (d-) 490 telge:499 telge:k 499 telgen499 telim (?d-) 499 telin- (d-) 501 teliş- (d-) 502 telmir- (?d-) 500 teltür- (d-) 494 telü: 491 telük (d-) 498 tembin/tenpin 503 temen 507 temir (d-) 508 temirçi: (d-) 509 temirlig (d-) 509 temregü (d-) 509 temürge:n (d-) 509 temürlük (d-) 509 tenbin 516 tenri:524 teŋ 512 teŋ 512 teŋ514 teŋ (d-) 511 teŋe:- (d-) 516 teŋer524 teŋeş (d-) 526

terlik (?d-) terŋeklenters tersintertertertrü tesilteş- (d-) teşil- (d-) teşük (d-) teşükle:- (d-) tev tevtevçi:tevçitteve:(deve:) tevey (d-) tevintevirteviştevle:tevlig tevlüglentevre:n tevri:tevriltevsi: tevşe:tevşeltevşentevşetteyiŋ (?téyiŋ) teztezek tezekle:tezge:k tezgi: tezgintezginç tezig tezinteziştezitté:-(dé:-) tégin (?tégi:n) tégit télve: (d-) té:min (d-) té:r- (d-) tére:k (?d-) téreklig téreklik térge:ş (d-) térgeş- (d-) térgi: térgin (d-) térgü: (d-) té:rig (d-) térigse:k téril- (d-) térimsin- (d-) térin (d-) térin- (d-)

526 teŋeş- (d-) teŋeşçi 527 teŋger520 teŋgüç 520 teŋig 519 teŋit517 teŋiz527 teŋiz (d-) 527 teŋle:- (d-) 521 teŋlegüç/teŋlegü:n (d-) 522 teŋlen- (d-) 522 teŋlençsiz 522 teŋleş- (d-) 522 teŋlig 520 teŋri: 523 teŋri:ke:n 525 teŋriçi: 524 teŋridem 524 teŋrilig 525 teŋrilik 525 teŋrim 524 teŋsiz (d-) 526 teŋtür518 teŋüç 516 teŋür524 tep- (?d-) 435 tepig (d-) 438 tepil- (?d-) 439 tepin- (d-) 442 tepirtsiz 445 tepiş- (d-) 446 tepit437 tepiz 448 tepizlig 448 tepizlik 448 tepre:- (d-) 443 tepren444 teprençsiz (d-) 445 tepreş 443 tepreş- (d-) 445 tepret- (d-) 444 tepretiş- (d-) 445 tepse:446 tepset446 tepze:448 tepzeş448 tepzet448 terçi: 534 teri: (d-) 531 terim 549 terinçek 552 teriŋ (d-) 551 terit536 terk 542 terke: 543 terke: 44 terken 544 terkin 545 *terkkiña 546 terkle:545 terle:- (?d-) 548 terlen- (?d-) 548 terlet- (?d-) 548

141

546 553 553 553 537 536 555 559 564 563 564 434 435 437 437 436 447 442 443 446 440 439 441 443 444 444 445 446 447 447 446 569 572 574 575 574 574 574 574 574 576 577 573 433 483 479 493 507 529 543 546 546 545 545 544 544 544 543 546 547 551 551 552

térinsiz tériş- (d-) tériştir- (d-) térne:- (?) térne:k (d-) térŋek (d-) téş- (d-) tét- (d-) tét- (té:t-) té:tik tétikertétiklik té:tiltétintétrü: tétrülté:tür- (d-) tı tıd- (?tı: d -) tıdığ tıdığlığ tıdığsız tıdıltıdıntı: d ın tıdındı: tıdıştı: d ış tıdlıntıdturtı:ğ tığtığıl tığıltığra:tığra:k tığraklantığraştığrattıktıkıltıkıntıkıştıkıttıkma: tıkturtıl (d-) tıla:k (d-) tılaŋurtılda:-/tılta:- (d-) tılda:ğ/tılta:ğ (d-) tılık- (d-) tıllığ tılmaç (d-) tıltağlığ tıltan- (d-) tın- (?d-) tın (d-) tı:n (d-) tınç (d-) tınçı:tınçış-

552 554 554 552 551 552 559 450 450 455 456 456 456 458 459 460 459 433 450 452 454 454 456 458 457 458 462 461 456 459 463 465 469 469 472 471 473 473 472 465 469 471 474 467 470 468 489 495 501 494 494 496 495 500 495 494 514 514 512 516 516 517


Vildan Koçoğlu tındur- (d-) tındurultınığ tınıktınıl- (d-) tınlığ tınsıra: (d-) tınsız (d-) tıŋ tıŋçan tıŋı:la:tıŋla:- (d-) tıŋlaş- (d-) tıŋlat- (d-) tıŋrak tıŋraklığ tırŋak (?d-) tırŋaklığ (?d-) tırt tı:ş tı:ş (d-) tışlat- (d-) tı:t tıt- (?d-) tıtıl- (d-) tıtın- (d-) tıtış- (d-) tı:tlantıytigi: tigi:le:tigileştigilig tigir tigirtsiz tigisiz tigre:tigreştigrettik (d-) tik- (d-) tiken (d-) tikenek tikig tikiglig (d-) tikil- (d-) tikim (d-) tikiş- (d-) tiklin- (d-) tikliş- (d-) tikme: (d-) tiktür- (d-) tikü: (dikgö:) tikü:le:tiküç til- (d-) tile:- (d-) tile:k (d-) tileklig (d-) tilemsin- (d-) tilen- (d-) tiler tileş- (d-)

518 518 519 519 521 520 526 526 512 516 523 522 522 522 524 525 551 552 534 557 557 565 449 450 456 458 462 456 567 478 482 482 481 485 486 487 486 486 486 475 476 483 485 480 480 481 482 487 481 481 482 479 478 482 479 490 492 498 499 500 501 501 502

tilet- (d-) tilge: (d-) tilge:n tili: tilim (d-) tilimsin- (d-) tilin- (d-) tiliş- (d-) tilkü: tilkü:lentilŋeŋ tiltür- (d-) ti:m ti:mçi: time:timeg timenti:n tiŋ tiŋci: *tir- (d-) tire:- (d-) tire:gü: (d-) tire:k (d-) tirel- (d-) tiren- (d-) tireş- (d-) tirgük (d-) tirgür- (d-) tiri tiritirig (d-) tirigle:- (d-) tiriglik (d-) tiril- (d-) tirilttiriŋ tirkiş tirlik tirsge:k (?d-) tişe:- (d-) tişek (d-) tişel- (d-) tişet- (d-) tişi: (?dışı:) tişle:- (d-) tişlen- (d-) tittit- (?töt-) titig titig titigçi: titim (d-) titimlig (d-) titir titiz titizlik titre:- (d-) titreş- (d-) titret- (d-) ti:z ti:z (d-) tiz- (d-)

494 498 499 491 500 500 501 502 498 499 501 494 503 503 503 506 508 512 512 516 529 533 546 543 547 552 554 544 545 531 533 543 546 546 547 548 551 545 546 553 561 563 564 562 560 564 565 450 450 455 455 455 456 457 458 462 463 460 460 460 570 570 572

tizgin (d-) tizig (d-) tiziglig (d-) tizil- (d-) tizildürük (d-) tizim (d-) tizin- (d-) tiziş- (d-) tizle:- (d-) tizlet- (d-) tizlig (d-) tizlin- (d-) tizme: (d-) to: to:to:b tobık tobun tobunluğ to: d to: d - (?d-) todğu:n todğur- (d-) todğurttodğurumsıntodğuruntodğuruştodlıç to: d un 457 todun- (d-) todunçsuz todurto:ğ to:ğ toğ- (d-) toğa: toğa: toğa:klık toğalığ toğan (d-) toğla:toğra:- (d-) toğra:ğ toğrağlantoğrak toğral- (d-) toğrantoğraş- (d-) toğrat- (d-) toğrıl toğru: toğruş (d-) toğur- (d-) toğuru: (d-) tok tok tok tokaç tokı:- (d-) tokı:la:tokı:mak (d-)

142

574 574 575 575 576 576 576 577 576 576 575 576 576 433 434 434 437 441 442 449 451 453 454 454 455 455 455 456

458 458 459 463 463 465 466 466 469 470 470 470 472 471 473 472 472 473 473 472 472 471 473 472 473 464 464 464 467 467 470 470

tokığu: tokıl- (d-) tokın- (d-) tokış (d-) tokış- (d-) tokıt- (d-) tokıtıl- (d-) tokku:z (d-) toklı: tokluk tokluk tokso:n (d-) toku: (?toko:) toku: (?toko:) toku:la:tokuluğ tokum (d-) tokurka: tokuza:r (d-) tokuzunç (d-) to:l- (d-) tolatoldra:tolğa:- (d-) tolğa:ğ (d-) tolğan- (d-) tolğartolğaştolğat- (d-) tolı tolı: (d-) tolılığ (d-) tolku:k (d-) tolkuklan- (d-) tolp (d-) toltur- (d-) tolu: (do:lo:) tolu:la:toluluk (d-) to:lun (d-) tolup tolursuk tolvır toma: tomrum tomruştomurtomurto:n (d-) tontona:tona:ğu: tonan- (d-) tonanğu: (d-) tonat- (d-) tonçuk- (d-) tondurtonlığ (d-) to:nluk (d-) tonsız (d-) toŋ toŋ toŋ (d-)

468 469 471 474 474 467 468 474 469 469 469 473 466 466 470 470 470 473 474 474 491 492 495 497 496 497 497 497 497 491 491 499 496 497 492 495 491 499 499 501 493 501 493 503 509 509 509 509 512 514 516 519 523 523 517 517 518 520 520 526 513 513 513


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini toŋ- (d-) toŋa: toŋa:la:toŋa:lığ toŋlatoŋra: toŋtatoŋtartoŋu: toŋuz (d-) toŋuzçı: top topıntopla:toplu: topra:toprağa:n topra:k topra:klığ topraştopratto:r torçı: torğay torı:ğa: torku: (?torko:) torpı: torpınla:torpla:torpun torpunlantoruğ (d-) torum torumluğ tosık (d-) tosun (toson) toş toş- (d-) toşğur- (d-) tot tota:totok tovra:tovur to:y to:y toytoyın to:z to:z tozto:zartozğa:k tozğırto:zluğ to:zluğ tozut- (?tozıt-) tö:g- (d-) tögi: (d-) tögne:- (d-) tögü:n (?dögö:n) tögünlüg tö:güş- (d-)

515 515 523 522 522 524 518 518 515 527 527 434 442 440 439 444 445 443 445 445 444 528 534 540 541 539 533 534 533 533 534 538 549 550 555 555 557 560 562 449 452 453 444 443 566 567 567 569 570 571 572 577 573 574 575 575 573 477 478 485 484 485 487

tök- (d-) 477 töklün- (d-) 481 töklüş- (d-) 481 töktür- (d-) 479 tökük (d-) 480 töküklüg (d-) 480 tökül- (d-) 481 tökün- (d-) 485 töküş- (d-) 487 tö:l (d-) 490 töle:492 töle:- (d-) 492 töleç 493 tölek (d-) 498 tölet 494 tölet- (d-) 494 tölte:494 tölük 498 tö:n (d-) 515 *töŋ 513 *töŋ515 töŋder518 töŋderil518 töŋdi: 517 töŋit- (töŋid-) 517 töŋörge: 525 töŋre: 524 töŋüş526 töp 434 töpü: (töpö:) 436 töpü:le:441 töpün 441 tö:r 528 törçi: 534 törçit534 töre: 531 törlüg (törlög;?d-) 546 törpi:533 törpig 533 törpigü: 533 törpil533 törpiş533 törpit533 törtegü: (d-) 537 törtgil (d-) 535 törtünç (?dö:rdünç) 535 törü: (törö:) 531 törü:- (törö:-,?d-) 533 törüçi 534 törülüg 548 törüsüz (törö:süz) 553 törüt- (döröt-) 536 törütül- (?d-) 537 tö:ş (d-) 558 töşe:- (d-) 561 töşe:k (d-) 563 töşekçi: (d-) 563 töşeklig (d-) 564 töşeklik (d-) 564 töşel- (d-) 564 töşen- (d-) 565 töşet- (d-) 562 tö:şle:- (d-) 565

töşlet- (d-) töşne:k (d-) töttötökci: tötürtö:z tö:ztözlüg tsaŋ tsaŋçı: tsoyurka:tsun tsuy tsuyluğ tu:ç (tu:c) tuçı tuda tudasız tudrıç tu:ğ tuğ- (d-) tuğar tuğçı: tuğıl tuğlığ tuğra:ğ tuğrağlantuğsa:k tuğsık tuğtur- (d-) tuğum tuğur- (d-) tu:l (d-) tultulas tuldurtuluk tulum tulum tulumlantulumluğ tuluŋ tuluŋla:tum tum (?d-) tuma:ğu: (?d-) tuma:n (d-) tuma:nlığ (d-) tumlı:- (?d-) tumlığ (d-) tumlıt- (?d-) tumlıtu: tumluğlantumsa: tumşuk tu:n tu:n *tuña:ğ tuŋşu: tupluntupultupulğa:k tur- (?d-)

143

565 565 451 456 460 571 572 575 555 556 556 555 556 556 449 449 452 461 459 464 465 471 467 469 469 471 473 473 473 468 470 472 490 491 502 495 495 500 500 500 500 501 501 503 503 505 507 508 506 506 506 506 507 509 509 513 513 519 526 440 440 441 529

tu:rtura tura: turalığ turğa:k (d-) turğurturğur- (d-) turı: turk (d-) turkaru: (d-) turkın- (d-) turkla:- (d-) turku:n (d-) turkuğ turkuğlan- (d-) turkuru turla:k turma: turma: turña: (?d-) turşu turuğ (d-) turuğla:ğ (d-) turuğsa:- (d-) turuk turuk (d-) turuk- (d-) turukla:turuklanturukluk turul- (d-) turuldur- (d-) turum (d-) turumla:turumsın- (d-) turumta:y turunturun- (d-) turur turuş (?d-) turuş- (?d-) tustus/tu:s tusba tusu: (?tuso:) tusuğluğ tusuktusultusuluğ tu:ş tu:ş (d-) tuş- (du:ş-) tuşa:- (?d-) tuşa:ğ (?d-) tuşağlığ (?d-) tuşa:ğu: (?d-) tuşa:l- (?d-) tuşan- (?d-) tuşğur- (d-) tuşıktuşla:- (?d-) tuşlan- (?d-) tuşlat- (?d-)

530 531 531 548 539 541 541 531 537 542 540 540 540 539 542 542 546 549 549 551 554 538 542 542 539 538 540 542 542 542 548 548 549 551 551 550 552 552 553 554 554 554 554 555 554 555 555 555 555 558 558 560 561 562 563 563 564 565 562 562 565 565 565


Vildan Koçoğlu tuşu: 561 tuşur- (d-) 566 tuşuş- (d-) 566 tut451 tuta:şı: 462 tutçı: 452 tutğa:k 453 tutğu:ç 453 tutğu:n 453 tutma: 457 tutma:ç 457 tutruğ 459 tutruk 459 tutsık 460 tutsuğ 460 tutsuk461 tutşı: 461 tutuğ 452 tutuğluğ 454 tutuk 453 tutukla:454 tutuklan455 tutuksuz 454 tutul456 tutuldur456 tutum (tutom) 457 tutun458 tutunçu: 458 tutur459 tuturğu: 460 tuturka:n 460 tutuş-/tütüş462 tutuş/tütüş (?tutoş) 461 tutuz462 tutyak 462 *tutzuğ 462 tuvır443 tuy- (d-) 567 tuya:ğ 568 tuyağlığ 569 tuyın 569 tuynak 569 tuysuk- (d-) 570 tuytrum 567 tuytur- (d-) 567 569 tuyuğsuz (d-) tuyuk 568 tuyun- (d-) 569 tuyuz- (d-) 570 tu:z (?d-) 571 tuza:- (?d-) 573 tuzak (?d-) 573 tuzakçı: 574 tuzçı: (?d-) 573 tuzğu: 573 tuzğulan574 tuzkıya: (?d- -kıña:) 574 tuzla:- (?d-) 576 tuzlan- (?d-) 576 tuzlat- (?d-) 576 tu:zluğ 575 tü: 433 tü:b (d-) 434

tübger- (d-) tüble:- (d-) tüblen- (d-) tübleş- (d-) tüblet- (d-) tüblüg (d-) tübsüz (d-) tü:deş tüg tüg (?d-) tüg- (d-) tüge: (?d-) tügek (d-) tüglün- (d-) tüglüş- (d-) tügme: (d-) tügmelen- (d-) tügsi:n tügük (d-) tügültügültü:n tügün (d-) tügün- (d--) tügü:nük (d-) tügüş- (d-) tügüz tügüzlük tüke:tüke:tüke:l tükellig tükentüket- (tüke:t-) tüketi: tükü tül tüle:- (tü:le:-) tüle:k tültürtü:lüg tümen tümenlig tümge: tümi:le:tümi:lentümrüg (d-) tün (d-) tüne:- (d-) tü:nek (d-) tüner- (d-) tünerig (d-) tünet- (d-) tünle: tüŋtüŋlük tüŋültüŋüldürtüŋür (d-) tüŋürle:- (d-) tüŋürlen- (d-) tüŋüştüpi: tüpi:çil

439 440 440 440 440 439 446 461 476 476 477 478 480 481 481 482 483 487 480 481 482 484 485 485 487 488 489 479 488 480 481 484 479 479 479 490 492 498 495 498 507 508 506 507 507 509 513 516 519 524 525 517 520 515 520 521 523 523 525 525 526 436 437

tüpirtür- (d-) türge:k (d-) türgeklentürgün (d-) türgünlentürk türlün- (d-) türme:k (d-) türmeklentürt- (d-) türtül- (d-) türtün- (d-) türtüngü: türtüş- (d-) türül- (d-) türün- (d-) türüş- (d-) tüsig tüş tüş tü:ş (d-) tüş- (d-) tüşe:- (d-) tüşgün (d-) tüşgünlen- (d-) tüşlentüşlüg tüşlük tüşne:tüşrük (d-) tüşrüm (d-) tüşsüz tüşük (d-) tüşün (d-) tüşür- (d-) tüşürgü: (d-) tüşürgü:n (d-) tüşütlenil- (d-) tüttüte:tütek tütettütgürtütrüm tütsüg tütsüg *tütsüglüg tütsüglük tütün tütünsüz tütüşlüg tütüz*tützüg tüvek tüveklik tüvşe:tüvşeltüvşettüy tüz (d-) tüz- (d-) tüzdem (d-)

144

443 530 544 546 545 546 542 548 550 550 535 536 537 537 537 548 552 554 555 558 559 559 560 561 563 564 565 564 564 565 566 566 566 563 565 566 566 566 562 451 452 455 452 455 459 461 461 461 461 457 458 462 463 462 439 439 446 447 446 567 571 572 573

tüzer- (d-) tüzger- (d-) tüzgerinçsiz tüzlün- (d-) tüzsiz tüzü: tüzügü tüzül- (d-) tüzü:n (d-) tüzünlük (d-) tüzüş- (d-)

577 574 575 576 577 573 575 575 576 576 577

U u 1 u2 u:ç (u:c) 17 uç 18 uç19 uça: (?uca:) 20 uça:n 28 uçar 29 uçğuk 23 uçlan27 uçluğ (u:cluğ) 26 uçmak 27 uçruğ 30 u:çru:ğlu:ğ 31 uçruş30 uçsuz (u:csuz) 31 uçuk 22 uçuk- (? ucuk-) 23 uçur30 uçursa:31 uçuz (ucuz) 32 uçuzla:- (ucuzla:-) .32 uçuzlan-(ucuzlan-) 32 uçuzluk (ucuzluk) 32 u: d 34 u: d 38 udçı: 44 udı:42 udık 46 udıkla:49 udın62 udısık 71 udış73 udıt45 udıtma: 45 udla:57 udlaş59 udlat58 udluk 55 udmak 60 udmaklan60 udu: 42 udu: 42 udu:la:59 uduğ 47 uduğçu 48 udukluk 48


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini uduludunudunturuduşuduşuruduz uduzuduzla:u:g uğa:n uğança uğlı: uğlıtuğra:uğra:ğ uğraklatuğraluğramsınuğraşuğratuğra:yu: uğuk uğunuğur uğurla:uğurlanuğurluğ uğuş uğuşlanuğuşluğ uğut uxşa:ukukıtukruk uksa:ukturukuğ ukulukunukuş ukuşukuşluğ ukuşsuz u:l ula: ula:ula:ğ ula:ğ ula:lulam ulamsız ulan- (ula:n-) ula:r ularlığ ulaşulatula:tı: ula:yu: uldaŋ (ulduŋ) ulğa: d 138

57 62 63 73 73 74 74 75 76 87 88 84 86 91 90 93 92 95 92 92 93 83 87 89 94 94 93 96 98 97 80 97 77 81 90 95 82 83 85 87 96 97 97 98 124 126 126 136 136 145 146 147 148 150 151 154 132 134 154 131

ulğayulı:*ulı:ulınulınç ulınçiğ ulışulıtulıtulnatultuŋluğ uluğ uluğla:uluğluk uluğsa:uluğsınuluğsız ulun ulunluğ ulus uluş ulyak umuma:y umdu: umdu:çı: umdurumdusuz umuğ umuğsuz umunumunç umunçluğ umunçsuz u:n unaunaş- (una:ş-) unat- (una:t-) unıtup urura:ğu:t ura:ğü:n urğa u:rı: urı: urı:lanurk urluk urra ursa:ursukurt urtururuğ uruğ uruğla:uruğlanuruğluğ uruğluğ uruğluk uruğsıraturuğsuz

uruk uruk urukluğ urukluk urulurumda:y urunurunç urunçak urundı: uruŋu: uruŋuluğ uruŋut uruş uruşus us usususak usbad/usban usbarı: usı:ç usıç: usıtusla:usla:usluğ usrık usuku:su:z uşa:uşak uşakçı: uşakla:uşaklık uşal- (uşa:l-) uşanuşatuştmax ututanu:tanç utğanutğun utlı: utlı:lığ utlı:sız utru: utru:lanutrukı: utrunutrunuk utruşutsukutu:n utunluk utur- (?utır-) utuşutuzuvuva uvak

139 127 127 149 148 149 154 132 132 149 135 136 140 139 140 140 140 147 149 151 152 154 155 164 157 157 157 157 157 158 162 162 162 162 166 171 191 179 179 4 194 218 219 215 197 197 231 213 229 197 238 238 201 210 214 214 220 220 218 218 219 220 219

145

215 215 219 219 229 232 235 234 236 237 236 237 237 239 239 240 240 241 241 245 241 241 242 257 243 248 248 247 250 245 253 256 259 259 260 259 262 264 258 257 38 62 60 48 47 54 59 59 64 71 70 69 70 69 71 60 63 67 73 74 4 6 8

uvşa:uvşa:k uvşatuvtanuvuluvunuvuş uvuşuvut uvutğaruvutlanuvutluğ uvutsuz uvutsuzluk uy uyuya: uya: uyadsılık uyaluya:la:uyar uyaruyat uyaz uyku uyma: uyturuyukluğ uyuluyur uyuşuyuşuyuşuyuz u:z uza:uzak uzaklık uzaluzala: uzanuzanuzat- (uza:t-) uzatı: uzatıluzik uzkıya u:zlanuzluk uzun uzunçı:

16 16 16 7 10 12 15 16 6-7 8 8 8 8 8 266 267 267 267 270 272 273 275 276 268 276 271 273 269 271 273 275 276 276 276 276 277 281 283 284 287 288 289 289 282 282 282 285 284 287 286 288 289

Ü ü:übük üç üçe:gü: üçgil üçleç üçlen-

100 9 18 25 25 26 27


Vildan Koçoğlu üçrer üçün üçünç üdü:gi: üdig üdiglig üdlenüdre:üdreg üdreşüdretüdrülüdrüm üdründi:

30 28 29 39 101 50 53 58 68 66 69 68 69 66 70

üdrüş üdrüşüdürüdürt üdürtle:üdürtlüg 70 ügre: ügri:ügrilügrişügritügrüg ügrüge:n ügrümük ügür ügürlüg ügürlük üjek üjme: üjmelenüjükle:ükükek ükekle:ükeklig ükeklik ükil ükli:üklitüklünüklüşükme: ükmek ükmeklenükse:*ükşürükşürüg üktürükülüküm ükün ükünüküş üküşle:üküşti:

66 69 67 65 70 112 114 114 115 114 113 115 115 112 115 115 24 27 2726 100 105 106 105 105 106 107 107 107 107 108 108 109 117 119 119 104 106 108 109 111 118 119 119

üle:üleşületülgü: ülgüle:ülgülençsiz ülgülüg ülgüsüz ülüg ülüglüg ülügsüz ülül ülüş ülüşlüg üm ümleş: ü:mlüg ümzük ünün/ü:n ünde:ündeşünlüg üntürünüş ünüşlüg üŋüŋtürüŋülüŋür üŋürüŋüşüp üpgük üple:üpleşüpletüpüp ür ür ürürürüreüren üretürkürkürkitürkülürkün ürkün ürkünç ürküşürlüg ürlüklüg ürlüksüz ürŋe:k ürŋer*ürpe:ürpek ürperürpeş-

ürpetürülürüŋ ürüŋerürüşüsk üskebeç üst üste:üste:k üstelüstem üsterüstün üstünki: üşüşüşe:üşelüşeŋ üşetüşgü: üşi:üşik üşikle:üşkürüşkürüşkürtüşkürtürüştürüşüt- (üşit-) ü:t (ü:d) ütüti:ütleş- (üdleş-) ü:tlüg (ü:dlüg) ütüg ütülüyik üyür ü:z ü:z ü:z üzüze: üze:ki: üzele:üzelenüzeliksiz üzeŋü: (üzeŋgü?) üzere üzerlik üzitüzlenüzlüg (ü:zlüg) üzlünüzlünçü: üzlünçülüg üzlüşüzmele:üzre üzse:üztür-

127 154 132 142 145 144 144 144 142 144 144 145 153 154 155 161 161 165 169 167 180 181 185 181 191 191 169 181 185 188 189 191 4 9 11 11 11 6 193 193 195 196 196 198 233 208 221 221 226 226 225 225 225 227 229 231 231 234 236 199 198 199 199

146

199 230 233 237 240 246 247 242 243 242 244 242 244 242 244 256 256 256 262 263 258 260 256 260 261 260 261 261 261 258 258 36 40 43 59 56 51 57 271 275 278 279 279 279 280 286 288 288 288 289 290 290 282 288 287 288 288 288 288 288 289 290 282

üzük üzuklük üzüksüz üzülüzüm üzümlenüzüşüzütle:üzütlük

285 286 286 287 288 288 290 282 282 W

wa:

291

X xafsı: xağan xağanla:xağanlığ xağansıra:xağansıratxa:n xanlanxanlık xasnı: xa:tun xuçu:nek xulıŋ xuma:ru: xuma:ru:lanxu:n

587 611 612 611 612 612 630 639 638 668 602 592 622 628 628 631

Y ya: 869 ya: 869 *ya:869 ya:b yo:b 870 yabça:n/yavça:n (?yavşa:n) 872 yabğu: 873 yabı:tak 873 yaçan882 ya:çı: 882 883 ya: d yada:ğ 887 yadağlık 888 *yadğuk 888 yadğun 888 yadığlığ 888 yadıl890 yadım 891 yadın892 yadıŋ 891 yadış894 yadlış891 yadrat893 yadsa:894 yadtur887 ya:ğ 895 yağ- (?da:ğ-) 896 yağa:k 900 yağaklığ 901


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini yağaklık yağa:n yağanlığ yağı:yağı: (d-) yağıçı: yağıd- (d-) yağık- (d-) yağılyağı:la:- (d-) yağı:lığ (d-) yağı:lık (d-) yağır (d-) yağırla:- (d-) yağırlan- (d-) yağırlığ (d-) yağısız (d-) yağış (d-) yağışlığ yağıt- (d-) yağız (d-) *yağku: yağla:- (ya:ğla:-) yağlanyağlatya:ğlığ yağmur (d-) yağmurçıl yağrı:- (d-) yağrın yağrınla:yağrıt- (d-) yağru: yağsa:yağsı:yağtur- (d-) yağu:yağu:k yağukluk yağuru yağuşyağutya:h yaxsın- (yaksın-) yaxşı: yak ya:k yakyakyakyaka yaka: yaka:la:yakçırtyakı: yakığ yakılyakın yakınlık yakışyakış-

901 904 904 898 898 899 899 901 901 903 903 903 905 907 907 907 908 908 909 899 909 901 902 903 903 901 903 904 906 905 907 906 905 908 908 900 898 901 901 906 908 899 895 908 908 895 895 896 896 897 898 898 903 899 898 900 901 904 904 908 908

yakrı: 905 yakrıka:n 907 yakrılan907 *yakşırt909 yaktur900 yaktur900 yaktur900 yaku: (dağğu:) 898 yakur906 yakur906 ya:l (d-) 916 yal918 *yal918 yala: 918 yala:919 yala:çı: 922 yala:vaç/yala:waç/yyala:va r 921 yala:var 921 yalal928 yalaş933 yalbı: 919 yalçı:922 yalçık 921 yalçıt922 yalğa:- (d-) 926 yalğa:n 926 yalğan- (d-) 927 yalğantur- (d-) 927 yalğaş-(d -) 927 yalğat- (d-) 927 yalğıl 926 yalğu:925 yalğuz 926 yalığ 924 yalığ (d-) 924 yalığlan927 yalım 928 yalın 929 yalın931 yalın931 yalına:932 yalındak 931 yalınla:932 yalınlığ 932 yalınsız 932 yalıŋ 929 yalk924 yalma: 929 yalman 929 yalŋu: 930 yalŋu:931 yalŋu:la:932 yalŋu:s 930 yalŋuk (?yalŋok) 930 yalŋuskıya 932 yalrıt- (yaltrıt-) 932 yalt 922 yaltğa: 922 yaltrı:923 yaltrık 922 yaltrıklığ 924

yaltrıtyalturyalva:yalvanyalvaryalvatya:m yam yama:yama:ğ yamağlığ yamağlık yamalyama:n yama:nyamaşyamaş- (yamış-) yama:ta: yamğur yamız yamla:yamla:n yamlaşyamlatyamlığ (ya:mlığ) yamraşyamu: ya:n yanyanyanyanyana: yanala: yanar yançyançılyançuk yandak yandru: yanğı: yanığ yanığ yanığ yanınçsız yanlık yanturyanturyanturyanturyanturu: yantutyanu: yanu:yanulyanut yanutyanutluğ yañyaŋ yaŋa: yaŋa: yaŋa:k

147

924 923 920 920 920 920 933 933 934 935 936 936 936 937 937 939 939 935 936 940 936 936 937 936 936 937 934 940 941 942 942 942 943 951 952 944 945 945 947 947 949 948 948 948 952 950 947 947 948 948 948 947 944 944 951 946 947 948 942 940 943 943 948

yaŋalduruk yaŋalığ yaŋa:n yaŋı: yaŋı:la: yaŋı:la:yaŋılyaŋırtı: (?yaŋırdı:) yaŋku: yaŋku:la:yaŋkuluğ yaŋkuryaŋkurtyaŋlığ yaŋluk yaŋra:yaŋrak yaŋratyaŋsa:yaŋşa:yaŋşak yaŋşatyaŋza:yaŋza:ğ yaŋzatyap (?d-) yap- (?d-) yap/yep yapa:ku: (d-) yapa:kulak yapalak yapaŋ (?yapıŋ) yapçın-/yavçınyapçuryapğa:k (?d-) yapğuç (?d-) yapğut (?d-) yapı: yapığ (?d-) yapığlığ (?d-) yapılyapınyapışyapıt- (?d-) yaprı: yaprıt- (yaprı: 879 yaprulyapruşyapsa:- (?d-) yapşınyapşuryaptaç yaptur- (?d-) yapuryapurğa:k yapurğaklığ yapurtyapuşğa:k yar ya:r yar- (ya:r-)

951 952 952 943 951 952 951 952 949 949 949 949 949 950 950 952 952 952 952 953 953 953 953 953 953 870 870 870 874 875 878 878 872 872 874 874 874 872 873 875 877 878 880 872 879 d -) 879 879 880 881 881 872 872 879 879 880 879 881 953 953 954


Vildan Koçoğlu yara:yara:ğ yarağçı: yarağlığ yarağsız yarakla:yara:lyaramsınyaranyarasa/yerise: yaraşyaraşı: yaraşık yaraşıklık yaraşturyaratyaratığ yaratığlığ yaratılyaratınyaratıtyaratu:ryarğa:n yarğu: yarğu:n yarığsa:yarık yarıklanyarıklaşyarıklığ yarılyarılınçığ yarım yarımla:yarımlanyarın yarın yarındak yarınkı yarınla:yarınlık yarış yarışyarla:yarlığ yarlığ yarlıka:yarlıkançsız yarlıkançuçı: yarma: yarma:yarmağa:n yarma:k yarmaklanyarmanyarmış yarp yarpa: d yarpsız yarpuz yarpuz yarsğa:ğ yarsı:-

956 962 964 964 964 965 967 970 970 971 972 973 973 973 973 959 961 961 962 962 961 962 963 963 963 965 962 964 965 964 967 968 968 969 969 970 970 971 971 971 971 972 972 967 966 967 968 968 968 969 969 969 969 969 969 969 957 958 957 957 957 971 971

yaşurukı: yaşut yaşutyaşutluğ ya:t (d-) ya:t (d-) yatyatan/yataŋ yatar/yatur ya:tçı: (ya:dçı:) yatğa:k yatğaşyatğaşuk yatğuryatığ yatık yatıkyatla:yatla:yatlanyatlatyatrum yatsa:yatturyatuk yaturyatut *yavyava yava: yava: *yava:yavalyavalık yavalturyavaş (yava:ş) yavaşlanyavğa:n yavğanlanyavışğu: yavız yavla:k yavrı:yavrıtyavşa:n yavuşyavutyavuzla:yavuzlanya:y yayyayyaya: yayğuk yayığ yayığlık yayıkyayık (yayuk) yayılyayılyayım yayınyayıt-

971 yarsıkyarsınçığ 972 yarsıt971 yarşı: 972 yarşım 972 yartım 959 yartımlık 961 yartmak 959 yartu: 959 yartur961 yaru: 955 yaru:956 yaruk 962 yaruk 962 yarukluğ 964 yarukluk 964 yaruksuz 964 yarut960 ya:s 973 yas973 yasa974 yasak 974 yasğa:ç 975 yası: 973 yasıç 974 yasık 974 yasıklığ 975 yasıl975 yası:la:975 yası:ma:n 975 yasımuk (?yasmuk) 975 yaskağ 975 yassız 975 yasta:974 yastal974 yastan974 yastuk 974 yastukluğ 974 yasul 975 ya:ş (?ñ-) 975 yaş976 yaşa:976 yaşa:ğu: 978 979 yaşa:ŋuryaşar- (yaşa:r-) 979 yaşart980 yaşık978 yaşıl (?ya:şıl) 978 yaşın 979 yaşınlığ 979 ya:şla:978 ya:şlığ 978 yaşna:979 yaşnat979 yaşru: (yaşuru:) 979 yaşruş980 yaşsa:980 yaşu:977 yaşuk 977 yaşuk 977 yaşukluğ 978 yaşur979 yaşuru: 980

148

980 977 977 977 882 883 884 892 892 886 888 888 889 888 887 887 888 890 890 891 891 892 894 892 887 892 886 871 872 871 872 872 877 878 878 880 881 874 875 881 881 876 879 879 880 881 872 882 882 980 980 980 980 981 981 981 981 981 981 982 982 982 980

yayka:yaykalyaykanyaykı: yayla:yayla:ğ yaylatyaylık yayturya:z (ñ-) yazyazyaz- (ya:z-) yaza:yazak yazğuk yazı: yazığ *yazığ yazığçı: yazığlığ yazığsa:yazıkyazılyazınyazınyazınç yazınçsız yazışyazkı: yazla:yazlatyazlığ yazlınyazlışyazsa:yazturyazturyazuk yazuk yazukla:yazukluğ yazuksuz ye:k yebe: yegren (?yégren) yegü: yeklük yel- (?yél-) yelgin yelim (?yélim) yeli:me:n yelimle:yelimle:yelimlenyelme: yelne:- (yélne:-) yeltüryelü: (?yélü:) yem yemdü: yeme: (?yéme:) yeme:çük

981 981 981 981 982 981 982 981 980 982 983 983 983 985 985 986 984 985 985 986 986 986 986 987 988 988 988 988 988 985 987 987 987 987 987 988 985 985 985 985 986 986 986 910 872 914 911 912 918 928 929 929 929 929 929 929 931 923 919 933 935 934 935


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini yemet yenge: yenge:k yeŋyeŋe: yeŋeç yeŋgeç (lengeç) yergüç yerim (yérim) yerin (yérin-) yerü:ki: yetizlik (yétizlik) yetrül- (yétrül-) yetrüş- (yétrüş-) yetsik- (yétsik-) yez yezne: yé:- (?d-) yé: d - (veya yi: yédilyédişyédtüryé:g yég yégedyégedmekleşyegen (?ye:gen) yégirmi: yégirminç yéglik yégsiz yégü: yé:l yé:l yé:lyélgüryélin yéliŋ yélpi:yélpik yélpinyélpiryélpiryélpişyélpityélpityéltiryélvi: yélvi:çi: yélvikyélvile:yélviryé:m (d-) yémiryémiş (d-) yémişlen- (d-) yémişlik (d-) yémişsiz (d-) yémrilyémrüşyémsin- (d-) yémşe:n

935 950 950 942 944 944 950 965 969 970 966 895 893 893 894 982 988 869 d -) 884 890 894 887 910 909 911 912 912 915 915 912 916 911 916 917 918 928 930 930 920 920 920 920 920 921 920 920 923 919 921 920 921 921 934 937 938 939 939 939 937 937 938 939

yéni:yénik yéniklik yénityéŋ yéŋil yé:r yé:ryéryérçi: yérçile:yérçü: yérdeş yérgülüg yérgüryérilyérinyérinçig yérindi: yérişyérityérle:yé:rlig yérmeksiz yérsinyértinçü yértinçülüg yértüryérük yé:se:yé:t- (-d-) yétyétge:k (yedge:k) yéti:ge:n yétilyétinç (yéddinç) yétinçsiz yétişyétiz yétmiş yétse:yétti: (yéddi:) yéttüryétüryétüryé:z yéze:yéze:k yı: yı: d yıdı:yıdı:tyıdığ yıdığlık yıdışyıdla:yıdlanyıdlaşyılığ yıdruk (ñ-) yığ- (?yı:ğ-) yığaç

yığaçlanyığaçlık yığılyığım yığın yığınyığışyığla:yığlaşyığlatyığlışyığrılyığturyıkyıkılyıkışyıksa:yıkturyıl yıla:n (d-) yıldızlanyıldızlığ yılğu:n yılğunlanyılı:yılığ yılığlık yılınçğa: yılıryılışyılışığ yılıtyılkı: yılkı: yılkıçı: yılla:yıllık yılmıryılpağu:t yılsığ yıltız yımırtğa: yıp yıpa:r yıparlığ yıpla:yıplaşyıplatyır yır yıra:yıra:ğu: yırak yıraklanyıraklığdı: yıraklık yıratyırla:yırtyırtılyırtın yırtınyırtış-

944 950 950 947 940 950 954 955 955 958 958 958 959 966 966 967 970 971 971 972 960 968 967 969 971 961 961 961 965 974 884 884 889 889 890 892 892 894 894 891 894 886 893 892 893 982 985 986 869 883 886 887 887 889 894 890 891 891 890 892 897 899

149

899 899 901 903 904 904 909 902 903 903 903 906 900 897 902 909 908 900 917 930 924 924 926 927 919 925 927 931 932 933 933 923 925 925 927 919 925 929 921 932 922 938 870 878 880 877 878 877 954 954 957 963 963 965 964 964 960 968 959 961 959 961 961

yırya: yıryakı: yı:ş *yış- (?ış-) yışığ (?ışığ) yışığlığ yışılyışım yışımlanyıta: yıvyi: yiç yiçe: (veya eyiçe:) yi:çi: yi:g *yigyigde: yigen (?yégen) yigi: yigit yigityigitlik yigne: yigrenyigtüryi:k yikle:yilyilgü:yilik yiliklig yiliksiz yilkityimlen- (imlen-) yin yi:n yin/yi:n *yinçyinçge: yinçge:le:yinçge:lenyinçrünyinçü yinçü:le:yinçülüg yinçüryindyindem yindür*yine: d yiŋ (? yéŋ) yiŋdegü: *yiŋe:dyipgil/yipgin yipin/yipün yipke: yiriŋ yirü:yityiti: yiti:yitig

973 973 976 976 977 978 978 978 978 886 871 869 882 882 882 910 911 911 913 911 911 912 912 913 914 912 910 912 918 928 927 928 928 928 936 941 941 941 944 945 946 946 946 944 946 946 946 946 947 948 947 941 948 947 875 878 875 970 957 885 886 886 889


Vildan Koçoğlu yiti:glig yitilik yitim yitityitlinyitlintüryitük yitükle:yitüklüg yitür-/yittür*yivyivig yiviglig yivilyivit*yo:yo:b yobı:la:yo: d yodkı: yodluşyodsa:yodturyoduğ yodulyodun yodunyoduşyo:ğ (d-) yoğçı: (d-) yoğdu: yoğla:- (d-) yoğlat- (d-) yoğrı: yoğru:/yoğru:y yoğu:ç (yoğo:ç?) yoğu:n (yoğo:n) yoğunadyoğurka:n yok yo:k yo:ka: d yokadturyokalyokar yokaru: yokla:yoklatyoklunyoksuz yokuryo:l yola:yolak (yo:lak) yolçı: yolçılığ yolğıryo:lıç yolluğ yo:lsu:z yomdaryomğı:

889 891 891 887 891 891 889 889 889 893 871 875 876 877 872 870 870 878 885 888 891 894 887 888 890 892 892 886 895 899 899 902 903 905 905 899 904 905 907 896 895 900 900 902 905 906 902 903 903 907 906 917 919 925 921 922 927 921 925 932 935 935

yomğığun yomıtyon yo:n yon- (yo:n) yona:k yonınyonındı: yonulyonuşyoŋa:yoŋa:ğ yoŋa:ğçı: yoŋa:tyoŋşuryoryorğu:çı: yorı:yorı:ğa: yorığçı: yorı:ğu: yorık yorınçğa: yorışyorıtyortyortuğ yortuşyosuk yosun yoş yo:ş yoşuk yoşuklığ yota: yotturyovyovyovyovsa:yovuş yovuşyowlaç yoyyoza:yögdik yögütyöle:yöle:gü: yölek (yöle:k) yöleklig yölelyöleşyöleştüryöleştürgülüksüz yöleştürüg yöleşüryöneyöntüşyöryöre: yörge:yörgek

936 935 941 941 942 949 952 952 951 953 944 949 949 947 953 955 964 957 964 964 964 963 971 973 960 959 959 961 974 975 976 976 977 978 886 893 871 871 871 880 880 881 876 980 985 911 912 919 928 928 928 928 933 933 933 933 933 944 948 955 956 965 965

yörgemeç yörgenyörgenç yörge:nçü: yörgeşyörgetyörgey yörgeye:k yörgüçi: yörüg yörüglüg yörülyöründek yötül (yötöl) yövtüryövüşlüg yu: yu: yu:yuba:yubal- (yuba:l-) yuban- (yuba:n-) yubatyublunyudruklanyuğa:k yuğrulyuğrum yuğruş yuğruşyuğrut yuğrutluğ yuğuçı: (yuğu:çı:) yuğuryuğurğu:ç yuğurtyuk yukyuka yukılyukturyukuşyul yulyula: yula:r yula:rla:yulak yulaklanyularlanyularlığ yulat yuldurğa: yulı:yulıtyulkyulkunyulkuşyulturyultuz yultuzçı: yuluğ yuluğla:-

150

966 966 965 966 966 966 965 966 966 965 966 967 971 889 873 881 869 869 870 872 877 878 872 878 893 901 906 905 905 906 905 907 899 906 907 906 896 897 898 902 900 909 917 918 919 932 932 925 927 932 932 922 924 919 923 924 927 927 923 922 924 925 927

yuluğluğ 927 yuluk 925 yuluk926 yulun 930 yulun931 yuluş 933 yuluş933 yum934 *yum934 yumğa:k 936 yumğakla:936 yumğaklan936 yumluş937 yumruk 937 yumşa:- (?yımşa:-) 939 yumşa:k (?yımşa:k) 938 yumşaklan939 yumşat939 yumtur935 yumul936 yumun937 yumur 937 yumurla:938 yumurlan938 yumurtğa: 938 yumuş 938 yumuşcı: 939 yumuşğa: 939 yumuz(?yumız) 940 940 yumuzuğluğ yun- (yu:n-) 942 yunçı:945 yunçığ 945 yunçır946 yunçıt945 yundak 947 yundı: 947 yunğuk 949 yunt (yund) 946 yuŋ 941 yuŋ (ñ-) 941 yuŋla:951 yuŋla:- (ñ-) 951 yuŋlağlığ 952 yuŋlat951 yurç 958 yurt (?yurd) 958 yurun 970 yurunluğ 971 yuş976 yuşul978 yu:t (-d) 883 yut885 yutık888 yutuz 894 yuv871 yuv871 yuva: 872 yuvğa: 874 yuvğa:, yuvka: 873 yuvğa: d 874 [y]uvğala:875 yuvğalan875


“An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (EDPT)”in Söz Dizini yuvka: yuvkalanyuvlunyuvluşyuvsa:yuvturyuvuğ yuvulyuvuş*yü:yübük yü: d yüdrük yüdüryüdüşyü:g yügerü: yüglet- (yü:glet-) yüglüg yügrük (yügürük) yügrüm

874 875 878 878 880 873 873 877 881 870 875 885 892 893 894 910 915 912 912 914 914

yügrüşyügü:n (?yügö:n) yügür yügürge:n yügürgü:n yügürtyügürük yükyük (yü:k) *yük yükle:yüklemsinyükletyükmek yükse:yüksek (yükse:k) yüksetyüksük yükünyükünçyükündüryüli:-

915 913 914 915 915 914 915 911 910 911 912 912 912 912 916 915 916 916 913 913 914 919

yüli:gü: yülilyülityülük yünyüryürek yüreklenyüreklig yüreksiz yürülyürüŋ yürüŋeryüşeŋ yütürük (?yitürük) yü:z yüzyüzyüzçi: yüze:gü: yüzer yü:ze:rlik

151

928 928 923 928 943 955 965 966 966 966 967 970 971 979 893 982 984 984 985 986 988 988

yüzkeş- (?yüzgeş-) 986 yüzlen987 yüzlüg 987 yüzsüzlük 988 yüztür985 yüztür985 yüzük (?d-) 986 yüzüm 987 Z zak zak za:nbı: (?ze:nbi:) zaranza: zarğunçmu:d zep zep züngüm

989 989 989 989 989 989



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 151-167, İZMİR 2006.

AVRASYA BÖLGESİNDEKİ TÜRK CUMHURİYETLERİNİN ENERJİ KAYNAKLARI VE İLETİM HATLARININ TÜRKİYE’YE KATKILARI Energy Sources and Pipelines of the Turkic Republics in the Euroasian Region Contributions to Turkey Müslüme NARİN* Özet Ekonomik ve sosyal kalkınmanın önemli girdilerinden birisini oluşturan enerjinin dünyanın geleceğindeki önemli konumu her geçen gün artmaktadır. Günümüzde, tüm dünyada ekonomisi hızla büyüyen ülkelerde fosil yakıt tüketiminin hızla artmakta oluşu nedeniyle, büyük ülkeler, bu enerji kaynaklarına sahip olmayı, üretimini gerçekleştirmeyi ve iletim hatlarını denetim altına almayı istemektedirler. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bu ülkelerin ilgisi Avrasya bölgesindeki enerji kaynaklarına yönelmiştir. Dolayısıyla birçok ülke ve çokuluslu şirket, bu bölgedeki enerji kaynaklarının üretimi ve dünya piyasalarına ulaştırılması için gerekli olan boru hatları üzerinde söz sahibi olabilmek amacıyla büyük bir rekabete girmiştir. Bu çalışmada, Avrasya bölgesinde yer alan Türk Cumhuriyetleri’nin sahip olduğu enerji kaynakları ve iletim hatlarının, hem üretici ülkelere, hem de bu ülkelerle dünya piyasaları arasında bir koridor oluşturan Türkiye’ye katkıları incelenmiştir. Bu doğrultuda öncelikle dünya ve gelişmiş ülkelerin enerji talebi ile genelde Avrasya bölgesi, özelde de Hazar Bölgesindeki enerji kaynaklarının önemi üzerinde durulmuş, daha sonra bu bölgedeki Türk Cumhuriyetleri’nin petrol ve doğal gaz rezervleri, üretimleri ve iletim hatları incelenmiştir. Son olarak da petrol ve doğal gazın, uluslararası piyasalara taşınması için oluşturulmak istenen enerji boru hatları ile ilgili ayrıntılı bilgiler verilmiş ve bu boru hatlarının Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri ekonomisine etkileri tartışılmıştır. Ayrıca, Türkiye’yi bir enerji köprüsü yapacak boru hatları ve özellikle BaküTiflis-Ceyhan petrol boru hattı (BTC)’na yer verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Enerji Kaynakları, İletim Hatları, Türk Cumhuriyetleri, Avrasya, Türkiye. Abstract Forming the important input of the economical and social development, the important status in the world’s future of the energy has been increasing every day. Developed countries want to have these energy sources, to produce the energy and also want to control the transmission lines since in these days all over the world fossil fuel consumption has been increasing rapidly in the developing countries. After the dissolution of the Soviet Union the developed countries turned their interest to the energy sources in the Euroasian region.Therefore, many countries and multinational companies started to compete with each other in order to have the authority on the energy production and on the pipelines, which are used to transmit to the world market. In this study, the energy sources and transmission lines of the Turkic Republics in the Euroasian region, and their contributions to the producing countries and to Turkey have been searched. Turkey creates the corridor between these countries and the world market. In this way, first the energy request of the world and developed countries and the importance of the energy sources have been analyzed in general in the Eurasia region and in particular in the Caspian region. Secondly petrol and natural gas reserves, productions and transmission pipelines have been examined. Finally, the detailed information about the energy pipelines, which are being planned to be created in order to transmit the petrol and the natural gas to the international market have been given. The effects of the petrol pipe lines to the economy of Turkey and the Turkic Republics have been discussed. In addition, especially Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol pipe line and the pipe lines, which will make Turkey an energy bridge have been searched. Key Words: Energy Sources, Pipelines, Turkic Republics, Euroasian, Turkey.

*

Yrd. Doç. Dr. Gazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü

153


Müslüme Narin

Giriş Enerji, ekonomik ve sosyal kalkınmanın önemli girdilerinden birisidir. Ulusların sürdürülebilir kalkınmalarının sağlanmasında ve yaşam standartlarının yükseltilmesinde önemli rol oynayan enerjinin, dünyanın geleceğindeki önemli konumu her geçen gün artmaktadır. Ancak en önemli enerji kaynaklarını oluşturan petrol, doğal gaz, kömür gibi fosil yakıtların hızla tükenmekte oluşu ve alternatif enerji kaynaklarının da yeterli düzeyde olmayışı, bu kaynakların önemini daha da arttırmaktadır. Günümüzde, tüm dünyada özellikle ekonomisi hızla büyüyen ülkelerde fosil yakıt tüketimi hızla artmaktadır. Enerjiye olan talebin giderek artmasıyla birlikte 19. yüzyıldan itibaren enerji kaynaklarına sahip olmak, üretimini gerçekleştirmek ve iletim hatlarını denetim altına almak büyük ülkelerin temel amaçları arasında olmuştur. Fosil yakıtlardan biri olan petrolün 20. yüzyıldan itibaren önemi artmış ve en büyük sanayilerden birini oluşturmuştur. Artan önemi dolayısıyla petrol işletmeciliği, çokuluslu şirketlerin ve ülkelerin odak noktası haline gelmiştir. İkame bir enerji kaynağı bulununcaya kadar da petrol, dünya ekonomisindeki önemini koruyacaktır. Petrolcü ve bankacı John D. Rockfeller “Petrol paradır, paraysa güç” diyerek petrolün önemini vurgulamıştır. Doğu ile Batı Blokları arasındaki soğuk savaşın sona ermesiyle uluslararası alanda yeni bir dünya düzeni oluşmaya başlamış ve o güne kadarki çatışmaların ana nedeni olan ideoloji, yerini ekonomik ve bölgesel çatışmalara bırakmıştır. Dolayısıyla uluslararası petrol oyunu, giderek karmaşık bir biçime dönüşmüştür. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Avrasya bölgesindeki enerji kaynaklarının kullanımı, elde edilmesi ve iletim hatları ile ilgili çıkar çatışmaları daha da artmıştır. Bu durum, Kleveman (2004) tarafından “Yeni Büyük Oyun” olarak adlandırılmıştır. Kleveman’ın (2004: 22) “petrol ihtirası ve politikalarının yeni savaş alanı” olarak belirttiği Hazar bölgesi, önümüzdeki yıllarda da çıkar çatışmalarına sahne olacak gibi görünmektedir. Bu çalışmanın amacı, genel olarak Avrasya bölgesinde yer alan Türk Cumhuriyetleri’nden Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan’ın sahip olduğu enerji kaynaklarının, hem üretici ülkeler, hem de bu ülkelerle dünya piyasaları arasında bir köprü görevi gören Türkiye ekonomisine etkilerini incelemektir. Bu doğrultuda öncelikle dünya ve gelişmiş ülkelerin enerji talebi ve genelde Avrasya bölgesi, özelde de Hazar Bölgesindeki enerji kaynaklarının önemi üzerinde durulacak, daha sonra bu bölgedeki Türk Cumhuriyetleri’nin petrol ve doğal gaz rezervleri, üretimleri ve iletim hatları incelenecektir. Son olarak da petrol ve doğal gazın, uluslararası piyasalara taşınması için oluşturulmak istenen enerji boru hatları ile ilgili ayrıntılı bilgiler verilecek ve bu boru hatlarının Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri ekonomisine etkileri tartışılacaktır. Ayrıca, Türkiye’yi enerji koridoru yapacak boru hatları ve özellikle Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı (BTC) üzerinde durulacaktır. 1. DÜNYA ENERJİ TALEBİ, AVRASYA BÖLGESİNDEKİ TÜRK CUMHURİYETLERİNİN ENERJİ KAYNAKLARININ ÖNEMİ 1.1. Dünya Enerji Talebi 1950’li yıllardan bu yana dünya nüfusu yaklaşık iki katından fazla artarken, enerji talebi altı kat artmıştır. Günümüzde 6.4 milyar olarak tahmin edilen dünya nüfusunun, Amerika Nüfus Bürosu’na göre 2020 yılında 7.5 milyara ve 2050 yılında 8.9 milyara ulaşacağı belirtilmektedir (US Census Breau, 2006). Bir yandan dünya nüfusunun hızla artması, diğer yandan başta Çin ve Hindistan gibi ülkelerin hızlı büyümeleri enerji kullanımını daha da artıracaktır. Günümüzde dünya ülkeleri arasında ABD’den sonra en çok enerji tüketen ülke Çin’dir. 2003 yılı verilerine göre; dünya enerji tüketimi 10578 MTEP’tir (IEA, 2005: 52). Bunun % 39’u petrolden, % 24’ü kömürden, % 24’ü doğal gazdan, % 6’sı hidrogüçten ve % 6’sı nükleer enerjiden karşılanmıştır. Ancak son yıllardaki eğilime bakıldığında, tüketimi en hızlı artan enerji kaynağının doğal gaz olduğu görülmektedir. Bu eğilimin gelecek yıllarda daha da artacağı beklenmekte ve doğal gazın

154


Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerinin Enerji Kaynakları ve İletim Hatlarının Türkiye’ye Katkıları

toplam enerji tüketimi içindeki % 24 olan payının 2025 yılında yaklaşık % 26 düzeyine çıkacağı belirtilmektedir (IEA, 2004). 2003 yılında tüketilen birincil enerji kaynaklarının çeşitli bölge ve ülkelerdeki tüketim payları Tablo-1’de görülmektedir. Bu tabloya göre; birincil enerji kaynaklarının % 51’ini OECD ülkeleri, % 4.2’si Orta Doğu, % 9.1’i Eski Sovyet ülkeleri, % 1’i OECD dışı Avrupa ülkeleri, % 4.4’ü Latin Amerika, % 11.6’sı Asya ve % 5.3’ü Afrika tarafından tüketilmektedir. Birincil enerji kaynaklarının % 25’ini (BP, 2006) tüketen ABD’yi % 13.5 payla Çin izlemektedir. Japonya’nın enerji tüketim payı % 5, Türkiye’nin ise % 0.7’dir. Tablo-1: Çeşitli Bölgelerde ve Ülkelerde Enerji Tüketimleri ve Payları (2003 Yılı verileri)1 Bölgeler Dünya OECD Ortadoğu Eski Sovyet Ül. OECD-Dışı Lâtin Amerika Asya (Çin hariç) Afrika Diğer Ülkeler Dünya ABD Çin Hindistan Japonya Türkiye Diğer

Tüketilen Enerji (MTEP) 10579 5395 446 962 103 464 1224 559 1426 Tüketilen Enerji (MTEP) 10579 2281 1426 553 517 79 5723

% 100.0 51.0 4.2 9.0 1.0 4.4 11.6 5.3 13.5 % 100.0 21.6 13.5 5.2 5.0 0.7 54.0

Ancak, Uluslararası Enerji Ajansı (2003: 199) tarafından, 2000 yılında 415 EJ2 olan dünya toplam enerji talebinin 2050 yılında 1397 EJ’ye çıkacağı, yani üç buçuk katı olacağı tahmin edilmektedir. Günümüzde dünyanın en büyük enerji tüketicisi ve tek süper gücü ABD ile AB, Çin ve ekonomileri hızlı büyüyen diğer ülkeler, gereksinim duyduğu enerji kaynaklarının büyük bölümünü ithal etmektedir. Bu ülkelerin enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında, Avrasya giderek önemi artan bir bölge haline gelmiştir. ABD’nin ham petrol tüketimi 2005 yılı itibariyle günde 20,7 milyon varil olup, dünya ham petrol tüketiminin yaklaşık % 25’ini oluşturmaktadır. Öte yandan tükettiği petrolün % 57’sini ithal etmektedir (BP, 2006). Petrol ürünleri tüketiminde ithalatın payı ise % 15’tir. 2025 yılında, ham petrol ithalatının % 68, petrol ürünleri ithalatının payının ise % 34 olacağı tahmin edilmektedir. ABD Enerji Bakanlığı verilerine göre; 2004 yılında tüketim içindeki payı % 15 olan doğal gaz ithalatı, 2025 yılında % 28’e çıkacaktır (EIA, 2005a). ABD, Orta Doğu bölgesine % 20 düzeyine varan enerji bağımlılığını azaltabilmek için, kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışmaktadır. AB, giderek artan doğal gaz tüketimini, Çin ise hızla artan petrol gereksinimini karşılamak için ithalatlarını artırmışlardır. Ancak, dünya petrol kaynaklarının % 65’ine, doğal gaz rezervlerinin ise yaklaşık % 40’ına (BP, 2006) sahip Orta Doğu, dünya petrol ve doğal gaz gereksiniminin karışlanmasında önemli bir bölge durumundadır. Öte yandan giderek artan saldırı ve terör eylemleri, İran olayları, spekülatörlerin rolü gibi nedenlerle petrol fiyatlarının sürekli yükselmesi, Avrasya bölgesi enerji kaynaklarının önemini daha da artırmıştır.

1 2

Kaynak: International Energy Agency, Key World Energy Statistics, OECD/IEA, Paris, 2005, s. 48, 52, 56. EJ eksa-jo-ule olup, l EJ=22,7 MTEP’e karşılık gelmektedir.

155


Müslüme Narin

Enerji gereksinimi ve buna bağlı olarak da ithal enerjiye olan bağımlılığı hızla artan bir başka bölge de AB’dir. Günümüzde, AB, ABD’den sonra dünyanın ikinci en büyük petrol tüketicisidir. 2005 yılında dünya petrol tüketiminin, yaklaşık % 18,3’ü tüketmektedir. AB’nin en fazla dışa bağımlı olduğu enerji kaynağı petroldür ve toplam petrol tüketiminin 2005 yılı verilerine göre % 75’ini, kullandığı doğal gazın da % 35’ini (BP, 2006) ithal etmektedir. Ancak önümüzdeki 30 yıllık dönemde AB’nin talebindeki ve buna bağlı olarak ithalat bağımlılığındaki artışın en çok yaşanacağı enerji kaynağı, doğal gaz olacaktır. AB’nin büyüme trendine bağlı olarak, gelecek 20-30 yıllık dönemde petrolde % 90, doğal gazda % 70 düzeyinde dışa bağımlı hâle geleceği tahmin edilmektedir (Pala, 2003: 18). AB, petrol ithalatının % 45’ini Orta Doğu’dan, % 21’ini Rusya Federasyonu’ndan, doğal gaz ithalatının % 42’sini Rusya Federasyonu’ndan gerçekleştirmektedir. Ancak AB, Orta Doğu’da yaşanan sorunlardan ve Rusya’nın enerji konusundaki hâkimiyetinden rahatsız olmaktadır. Dolayısıyla, AB, enerji kaynaklarını çeşitlendirmek ve artırmak amacıyla, yeni boru hattına sıcak bakmaktadır. Çin, enerji gereksinimi, çok hızlı artan ülkeler arasındadır. Zengin kömür kaynakları (2004 yılı itibariyle 393 milyon ton) nedeniyle, günümüzde petrol ve doğal gaz tüketimi düşük düzeydedir. Çin’in 2002 yılında günlük ortalama 5.16 milyon varil olan petrol tüketimi % 33 artarak 2005 yılında 6.9 milyon varile, aynı dönemde doğal gaz tüketimi ise % 27.3 artarak 1351 milyon metre küpe çıkmıştır (EIA, 2006b). Ancak hızlı nüfus artışı ve büyüyen ekonomisi nedeniyle, üç yıllık artış da dikkate alındığında önümüzdeki yıllarda petrol ve doğal gaz talebinin hızla artması beklenmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi gelişmiş ve ekonomisi hızla büyüyen ülkelerde enerji gereksinimi de hızla artmakta, bu ülkeler ihtiyaç duydukları enerjiyi ithalatla karşılamaktadırlar. Ancak bu kaynakların belli bölgelerde bulması nedeniyle özellikle petrol ve doğal gazın sağlanmasına yönelik mücadele, ABD, AB, Çin ve büyüyen Asya ekonomileri arasında önemli bir rekabete yol açmıştır. Bu rekabet, Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerini de etkileyecektir. 1.2. Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerinin Enerji Kaynaklarının Önemi Petrol, dünyada, kendisine sahip olan ülkeleri yalnızca ekonomik yönden değil, siyasi yönden de etkilemektedir. Dolayısıyla zengin rezervleri olan ülkeler, bazen petrole bağlı olarak çeşitli siyasi oyunlarla karşı karşıya kalmakta, bazen de onu stratejik bir tehdit unsuru hâline getirmektedir (Sarıahmetoğlu, 2000: 67). 2005 verilerine göre (BP, 2006), dünya ispatlanmış petrol kaynaklarının % 61,9’una, dünya doğal gaz rezervlerinin % 40,1’ine sahip Orta Doğu, dünya petrol gereksinimini büyük ölçüde karşılayan bir bölgedir. Bu bölge, bir yandan büyük petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olması, öte yandan dünya ortalamasıyla karşılaştırıldığında enerji kaynaklarını çok düşük maliyetle üretmesi nedeniyle, bu siyasi oyunlara öncelikle hedef olmakta ve stratejik önem taşımaktadır. Son yıllarda enerji konusunda ilgi, Orta Doğu’dan Avrasya Bölgesi’ne kaymıştır. Bu bölgenin öneminin giderek artmasının ardında, başka nedenler olmakla birlikte, Pamir (2006: 1), iki önemli olayın belirgin bir biçimde etkisinin bulunduğunu belirtmektedir. Bunlardan birincisi bölge kaynakları üzerindeki Sovyet egemenliğinin sona ermesine yol açan Sovyetler Birliği’nin dağılmasıdır. Diğeri ise 11 Eylül 2001’de ABD’yi hedef alan terörist saldırılardır. Bu saldırı, enerji aktarımında güvenlik sorununun önemini gündeme getirmiş ve gittikçe istikrarsızlaşan Orta Doğu’ya alternatif enerji kaynakları arayışını daha da ön plana çıkarmıştır. Dolayısıyla uluslararası yatırımların hızlanmasına da yol açmıştır. Belirtilen iki olayın yanı sıra yakın gelecekte rezervlerinin biteceği tahmin edilen petrol ve doğal gazın yenilenemeyen enerji kaynaklarından olması nedeniyle, dünya nüfusunun ve buna bağlı olarak giderek artan enerji talebinin karşılanması için yeni enerji rezervleri arayışı bir zorunluluk haline dönüşmüştür (Karakaya ve Koras, 2005). Bu nedenle, Türk Cumhuriyetleri sahip oldukları enerji kaynaklarıyla, ABD, AB ve diğer Batılı ülkelerin ve enerji piyasasındaki büyük firmaların dikkatini çeken ülkeler olmuşlardır. Ancak, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan, teknolojilerinin eskimiş olması, sermayelerinin yetersizliği gibi nedenlerle sahip

156


Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerinin Enerji Kaynakları ve İletim Hatlarının Türkiye’ye Katkıları

oldukları petrol ve doğal gaz rezervlerini kendi başlarına işleyecek ekonomik potansiyele sahip olamamışlardır. Bu Cumhuriyetler de mevcut rezervlerinin işletilmesi ve geliştirilmesi konusunda Batılı büyük petrol şirketleriyle işbirliğine gitmişlerdir (Çelik ve Kalaycı, 1999: 105). Avrasya bölgesindeki birincil enerji kaynakları, 2005 yılında dünya toplam birincil enerji kaynaklarının % 15’i, bölgede yer alan Türk Cumhuriyetlerindeki enerji kaynakları ise % 2.5’ini, Türk Cumhuriyetlerinin petrol rezervleri, dünya rezervlerinin % 4’ünü, doğal gaz ise % 5.1’ini oluşturmaktadır (IEA, 2006). Bu paylar ve bölgedeki Türk Cumhuriyetlerinin petrol ve doğal gaz rezervleri ve bu rezervlerin aranma ve üretim maliyeti dikkate alındığında, Orta Doğu rezervleri ile karşılaştırılacak büyüklükte olmadığı görülmektedir. Ancak, arz güvenliği, kaynak çeşitliliği ve yeni rezervlerin keşfediliyor olması açısından, bu kaynakların önemi gelecekte daha hızlı artacaktır. Dolayısıyla, birçok ülke ve çokuluslu şirket, bölgedeki enerji kaynaklarının dünya piyasalarına ulaştırılması için gerekli olan boru hatları üzerinde söz sahibi olabilmek ve etkinlik kazanabilmek için büyük bir rekabet içine girmiştir. Bu rekabetin, diğer bir deyişle ‘Yeni Büyük Oyun”un aktörlerini Rusya Federasyonu, Türkiye, ABD, AB, Çin, Hindistan, İran ve Pakistan oluşturmaktadır. Soğuk Savaşın bitmesinden sonra ortaya çıkan düzende gücünü zirvede tutmaya çalışan ABD, bölgedeki ülkelerin Rusya’ya bağımlılıklarını azaltmak için destek vermekte ve enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışmaktadır. Enerjide dışa bağımlı olan AB, enerjinin sürekliliği ve güvenli bir biçimde aktarılması için bölgeye yatırımlar ve yardımlar yapmaktadır. Öte yandan İran, döviz gelirlerini artırmak için petrol ve doğal gaz boru hatlarının kendi toprakları üzerinden aktarılması için uğraşmaktadır. Ancak ABD, İran’ın politikalarını desteklemediğinden, İran bu konuda başarılı olamamıştır. Kullandığı enerjinin yaklaşık yarısını ithal eden Çin ise bölge ülkeleri ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmakta, Hindistan da sürekli artan nüfusu ve üretim kapasitesi nedeniyle artan enerji gereksinimini karşılamak amacıyla, bölge ülkelerinde yatırım yaparak, enerji güvenliğini sağlamaya çalışmaktadır (Ünüvar, 2004: 100-103). Pakistan, Türkmenistan petrol ve doğal gazını Afganistan üzerinden bir boru hattı ile aktarmayı istemektedir. Pakistan ve Hindistan için bir başka seçenek de İran ve Katar doğal gazını İran’ın güneyinden Körfez’e, oradan Katar ve Pakistan’a deniz altından uzanacak doğal gaz boru hattı ile taşımayı hedeflemektedir. Ancak bölgedeki çatışmalar nedeniyle bu tasarı hayata geçirilememiştir (Uğur, 2006). “Yeni Büyük Oyun”un diğer aktörlerini ise Rusya Federasyonu ve Türkiye oluşturmaktadır. Bu iki ülke arasında da Bölgedeki enerji kaynaklarının batıya taşınması için planlanan boru hatları konusunda rekabet söz konusudur (Karakaya ve Koras, 2005). Günümüze kadar enerji kaynaklarını Batı’ya taşıyan tüm boru hatlarının Rusya’dan geçiyor olması, Türk Cumhuriyetleri’ni seçeneksiz bırakmıştır. Genel olarak artan üretim ve enerji talebi nedeniyle hem Avrupa, hem de Güney Asya ülkeleri yeni seçenekler üretmeye başlamışlardır (Uğur, 2006). Bu doğrultuda; Türkiye ve ABD, “Batı Hattı”nı savunmakta, petrol ve doğal gazın, Rusya ve İran dışarıda kalmak suretiyle, Orta Asya, Hazar, Gürcistan ve Türkiye üzerinden uluslararası piyasalara sunmayı hedeflemektedir. Rusya ise “Kuzey Hattı”nı desteklemekte, petrol ve doğal gazın boru hatlarıyla Kafkaslar üzerinden Rusya’nın Karadeniz’deki Novorosisk Limanı’na getirilmesini istemektedir. Bu limandan da tankerlerle İstanbul Boğazı’ndan geçerek Avrupa’ya gönderilmesini hedeflemektedir. İkinci seçenek olarak ise Boğazlar yerine Bulgaristan ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçecek bir boru hattının oluşturulmasıdır. Diğer bir rota ise Kafkaslardan Gürcistan’ın Supsa Limanı’na uzanan boru hattıdır (Dış Ticaret Müsteşarlığı, 2006). Öte yandan Rusya’nın 2006 yılı başında Ukrayna’nın doğal gazını kesmesiyle enerji krizi yaşayan AB ülkeleri, bir süredir enerji güzergâhları ve kaynaklarının çeşitlendirilmesi konusunda resmen çalışmalar başlatmıştır. Dolayısıyla bölgedeki petrol ve doğal gazın dünya piyasalarına sunulmasında, Türkiye önemli bir koridor haline gelmiştir. Türkiye’yi enerji koridoru yapacak projeler oluşturulmuş, bu projelerden bazıları da hayata geçmiştir.

157


Müslüme Narin

2. AVRASYA BÖLGESİNDEKİ TÜRK CUMHURİYETLERİNİN PETROL VE DOĞAL GAZ REZEVLERİ, ÜRETİMLERİ VE İLETİM HATLARI Avrasya bölgesi, Kafkaslar, Hazar ve Orta Asya’dan oluşmaktadır. Ancak, Kafkaslarda yer alan Gürcistan ve Ermenistan ile Orta Asya’da yer alan Afganistan ve Tacikistan’a ilişkin veriler olmaması ya da mevcut verilerden rezervlerinin çok küçük bir pay oluşturması nedeniyle bu çalışmada, ağırlıklı olarak bölgedeki Türk Cumhuriyetlerinden Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan incelenecektir. Azerbaycan petrolü ve Türkmenistan doğal gazı başta olmak üzere bölge kaynakları, Sovyetler döneminde de önemli kaynaklar olmasına karşın, özellikle 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra daha belirgin olarak gündeme gelmiştir. Bu dönemden sonra bölge, batılı büyük petrol şirketlerinin odağı haline dönüşmüş, milyarlarca dolarlık geliştirme ve taşıma yatırımları yapılmaya başlanmıştır. 2.1. Hazar Bölgesindeki Petrol ve Doğal Gaz Rezervleri ve Üretimleri Hazar Bölgesindeki enerji kaynakları petrol ve doğal gaz başlığı altında ele alınacaktır. Petrol: Hazar bölgesi petrol rezervlerine ilişkin farklı kaynaklar farklı değerler vermektedir. ABD Enerji Bakanlığı istatistiklerine göre; ispatlanmış petrol rezervleri, 17-49.7 milyar varildir. Buna karşın, olası rezervlerin 186 milyar varil olduğu tahmin edilmektedir (EIA, 2005b). BP istatistikleri ise (2006); 2005 yılı sonunda 47,7 milyar varil olarak belirtmiştir. Hazar bölgesindeki ülkelerin ispatlanmış, olası ve toplam petrol rezervleri ve üretimleri Tablo-2’de görülmektedir. Tablo-2: Hazar Bölgesi Petrol Rezervleri ve Üretimleri3

Üretim (bin varil/gün)

Rezervler (Milyar Varil)

PETROL

Toplam

İspatlanmış Rezervleri

Ülkeler Azerbaycan

Düşük 7

İran Kazakistan

7 0,1

9

Rusya Türkmenistan

Yüksek

Olası Rezervler

Düşük

32

39

15 40

0,3

92

39 15,1

101

7 38

Yüksek

132 7,3

0,55

1,7

38,55

Özbekistan

0,3

0,59

2

2,3

2,59

Hazar Bölgesi Toplamı

17,2

49,7

186

203,2

235,7

Ülkeler

1992

2000

2005

2010 Düşük

2010 Yüksek

Azerbaycan

222

309

440

900

1290

İran Kazakistan

39,7

N/A 529

Rusya

718 0

1.293

1900

0

2400 200

Türkmenistan

110

157

196

165

450

Özbekistan

66

152

125

150

260

Hazar Bölgesi Toplamı

927

1.336

2.054

3.315

4.600

Yukarıda da belirtildiği gibi Hazar bölgesindeki rezervlere ilişkin farklı kuruluşlar, farklı rakamlar vermekte, yeni kaynaklar gecikmeli olarak dikkate alınabilmektedir. Örneğin BP istatistiklerinde (2006), Kazakistan’ın ispatlanmış üretilebilir petrol rezervlerini 39,6 milyar varil olarak verilmektedir. ABD Enerji Bakanlığı (2005b) ve BP (2006) istatistiklerine bakıldığında, son yıllarda yeni keşfedilen Kazakistan’ın Hazar kıyısındaki Kaşagan’ın, Kazakistan’ın toplam rezervine dâhil edilmediği gözlenmektedir. Oysa, bu alanın üretilebilir petrol rezervi, 9-13 milyar varildir. Ayrıca Kazakistan’ın bir 3

Kaynak: EIA, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Key Oil and Gas Statistics, Eylül 2005b.

158


Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerinin Enerji Kaynakları ve İletim Hatlarının Türkiye’ye Katkıları

başka petrol alanı Tengiz’in rezervleri, 6-9 milyar varil olarak belirtilmiştir (EIA, 2005c). Öte yandan son dönemde bu rezervin öngörülenden daha fazla olabileceği ifade edilmektedir. Hazar bölgesindeki mevcut rezervlerin daha da anlamlı olabilmesi için, geliştirme ve taşımaya yönelik yatırımlarının yapılması gerekmektedir. Bu doğrultuda, TPAO’nun da % 6,75 payla ortak olduğu Azerbaycan’daki Azeri-Çıralı-Güneşli (ACG) Projesinin anlaşmanın biteceği 2024 yılı sonuna kadar üretilmesi planlanan 5.4 milyar varil petrol ve 6.4 trilyon metre küp üretilebilir serbest doğal gaz rezervi için Haziran 2003 yılı hesaplarına göre toplam 15,6 milyar dolarlık yatırım öngörülmüştür. Ayrıca, BTC petrol boru hattı ise mühendislik ve inşaat maliyeti yaklaşık 3 milyar dolar, hat dolum petrolü ve finansman giderleri dâhil, maliyeti yaklaşık toplam 3.6 milyar dolar olarak öngörülmektedir (TPAO, 2006). Hazar bölgesindeki bu zengin kaynaklar, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi Türk Cumhuriyetleri’nin ekonomik gelişmelerinde temel finans kaynağını oluşturacaklardır. Örneğin, Azerbaycan tek başına, Azeri-Çıralı-Güneşli (ACG) ve BTC petrol boru hattı projelerinden toplam 21 milyar dolar gelir elde edecektir. Ayrıca 2005-2024 yılları arasında, BTC petrol boru hattı projesinin Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye’den oluşan üç ülkeye getireceği transit geçiş geliri, toplam 2,4 milyardır (Dimitroff, 2003: 10). Öte yandan Gürcistan ve Ermenistan gibi bu kaynaktan yoksun ülkeler, petrol boru hattı güzergâhı olurlarsa, geçiş ücreti elde edeceklerdir. Son olarak da petrol boru hatları, Türkiye gibi hızlı büyüyen ve buna bağlı olarak da enerji talebi artan ülkeler için, kaynak çeşitliliği ve arz güvenliğine katkı sağlayacak, bu kaynakların Avrupa’ya taşınması sürecinde Türkiye’ye geçiş ücreti ve stratejik önem kazandıracaktır. Ayrıca petrol boru hattı, bir yandan ekonomik ve sosyal getiri sağlayacak, öte yandan da istihdamı artıracaktır. Doğal gaz: Hazar bölgesindeki doğal gaz ise ispatlanmış doğal gaz rezervleri 232 trilyon metre küp, olası rezervleri ise 328 trilyon metre küp, toplam 560 trilyon metre küp olarak verilmektedir (EIA, 2005b). Dünyada bilinen doğal gaz rezervleri 6337,4 trilyon metre küp (BP, 2006) olup, bölgedeki rezervler dünya rezervlerinin % 8,8’ini oluşturmaktadır. Hazar bölgesindeki ülkelerin ispatlanmış, olası ve toplam doğal gaz rezervleri ve üretimleri Tablo-3’te görülmektedir. Tablo-3: Hazar Bölgesi Doğal Gaz Rezervleri ve Üretimleri4 DOĞAL GAZ

30

Olası Rezervler 35

İran

0

11

11

Kazakistan

65

88

153

N/A

N/A

N/A

71

159

230

66,2

35

101

232

328

560

Ülkeler

İspatlanmış Rezervler

Azerbaycan Rezervler (trilyon metre küp)

Rusya Türkmenistan Özbekistan Hazar Bölgesi Toplamı

DOĞAL GAZ

Üretim (trilyon metre küp/yıl)

4

Toplam Rezervler 65

Ülkeler

1992

2000

2005

2010

Azerbaycan

0,28

0,20

0,18

0,7

0,29

0,31

0,84

1,24

İran Kazakistan Rusya Türkmenistan

2,02

1,89

2,08

3,50

Özbekistan Hazar Bölgesi Toplamı

1,51

1,99

1,97

3,20

4,10

4,39

5,07

8,64

Kaynak: EIA, Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Key Oil and Gas Statistics, Eylül 2005b.

159


Müslüme Narin

Kısaca değerlendirildiğinde, Hazar bölgesi ispatlanmış üretilebilir petrol rezervlerinin, dünya ispatlanmış petrol rezervlerinin % 1,4’ü ile % 3’ü arasında çok küçük bir bölümünü oluşturduğunu görmekteyiz. Asya-Pasifik bölgesinin rezervleri ise dünya petrol rezervlerinin % 3,4’ünü oluşturmaktadır. Dolayısıyla, Hazar ve Asya-Pasifik bölgesinde bulunan ispatlanmış petrol rezervleri, miktar, üretim ve taşıma maliyeti açısından bakıldığında, günümüzde önemli olmakla birlikte hayati bir önem taşımamaktadır. Ancak, Kaşagan petrol alanı gibi, yeni keşfedilen ve keşfedilecek olası rezervler birlikte değerlendirdiğinde bölgenin önemi artmaktadır. Doğal gazda da, bu bölgenin ispatlanmış ve olası rezervleri, kaynak çeşitlendirmek açısından büyük önem taşımaktadır. Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan doğal gazının, başta Türkiye olmak üzere Avrupa ve dünya enerji güvenliği açısından; kaynakların çeşitlendirilmesi, fiyat rekabetinden yararlanılması ve arz güvenliğinin sağlanması nedeniyle önemi daha da artmaktadır. Bu rezervlerin, özellikle tek kaynağa (Rusya gibi) bağımlı olan Türkiye açısından yararı daha fazladır. 2.2. Türk Cumhuriyetleri’nin Enerji Kaynakları ve İletim Hatları 2.2.1 Azerbaycan Azerbaycan, bölgede en fazla petrol ve gaz rezervine sahip olan ülkedir. Gayrisafi Milli Hâsılası, 2005 yılında 13 milyar dolardır. Net doğrudan yabancı yatırım ise 2005 yılında yaklaşık 1,173 milyar dolar olup, bunun % 93’ü enerji sektörüne yapılmıştır. Azerbaycan’daki projelerin henüz yeterince devreye girmemiş olmasına karşın, 2005 yılı itibariyle ham petrol ve petrol ürünü ihracatı, ülkenin tüm ihracatının % 90’ını, petrolden sağlanan gelirler ise toplam gelirlerinin % 54’ünü oluşturmaktadır (EIA, 2006b). Petrol: 2005 yılında günde 440 bin varil petrol üreten Azerbaycan’ın petrol sektöründe tüm faaliyetleri, Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Petrol Şirketi (Azneft-SOCAR; State Oil Company of Azerbaijan Republic) tarafından gerçekleştirilmektedir. Azerbaycan’da birçok yatırım ve proje olmasına karşın, bu projelerden ekonomik görülmeyenler terk edilmiştir. Fakat TPAO’nun da ortak olduğu AzeriÇıralı-Güneşli (ACG) ile Şah Deniz projelerine yönelik çalışmalar devam etmektedir (EIA, 2006b). 2004 yılında günde 211 bin varil olan Azerbaycan petrol ihracatının, 2006 yılında iki katına çıkarak yaklaşık günde 478 bin varil olacağı öngörülmüş, 2005 yılında ise günde 310 bin varil olarak gerçekleşmiştir. 2008 yılında, petrol ihracatının günde 1.1 milyon varile çıkması beklenmektedir (EIA, 2006b). Azerbaycan petrol ihracatını iki ayrı hattan (EIA, 2006b) gerçekleştirirken Mayıs 2006 döneminden itibaren BTC petrol boru hattının devreye girmesiyle üçe çıkmıştır. Bunlar; 1. Rusya Federasyonu’ndan geçen “Kuzey Hattı” olarak da bilinen Bakü-Novorossisk petrol boru hattıdır. Bu hattın kapasitesi yılda 5 milyon tondur. 2. Gürcistan’dan geçen “Batı Hattı” olarak da bilinen Bakü-Supsa petrol boru hattıdır. Bu hattın başlangıçta kullanım kapasitesi yılda 5 milyon ton olup, daha sonra 6 milyon tona çıkarılmıştır. 3. BTC petrol boru hattıdır. Bu boru hattı ile petrol, Gürcistan ve Türkiye üzerinden taşınarak, Mayıs 2006’dan itibaren Ceyhan limanından uluslararası piyasalara sunulmaya başlanmıştır. Doğal gaz: Azerbaycan, Şah Denizi alanında doğal gaz keşfetmiş olmasına karşın, bu alanda gereken yatırımların henüz tamamlanmamış olması yüzünden, günümüzde doğal gaz ithal etmek zorunda kalan bir ülke durumundadır. Mevcut doğal gaz üretiminin tamamı, SOCAR tarafından ve Hazar’daki Bakhar alanında yapılmaktadır. Doğal gaz rezervleri, Tablo-3’te de verildiği gibi 30 trilyon metre küp, BP’ye göre ise 48,4 trilyon metre küptür. 2005 yılı tüketimi 8.8 milyar metre küp, üretimi ise 5.3 milyar metre küptür (BP, 2006). Azerbaycan’ın doğal gaz tüketimi, üretiminden fazla olması yüzünden, gereksinimini 2001 yılından itibaren ithalatla karşılamaya başlamış ve Rusya’dan 2004 yılında 160-175 milyon metre küp doğal gaz ithal etmiştir (EIA, 2006a).

160


Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerinin Enerji Kaynakları ve İletim Hatlarının Türkiye’ye Katkıları

Şah Deniz alanı, TPAO’nun da ortak olduğu, işletmenliğini BP’nin yaptığı büyük bir yatırım projesidir. Bu alanın üretilebilir doğal gaz rezervinin 625 milyar metre küp, kondensat rezervinin ise 750 milyon varil olduğu öngörülmüştür. İlk doğal gaz üretiminin 2006 yılı sonunda başlaması, en çok üretimin 8 milyar metre küp civarında olacağı beklenmektedir. Üretilecek doğal gazın 6.6 milyar metre küpü, petrol boru hattına paralel Güney Kafkasya doğal gaz boru hattı ile Erzurum’a ulaştırılacaktır. Türkiye’nin Rus doğal gazına yönelik Mavi Akım Projesi’ne öncelik vermesi; Türkiye doğal gaz gereksiniminin Rus doğal gazı ile karşılanmasına, böylece Azerbaycan, Türkmenistan, Irak ve İran doğal gazının ertelenmesine ve satın alınacak miktarların kısıtlanmasına yol açmıştır. Ayrıca, Mavi Akım doğal gaz boru hattının İsrail’e uzatılması ya da bu hatta paralel bir başka hat ile Türkmen doğal gazının Avrupa’ya taşınması da gündemdedir. Ancak bütün bu gelişmelerin de, Şah Denizi projesini olumsuz etkileyeceği beklenmektedir (Yetkin, 2006). 2.2.2. Kazakistan Petrol: Hazar bölgesinin en büyük petrol üreticisi Kazakistan’dır. Bu ülke 2005 yılında, günde yaklaşık 1.3 milyon varil ham petrol üretirken, 200 bin varil tüketmiştir. 2015 yılına kadar, Kazakistan üretimini günde 3.5 milyon varile çıkarmayı amaçlamaktadır. Yabancı yatırımcılar, eski adı Kazakhoil olan ülkenin ulusal petrol şirketi KazMunaiGaz ile ortak yatırımlar yapmakta, “Üretim Paylaşım Anlaşmaları” (ÜPA) ve arama ayrıcalıkları imzalamaktadırlar. Bu bölge, diğer ülkelere göre yabancı yatırımlara daha elverişli ortam ve yoğun sermaye akışı sağlamış, petrol üretimi ve ihracatı da buna bağlı olarak artmıştır. Ancak 2003 yılında yapılan değişiklikle, ÜPA’da KazMunaiGaz’ın % 50 hak sahibi olması zorunlu kılınmış ve 2004 yılında vergi oranlarında önemli artış yapılmıştır. İzleyen düzenlemelerle, yabancı firmaların kıyısal alandaki girişimlerine garanti verilmesi de kaldırılmıştır ( EIA, 2005c). Kazakistan’ın petrol rezervleri ve üretimi Tablo-2’de verilmiştir. Ancak EIA’ya göre (2005c) bölgeye yönelik yatırım eğilimlerinin sürmesi ve yeterli ihraç yollarının geliştirilmesi halinde, Kazakistan’ın 2004 yılında 39,7 milyon ton/yıl olan üretiminin 2010 yılında 100 milyon tona, 2020 yılında ise üretiminin 160 milyon tona ulaşacağı beklenmektedir (EIA, 2005c). İhracatının ise 2010 yılında 55 milyon tona, 2020 yılında ise yaklaşık 85 milyon tona ulaşacağı öngörülmektedir. Kazakistan’ın petrol alanları Tengiz, Karaçakanak, Kaşagan olup, bu alanlara ilişkin iletim boru hatları hakkındaki bilgiler aşağıda kısaca verilmiştir. Tengiz (Tengis): Hazar Denizi’nin kuzeybatı kıyısında yer alan ve 6-9 milyar varil petrol rezervi olduğu tahmin edilen büyük bir alandır. Bu alanın geliştirilmesi, Chevron-Texaco liderliğindeki uluslararası bir konsorsiyum tarafından gerçekleştirilmektedir. 2005 yılının ilk yarısında Kazakistan üretiminin 1/5’ini tek başına gerçekleştiren alandan, 2006 yılı itibariyle günde 450 bin varil petrol üretilmesi beklenmektedir. 2010 yılı hedefi günde 700 bin varildir. Bu alandan üretilen petrol, Rusya sınırları içinden geçen CPC (Caspian Pipeline Consortium: Hazar Boru hattı Konsorsiyumu) petrol boru hattı ile Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Novorossisk limanına ulaşmaktadır (EIA, 2005c). Karaçakanak (Karachaganak): Rusya’nın Orenburg alanıyla komşu olan Karaçakanak denizüstü petrol ve doğal gaz sahaları, Kuzey Kazakistan’da yer almaktadır. Bu alan İngiliz British Gas ve İtalyan Agip önderliğindeki Karachaganak Integrated Organization (KIO) adlı bir konsorsiyum tarafından işletilmektedir. Bu alanın 2,4 milyar petrol, 16 trilyon metre küp doğal gaz üretilebilir rezervi olduğu belirtilmiştir. 2005 yılında günde 230 bin varil civarında olan petrol üretiminin 2010 yılında günde 500 bin varile ulaşması amaçlanmaktadır (EIA, 2005c). 2002 yılında bu alanda üretilen petrolün tamamı Rusya’da işlenmiştir. 2003 yılında CPC petrol boru hattı konsorsiyumu Atyrau’ya boru hattı döşemiş ve Kazakistan’ın ana ihraç petrol boru hattıyla birleştirilmiştir. Bu yeni bağlantının hem bu alandaki ihracatı artırması hem de Rusya’ya bağımlılığı azaltması beklenmektedir. Kaşagan (Kashagan): Son yıllardaki en önemli petrol alanı keşiflerinden biri olan Kaşagan alanı, Hazar Denizi’nin kuzeyinde, Atyrau şehri yakınlarındadır. Üretilebilir rezervinin, kullanılan tekniğe bağlı olarak değişmek üzere, 9 ile 13 milyar varil arasında olduğu belirtilmekte olup, 2008 yılından önce

161


Müslüme Narin

bu alanda üretim beklenmemektedir. 2004 yılında uygulamaya konulan vergi yasası nedeniyle, alanın mülkiyetinin belirsiz hale gelmesi ve British Gas’ın 2003 yılında sattığı % 16,7’lik payla ilgili tartışmaların sonuçlanmaması yüzünden alana yatırım yapılamamıştır (EIA, 2005c). Kazakistan petrollerini beş yoldan ihraç etmektedir. Ancak BTC petrol boru hattına Kazakistan petrolünün eklenmesiyle oluşturulacak Aktau-Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı projesinin gerçekleşmesi hâlinde ihraç yolları altıya çıkacaktır. Bunlar (EIA, 2005c); 1. Atrau-Samara Petrol Boru Hattı: Sovyetler döneminden devralınarak kapasitesi arttırılan ve Rusya dağıtım sistemine bağlı olan bir hattır. CPC petrol boru hattı bitmeden önce tüm ihracat bu hattan yapılmıştır. 2002 yılında Kazakistan ile Rusya arasında 15 yıllık petrol taşımacılık anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre, Kazakistan Rusya’ya günde an az 350 bin varil petrol ihraç edecektir. Ancak bu hat, CPC petrol boru hattı projesinden sonra Kazakistan için önemini kaybetmiş, hatta 2001 yılında Kazak petrolünün tamamına yakını bu hattan taşınırken, 2003 yılında yarıya düşmüştür (İGEME, 2006). 2. CPC Petrol Boru Hattı: Sovyetler’in dağılması sonrasında Kazak petrollerinin ihracı, ABD’li Chevron-Texaco ve Exxon-Mobil’in finansmanı ile inşa edilen CPC petrol boru hattı ile gerçekleştirilmektedir. Bu hatla Kazakistan’ın Hazar Denizi petrol kaynakları, Rusya’nın Novorossisk limanına taşınmaktadır. Bu hattan ilk sevkiyat 15 Ekim 2001’de yapılmış olup, hattın kapasitesi günde 560 bin varilken, bu kapasite 1.34 milyon varile çıkarılmaya çalışılmaktadır (İGEME, 2006). Ancak CPC petrol boru hattı, Karadeniz ve Boğazlar için ek yük ve tehlike getirmiştir. Özellikle Kazakistan’ın bu hatla Karadeniz’e çıkardığı petrol, Boğazlar için mevcut riski daha da arttırmıştır. Bu hattan 2002 yılında günlük ortalama 260 bin varil petrol taşınmıştır. Hattın ikinci aşamada yılda 72 milyon ton kapasiteye çıkarılması planlanmaktadır (EIA, 2005c). 3. Petrol, bu hatların dışında, Hazar yoluyla İran ve Azerbaycan üzerinden gemilerle, Rusya üzerinden de demiryoluyla ihraç edilmektedir. Bunların yanı sıra daha dar kapsamlı olarak Hazar üzerinden tankerlerle İran’ın kuzeyindeki Neka limanına teslimat yapılmaktadır. Petrolün kalitesi nedeniyle İran’daki rafinerilerin işleme açısından uyumlu olmaması ve ABD’nin ambargosu yüzünden taşınan miktarlar henüz çok sınırlıdır. 4. Kazakistan’ın bir diğer ihraç yolu, Rusya’nın Orsk Rafinerisi’ne günde 130 bin varil petrol taşıma kapasiteli Kenkıyak-Orsk petrol boru hattıdır. 5. Kazakistan’ın diğer bir ihraç yolu, doğrudan Çin’e uzanan Kazakistan-Çin petrol boru hattıdır. 2004 yılının sonlarına doğru inşasına başlanan, 15 Aralık 2005’te devreye giren bu hat günde en çok 400 bin varil, yılda 140 milyon varil petrol taşıma kapasitelidir (Dünya Bülteni, 2005). 6. BTC petrol boru hattına Kazakistan petrolünün eklenmesiyle oluşturulacak Aktau-Bakü-TiflisCeyhan petrol boru hattına yönelik şirketler ve hükümetler arası düzeyde çeşitli görüşmeler sürdürülmektedir. Eğer bu konuda bir anlaşma gerçekleştirilirse, Kazak petrolü, ilk aşamada tankerlerle Hazar’ı geçecek ve Azerbaycan’ın Sangaçal limanından BTC petrol boru hattına dâhil olacaktır. Daha sonra, petrol taşıma hacminde artış olursa, Hazar’ın altından döşenecek bir hatla BTC petrol boru hattına birleştirilecektir. Doğal gaz: Kazakistan 65 trilyon metre küplük doğal gaz rezervine sahip olmasına karşın, 2001 yılında 360 milyar metre küp doğal gaz üretmiş, 505 milyar metre küp tüketimi gerçekleşmiştir. Ülkenin kendi üretimi yeterli olmadığından gereksinim duyduğu doğal gazı ithal etmektedir. Bu ithalatın büyük bir bölümü de Özbekistan’dan yapılmaktadır (İGEME, 2006). Kazakistan, 1999 yılında yürürlüğe koyduğu bir yasayla, yeraltı kaynaklarını işleten firmaların, planlarına doğal gaz çıkarmayı da eklemelerini zorunlu hale getirmiştir. Bu yasayla, 2004 yılına kadar yurtiçi tüketimi karşılayamayan Kazakistan, bu tarihten sonra ithalata gerek duymadığı gibi 2005 yılının ilk yarısından itibaren 40 trilyon metre küp de doğal gaz ihraç etmiştir. Kazakistan’nın 2010 yılında 1.66

162


Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerinin Enerji Kaynakları ve İletim Hatlarının Türkiye’ye Katkıları

trilyon metre küp, 2015 yılında ise 1,84 trilyon metre küp doğal gaz üretimi hedeflenmektedir (EIA, 2005c). Kazakistan’ın doğal gaz rezervlerinin yaklaşık % 25’i, ülkenin batısında yer alan Karaçakanak alanındadır. Karaçakanak doğal gazı, işletilmek üzere Rusya’nın Orenburg kentine gönderilmekte, sonra da ülkenin güneyinde bulunan tüketicilere teslim edilmektedir. Diğer doğal gaz alanları ise Amangeldi, Tengiz ve Kaşagan’dadır. Tengiz ve Kaşagan’da petrol üretimine öncelik verilmekte olup gelecek yıllarda bu alanlarda doğal gaz üretiminin 10 milyar metre küpe çıkarılması hedeflenmektedir (EIA, 2005c). Kazakistan’da petrol ve doğal gazın aynı yatakta birlikte bulunması nedeniyle, petrol üretimi için doğal gazın petrol yataklarına tekrar enjekte edilmesi halinde, petrol üretimi bittikten sonra da Kazakistan’ın ciddi bir doğal gaz üreticisi haline geleceği belirtilmektedir (Pamir, 2006). Kazakistan ithal ettiği doğal gazı iki yerel dağıtım ağıyla taşımaktadır. Bunlardan birincisi, batıdaki doğal gaz bölgelerine, ikincisi ise güneydeki tüketim bölgelerine yöneliktir. Ülkenin doğal gaz üretim bölgeleri ile sanayi bölgeleri arasındaki doğal gaz boru hattının yetersizliği nedeniyle, bu kaynakların gelişimi de engellenmiştir (İGEME, 2006). Devlet petrol ve doğal gaz şirketi olan KazMunaiGaz tarafından üretilecek doğal gaz, sıkıştırılmış gaz (LNG) olarak Hazar kıyısındaki Atyrau limanından Bakü’ye ulaştırılarak oradan da demiryoluyla Gürcistan üzerinden Türkiye’ye taşınmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Diğer bir seçenek ise Kazakistan-Çin doğal gaz boru hattıdır. Ayrıca, Shell, Chevron ve Mobil’in 1998 yılında imzaladıkları bir anlaşma doğrultusunda Hazar’ı geçip, Bakü üzerinden Türkiye’ye petrol ve doğal gaz taşıyacak paralel iki hat için çalışmalar yapılmaktadır. Türkmenistan ve Özbekistan’ın Rusya üzerinden yaptıkları doğal gaz ihracatı için de Kazakistan geçiş ülkesi konumundadır. Bu taşıma, Orta Asya Merkez doğal gaz boru hattı (Central Asia-Center Pipeline) ve Buhara-Urallar doğal gaz boru hattı ile gerçekleştirilmektedir (EIA, 2005c). 2.2.3. Türkmenistan Petrol: Türkmenistan, enerji kaynakları açısından zengin bir ülkedir. Ülkenin ispatlanmış petrol rezervlerinin 546 milyon varil, olası rezervleri de 1,7 milyar varil olduğu öngörülmüştür (TİKA, 2005). Türkmenistan, 2005 yılında günde 192 bin varil ham petrol üretirken, 110 bin varil de tüketmiştir (BP, 2006). Türkmenistan’ın enerji üretimindeki ana sorunu, ürettiği petrol ve doğal gazı uluslararası piyasalara nasıl ihraç edeceğidir. Bu ülkede ihraç boru hattı olmadığından, ihracatını gemilerle gerçekleştirmektedir. İhracatın Hazar üzerinden ulaştığı Rusya’nın Mahaçkala limanından sonra da, Rus petrol boru hattı sisteminde taşıma sorunu yaşanmaktadır. Rus petrol boru hattı şirketi Transneft’le, BaküNovorosisk erken petrol hattına Mahaçkale’den bağlanmak ve 2000 yılında günde 50 bin varil nakletmek üzere anlaşma yapılmıştır. Ancak Türkmen petrolünün yüksek kükürt ve parafin içerdiği gerekçesiyle, ihracatında sıkıntı yaşanmaktadır. Söz konusu petrol, zaman zaman da demiryolu ile taşınmaktadır (Pamir, 2006). Türkmen petrolünün bir diğer ihraç yolu, takas yönteminin uygulandığı İran güzergâhıdır. Türkmenistan, petrol ihracatıyla ilgili olarak Dragon Oil ile üretim paylaşım anlaşması yapmış ve 1998 yılında ihracatını başlatmıştır. Ancak, ABD’nin İran’a uyguladığı ambargo nedeniyle ABD’li şirketler takas dâhil yatırımlarını durdurmuştur. Dolayısıyla, bu ihraç yolu çok sınırlı bir seçenek haline dönüşmüştür. Bu durum, zaten sınırlı ihraç olanağına sahip olan Türkmenistan’ı olumsuz etkilemektedir (Pamir, 2006). Türkmenistan-Türkiye-Avrupa petrol boru hattı projesinin (Trans-Caspian Project, TCP), Hazar’ın altından Gürcistan’a, oradan Azerbaycan ve Türkiye üzerinden Batı Avrupa güzergâhından ilerlemesiyle, Türkmenistan’ın bu sorunları aşacağı düşünülmüş olsa da çeşitli sorunlar nedeniyle bu proje askıya alınmıştır (TİKA, 2005).

163


Müslüme Narin

Doğal gaz: 2005 yılında 2.90 trilyon metre küp ispatlanmış doğal gaz rezervlerine sahip olan Türkmenistan, aynı yıl 58.8 milyar metre küp doğal gaz üretmiş, 16.6 milyar metre küp tüketmiştir. Türkmenistan’ın 2005 yılında gerçekleştirdiği doğal gaz ihracatı ise 6.9 milyar metre küptür (BP, 2006). Türkmenistan doğal gazı, Rusya, İran, Ukrayna ve Ermenistan’a ihraç etmektedir. İran dışındaki ihracat, Rusya üzerinden gerçekleşmektedir. 2003 yılında Rusya’nın Gazprom şirketi ile 2028 yılına kadar sürecek olan “Gaz Sektörü İşbirliği Anlaşması” imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre, miktarı bu süre içerisinde 80 milyar metre küpe ulaşacak Türkmen doğal gazının Rusya’ya sınırda satışı karar altına alınmıştır. Ancak, hattın Kazakistan geçişi, bu kadar büyük bir kapasiteyi taşımaya uygun olmadığı ve ek yatırım gerektirdiği ifade edilmektedir (Pamir, 2006). Türkmenistan doğal gazının Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden de Avrupa’ya satılmasına ilişkin olarak 15 yıl önce imzalanan Mavi Akım projesi, uzun süre sürüncemede kalmıştır. Türkiye doğal gaz piyasasının hem Mavi Akım’ı hem de Türkmen doğal gazını aynı anda kaldırma olasılığının bulunmaması, Hazar’ın durumu, Hazar doğal gazının uluslararası piyasalara açılmasında Azerbaycan’ın öncelik istemesi ve Azerbaycan’ın Türkmenistan doğal gazının Hazar’ı geçip Azerbaycan üzerinden taşınmasına engel çıkarması, Devlet Başkanı Türkmenbaşı’nın avans istemi ve Türkmen doğal gazının Rusya’ya uzun dönemli alım-satım anlaşmalarıyla bağlanması yüzünden, bu proje hayata geçirilememiştir (Pamir, 2006). Ancak, Rusya ile Ukrayna arasında 2006 yılı başında yaşanan doğal gaz krizinden sonra, Türkiye’nin doğal gazda Rusya’ya, 2005 yılı verileriyle (BOTAŞ, 2006), % 65 oranında bağımlı olduğu tekrar gündeme gelmiş ve hükümet buna alternatif kaynak arayışına girmiştir (Adanalı, 2006). Bu doğrultuda, 2006 yılı başında Türkmenistan ile yapılan görüşmelerle, 16 milyar metre küp Türkmen doğal gazının Türkiye’ye, 14 milyar metre küp doğal gazın ise Türkiye üzerinden Avrupa’ya satılmasına yönelik proje yeniden gündeme getirilmiştir. Eğer bu proje gerçekleşirse, Türkiye, gereksinim duyduğu doğal gaz kaynaklarını çeşitlendirme ve doğal gazı daha düşük fiyatla sağlayabilme olanağına kavuşacaktır. Ayrıca AB ile Hazar bölgesi arasında oluşturduğu enerji koridoru konumunu pekiştirecek ve stratejik önemini artırabilecektir. Ancak, bu projenin de gerçekleşebilmesi için bazı sorunların çözülmesi gerekmektedir. Bu sorunlar; Türkmenistan’da kısa dönemde, Türkmenistan-Türkiye-Avrupa doğal gaz hattını gerçekleştirecek yatırım olup olmaması, Hazar’ın konumu, Rusya ile doğal gaz satışı konusunda imzalanmış anlaşma ve buna bağlı olarak Türkiye’ye göndereceği doğal gaz miktarı konusunda sorun yaşanabileceği, Devletabat alanı doğal gazının Trans-Afgan hattı üzerinde Asya pazarına gönderilmesi, Türkiye’nin Mavi Akım’a öncelik vermesi nedeniyle yaşanan güvensizlik ortamı, Türkmenistan ve Azerbaycan arasında rekabet nedeniyle yaşanan sorunlar, Rusya’nın bölgedeki etkinliği, Rusya ile Türkiye arasında yapılmış doğal gaz alım anlaşması olarak sıralanabilir (Pamir, 2006). 2.2.4. Özbekistan Petrol: 2005 yılında 0,3-0,59 milyar varil ispatlanmış petrol rezervlerine sahip Özbekistan, 2005 yılında günde 126 bin varil ham petrol üretmiş, günde 161 bin varil tüketmiştir (BP, 2006). Özbekistan’ın 2004 yılında ham petrol ihracatı günde 60 bin varil düzeyinde gerçekleşmiştir. Ülkenin tek petrol ihraç yolu, Rusya’nın Omsk kentinden Özbek rafinerilerine petrol taşımak üzere oluşturulmuş hattır. Türkmen ve Özbek petrolünü, Afganistan üzerinden Pakistan’a taşımayı amaçlayan Orta Asya petrol boru hattı (Central Asia Oil Pipeline-CAOP) inşa edilebilirse, Özbekistan için alternatif bir hat daha olacaktır (XOFC, 2006; EIA, 2005d). Doğal gaz: Türkmenistan gibi çok büyük doğal gaz rezevlerine sahip olan Özbekistan’ın, ispatlanmış doğal gaz rezervi 2005 yılında 1.85 trilyon metre küptür. Aynı yılda 55.7 milyar metre küp doğal gaz üretmiş, 44 milyar metre küp tüketmiştir (BP, 2006). Taşkent-Bişkek-Almaata doğal gaz boru hattı (Tashkent-Bishkek-Almaty pipeline), Özbekistan’ın doğal gazda tek ihraç hattıdır. Kazakistan ve Kırgızistan’ın ödemeleri düzenli yapmaması ve Kırgızistan’da doğal gazın yasal olmayan biçimde kullanılması (sifonlama) ciddi sıkıntılar yaratmıştır. Ayrıca, Türkmenistan gibi Özbekistan da, doğal

164


Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerinin Enerji Kaynakları ve İletim Hatlarının Türkiye’ye Katkıları

gazının büyük bölümünü 2028 yılına kadar Rusya’ya satmak üzere Gazprom ile anlaşma imzalamıştır (EIA, 2005d). 2.2.5. Kırgızistan Kırgızistan’ın petrol ve doğal gaz kaynakları çok yetersizdir. Ülkede yedi petrol, iki de petrol/gaz sahası bulunmakta ve enerji tüketiminin % 11’i petrole, % 27.6’sı doğal gaza dayalıdır. Bu nedenle enerji kaynakları yönünden dışa bağımlı bir ülkedir. Gereksinim duyduğu doğal gazı Özbekistan ve Türkmenistan’dan ithal eden Kırgızistan’ın sahip olduğu hidroelektrik enerji üretim potansiyeli ihtiyaçlarını karşılamaya yetmektedir. 20 elektrik üretim tesisinden 18’i su ile çalışmaktadır (TİKA, 2005). Zengin hidroelektrik güce sahip olduğu için, doğal gaz ve petrol karşılığında Kazakistan ve Özbekistan’a elektrik ihraç etmektedir. Ülkenin toplam hidroelektrik kapasitesi yıllık 14 milyar KWh’dir. Ülkedeki hidroelektrik kapasitesinin tamamının kullanılması durumunda, bu kapasite 163 milyar KWh’ye çıkarılabilecektir (DEİK, 2006). 3. BORU HATLARININ TÜRKİYE’YE ETKİLERİ Türkiye’de enerji politikalarının ana hedefi, sınırlı olan doğal kaynakların çevresel etkileriyle birlikte en iyi biçimde değerlendirilmesidir. Ayrıca enerjinin zamanında, güvenilir bir biçimde, uygun fiyat ve yüksek kalitede olması; ekonomik ve sosyal büyümenin sağlanmasına destek verir. Bu nedenle, özellikle Avrasya bölgesi enerji kaynaklarının Avrupa ve dünya piyasalarına taşınması Türkiye’nin gündeminde yer almaktadır. Dünya ispatlanmış ham petrol rezervlerinin % 73’ü ve doğal gaz rezervlerinin ise % 72’si Türkiye’nin çevresindeki Hazar ve Orta Doğu Bölgeleri ile Rusya Federasyonu’nda bulunmaktadır (Selanik, 2005: 646). Özellikle Hazar petrol ve doğal gazı, kaynak çeşitliliği yaratması, maliyetinin düşük olması, arama ve üretimde TPAO’nun projelerinin yer alması gibi nedenlerle Türkiye açısından hayati önem taşımaktadır. Ayrıca gerçekleştirilebilecek boru hatları sayesinde Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi Türk Cumhuriyetleri, Rusya’ya bağlı olmayan hatlardan petrol ve doğal gazını ihraç edebilme olanağına sahip olacaktır. Böylece bu ülkeler bir yandan kesintisiz ihracat yapabilecekler, öte yandan bağımsızlıklarını daha da güçlendireceklerdir (Pamir, 2006). Bu gelişmeler, bölgedeki istikrarı artıracak, bu ülkelere coğrafi, soy ve kültür yakınlığı olan Türkiye’nin petrol ve doğal gaz alımları ile diğer ticari ilişkilerinde yatırım olanakları sağlayacaktır. Coğrafi konumu nedeniyle, enerji kaynağına sahip Türk Cumhuriyetleri ile enerji ithalatına yılda yaklaşık 300 milyar dolar harcayan Avrupa arasında yer alan Türkiye, bir enerji köprüsü haline gelmektedir. Bu nedenle, enerji talebini karşılamak için projeler geliştirmeye çalışan Türkiye, konumu itibariyle, Avrupa ve dünya piyasalarına petrol ve doğal gaz sunumunda en uygun güzergâha sahip ülkedir (EIA, 2005e; Selanik, 2005: 646). Bu nedenle Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, BTC petrol boru hattı projesini yaşama geçirmek için yoğun çaba göstermiştir. Ayrıca bu hatta paralel olarak, Azerbaycan’ın Şah Denizi alanında üretilecek doğal gazı Türkiye’ye ulaştıracak olan Güney Kafkasya doğal gaz boru hattı projesinin de 2006 yılı sonunda devreye girmesi beklenmektedir. Türkiye’yi Doğu-Batı enerji koridoru yapacak bu boru hatlarının hayata geçirilmesi son on yıldır gündemdedir. Öte yandan Hazar bölgesindeki petrol ve doğal gazın Rusya üzerinden AB’ye iletilmesine yönelik Rusya-Moldova-Ukrayna-Romanya-Bulgaristan-Türkiye doğal gaz boru hattı ve gerçekleşme olasılığı düşük olan Rusya-Gürcistan-Türkiye doğal gaz boru hattı projesi ve Karadeniz geçişli Mavi Akım projesidir. 2006 yılının başından itibaren Mavi Akım’ın İsrail’e uzatılması ve böylece Türkiye’nin Kuzey-Güney enerji koridoru olması gündeme gelmeye başlamıştır. Rusya Enerji Bakanlığı, Türkiye’nin bu konudaki oluşturduğu direnci kırmak amacıyla doğal gaz fiyatında indirim sözü vermiştir (Baysal, 2006).

165


Müslüme Narin

Yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye’yi enerji koridoru yapacak iki koridor bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Doğu-Batı enerji koridoru, diğeri ise Kuzey-Güney-Batı koridorudur. Bu koridorların oluşumuna yol açan petrol ve doğal gaz boru hattı projeleri aşağıda belirtilmiştir. 1. Doğu-Batı Enerji Koridoru: Hazar ve Kafkasya petrol ve doğal gaz hatlarına yönelik olan bu hattın amacı; Hazar bölgesindeki petrol kaynaklarının Türkiye üzerinden uluslararası piyasalara açılmasını sağlamak; hızla artan Avrupa doğal gaz ihtiyacının karşılanmasında Rusya, Norveç ve Kuzey Afrika’dan sonra Hazar bölgesi ülkelerinin dördüncü kaynak oluşturmasına ve Türkiye üzerinden bu ülkelerin enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılmasına katkıda bulunmaktır. Bu hatlar; Azerbaycan petrolü için BTC petrol boru hattı, BTC petrol boru hattı’na Kazakistan petrolünün eklenmesiyle oluşan Aktau-Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı, Azerbaycan doğal gazı için Şah Deniz projesi kapsamında Bakü-Tiflis-Erzurum doğal gaz boru hattı, Hazar-Türkiye-Avrupa doğal gaz boru hattı, Azerbaycan doğal gazı için Bakü-Tiflis-Erzurum-Yunanistan-İtalya doğal gaz boru hattı ile Nabucca projesi kapsamında Bakü-Tiflis-Erzurum-Bulgaristan-Romanya-Macaristan-Avusturya-Almanya doğal gaz boru hattından oluşmaktadır (Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, 2006; EIA, 2005e). 2. Kuzey-Güney-Batı Enerji Koridoru: Bu koridorun amacı; Türkiye’nin petrol ihtiyacının karşılanması ve enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, Avrupa’nın ilave doğal gaz ihtiyacının karşılanmasında yeni ülke kaynaklarının devreye sokulmasıdır. Bu hatlar ise; Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı, Rusya-Ukrayna-Romanya-Bulgaristan doğal gaz boru hattı, Mavi Akım projesi çerçevesinde Rusya-Türkiye doğal gaz boru hattı, İran doğal gazı için İran-Türkiye-Almanya doğal gaz boru hattı, IrakSuriye-Mısır-Türkiye-Avrupa doğal gaz boru hattı, Katar-Türkiye-Avrupa doğal gaz boru hattı, Türkmenistan-Türkiye-Almanya doğal gaz boru hattından oluşmaktadır (Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, 2006; EIA, 2005e). Türkiye’yi enerji koridoru haline getirecek birçok petrol ve doğal gaz boru hattı projesi olmasına karşın, Türk Cumhuriyetleri enerji kaynaklarının Türkiye’ye iletilmesiyle ilgili gerçekleştirilen tek proje BTC petrol boru hattıdır. Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı: Rusya, Hazar bölgesi petrol ihraç yollarını elinde bulundurması nedeniyle tekel gibi davranarak petrol ihraç miktarını ve fiyatını belirlemek, böylece dünya petrol arzını etkilemek, ihracatını yapacağı petrol zengini Orta Asya ve Hazar bölgesi ülkelerini siyasi açıdan da kontrol etmeyi amaçlamaktadır. Bölgedeki boru hatları Rusya’nın kullanımda olmasına karşın, Türkiye, Azerbaycan petrollerini Gürcistan’dan üzerinden Türkiye’ye getirecek BTC petrol boru hattı projesini önermiştir. BTC petrol boru hattı, Bakü yakınlarındaki Sangaçal limanından karadan geçip Gürcistan’ın başkenti Tiflis üzerinden, Ardahan, Kars, Erzurum, Erzincan, Sivas, Kayseri, Kahramanmaraş, Osmaniye ve Adana il sınırlarını takip ederek Ceyhan’da inşa edilecek olan terminale bağlanacaktır (EIA, 2005e; Karakaya ve Koras, 2005). Bu petrol hattıyla başta Azerbaycan ve Kazakistan olmak üzere bölgedeki petrolün Ceyhan’a iletilmesi ve buradan da gemilerle dünya piyasalarına sunulması hedeflenmektedir. BTC petrol boru hattının geçeceği ülkeler, projenin hayata geçmesine destek vermiştir. Azerbaycan, sınırlı büyülüğü ve nüfusuna karşın, sahip olduğu petrol ve doğal gaz rezervleriyle jeopolitik olarak öneme sahiptir. Petrol anlaşmaları ve ihraç güzergâhının belirlenmesinde Rusya’nın etki alanından uzaklaşmayı ve böylece bağımsızlığını korumayı ve güçlendirmeyi isteyen Azerbaycan, BTC petrol boru hattı projesine tam destek vermiştir. Kazakistan da Rusya’dan bağımsız olmayı istemektedir. Sahip olduğu petrollerin büyük bölümünü Rusya aracılığıyla dünya pazarlarına aktarmakta, ancak alternatif hat arayışlarına da önem vermekte olduğundan BTC petrol boru hattını desteklemiştir. Yaşadığı etnik ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle Rusya’ya bağımlı kalmış olan Gürcistan, umutlarını büyük ölçüde Orta Asya ve Hazar petrol ve doğal gazının geçişinden elde edeceği gelire bağlamıştır. BTC petrol hattının hayata geçmesiyle ekonomik bağımsızlığını elde ettikçe ve istikrara kavuştukça Gürcistan’ın Rusya’ya bağımlılığı azalacaktır. Bu nedenle de BTC boru hattının topraklarından geçmesiyle bir getiri sağlayacağından projeye destek vermiştir (Karakaya ve Koras, 2005). 1994 yılında imzalanan ve o dönem Türkiye basınında "Yüzyılın Projesi" olarak anılan BTC petrol boru hattı, başlangıçta hayal gibi

166


Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerinin Enerji Kaynakları ve İletim Hatlarının Türkiye’ye Katkıları

görülmüştür, ancak hattın, topraklarından geçeceği ülkelerden destek görmesiyle 2002 yılında yapımına başlanmıştır. 25 Mayıs 2006 günü Bakü’den pompalanan Azerbaycan petrolü, 28 Mayıs 2006 günü Ceyhan terminaline ulaşmıştır. Böylece gecikmeli de olsa BTC petrol boru hattı resmen açılmıştır. 4 Haziran 2006 tarihinde de, BTC petrol boru hattıyla Akdeniz’e ulaşan petrol ilk tankerle dünya piyasalarına sunulmuştur. Ancak BTC petrol boru hattının; hızsızlık, terörist saldırılar, çevre kirliliği gibi bazı riskleri de bulunmaktadır. Boru hattına yönelik en büyük risk, sifonlama, yani hırsızlıktır. İkincisini, terörist saldırılar oluşturmaktadır. Herhangi bir kaza ya da patlamada oluşacak çevre kirliliği de bir başka önemli risktir. Boru hattının güvenliği Jandarma Genel Komutanlığı sorumluluğunda olup, bu doğrultuda Türkiye kısmında 10 jandarma karakolu, 22 jandarma timi ile istihbarat ağı oluşturulmuştur. Güvenlik anlaşması maddesine göre, ihtilale karşı da hat korunacaktır. Bu doğrultuda Türkiye, kurduğu karakollar, gezici timler ve jandarma-emniyet koordinasyonu ile boru hattının güvenliğini sağlamaya çalışmaktadır. Temel mühendislik çalışmaları 2000 yılı Kasım ayında, detay mühendislik çalışmaları 2001 yılı Haziran ayında ve inşaat çalışmaları da 2002 yılı Eylül ayında başlayan BTC Boru Hattı, 1776 km uzunluğunda olup, bunun 1076 km’lik kısmı Türkiye’de bulunmaktadır. Boru hattının Türkiye kesiminin tüm finansmanı, projeye iştirak eden şirketlerce karşılanmaktadır. Bu şirketler, 1 Ağustos 2002’de, inşaat ve işletme faaliyetlerini yürütmek amacıyla “BTC Co.”yu ve finansman işlerinden sorumlu olmak üzere de “BTC Invest” şirketlerini kurmuşlardır. BTC Co.’nun pay dağılımı; % 30.1 payla işletmeci olarak BP, % 25 payla AzBTC, % 8.9 payla Chevron, % 8.7 payla, % 6.53 payla TPAO, % 5 payla ENI, % 5 payla Total, % 3.4 payla Itochu, % 2.5 payla INPEX, % 2.5 payla ConocoPhillips ve % 2.36 payla Amerada Hess biçimindedir (BTC, 2006). Bu hattın, günde bir milyon varil olmak üzere yılda 50 milyon tonluk kapasitesi bulunmakta, böylece dünya enerji sunum güvenliğine önemli katkılar sağlaması beklenmektedir. Bu hat dolayısıyla Türkiye, iletim bedeli olarak 300 milyon dolar, 16. yıla kadar 140 ile başlayan 200 milyon dolara ulaşan, 17. yıldan 40. yıla kadar da 200 ile başlayıp 300 milyon dolara kadar çıkan yıllık gelir elde etmesi beklenmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye, navlun geliri de elde edecektir. Ayrıca Türkiye, petrol ihtiyacını daha düşük maliyetle karşılayabilecek, bu hatla Doğu-Batı enerji koridoru haline gelmesiyle jeolojik bir önem kazanacak ve Türk cumhuriyetleri ile ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkileri gelişecektir. Ayrıca Ceyhan yabancı yatırımlar için çekici hale gelecektir. Öte yandan Hazar petrollerinin bir bölümünün bu hatla taşınmaya başlanması Karadeniz’deki gemi trafiğini azaltarak Boğazların güvenliğini göreli olarak artıracak ve Karadeniz tekrar balıkçılık için daha elverişli hale gelecektir (BTC, 2006; Pala, 2003: 36-37). Sonuç Doğu ile Batı Blokları arasındaki soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Kafkaslar ve Hazar bölgesi üzerinde Sovyet egemenliği ortadan kalkmış ve bu bölgeye ait bilgiler açık hale gelmiştir. Böylece bu bölgedeki ülkelerin, diğer ülkelerle iletişimi de gelişmiştir. Ancak, “Büyük Oyun”un aktörlerine yenileri de eklenmiş ve ülkeler arasındaki rekabet daha da artmıştır. Rusya, Hazar bölgesindeki ülkeler ve bu ülkelerin enerji kaynakları üzerindeki etkinliğini devam ettirmek istemiştir. Bu doğrultuda Rusya, bölgedeki ülkelerin iktisadi ve teknik yetersizliklerinden yararlanmıştır. Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kendi iç sorunları yüzünden, artan gücünü başlangıçta fark edememiş ve bölge ülkeleriyle ilişki kurmada geç kalmıştır. Son yıllarda Kafkaslar ve Hazar Bölgesi ile Orta Asya enerji kaynakları nedeniyle, Türkiye ile Rusya arasındaki rekabet giderek daha da artmıştır. BTC petrol boru hattının gerçekleşmiş olması, Türkiye açısından atılan büyük bir adımdır. Ancak petrol ve doğal gaz boru hatlarının kapasitesi ve sayısı artırılmazsa, BTC petrol boru hattından taşınan petrol yalnızca Türkiye’nin ihtiyacını karşılayabilecektir. Bu yüzden hem BTC petrol boru hattının kapasitesinin genişletilmesi, hem de yeni hatların devreye sokulması Türkiye açısından önemlidir. Mavi Akım hattının

167


Müslüme Narin

devreye girmesi ise yakın zamanda planlanan Türkmenistan-Türkiye doğal gaz hattı ile Şah Deniz projesinin gecikmesine neden olmuştur. Bu doğrultuda, Türkiye’nin aşağıda belirtilen önlemleri alması gerekmektedir: Türkiye, öncelikle kendi enerji kaynaklarına önem vermeli, ithal ettiği kaynaklar açısından enerji kaynaklarının çeşitliliğini, kesintisiz ve güvenli akışını sağlamalı, özellikle uluslararası enerji politikalarını ve enerji fiyatlarını istikrarlı bir biçimde sürdürebilmelidir. Türkiye, güvenilir ve gerçekçi arz ve talep öngörülerinde bulunarak, talepten daha fazla miktarlarda arz arayışına da gitmemelidir. Öte yandan enerji sorunu yaşamamak için stok bulundurması, bunun için de depolamaya gitmesi gerekmektedir. Çalışmaları devam eden Kuzey Marmara’da Silivri ve Tuz Gölü altına inşa edilmekte olan doğal gaz depoları henüz tamamlanmamıştır. Bu çalışmaların hızlı bir biçimde bitirilebilmesi için uzun vadeli ve düşük faizli krediler bulmalıdır. Stratejik petrol rezervleri bulundurma konusunda Türkiye’nin de, ABD gibi, davranması yerinde olacaktır. Bu doğrultuda Türkiye, yalnızca rafinerilerinde bulunan petrole güvenmeyip ortaya çıkabilecek petrol krizinde, bu krizi aşabilecek petrolü depolaması gerekmektedir. TPAO, uluslararası petrol piyasasında dev şirketlerle rekabet edebilecek konumda değildir. Bu nedenle TPAO’nun en kısa zamanda arama, üretim, taşıma, rafine etme, dağıtım ve pazarlama fonksiyonları olan bir şirket biçimde yeniden yapılanması gerekmektedir. Türkiye, Kafkaslar ve Hazar bölgesine yatırım yapmadan önce, Türk Cumhuriyetleri’nin yasal düzenlemelerini, petrol arama, pazarlama ve ihraç etme gibi konularını incelemelidir. Önceliği riski yüksek arama projelerine değil, petrol ve doğal gaz kaynakları ispatlanmış alanlara ve üretimi artırmaya yönelik projelere vermelidir. Çünkü bu bölgede, çok sayıda taşıma alt yapımı ile yatırım ve müteahhitlik hizmetine gereksinim duyulmaktadır. Bu altyapı yatırımlarına, Türkiye’deki işletmelerin de katılımı sağlanmalıdır. Türk Cumhuriyetleri arasında enerji kaynaklarının eşit ve adil bir biçimde satışa sunulması ve ortaya çıkabilecek sorunların çözülmesi açısından “Türk Dünyası Enerji Kaynakları Birliği” veya benzeri bir adla yeni bir organizasyona gidilmesi yararlı olacaktır. Böyle bir birlik, Türk devlet ve toplulukları arasındaki kültürel yakınlığın yanı sıra ortak çıkarların gözetilmesi, ilişkilerin sürekliliği, refahın artırılması, piyasanın belirlenmesinde söz sahipliği gibi siyasal ve ekonomik açıdan son derece yararlı sonuçlar getirecektir. Ayrıca Hazar bölgesi Türk Cumhuriyetleri’nin ekonomileri, enerji kaynakları hakkında bilgilere kolay ve hızlı ulaşabilmek amacıyla ağ ortamında bilgi ve veri bankası oluşturulmalı, yanlış bilgilenmeler de önlenmelidir. Kaynaklar

Adanalı, N. (2006), Türkiye’nin Doğal Gaza Bağımlılığının Değerlendirilmesi, İzmir Ticaret Odası, Şubat 2006, http://www.izto.org.tr/NR/rdonlyres/B942DEAC-917E-4200-81F5-2D065174DF75/6008/Gaz3.pdf, (01.09.2006). Baysal, Erdal. (2006), Rusya fiyatta indirim yapacak Mavi Akım israil’e uzatılıyor, Zaman Gazetesi, 04.02.2006, http://www.zaman.com.tr/?bl=ekonomi&trh=20060204&hn=253184, (07.09.2006). BOTAŞ. (2006), Doğal Gaz Taşımacılığı, Tesisleri ve Ticareti, http://www.botas.gov.tr/faliyetler/dg_ttt.asp (01.09.2006). BP. (2006), Statistical Review of World Energy 2006, http://www.bp.com/sectiongenericarticle. do?categoryId= 9009492&contentId=7017959, (01.09.2006). BTC. (2006), Baku-Tbilisi-Ceyhan Copl Project Directorate, http://www.btc.com.tr/eng/project.html, (11.08.2006). Çelik, Kenan ve Cemalettin Kalaycı. (2000), Azeri Petrolünün Dünü ve Bugünü, Avrasya Etütleri, TİKA, Sayı 16, ss.105-128. Ülke Bülteni, Şubat 2006, DEİK. (2006), Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Kırgızistan www.deik.org.tr/bultenler/Kirgizistan-Subat2006.pdf, (01.10.2006). Dış Ticaret Müsteşarlığı. (2006), Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatları, http://www.dtm.gov.tr/ead/ekonomi/ sayi%2011/pdgb.htm, (14.07.2006). Dimitroff, J.Thomas. (2003), The Implications of BTC, Legal Manager BTC Co., International Energy Agency Roundtable on Caspian Oil Gas Scenarios, 14 April 2003, Florence. http://iea.org/textbase/work/2003/ caspian/DIMITROF.PDF (01.09.2006).

168


Avrasya Bölgesindeki Türk Cumhuriyetlerinin Enerji Kaynakları ve İletim Hatlarının Türkiye’ye Katkıları

Dünya Bülteni. (2005), Kazakistan Çin’e Boru Hattı Açıyor, http://www.dunyabulteni.net/haber_detay. php?haber_id=1402, (15.12.2005) EIA. (2005a), Energy Information Administration, Overview of the Annual Energy Outlook 2005, http://www.eia.doe.gov/oiaf/archive/aeo05/conf/handouts.html, (01.09.2006). EIA. (2005b), Energy Information Administration, Caspian Sea Region: Key Oil and Gas Statistics, Eylül 2005. http://www.eia.doe.gov/emeu/cabs/Caspian/images/caspian_balances.xls (01.09.2006). EIA. (2005c), Energy Information Administration, Kazakhstan Country Analysis Brief, Haziran 2005, http://www.eia.doe.gov/emeu/cabs/kazak.html, (05.09.2006) EIA. (2005d), Energy Information Administration, Central Asia, Contry Analysis Brief, Eylül 2005, http://www.eia.doe.gov/emeu/cabs/Centasia/Full.html, (05.09.2006). EIA. (2005e), Energy Information Administration, Turkey County Analysis Brief, Temmuz 2005, http://www. eia.doe.gov/emeu/cabs/turkey.html (05.09.2006). EIA. (2006a), Energy Information Administration, Azerbaijan County Analysis Brief, Ağustos 2006, http://www.eia.doe.gov/emeu/cabs/Azerbaijan/Background.html, (05.09.2006). EIA. (2006b), Energy Information Administration, World Oil Balance, Oil Proved Reserves http://www.eia.doe.gov, (30.09.2006). IEA. (2003), International Energy Agency, Energy to 2050 Scenarios for a Sustaniable Future, OECD/IEA, Paris, 2003. IEA. (2004), International Energy Agency, World Energy Outlook 2004, Highlights, http://www.stat usa.gov/miscfiles.nsf/85e140505600107b852566490063411d/7209e5b34e7c5e5a85256ecf00518dc7/$FILE/ieo2004_ sec02.pdf (08.08.2006). IEA. (2005), International Energy Agency, Key World Energy Statistics, OECD/IEA, Paris, 2005. İGEME. (2006), Kazakistan Sanayi Ürünleri Pazarı, Petrol ve Doğal Gaz, www.igeme.org.tr/tur/yerinde/kazakistan/kazak3.pdf, (25.09.2006). Karakaya, Dilek ve Fatih Koras. (2005), Enerji Bağlamında Türkiye-Rusya İlişkileri, TURKSAM, Türkiye Uluslar arası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi, 07.07.2005, http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=2&yazi=411 Kleveman, Lutz. (2004). Yeni Büyük Oyun: Orta Asya’da Kan ve Petrol, Çev. Hür Güldü, İstanbul. Pala, Cenk. (2003), 21. Yüzyıl Dünya Enerji Dengesinde Petrol ve Doğal Gazın Yeri ve Önemi: Hazar Boru Hatlarının Kesişme Noktasında Türkiye, Avrasya Dosyası, Cilt 9, Sayı 1. Pamir, Necdet. (2006), Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Etkileri, ASAM, Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi, 13.03.2006, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=914&kat1=11&kat2= , (24.09.2006) Sarıahmetoğlu, Nesrin. (2000), Hazar Petrol Boru Hattının Güzergahı ve Güvenliği Meselesine Bir Bakış, Avrasya Etütleri, TİKA, Sayı 17, ss.67-80. Selanik, Cem. (2005), Enerji Koridoru Olarak Türkiye, TMMOB Türkiye 5. Enerji Sempozyumu, 21-23 Aralık 2005, Ankara. Stratejik Araştırmalar Enstitüsü. (2006), Türkiye’nin Global Enerji İstikrarına Katkısı, 12.08.2006,http://www.turksae.com/face/index.php?text_id=98&PHPSESSID=56c4ed368c4f2478318946aa1da40c34 (01.09.2006). TPAO. (2006), Faaliyetler, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Yurtdışı Projeler Grup Başkanlığı, http://www.tpao.gov.tr/rprte2/ydpg.htm, (25.08.2006). TİKA. (2005), Başbakanlık, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Kırgız Cumhuriyeti, Temmuz, 2005, http://www.tika.gov.tr/Dosyalar/K%C4%B1rg%C4%B1zistan.doc, (01.10.2006). Uğur, Fatih. (2006), Kurtlar Vadisi Hazar, Aksiyon Haftalık Haber Dergisi, Sayı 591, 03.04.2006, http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=23790. US Census Breau. (2006), Total Midyear Population for the World: 1950-2050, http://www.census.gov/ipc/www/worldpop.html, (10.09.2006). Ünüvar, Ersegül B. (2004), Yeni Büyük Oyun: Hazar Bölgesinde Rekabet ve Güvenlik Arayışı, Stratejik Öngörü Dergisi, Yıl 1, sayı 1, Mayıs 2004. XOFC. (2006), Central Asia-Oil Pipeline Background, http://www.exorthodoxforchrist.com/resources4.htm, (07.09.2006). Yetkin, Murat. (2006), Enerji Alanında Önemli Gelişmeler, Radikal, 3 Şubat 2006.

169



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 169-180, İZMİR 2006. TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİNE ÜYELİĞİ HALİNDE EGEMENLİK YETKİSİNİN DEVRİ Transferring the Authority of Sovereignty in Turkey’s Membership into European Union Bahadır Bumin ÖZARSLAN* Özet İnsanoğlu, varolduğu tarihten itibaren bağımsızlığına büyük önem vermiş ve bunu, kurmuş olduğu devletlere de yansıtmıştır. Egemenlik kavramı olarak, devletlerin yapısında yer bulan bu duygu, günümüzde de kendini hissettirmektedir. Her ne kadar, egemenlik kavramının içeriğinin değiştiğine ilişkin tartışmalar olsa da yine de egemenlik, özünü korumaktadır. Uluslarüstü karakteri ile küreselleşmenin en iddialı projesi kabul edilen ve refah birliği olarak nitelendirilen AB’ye üyelik, devletlerin egemenlik yetkilerinin bir kısmını devretmeyi de gerektirmektedir. AB’ye üye olmayı hedefleyen Türkiye’nin de Anayasa’sında bazı değişiklikler yapması gerekecektir. Bu bağlamda yasama, yürütme ve yargıya ilişkin egemenlik yetkilerinin bir kısmını AB kurumlarına devretmek zorunda kalacaktır. Bu durum ise, bağımsız ve egemen devlet yapısına uygun düşmemektedir. Aslında verilecek olan karar, basit bir mevzuat değişikliğine ilişkin değildir. Verilecek olan karar, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde mücadele ederek kazandığı bağımsızlık ve egemenliğin devri ile sonuçlanacağını bilmek ve buna göre tercih yapmaktır. Anahtar Kelimeler: Egemenlik, Devlet, Avrupa Birliği, Uluslarüstü, 1982 Anayasası Abstract Humanbeing has given great importance to his independency from the beginning of history and he has reflected this attitude to the states that he had founded. This emotion, which has found a place as a concept of sovereignty in the structure of states, is stil important today. Although there are some disputes regarding that the content of the concept of sovereignty has changed, the concept of sovereignty is still protecting its core. In order to become a member of EU, which can be accepted as the most important project of globalization with its supranational structure, the candidate states have to transfer some of their authorities regarding sovereignty. Turkey, aiming to become a member of EU, will have to change her constitution. At this point, she will have to transfer some of the authorities regarding legislature, executive and judiciary to EU. This fact is not compatible with the structure of an indepent and sovereign state. Basically, the decision to be made is not about a simple change of laws. The decision to be made is to know that Turkey’s membership in EU will result with the transferring of independency and sovereignty which were gained by struggling in the first quarter of the 20th century, and to make a choice according to these facts. Key Words: Sovereignty, State, European Union, Supra-National, The 1982 Constitution

Giriş İnsanlık Tarihi’nin başlangıcından itibaren, en dikkati çeken konulardan biri de bağımsızlıktır. İnsanoğlu, ortaya çıkmasıyla birlikte önce doğa ile mücadele etmeye başlamış ve daha sonra da bu mücadeleyi, hemcinslerine karşı devam ettirmiştir. Bu mücadelelerin başladığı andan itibaren, insanoğlunun yaradılışından gelen bir özelliği hemen öne çıkmıştır ki bu da bağımsız yaşama ve bağımlı olmama isteğidir. Toplum bilincinin ortaya çıkmasıyla bu istek, birlikte yaşayabilmenin gereği olarak, kayıtsız ve sınırsız bir şekilde devam etmemiş olup bazı kalıplara girmiştir. Ancak özünde herhangi bir değişikliğe uğramamıştır.

*

Arş., Gör., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.

171


Bahadır Bumin Özarslan

Bağımsızlık duygusu, devlet dediğimiz organizasyonun şekil almasıyla birlikte kendini burada da hissettirmiştir. Bağımsız toplulukların kurduğu bağımsız devletler, bu özelliklerini devlet idaresine de yansıtmışlardır. İşte egemenlik kavramı da bu noktada ortaya çıkmıştır. Bireylerin kendi bağımsız iradelerini devlet idaresine de yansıtmaları sonucunda devletler, kendi toprakları üzerinde tasarrufta bulunma kudretini kullanmaya başlamışlar ve bağımsızlık duygusunun idari uygulamada izdüşümü olan egemenlik kavramını, vazgeçilmez olarak görmeye başlamışlardır. Dış dünyanın çeşitli şekillerde gerçekleşen müdahalelerine tepki göstermişler ve bu uğurda savaşmaktan çekinmemişlerdir. Nitekim tarih, bunun örnekleriyle doludur. Öte yandan, uluslararası ilişkilerin gelişmesiyle birlikte devletler arası ilişkilerin artması sonucunda egemenlik kavramı, zamanla şekil değiştirmiş ve klasik anlamından zaman içinde farklılaşmaya başlamıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında, uluslararası birlikteliklerin oluşmaya başlaması çok etkili olmuştur. Özellikle 20. yüzyılda, uluslararası örgütlerin sayısının artması ve çeşitlilik kazanması sonucunda devletler, ortak iradeleriyle bu yetkinin kullanımından kısmen vazgeçmeye başlamışlar ve bu yetkiyi, söz konusu örgütlerin bünyesinde kurulan organlara bırakmışlardır. Küreselleşme olgusunun hayatın her alanına yansıması, egemenlik konusunda da etkisini gösterse de devletler, egemenlik yetkisinin özünü devretmekten kaçınmışlar, bu konuda çekingen davranmışlardır. Çalışmamızın konusunu oluşturan Avrupa Birliği (AB) ise, uluslararası bir örgüt veya kuruluş ya da bir devlet değildir. Tam olarak tanımlanamayan AB, “uluslarüstü” karakteri ile dikkat çekmektedir. Uluslarüstü yapısı sebebiyle, bahsedeceğimiz üzere, egemen devletlere ait olan bazı yetkiler, AB’ye devredilmiştir. Bunun sonucu olarak da AB üyesi devletlere ait ve klasik anlamda egemenlik yetkisi kapsamındaki bazı önemli yetkiler, AB’nin kurumları tarafından kullanılmaktadır. Çalışmamızda öncelikle genel anlamda egemenlik kavramına değinilecektir. Daha sonra AB’de ve 1982 Anayasası’nda egemenlik yetkisi incelenerek, AB ve 1982 Anayasası karşılaştırılacaktır. Bu karşılaştırma yapılırken, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği ihtimali de göz önünde bulundurulacaktır. I- Egemenlik Kavramı Kökü itibarıyla “egemen” kelimesinden türeyen ve dilimizde “hâkimiyet” kelimesiyle de karşılanan egemenlik kavramı; “egemen olma durumu, milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlık”1, “buyruğunu yürütme hakkı”2 olarak tanımlanmaktadır. En basit anlamıyla bir kudretin, bir iktidarın en üstün olma vasfı olarak tarif edilebilecek olan egemenlik3, başkalarına emir ve direktifler vererek sözünü geçirmek ve onlara karşı üstünlük kazanmak olarak da tanımlanabilir4. Belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan ve ortak özellikleri olan insan topluluğunun devlet olarak nitelenebilmesi için, bu topluluk üzerinde, tek ve üstün bir siyasi otorite gereklidir. Üstün ve sınırsız olan bu güç, egemenliktir ve emir, kumanda ve müeyyide uygulama yetkisi şeklinde kendini gösterir5. Soyut ve ideolojik bir kavram olan egemenlik, devletin “varlık” koşuludur. Devletin, sınırsız ve koşulsuz bağımsızlığa sahip olması ve ülke içinde kendine rakip başka bir gücün bulunmaması6 anlamına gelen egemenlik, devlet içindeki en üstün buyurma kudretidir7. Egemenlik, devletin kendi yetkilerini ve temel hukuk kurallarını serbest iradesiyle belirleyebilmesi demektir ve iki cephesi vardır. İlki iç cephesidir ki devletin ülke sınırları içinde, bütün 1

Türkçe Sözlük 1, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1988, C. 1, s. 434 2 Renkli, Ansiklopedik Büyük Sözlük, Arkın, C. 4, s. 658 3 M. Aydoğan Özman, “Devletlerin Egemenliği ve Milletlerarası Teşekküller”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XXI, 1964, S. 1-4, s. 56 4 Mehmet Merdan Hekimoğlu, “Avrupa Topluluğu Hukuku ve 1982 Anayasası’na Göre Egemenlik”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 51, Mart-Nisan 2004, s. 29 5 Bahtiyar Akyılmaz, “Milli Egemenlik Kavramının Gelişimi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. İhsan Tarakçıoğlu’na Armağan, C. II, Haziran-Aralık 1998, S. 1-2, s. 213 6 A. Şeref Gözübüyük, Anayasa Hukuku, Turhan, Ankara 2004, s. 15-16 7 Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin, Ankara 2005, s. 83.

172


Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyeliği Halinde Egemenlik Yetkisinin Devri

diğer sosyal ve siyasal gruplara karşı üstünlüğünü ifade eder8. Devletin iradesi, ülkedeki bütün fert ve toplulukların iradelerinden üstündür ve bu irade ile rekabet edebilecek başka bir iktidar söz konusu olamaz9. Egemenliğin ilk ve asıl anlamı olan iç egemenlik; en üstün olma, sınırsız ve mutlak olma, bölünmez ve devredilmez olma gibi niteliklere sahiptir10. Üstün bir iktidar ve yetki olan iç egemenlik, başka bir iktidardan çıkmamıştır ve başka bir iktidar tarafından da kurulmamıştır. Asli bir iktidar ve yetki olan iç egemenlikte devlet, bu yetkilerini başka bir egemenden almamıştır11. Egemenliğin bölünmezliği, egemenliğin bir bütün olarak bütün topluma ait olmasıdır ve günümüzde bunun bir gereği olarak egemenlik, sahibi adına, belli bir dönem için seçilen temsilciler eliyle kullanılır. Bu durum, egemenliğin devredilmezliğiyle çelişmez zira temsilde, vazgeçme yoktur. Sadece, belli bir süreyle sınırlı olmak koşuluyla, sahibinden alınan yetkiyle ve sahibi adına bir kullanım söz konusudur. Sürenin bitmesiyle kullanım yetkisi, yine belli bir süre için, seçimle belirlenmiş yeni temsilcilere verilir12. Kamu otoritesinin devlet içindeki örgütlenme biçiminin ve etkin işlerliğinin sağlanmasının da dâhil olduğu iç egemenlik kavramı13, meşru güç kullanma tekelini de bünyesinde barındırır. Bu tekel, meşru olmalıdır yani hiç kimse, güç kullanma yetkisinin kaynağını sorgulama ihtiyacı hissetmemelidir. Bu yetkinin sorgulanabilirliği, yetkinin zamanında, yerinde ve ölçülü kullanılmasıyla sınırlıdır14. Egemenliğin ikinci cephesi ise dış cephesidir. Devletin, hiçbir başka devlete bağımlı olmaması ve diğer devletlerle hukuken eşit olması anlamını taşır15. Dış egemenlik, devletler arasında eşitliği sağlaması ve devletlerin, birbirlerinin işlerine karışmasının önüne geçmesi sebebiyle olumsuz bir karaktere sahiptir. Yani dış egemenlik, karışmama zorunluluğunu barındırır16. Uluslararası hukuka göre egemenlik ise, devletin hukuki açıdan hiçbir dış veya üstün iktidara tâbi olmadan ve sadece uluslararası hukuk kuralları ya da kendisinin kabul ettiği bağlantılarıyla sınırlanmış, serbestçe karar verme yetkisidir. Ülkesi üzerindeki egemenlik yetkisini münhasıran kullanan devlet, bu yetkiyi kullanırken uluslararası hukukun öngördüğü yükümlülükler dışında hiçbir otoriteye bağlı değildir. Diğer bir deyişle, hiçbir organik gücün bağımlılığı altında değildir17. Bütün devletlerin egemen olmasının doğal sonucu, egemen devletlerin eşitliğidir. Bu eşitlik, uluslararası hukuk açısından, her devletin aynı hukuki statüye sahip olması anlamına gelmektedir. Yani bütün devletler, uluslararası hukukta, aynı haklardan yararlanır ve aynı genel yükümlülükler altına girerler18. Nitekim Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması’nın 2. maddesinin 1. fıkrasında da bu ilke kendine yer bulmuştur. Maddeye19 göre BM teşkilatı, bütün üyelerinin egemen eşitliği prensibi üzerine kurulmuştur. Yukarıdaki klasik egemenlik tanımlamaları, günümüzde yoğun eleştirilere hedef olmuştur. Buna rağmen devletler, egemenliklerine kıskançlıkla sarılmaya devam etmektedirler20. Anayasalarında egemenliğe açıkça yer vermeyen devletler bile, özellikle dış ilişkilerinde ortaya çıkan uyuşmazlıklarda, bu haklarından taviz vermeye yanaşmamaktadırlar. Bunun gerçek sebebi, egemenliğin hâlâ devletin, 8

Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta, İstanbul 2005, s. 119; Mustafa Koçak, Batı’da ve Türkiye’de Egemenlik Anlayışının Değişimi, Devlet ve Egemenlik (Eski Kavramlar-Yeni Anlamlar), Seçkin, Ankara 2006, s. 123 9 Özman, age., s. 59 10 Samir Salha, “Yeni Dünya Düzeninde Egemenlik Kavramı ve Milletlerarası Teşkilatlar (I)”, Yargıtay Dergisi, C. 19, Ekim 1993, S. 4, s. 460 11 Koçak, age., s. 125 12 Yusuf Şevki Hakyemez, Mutlak Monarşilerden Günümüze Egemenlik Kavramı, Doğuşu, Gelişimi, Kavramsal Çerçevesi ve Dönüşümü, Seçkin, Ankara 2004, s. 81, 85 13 Koçak, age., s. 122 14 Hakyemez, age. s. 87 15 Teziç, age., s. 119-120; Salha, age., s. 460; Özman, age., s. 59 16 Salha, age., s. 461; Özman, age., s. 59 17 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 2. Kitap, Turhan, Ankara 2005, s. 20 18 Pazarcı, age., s. 22; Gürsel Özkan, “Avrupa Birliği Hukuku ve Milli Egemenliğin Devri”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 10, 2002, S. 1-2, s. 66 19 Madde metni için bk. Aslan Gündüz, Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler, Örnek Kararlar, Beta, İstanbul 2003, s. 87 20 Teziç, age., s. 121.

173


Bahadır Bumin Özarslan

“temel ve ayırt edici” bir ölçütü olduğu inancının devam etmesidir21. Egemenlik, devletin kişiliği ile ilgili, onun dışında ve ondan bağımsız düşünülemeyen bir güç olarak kabul edilmektedir22. Egemenlik kavramı, küreselleşme olgusunun her şekilde kendini göstermesiyle birlikte bugün artık daha yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Buna rağmen egemenlik, hâlâ hassas ve sihirli bir kavramdır. Yapısının ve çerçevesinin değiştiği ve/veya değişmesi gerektiği tartışılsa da özü itibarıyla kolayca vazgeçilecek veya terk edilebilecek gibi gözükmemektedir. Bu durum devletler için bir alışkanlıktan öte, yerleşmiş bir karakteristiktir. II- Avrupa Birliği’nde Egemenlik Yetkisi Uluslarüstü yapının en tipik ve en yerleşmiş örneği olan AB, ortaya çıktığı andan itibaren ve geçirdiği bütün aşamalarda kendine has, yeni bir hukuk düzeni yaratmıştır. Bu hukuk düzeni, üye devletlerin egemenlik yetkilerinin bir bölümünün ilgili organlara devredilmesi ve egemenlik yetkisinin kullanılmasından vazgeçilmesi yoluyla ortaya çıkmıştır23. Uluslarüstü bir yapı olan AB’nin kurumsal yapısının işlevselliğinin ve bütünlüğünün sağlanabilmesi için; yasama, yürütme ve yargıya ilişkin belirli konularda devir zorunludur24. Üye devletler, kıskançlıkla korudukları bu konulardaki egemenlik yetkilerinin bir kısmından, Topluluk (AB) kurumları lehine feragat etmişlerdir25. İç egemenliğin belirdiği bu alanlarda, ulus devletin egemenliğinde bir daralma meydana gelir26. Başka bir deyişle üye devletler, geleneksel bir devletin ayırıcı özelliklerinden olan bazı yetkilerini devretmişlerdir27. Avrupa Birliği’ni kuran temel antlaşmalar, yalnızca bir uluslararası sözleşmeler kümesi ya da üye ülke ulusal hukuklarının eklentisi değildir. Bu hukuk sistemi kendi kendine yeterli olmakla birlikte, tamamen ulusal hukuk düzenlerinin dışında yer almaz. Zira her iki sistem de hem üye ülke vatandaşlarına, hem de Birlik vatandaşlarına uygulanmaktadır. Bu sebeple, her iki hukuk düzeni birbiriyle bağımlı olup iç içe geçmiştir28. Yani, iki hukuk düzeni, birbirinin içine sızmış olup, aralarında değişik türden ilişkiler oluşmuştur29. Birliği kuran sözleşmelerin ve devredilen yetkilerle AB organlarının yürürlüğe koyduğu kuralların etkin olması, onların ulusal hukuk düzenlerine aşılanmış olmalarına bağlıdır. Dolayısıyla her iki sistem arasında karşılıklı uyum ve işbirliği söz konusudur30. Kurucu antlaşmalar yoluyla oluşan hukuk sistemi, üye devletlerin ulusal hukuklarının bütünleyici bir parçası olsa da kendine özgü bir hukuk sistemidir. Bu sistemin iki temel özelliği, Avrupa Topluluğu Adalet Divanı’nın (ATAD)31 içtihatlarıyla ortaya çıkmıştır. Bunlar; “doğrudan doğruya uygulanabilirlik” ve “ulusal hukuka üstünlük” ilkeleridir32.

21

Hayati Hazır, “Avrupa Topluluğu Hukuku ile Türk Hukuk Sisteminin Bütünleşmesinde Egemenliğin Devri Sorunu”, Prof. Dr. Halil Cin’e Armağan, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Konya 1995, s. 10 22 Koçak, age., s. 72 23 Bumin Anal-M. Bülent Tokuçoğlu, “Avrupa Topluluğu Hukuku ve 1982 Anayasası’nda Egemenlik”, İzmir Barosu Dergisi, S. 2, Nisan 1989, s. 53 24 Hekimoğlu, age., s. 31 25 İzzettin Doğan, Türk Anayasa Düzeninin Avrupa Toplulukları Hukuk Düzeniyle Bütünleşmesi Sorunu, İstanbul Hukuk Fakültesi Yayını, Fakülteler, İstanbul 1979, s. 183 26 Numan Dalyancı, “Avrupa Birliğinin Türkiye’nin Egemenliğine Olan Etkileri ve Bu Konuda Anayasada Yapılması Gereken Değişiklikler”, Kara Harp Okulu Bilim Dergisi, C. 14, 2004, S. 2, s. 4 27 Tuğrul Ansay, “Avrupa Ekonomik Topluluğu’na Tam Üyeliğimiz ile İlgili Bazı Hukuki Sorunlar”, Prof. Dr. Yaşar Karayalçın’a 65.Yaş Armağanı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 19 28 Selim Kaneti, “Avrupa Topluluğu Hukukunun Üstünlüğü Karşısında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası”, Anayasa Yargısı 7, Ankara 1990, s. 131 29 Ayşe Füsun Arsava, Avrupa Toplulukları Hukuku ve Bu Hukukun Ulusal Alanda Uygulanmasından Doğan Sorunlar, AÜSBF, Ankara 1985, s. 55 30 Selim Kaneti, “Avrupa Topluluğu Hukukunun Üstünlüğü”, İktisat ve Maliye, S. 5, Mayıs 1989, s. 202-203 31 AB’nin temel yargı organı olan ATAD hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Gülören Tekinalp-Ünal Tekinalp, Avrupa Birliği Hukuku, Beta, İstanbul 2000, s. 230-269; Enver Bozkurt-Mehmet Özcan-Arif Köktaş, Avrupa Birliği Hukuku, Asil, Ankara 2004, s. 109-130; Ercüment Tezcan, Avrupa Birliği Kurumlar Hukuku, Beta, İstanbul 2001, s. 96-118; İrfan Kaya Ülger, Avrupa Birliği’nin ABC’si, Sinemis, Ankara 2005, s. 67-69 32 Hazır, age., s. 12-13

174


Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyeliği Halinde Egemenlik Yetkisinin Devri

AB Hukuku’nun doğrudan doğruya uygulanabilir olmasına ilişkin olarak ATAD, 05.02.1963 tarihli “Van Gend en Loos” kararıyla33; Topluluk (AB) Hukuku’nun üye ülke vatandaşlarına doğrudan doğruya etkili sonuçlar doğurduğunu ve ilgili kişinin, bu sonuçları ulusal yargı yerlerinde ileri sürebileceğini belirtmiştir34. ATAD’a göre Topluluk (AB), üye devletlerin, sınırlı da olsa egemenlik yetkilerini devrettiği yeni bir hukuk düzeni oluşturmuştur ve bunun doğal sonucu da Topluluk (AB) Hukuku, iç hukukun üstünde yer alır35. Yine ATAD; 03.06.1964 tarihli “ Costa c. ENEL” kararıyla36, kurucu sözleşmelerin yürürlüğe girmesi ile birlikte Topluluk (AB) Hukuku’nun, üye ülkelerin hukuki düzenlerine aşılanmış ve üye devlet yargı yerleri için bağlayıcılık kazanmış olduğunu vurgulamıştır37. Aynı kararda Topluluk (AB) Hukuku’nun, ulusal hukuka üstün olduğunu da belirten ATAD; Birlik Hukuku’nun uygulanabilme gücünün, bir üye devletten diğerine değişmeyeceğini ve Topluluk (AB) Hukuku kurallarına karşı, bir iç hukuk kuralının ileri sürülmesinin kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir38. Karara göre Topluluk (AB) Hukuku kuralları, iç hukuk kurallarının niteliği ve sırası ne olursa olsun, anayasa da dâhil olmak üzere, önceki veya sonraki tasarrufların üstünde yer alır. Üye devletlerin sonraki tasarrufları ile kurucu antlaşmadan doğan yükümlülüklerin uygulanmasını tehlikeye atmaları, yükümlülüklerin üstlenilmesini de tehlikeye atmak anlamına gelmektedir. Oysa üye devletler, Topluluk (AB) Hukuku ile bağdaşmayan tek taraflı bir tasarrufta bulunamayacak derecede, egemenlik haklarını sınırlamışlardır39. Yapılacak tek taraflı değişiklikler, Topluluk (AB) Hukuku alanında keyfiliğe yol açar. Oysa kurucu antlaşmaların lafzı ve ruhu, oluşmuş olan bu hukuk düzenini, üye devletlerin tek taraflı önlemlerle değiştirmesini engelleyici bir niteliktedir40. Ayrıca ATAD, 06.03.1979 tarihli Simmenthal v. Avrupa Toplulukları (AB) Komisyonu kararında41, ulusal hukuka üstünlük durumunun, yalnızca önceki yasalar için değil, sonraki yasalar için de geçerli olduğuna karar vermiştir42. AB Hukuku’nun üstünlüğü ile uluslarüstü karakteri arasında yakın bir ilişki vardır. Her iki kavram, hukuki entegrasyonun temel unsurlarıdır. Doğrudan doğruya uygulanabilirlik özelliği de dikkate alındığında, bu kavramların, siyasi bütünleşmenin hukuki alt yapısı için kabul edildiği anlaşılmaktadır. Üstünlük, her iki hukuk düzeni arasında bir çatışma olması durumunda devreye girerken, doğrudan doğruya uygulanabilirlik için böyle bir çatışmaya gerek yoktur. Kendine özgü bu hukuki yapı, yalnızca üye devletleri değil, aynı zamanda üye ülke uyruklarını da bağlar43. İktisadi bir birliktelikten, siyasi bir birlikteliğe doğru yol alan AB’de, bu entegrasyonu sağlayabilecek olması sebebiyle AB Hukuku, hiyerarşik olarak üye devlet hukuklarının kayıtsız-şartsız üstündedir ve uygulama önceliğine sahiptir. Bu sebeple, AB’nin uluslarüstü kurumlarının çeşitli konulardaki bağlayıcı faaliyetleri, üye devletleri birer alt birim haline dönüştürmüş ve geniş bir egemenlik sahasının, uluslarüstü üst oluşuma devrini sağlamıştır44. AB’ye üye olmak, ulusal egemenlik yetkisinden AB lehine vazgeçme şartına bağlıdır ve bu vazgeçme, üyelik devam ettikçe geçerlidir. Bu vazgeçme, 33 Karar hakkında ayrıntılı bilgi için bk. AB Resmi İnternet Sayfası, http://eurlex.europa.eu/Result.do?typedate=GRP_DATE&startaaaa=1963&startmm=02&startjj=05&endaaaa=&endmm=&endjj= &RechType=RECH_date&idRoot=10&refinecode=JUR*T1%3DV110%3BT2%3D%3BT3%3DV2&Submit=Search, (08.07.2006) 34 Kaneti, 1990, age., s. 132; Kemal Başlar, “Avrupa Birliği’ne Katılım Sürecinde Türk Anayasası’nın Uyumlaştırılması Sorunu”, http://www.anayasa.gen.tr/baslar-AB-anayasa.pdf , s. 2, (08.07.2006) 35 Doğan, age., s. 178 36 Karar hakkında ayrıntılı bilgi için bk. AB Resmi İnternet Sayfası, http://eurlex.europa.eu/Result.do?typedate=GRPDATE& startaaaa=1964&startmm=06&startjj=03&endaaaa=&endmm=&endjj=&RechType=RECH_date&idRoot=4&refinecode=JUR *T1%3DV110%3BT2%3D%3BT3%3DV2&Submit=Search, (08.07.2006) 37 Kaneti, 1989, age., s. 204 38 Kaneti, 1990, age., s. 135 39 Doğan, age., s. 181 40 Arsava, age., s. 131 41 Karar hakkında ayrıntılı bilgi için bk. AB Resmi İnternet Sayfası, http://eurlex.europa.eu/Notice.do?val=74706:cs&lang=en&list=74730:cs,74710:cs,74706:cs,74757:cs,74743:cs,74734:cs,74738: cs,74715:cs,74724:cs,74722:cs,&pos=3&page=26&nbl=279&pgs=10&hwords=, (08.07.2006) 42 Başlar, age., s. 2 43 Özkan, age., s. 70-71 44 Hekimoğlu, age., s. 33-34

175


Bahadır Bumin Özarslan

kamu hukukunu ilgilendirdiği için, anayasanın böyle bir vazgeçmeye izin vermesi gerekir45. Bu bağlamda, AB’ye üye olmak isteyen aday ülkeler, tam üyelik sürecinde, öncelikle anayasalarını değiştirmek durumundadırlar zira üyelik için gereken ekonomik ve siyasi ölçütlerin karşılanabilmesi ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılabilmesi için, ilgili ülkenin anayasasının, engelleyici hükümler barındırmaması gerekmektedir46. III- 1982 Anayasası’na Göre Egemenlik Yetkisi A- Genel Olarak 1982 Anayasası’nın 6. maddesi, egemenliği düzenlemektedir. Buna göre; “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” denilmek suretiyle hiçbir organın, kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisini kullanamayacağı ve kayıtsız ve koşulsuz, mutlak ve istisnasız biçimde Türk Milleti’ne ait olan egemenliğin, ancak Anayasa’nın gösterdiği organlar yoluyla ve Anayasa’nın çizdiği çerçevedeki esaslar uyarınca kullanılabileceği belirtilmiştir47. Maddenin ilk fıkrasında iki unsur yer almaktadır. İlki, egemenliğin aidiyetidir. İkincisi ise egemenliğin sınırsızlığı ve egemenliğin, herhangi bir koşula veya sınırlamaya tâbi olmadan yalnızca Türk Milleti’ne ait olmasıdır48. Maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında ise egemenliğin, yetkili organlar olan yasama, yürütme ve yargı güçleri dışında kullanılması ve bu yetkilerin devri, açıkça yasaklanmıştır49. Maddedeki “kayıtsız şartsız” olma durumu, egemenliğin kaynağı ile ilgilidir. Egemenliğin ait olduğu veya türediği kaynak açısından, herhangi bir kayıt ve şart yoktur. Mutlak bir aidiyetin söz konusu olduğu bu duruma göre, bu hak ve yetkinin tek sahibi millettir50. Bu egemenlik anlayışında, egemenliğin sahibi olan milleti, yalnızca hayatta olanlar değil; aynı zamanda, geçmişte bu devlet çatısı altında yaşamış ve gelecekte de aynı çatı altında yaşayacak olanlar oluşturur51. Egemenliğin gerçek sahibi olan ve bunun için hiçbir vasıtaya gerek duymayan millet, sadece egemenliğin kullanılmasını, bazı kişi ve kurumlara devretmiştir. Anayasa’da belirlenmiş esaslar dâhilinde gerçekleşen devir, devralan tarafından kullanılmazsa veya yanlış kullanılırsa, asıl sahibinin, her zaman geri alma hakkı vardır52. Burada dikkat çeken diğer bir husus, egemenliğin kullanılmasına ilişkindir. Egemenliği kullanacak olan organların “keyfi” davranmasına izin verilmemiş ve bu kullanımın, “anayasal esaslara” göre gerçekleşeceği ifade edilmiştir53. 1982 Anayasası’nın 6. maddesi, ulus devlet modelinin doğal bir yansıması olarak, egemenliği kullanacak organların tespitinde kıskanç davranarak, bu yetkiyi sadece ulusal organlara vermiştir. Ancak, farklı devlet işlevlerini yerine getiren bu organlar, ulus devlet yapısının yekpare yapısı içerisinde görevlerini yerine getirirler. Bölüşülemez nitelikteki bu yetki sadece, kendi içinde bütüncül, merkeziyetçi ve hiyerarşik bir yapı arz eden ulusal devlet tarafından kullanılabilecektir. Ulusal veya uluslarüstü herhangi bir organa, bu yetkinin devri açıkça yasaklanmıştır54. 1982 Anayasası’na göre egemenliğin tek 45

Dalyancı, age., s. 7-8 Başlar, age., s. 3 47 Sait Güran, “Egemenlik Ulus’undur, Üstünlük Anayasa’dadır”, Prof. Dr. Kemal Oğuzman’ın Anısına Armağan, İstanbul 2000, s. 367 48 Ramazan Sodan, “ Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na Tam Üyeliği Halinde; Avrupa Toplulukları Hukuku ile Anayasa Hukuku’muzun Uyumu Sorunu”, Türk İdare Dergisi, S. 381, Aralık 1988, s. 180 49 Anal-Tokuçoğlu, age., s. 54 50 Bülent Tanör-Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, Yapı Kredi, İstanbul 2001, s. 109; Koçak, age., s. 236 51 Hakyemez, age., s. 152 52 Dalyancı, age., s. 5 53 Hakyemez, age., s. 155 54 Hekimoğlu, age., s. 34 46

176


Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyeliği Halinde Egemenlik Yetkisinin Devri

sahibi olan millet, bu hak ve yetkiyi kendi seçtiği temsilcileriyle kullanacaktır. Bu bağlamda temsilciler, tek tek bireylerin değil, bütün milletin temsilcisidirler55. Görüldüğü üzere 1982 Anayasası’nın 6. maddesi, egemenliğe ilişkin oldukça katı bir yapıya sahiptir. Egemenliğin klasik anlamdaki tanımına uygun olan bu madde ile egemenliğin kaynağı, kullanımı ve bu kullanımın çerçevesi oldukça sıkı bir şekilde düzenlenmiştir. Egemenliğin devredilebileceğine ilişkin hiçbir dolaylı ifade bile söz konusu değildir. Dolayısıyla, Türkiye’nin AB’ye tam üye olması halinde, 6. madde yürürlükte kaldığı veya değiştirilmediği ya da bu duruma ilişkin herhangi bir ekleme yapılmadığı takdirde, üyelik Anayasa’ya aykırı olacaktır. Devletin, tüzel kişiliğinin iradesini açıklayan, belli görevleri yerine getiren değişik organları vardır. Devlet organlarının farklılığı, bu organların fonksiyonlarının da farklılığını ortaya çıkarır. Bu bağlamda devletin, egemenliğine dayalı hukuki faaliyetleri, üç başlık altında toplanır: Yasama, yürütme ve yargı56. Egemenlik yetkisinin kullanılması, 1982 Anayasası’na göre aşağıdaki gibidir. B- Yasama Yetkisi Açısından Yasama deyince genel olarak anlaşılan, nesnel ve emredici hukuk kuralları koyma işlevidir57. 1982 Anayasası’nın 7. maddesinde, “ Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez.” denilmek suretiyle, egemenliğin yetkili ulusal organ olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) ait olduğu ve başka bir organa devredilmesinin yasak olduğu belirtilmiştir58. Bu maddede, yasama yetkisinin Türk Milleti’ne ait olduğu vurgulanmış ve bunun, Türk Milleti adına “vekâleten” TBMM tarafından kullanıldığı ifade edilmiştir. 1982 Anayasası’nın 6. maddesiyle, egemenliği kullanan organların, birbirine yetki tecavüzü önlenmek istenmiştir. Bu kural, “yasama yetkisinin devredilmezliğini” de kapsar. 7. madde Anayasa metninde yer almamış olsaydı bile, 6. maddeye göre yine yasama yetkisinin devri söz konusu olmazdı59. Yasamanın düzenleme alanına giren işlemlerin en önemlisi, kanunlardır. Yani, devredilemeyen yasama yetkisi, kanun yapma yetkisidir. Doğal olarak, şeklen kanunla yapılması zorunlu bir düzenleme, başka bir organ ya da kuruma bırakılamaz60. AB’ye tam üyelik halinde; Topluluğa (AB’ye) entegre edilen alanlarda yasama yetkisinden vazgeçmek, koordine edilen alanlarda ise yasama yetkisini Topluluk (AB) Hukuku’nun gereklerine göre kullanmak gerekmektedir61. Entegrasyonun gerçekleştiği alanlarda Topluluk (AB) normları, üye devletler tarafından yürürlüğe konma ihtiyacı göstermeden etkilerini gösterir. Topluluğa (Birliğe) ait bu alanlarda ulusal hukuk düzeni, yerini Topluluk (AB) Hukuku’na bırakır. Koordinasyonun gerçekleştiği alanlarda ise problemlerin çözümü, üye devletlerin yetki sahasına girer ancak üye devletler, Topluluk (AB) normlarına ulusal alanda geçerlilik sağlamakla, uyumlu hale getirmekle yükümlüdürler62. Bu sebeple iki hukuk arasında, mevcut duruma göre uzlaşmaz bir çelişki vardır63. C- Yürütme Yetkisi Açısından Yürütme işlevi, kural olarak devletin, yasama ve yargı dışında kalan işlevleridir. Esas itibarıyla, yasama işlevinde olduğu gibi kurallar koymaya yönelik bir faaliyet olmayıp, hukukun uygulanmasını sağlar. Ancak bazen yürütme, tüzük ve yönetmelik çıkarma yoluyla hukuk kuralları da koyar64. 55

Tanör-Yüzbaşıoğlu, age., s. 110-111 Teziç, age., s. 352 57 Gözübüyük, age., s. 187 58 Hekimoğlu, age., s. 35 59 Tanör-Yüzbaşıoğlu, age., s. 265 60 Tanör-Yüzbaşıoğlu, age., s. 266; Bu madde ile getirilen yasaklama, kanun adını taşımayan ama kanunla eş değerde ya da kanun gücünde olan hukuki işlemleri de kapsamaktadır. Bk. Özbudun, age. s. 193 61 Arsava, age., s. 439 62 Arsava, age., s. 203-204 63 Anal-Tokuçoğlu, age., s. 54 64 Gözübüyük, age., s. 234. 56

177


Bahadır Bumin Özarslan

1982 Anayasası’nın 8. maddesi, yürütmeyi düzenlemektedir. Bu maddeye göre, “ Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa’ya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” Yürütmeden “görev ve yetki” olarak bahseden, ikili bir yürütme biçimini benimseyen65 8. madde, bu yetkinin kullanımının sadece ulusal organlar tarafından yerine getirileceğini açıkça düzenlemiş olup, başka herhangi bir yoruma imkân tanımamıştır66. AB’ye tam üyelik halinde, 8. maddede düzenlenen yürütme organları, bu yetkilerinin bir kısmını kullanamayacaklardır. Zira AB Konseyi67 ve AB Konseyi’nin yetkilendirdiği ölçüde ve uygulamada çoğunlukla AB Komisyonu68, yürütme yetkisine sahiptir. Dolayısıyla ulusal organların, söz konusu yetkileri bu kurumlara devrederek, kendilerinin bunları kullanmaktan vazgeçmeleri gerekecektir. Özellikle; çevre, tarım politikası, işyeri sağlık ve güvenliği, rekabet ve ticaret politikası gibi üye devletlerin tasarrufunda olan bir çok konuya ilişkin yürütme yetkileri, AB Komisyonu eliyle yerine getirilmektedir. Bu sebeple iç hukukta, bu yetki devrine ilişkin bir karşılığın bulunması gerekmektedir69. Anlaşılacağı üzere Topluluğun (AB) yetkileri, ulusal yürütme organlarının klasik yetkilerinin yerini almaktadır ve 8. madde bu haliyle, bu çelişkiyi gidermeye yetmemektedir70. D- Yargı Yetkisi Açısından Hukuk devleti ilkesinin temeli olan yargılama yetkisi de yasama ve yürütme gibi bir devlet işlevidir. Bağımsız mahkemeler tarafından, egemenliğin asli sahibi Türk Milleti adına yerine getirilir71. 1982 Anayasası’nın 9. maddesinde, “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” denilerek yargı yetkisinin ulusal bağımsız mahkemelerin tekelinde olduğu, yani yasama ve yürütme yetkisinde olduğu gibi yine ulusal bir organın yetkili kılındığı belirtilmiştir72. Bu yetkinin kullanımında, mahkemelerin bağımsızlığı önem kazanmaktadır. Yasama ve yürütmeden bir farkı ve aslında daha da baskın özelliği, bağımsızlığına vurgu yapılmasıdır. Mahkemelerin bağımsızlığı, bağımsız hâkim ve savcılar eliyle sağlanır. Dolayısıyla bu maddeden de açıkça görüldüğü üzere, egemenliğin yargı alanındaki kullanımı da başka hiçbir organa devredilemez. Lüksemburg’da bulunan ve her üye devletin uyruğundan hâkimlerin bulunduğu ATAD, AB’nin yargı organıdır ve oldukça önemli işlevleri vardır. Avrupa Topluluğu Kurucu Antlaşması’nın (ATA)73 234. maddesi uyarınca bu antlaşmanın yorumunda, AB kurumlarının işlemlerinin geçerliliği ve yorumu konusunda karar vermeye yetkilidir. Ayrıca ATAD, ATA’nın ilgili maddeleri uyarınca AB kurumlarının hukuki etki doğuran tasarruflarının hukuka uygunluğunu denetler. Antlaşma’nın veya onun uygulanmasına ilişkin hukuk kurallarının ihlâl edilip edilmediğine ve önüne gelen dava konusu işlemin iptaline karar vermeye, verdiği kararların yerine getirilmemesi halinde gerekli önlemleri almaya yetkilidir. Kararları kesindir ve temyiz edilemez. “AB Hukuku’nun hamisi”74 konumundaki ATAD’ın aldığı kararların bağlayıcılığı göz önüne alındığında75, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği halinde ATAD’ın 65

Gözübüyük, age., s. 235 Hekimoğlu, age., s. 37 67 AB’nin yasama ve yürütme organı olan ve her üye devletin bakan düzeyinde temsilcisinin bulunduğu AB Konseyi hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Tekinalp-Tekinalp, age., s. 207-220; Bozkurt-Özcan-Köktaş, age., s. 85-100; Tezcan,age., s. 57-76; Ülger, age., s. 57-60 68 AB Konseyi tarafından yürütmeye ilişkin yetkilerin hemen hemen tamamının devredildiği, uygulamada AB’nin yürütme organı olarak çalışan, AB ile ilgili kaynakların birçoğunda “yürütme organı” olarak nitelendirilen ve üye ülkelerin bağımsız temsilcilerinden oluşan AB Komisyonu hakkında geniş bilgi için bk. Tekinalp-Tekinalp, age., s. 221-229; Bozkurt-ÖzcanKöktaş, age., s. 100-109; Tezcan, age., s. 76-96; Ülger, age., s. 60-64; Bahadır Bumin Özarslan, “Avrupa Birliği Komisyonu”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, C. V, S. 2, s. 229-246 69 Hekimoğlu, age., s. 37 70 Anal-Tokuçoğlu, age., s. 55 71 Gözübüyük, age., s. 275 72 Hekimoğlu, age., s. 38 73 Antlaşma metni için bk. Kamuran Reçber, Avrupa Birliği Mevzuatı, Ezgi, Bursa 2003, s. 45-215 74 Hekimoğlu, age., s. 39 75 Egemenlik yetkilerinin devri konusunda ATAD’ın, AB Konseyi ve AB Komisyonu’ndan ayrı bir özelliği vardır. Bir üye devlete ait yasama ve yürütme yetkileri, Topluluk (AB) kurumlarının izin verdiği ölçüde, üye devletler tarafından icra edilebilirken; ATAD’a tanınan münhasır yargı yetkisi, üye devlet mahkemelerince kullanılamaz. Üye devlet yasama ve 66

178


Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyeliği Halinde Egemenlik Yetkisinin Devri

kararlarına uymak zorunda olduğu açıktır. Bu durumun, 1982 Anayasası’nın bugünkü haliyle bağdaşması mümkün değildir. Zira 1982 Anayasası’nın 138. maddesi, Mahkemelerin bağımsızlığını düzenlemektedir. Bu maddeye göre hâkimler bağımsızdır ve hiçbir organ, makam, merci veya kişi; mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. ATA’nın 234. maddesi uyarınca; üye devlet mahkemelerinin AB Hukuku’na ilişkin herhangi bir tasarrufun yorumunda tereddüde düşmesi halinde veya o mahkemenin kararlarına karşı kanun yolunun kapalı olması durumunda ilgili ulusal mahkeme, sorunu ATAD’a ön karar usulü76 yoluyla göndermek ve ATAD’ın vereceği karara uymak zorundadır. Bu durumda 1982 Anayasası’nın yargı yetkisi ile ilgili 9. ve 138. maddelerinin varlığı, ATAD’ın sahip olduğu yargı yetkisi ile uyumlu değildir ve Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği halinde, ATAD’ın aldığı kararlara uyulmasına engel teşkil eder. Sonuç Çalışmamızda da belirttiğimiz üzere egemenlik kavramı, her ne kadar çağımızda klasik anlamını yitirdiği iddialarına muhatap olsa da devletler için hâlâ vazgeçilmezliğini korumaktadır. Uluslararası ilişkilerin gelişmesi ve uluslararası politikanın çok hızlı değişime uğraması da bu gerçeği değiştirmemektedir. Egemenlik kavramı, devletler için çok önemli bir elbise, bir anlamda zırhtır. Egemenliği basit bir aksesuara benzetmek, reel-politik ile bağdaşmamaktadır. Devletler arası ve devletler üstü kuruluşların arttığı günümüzde, diğer yandan ulusal egemenlik kavramı da yaygınlaşıp, sağlamlaşmakta ve olgunlaşmaktadır. Ulusal egemenlik kavramına karşı geliştirilen diğer benzeri kavramların, en az onun kadar yaygın, sağlam ve olgun olması gerekir ki aynı durum, bu kavramların meşruluğu açısından da geçerlidir77. AB üyeliği ile birlikte, egemenlik yetkisinde meydana gelen daralma, her üye devlet için aynı oranda geçerli değildir. Üye devletler, kendi güçleri oranında, ulusal egemenliklerini korumaktadırlar. Bütün üye devletler, kâğıt üstünde eşit olsa da söz gelimi Almanya ile Belçika, Fransa ile İrlanda, AB içinde aynı etkinliğe sahip değildir. Bu durumun, Türkiye açısından nasıl sonuçlara yol açacağı, tartışılmaya şiddetle muhtaçtır78. Hukuki durum ile fiili durum arasındaki fark, AB’nin yapısındaki meşruluğu sarsmakta, zihinlerde soru işaretlerine yol açmaktadır. Bunun dışında, meşruluk için en önemli ölçüt olan “halk iradesi”, AB kurumlarında yeterince yansıma bulamamaktadır. AB’nin kurumsal yapısı ve iç işleyişinden kaynaklanan bu durum, özellikle AB Parlamentosu’nun, yani AB vatandaşlarının oylarıyla seçilen kurumun, danışma kurumu olmaktan öteye gidememesinden dolayı; AB’nin ulusal egemenlik karşısındaki meşruluk temelini zayıflatmaktadır79. AB’nin uluslarüstü bir özellik sergilemesi; egemenlik kavramının kullanımında, üye devletler için yetki devrine ve/veya yetki kısıtlamalarına yol açmaktadır. Üye devletler, kendi mevzuatını bu duruma uyumlu hale getirmek durumundadırlar. Türkiye’nin de AB’ye tam üyelik hedefi söz konusu olduğundan, aynı şey Türkiye için de geçerlidir. 1982 Anayasası’nın egemenliği düzenleyen temel maddesi, 6. maddedir. Bu maddeye göre egemenliğin sahibi, Türk Milleti’dir. Türk Milleti, sahip olduğu bu hakkı, yetkili organlara vekâlet vermek suretiyle kullanmaktadır. AB’ye tam üyelik halinde bu maddede yapılacak değişiklik kanımızca yeterli olmayacaktır. Zira; 6. maddeye göre devredilen yetki, egemenliğin kullanılması olup, egemenliğin kendisi değildir. Bu sebeple, AB’ye uyumu sağlamak amacıyla yapılacak değişiklik, mutlak surette halk oylamasına sunulmalıdır. Yani yetkinin sahibi ve kaynağı, bu konuda iradesini ortaya koymalıdır. Aksi takdirde yapılacak değişiklik yok hükmünde sayılacaktır. Yine

yürütme organları, Topluluk (AB) hükümleri izin verdiği ölçüde, yasama ve yürütme tedbirleri alabilirken; üye devlet mahkemeleri, Topluluk (AB) tasarruflarının geçerliliklerini sorgulayamaz, yorumunu yapamaz. Bk. Doğan, age., s. 186 76 AB mevzuatında yorum birliğini sağlamayı; AB mevzuatını, üye ülkelerde yeknesak bir şekilde uygulamayı ve geçerliliğini denetlemeyi; bireyleri, dolaylı olarak hukuken korumayı amaçlayan “ön karar” prosedürü için bk. Tekinalp-Tekinalp, age., s. 260-266; Bozkurt-Özcan-Köktaş, age., s. 125-127; Tezcan, age., s. 109-111 77 Mümtaz Soysal, “Değişen Egemenlik ve Meşruluk”, Anayasa Yargısı 20, Anayasa Mahkemesi’nin 41. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyumda Sunulan Bildiriler, 25-26 Nisan 2003, Anayasa Mahkemesi Yayınları: 50, s. 173 78 Dalyancı, age., s. 4-5 79 Ayrıntılı bilgi için bk. Soysal, age., s. 176-179. AB Parlamentosu hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Tekinalp-Tekinalp, age., s. 194-206; Bozkurt-Özcan-Köktaş, age., s. 67-85; Tezcan, age., s. 8-56; Ülger, age., s. 64-67

179


Bahadır Bumin Özarslan

Anayasa’mızın 7., 8. ve 9. maddeleri de bu kapsamda değerlendirilmeli aksi takdirde, sahibinin izin vermediği bir yetki devrinin mümkün olmadığı gözden uzak tutulmamalıdır. Öte yandan, yukarıda bahsettiğimiz maddelerin halk oylamasına sunularak değişikliğe uğraması ve yetki devrinin önünün açılması da ayrı bir tartışma konusu yapılabilir. Bilindiği üzere Anayasa’mızın ilk 3 maddesinin değiştirilemeyeceği ve hatta değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği 4. maddede belirtilmiştir. Ayrıca 2. maddede “…başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,…” ibaresi de yer almaktadır. Başlangıç kısmının 3. paragrafında “… Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milleti’ne ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasa’da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;…” şeklindedir. Dolayısıyla Anayasa’mızın 2. maddesinin yaptığı yollama ile başlangıç hükümleri de egemenliğin sahibi ve devredilmezliği konusunda oldukça sıkı hükümleri barındırmaktadır. Bu durumda, egemenlik yetkisinin devredilmesine yönelik olarak yapılacak değişiklikler, 2. maddeye ve başlangıç hükümlerine aykırı olacaktır. Yani bu tip bir değişiklik, 1982 Anayasası’nın ruhuna açıkça aykırıdır. Bu sebeple AB’ye tam üyelik halinde, 1982 Anayasası’nın bütünüyle değiştirilmesi bile göz önünde bulundurulmak zorundadır. Aslında, çalışmamızın “egemenlik yetkisi” kavramı üzerinden ortaya koyduğu diğer bir mesele de AB’ye tam üyelik gerçeğinin görünmeyen ve/veya gösterilmeyen maliyetidir. Bu maliyet, aslında doğrudan doğruya küreselleşme gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Görüldüğü üzere AB’ye tam üyelik bazı sorumlulukları ve belki de oldukça zor gelebilecek bazı fedakârlıkları gerektirmektedir. Hele tam üye olmak isteyen ülke Türkiye olunca, AB’nin taleplerinin diğer aday ülkelere göre ne kadar farklı olduğu da artık bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla, AB’ye ilişkin olarak egemenlik yetkisi başta olmak üzere, her alanda yapılan tartışmaların temeli, AB’ye tam üyelik kararındaki istek ve samimiyetle ilgilidir. Eğer Türkiye, AB’ye tam üye olmak istiyorsa ve bu konuda kesin olarak kararlıysa, AB’nin taleplerinde farklılık olsa bile, istisnai ve teknik düzenlemeler dışındaki bu talepleri yerine getirmek zorunda olduğunu bilmek ve buna uygun davranmak zorundadır. Eğer Türkiye bu yola girmek istemiyorsa, tam üyelik iddia ve hedefinden vazgeçmek zorundadır. Bu iki tercih dışında, üçüncü bir tercih şansı yoktur. Yani AB ile ilişkilerimizi, ya tam üye olarak devam ettirmek ya da tam üye olmadan ticari eksende sürdürmek arasında seçim yapmak zorunluluğu vardır. AB’ye tam üyelik, ne yalnızca ekonomik gelişme ve refah temelinde değerlendirilebilir ne de çağdaş medeniyetin olmazsa olmazı olarak nitelendirilebilir. Meseleye yalnızca bu gözlükle bakarak tercih yapmak, yanıltıcı sonuçların doğmasına yol açar. Kamuoyu, tam üyelik sonucunda elde edilecek kazanımların ve üyeliğin getireceği maliyetin çerçevesi ve kapsamı konusunda, yeterince bilgi sahibi değildir. Bu sebeple, doğru bir değerlendirme yapabilmek ve doğru bir karar verebilmek için, öncelikle verileri doğru tespit etmek gerekmektedir. Karar verme aşaması, bir sonraki aşama olmalıdır80. Bugün için yeryüzündeki hiçbir devlet açısından, “sınırsız özgürlük” ve “sınırsız egemenlik”ten bahsedilemez. Egemenlik kavramının ise, ilk ortaya çıktığı andan itibaren değiştiği ve dönüştüğü konusunda ise herhangi bir şüphe yoktur. Ancak uluslararası hukukta, “güç” faktörünün öne çıktığı ve belirleyici olduğu da bilinen bir gerçektir. Hukuki durum ile fiili durum, her zaman birbiriyle örtüşmemektedir. Bu durum, AB içinde çok açık bir şekilde görülmektedir. Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya gibi büyük devletlerin, AB içinde diğer devletlere nazaran daha etkin oldukları ve bu durumun, çalışmanın konusunu ilgilendiren “egemenlik yetkisi” konusunda da benzeri şekilde gerçekleştiği açıktır. AB’nin karar alma mekanizmalarında, güçlerini kullanan bu ülkeler, bağımsızlık ve egemenlikle ilgili 80

Türkiye-AB ilişkilerinde son dönemde gelinen aşama, kamuoyunun tercihinde önemli değişikliklere yol açmaktadır. Türk Milleti’nin hassas olduğu konulara ilişkin olarak, AB’den gelen talepler, Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin eğilimlerde olumsuz bir havanın ve psikolojinin oluşmasına yol açmıştır. Buna ilişkin olarak, son günlerdeki en çarpıcı veri, 27 Mart 2006-1 Mayıs 2006 tarihleri arasında, Eurobarometre’nin yaptığı ankettir. 30 ülkede yapılan bu eşzamanlı ankete göre, Türkiye’de AB üyeliğine verilen destek, 6 ay içinde, % 60’dan, %43’e düşmüştür. Ayrıntılı bilgi için bk. http://www.abhaber. com/haber_sayfasi.asp?id=12516., (09.07.2006). AB’nin Türkiye’den talep ettiği ve tepkiye yol açan konulara güzel bir örnek için bk. Süleyman Sırrı Terzioğlu-Bahadır Bumin Özarslan, “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Azınlıklar Sorunu”, Avrasya Dosyası, Ocak-Şubat-Mart-Nisan 2005, C. 11, S. 1, s. 113-126.

180


Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyeliği Halinde Egemenlik Yetkisinin Devri

konularda, kendileri aleyhine işleyebilecek kararların çıkmasına engel olabilmektedirler. Dolayısıyla, egemenlik yetkisine ilişkin kısıtlamalar, kendi aleyhlerine işlememektedir. Türkiye’nin AB’ye üyeliği sürecinde, bütün bunlar göz önünde bulundurularak, sağlıklı bir karar verilmelidir. Bu karar verilirken de bugünden yarına bir perspektif yeterli olmaz. Türk Milleti’nin tarihi yolculuğu, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde verdiği milli mücadele ve bu mücadele neticesinde elde ettiği bağımsızlık ve egemenlik, değerlendirmenin köşe taşları olmalıdır81. Kaynaklar 81

Akyılmaz Bahtiyar, “Milli Egemenlik Kavramının Gelişimi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. İhsan Tarakçıoğlu’na Armağan, C. II, Haziran-Aralık 1998, S. 1-2, s. 213-222 Anal Bumin-Tokuçoğlu M. Bülent, “Avrupa Topluluğu Hukuku ve 1982 Anayasası’nda Egemenlik”, İzmir Barosu Dergisi, S. 2, Nisan 1989, s. 50-62 Ansay Tuğrul, “Avrupa Ekonomik Topluluğu’na Tam Üyeliğimiz ile İlgili Bazı Hukuki Sorunlar”, Prof. Dr. Yaşar Karayalçın’a 65.Yaş Armağanı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 19-30 Arsava Ayşe Füsun, Avrupa Toplulukları Hukuku ve Bu Hukukun Ulusal Alanda Uygulanmasından Doğan Sorunlar, AÜSBF, Ankara 1985 Başlar Kemal, “Avrupa Birliği’ne Katılım Sürecinde Türk Anayasası’nın Uyumlaştırılması Sorunu”, http://www.anayasa.gen.tr/baslar-AB-anayasa.pdf Bozkurt Enver-Özcan Mehmet-Köktaş Arif, Avrupa Birliği Hukuku, Asil, Ankara 2004 Dalyancı Numan, “Avrupa Birliğinin Türkiye’nin Egemenliğine Olan Etkileri ve Bu Konuda Anayasada Yapılması Gereken Değişiklikler”, Kara Harp Okulu Bilim Dergisi, C. 14, 2004, S. 2, s. 1-13 Doğan İzzettin, Türk Anayasa Düzeninin Avrupa Toplulukları Hukuk Düzeniyle Bütünleşmesi Sorunu, İstanbul Hukuk Fakültesi Yayını, Fakülteler, İstanbul 1979 Gözübüyük A. Şeref, Anayasa Hukuku, Turhan, Ankara 2004 Gündüz Aslan, Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler, Örnek Kararlar, Beta, İstanbul 2003 Güran Sait, “Egemenlik Ulus’undur, Üstünlük Anayasa’dadır”, Prof. Dr. Kemal Oğuzman’ın Anısına Armağan, İstanbul 2000, s. 365-381 Hakyemez Yusuf Şevki, Mutlak Monarşilerden Günümüze Egemenlik Kavramı, Doğuşu, Gelişimi, Kavramsal Çerçevesi ve Dönüşümü, Seçkin, Ankara 2004 Hazır Hayati, “Avrupa Topluluğu Hukuku ile Türk Hukuk Sisteminin Bütünleşmesinde Egemenliğin Devri Sorunu”, Prof. Dr. Halil Cin’e Armağan, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Konya 1995, s. 9-22 Hekimoğlu Mehmet Merdan, “Avrupa Topluluğu Hukuku ve 1982 Anayasası’na Göre Egemenlik”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 51, Mart-Nisan 2004, s. 27-45 http://www.abhaber.com http://www.europa.eu.int Kaneti Selim, “Avrupa Topluluğu Hukukunun Üstünlüğü Karşısında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası”, Anayasa Yargısı 7, Ankara 1990, s.131-140 Kaneti Selim, “Avrupa Topluluğu Hukukunun Üstünlüğü”, İktisat ve Maliye, S. 5, Mayıs 1989, s. 202-206 Koçak Mustafa, Batı’da ve Türkiye’de Egemenlik Anlayışının Değişimi, Devlet ve Egemenlik (Eski KavramlarYeni Anlamlar), Seçkin, Ankara 2006 Özarslan Bahadır Bumin, “Avrupa Birliği Komisyonu”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, C. V, S. 2, s. 229-246 Özbudun Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin, Ankara 2005 Özkan Gürsel, “Avrupa Birliği Hukuku ve Milli Egemenliğin Devri”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 10, 2002, S. 1-2, s. 57-89 Özman M. Aydoğan, “Devletlerin Egemenliği ve Milletlerarası Teşekküller”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XXI, 1964, S. 1-4, s. 53-121 Öztürk Kâzım, Atatürk’ün Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmalar II, Kültür Bakanlığı Yayınları/1183, Atatürk Dizisi/30, Ankara 1992 Palamut, Mehmet E. ; “Ulusal Egemenlik Bağlamında Vergileme Yetkisi ve Türkiye’nin AB Karşısındaki Konumu”, Avrupa Birliği’ne Geçiş Süreci ve Türk Kamu Maliyesi’nin Uyumu, 17. Türkiye Maliye Sempozyumu, TÜRMOB Yayınları-185, s. 219-245 Pazarcı Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri, 2. Kitap, Turhan, Ankara 2005

Bu değerlendirmeye katkı sağlaması, köşe taşı olması açısından; devletimizin kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk’ün, 6 Mart 1922’de, TBMM’de söylediği şu sözler oldukça anlamlıdır: “… Artık hayat bulmak için, hâli iyileştirmek için, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler yayılmaya başladı. Hâlbuki, hangi bağımsızlık vardır ki yabancıların nasihatlarıyla, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir hadise kaydetmemiştir. Tarihe böyle bir hadise kaydetmeye teşebbüs edenler, acı sonuçlarla karşılaşmışlardır…”. Bu sözlerin orijinal hâli için bk. Kâzım Öztürk, Atatürk’ün Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmalar II, Kültür Bakanlığı Yayınları/1183, Atatürk Dizisi/30, Ankara 1992, s. 776.

181


Bahadır Bumin Özarslan

Reçber Kamuran, Avrupa Birliği Mevzuatı, Ezgi, Bursa 2003 Renkli, Resimli, Ansiklopedik Büyük Sözlük, Arkın, Cilt 4 Salha Samir, “Yeni Dünya Düzeninde Egemenlik Kavramı ve Milletlerarası Teşkilatlar (I)”, Yargıtay Dergisi, C. 19, Ekim 1993, S. 4, s. 457-473 Sodan Ramazan, “ Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na Tam Üyeliği Halinde; Avrupa Toplulukları Hukuku ile Anayasa Hukuku’muzun Uyumu Sorunu”, Türk İdare Dergisi, S. 381, Aralık 1988, s. 169-187 Soysal Mümtaz, “Değişen Egemenlik ve Meşruluk”, Anayasa Yargısı 20, Anayasa Mahkemesi’nin 41. Kuruluş Yıldönümü Nedeniyle Düzenlenen Sempozyumda Sunulan Bildiriler, 25-26 Nisan 2003, Anayasa Mahkemesi Yayınları: 50, s. 171-181 Tanör Bülent-YÜZBAŞIOĞLU Necmi, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, Yapı Kredi, İstanbul 2001 Tekinalp Gülören-Tekinalp Ünal, Avrupa Birliği Hukuku, Beta, İstanbul 2000 Terzioğlu Süleyman Sırrı-Özarslan Bahadır Bumin, “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Azınlıklar Sorunu”, Avrasya Dosyası, Ocak-Şubat-Mart-Nisan 2005, C. 11, S. 1, s. 113-126 Tezcan Ercüment, Avrupa Birliği Kurumlar Hukuku, Beta, İstanbul 2001 Teziç Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta, İstanbul 2005 Türkçe Sözlük 1, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu, (Türk Tarih Kurumu Basımevi), Ankara 1988, Cilt 1

182


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 181-200, İZMİR 2005.

DEDE KORKUT METİNLERİ ÜZERİNDE YENİ DÜZELTMELER (1) The New Corrections on Dede Korkut Manuscripties Sadettin ÖZÇELİK* Özet Bu makalede, Dede Korkut metinlerinde yanlış veya eksik yazılmış bazı kelime veya şekillerin düzeltilmesi, bazı kelimelerin okunuşu ve anlamlandırılması ile ilgili birtakım düzeltmeler üzerinde durulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Dede Korkut, Yanlış veya Eksik Yazılmış Kelime, Okuma, Düzeltme, Anlamlandırma: faoı, atlandı, orta vb. Abstract In this article it is discussed that corrections of some words or structures which were written by mistake or missing and relatied to reading and meaning in Dede Korkut. Key Words: Dede Korkut, Wrong or Missing Word, Correction, Reading and to Give Meaning: faoı, atlandı, orta etc.

Eski metinlerin okunması ve incelenmesi ile ilgili zorluklardan daha önceki bir makalemde söz etmiş ve Dede Korkut’ta geçen birkaç kelime üzerinde durmuştum.1 Bu yazımda, incelenen metinde özellikle sözün gelişi ve olay örgüsünün mutlaka dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştım. Ancak, ne yazık ki, her zaman için insan hafızasının unutmak gibi bir belası ve kalbinin acelecilik denen bir illeti vardır. Araştırmacı, bir taraftan metnin bütünlüğü, olay örgüsü, konu ile ilgili okuma, yorumlama ve anlamlandırmalar ile ilgilenirken diğer taraftan kendi bakış açısını kontrol ve eleştiriye tabi tutabilmeli; bu noktada acelecilik işin içerisine girerse sabır silahı ile karşısına çıkmasını da bilmelidir. Filolojik çalışmalarda araştırmacıyı kuşatan, bir taraftan yol ve çıkış noktaları gösteren, diğer taraftan da dikkatinin dağılmasına sebep olabilen bir yığın bilgi, yorum ve değerlendirme yer yer o kadar çoğalır ki bazen bunları ayıklayıp doğru sonuca ulaşmak son derece güçleşir. Bir madencinin maden yatağına ulaşması için kazmış olduğu tünelin karanlık ortamını aydınlatacak ışığa ihtiyacı vardır. İşte araştırmacı da tıpkı bir madenci gibi elindeki kaynaklar ve verilerle yolunu aydınlatabilir. Bu ışıklardan birini veya metnin bütünlüğünü atladığında yeni bir karanlık dehlize yuvarlanması işten bile değildir. Bir de araştırmacının yaptığı tespitlerin yayımlanması sonrasında bu çalışmalarının değerlendirilmesi veya eleştirilmesi söz konusu olabilir. Bu nedenle araştırmacı ileri bir tarihte, başka bir araştırmacının kendisinin yazmış ve benimsemiş olduğu birtakım tespit ve görüşlerini eleştirmek, reddetmek hakkına sahip olduğunu bilmeli; hatta kendisi de kendini eleştirebilme ve yanlış görüşünden vazgeçme erdemini, yürekliliğini gösterebilmelidir. Çünkü, bilim adamı, eleştiriyi bilim için yapar, egosunu tatmin ve bencilliğe tenezzül etmez; bilginin paylaşıldıkça genişleyip geliştiğine inanır. Bu inanç kendi kişiliğine de saygının bir gereğidir. Ayrıca, araştırmacı aynı konuyu başka meslektaşlarının çalışmasını da hazmeder. Çünkü, o herşeyden önce bilime inanır, bilime katkının ne olduğunu iyi bilir. Bu inanç ve bilim adamı sıfatının gereği olarak herkesten ve her şeyden önce bilimin üstünlüğünü tanır ve ona değer verir; bilimi gönlünün basit heveslerinin, kaprislerinin oyuncağı gibi görmez ve kullanmaz; bu yolda samimi olarak çalışanı alkışlar, taktir eder; meslektaşını kıskançlık dürtüleri içerisinde toplum önünde küçük düşürmeye çalışmak basitliğine de düşmez; çünkü, o büyüklüğün hangi yoldan geçtiğini de çok iyi bilir ve her çalışmanın yeni bir açılım, yeni bir çıkış noktası, yeni bir ufuk olduğuna inanır. Bilim adamı, Türkoloji ile uğraşıyorsa Dede Korkut’un daha iyi anlaşılması ve bilinmesi yolunda harcanan en küçük emeği, atılan her adımı; yürekten destekler, sevinç ve heyecan kaynağı bilir. * 1

Prof. Dr., Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi. Sadettin Özçelik, “Dede Korkut’ta Yanlış Yazılmış Birkaç Kelime ve Okunuş Şekilleri Üzerine”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 2005, cilt V, Sayı 1, s.79-83.

183


Sadettin Özçelik

İşte bu notlar, bu duygu ve düşünceler içerisinde hazırlandı. Eski metinlerde tartışılan filolojik noktalar genellikle yazım şekli, eksik yazılışlar, metnin okunuş şekli ve anlamlandırılması üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu makalede de Dede Korkut metinlerinde geçen bazı kelimelerin yazılışları, okunuşları ve anlamlandırılması ile ilgili yeni ve farklı birtakım düzeltmeler konu edilmiştir. Drs.5a.11 (ME 6.11) oıoı → faoı: hoca, müezzin “Minārede baŋlayanda ‫ ﻔﻘﻲ‬faoı görkli.” Yukarıdaki cümlede geçen ve metindeki yazılışı gösterilen kelimeyi Ergin, faoı okumuş ve ‘hoca, müezzin’ (DKKII: 110) anlamlarını vermiştir. Gökyay, aynı kelimeyi fakı (DKK: 2.35) okumuş ve ‘din bilgini, şeriat bilgilerini bilen, okumuş, hoca’ (DKK: 208) anlamlarını vermiştir. Tezcan da kelimeyi faoı şeklinde okumuştur. Vahid Zahidoğlu ise, sunduğu bir bildiride (2004b: 3313-3315) bu okuyuş ve anlamlandırma şekillerine karşı çıkmıştır. Zahidoğlu, birtakım gerekçeler sunarak değerlendirmeler yapmış ve sonuç olarak şöyle demiştir: “(...) Minarede baŋlayanda kıkı görkli cümlesine şöyle anlam veriyoruz: Minareden okunandan ezan güzel.” (2004b: 3315) Ben, Zahidoğlu’nun bu okuma anlamlandırmasının kabul edilemez olduğunu düşünüyor ve yukarıdaki sonuca ulaşırken sunmuş olduğu gerekçeler üzerinde ayrı ayrı durmak istiyorum: 1. Zahidoğlu, notunun hemen başında “Kıkı ‫ ﻘﻘﻲ‬ezan, yüksek sesle seslenme” açıklamasını yapmakta ve bu kelimeye Kaşgarlı’dan orı kıkı ‘gürültü, haykırış’ (DLTIII: 227) ikilemesiyle Kutadgu Bilig’den kakıla- ‘bağırmak, yüksek sesle seslenmek’ fiili vb. örnekleri tanık göstermiştir. (2004b: 33133314) Zahidoğlu’nun tanık gösterdiği bütün fiiller, ‘bağırmak, ses çıkarmak’ anlamlarındadır. 2. Zahidoğlu, bildirisinde ikinci olarak “Yazılışta her iki k’nın noktalarının net bir şekilde görülmesine rağmen kelime bütün yayımlarda Arapça fakı kelimesiyle birleştirilmiştir. Bu okunuş kelimenin imlasını yansıtmamaktadır” (2004b: 3314)2 demektedir. Oysa metinde fe (‫’)ﻒ‬nin noktası üzerinde bir mürekkep dağılması olduğu ve dikkatle incelendiğinde kelimenin faoı (‫ )ﻔﻘﻲ‬olduğu görülmektedir. Ayrıca, bir an için yazımın ‫ ﻘﻘﻲ‬olduğunu düşünsek bile Dresden nüshasında bir ve iki noktanın yazımında çoğu kez tutarsızlık görüldüğü için yazım şekli, tutarlı bir tanık olarak gösterilemez. Çünkü, yazma eserlerde en çok yapılan yanlışlıkların başında noktalı harflerin birbirlerinin yerine yazılışları gelir ve bu Dede Korkut’ta da sık görülen bir durumdur. 3. Zahidoğlu, bildirisinde üçüncü olarak “Fakıh fıkıh bilginidir, din ve şeriat ilmi üstadıdır, minareden ezan okuma onun görev alanına dahil değildir. Minareden ezan okuyan kişi için müezzin veya ezancı kelimeleri mevcuttur. KDK’da bunların yerine sakalı uzun tat eri ifadesi kullanılmıştır. Ayrıca, fakıh’ın minareden ezan okumasına (...) yazılı kaynaklarda rastlanmamaktadır” (2004b: 3314) demektedir. Bir kelimenin sözlük veya bilimsel anlamı yanında halk ağzındaki kullanılışında ses değişmesi olabildiği gibi anlam genişlemesi, anlam daralması, farklı anlamlarda kullanılma vb. durumlar olabilir. Nitekim fakı kelimesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da medrese öğrencileri için kullanılır. Hatta eskiden medreselerde yetiştiklerinden dolayı camide imamlık ve müezzinlik yapan görevliler için de kullanılan fakı kelimesi, günümüzde de halk arasında yaşamaktadır. Sadece kendi bölümümdeki meslektaşlarımdan yaptığım soruşturma sonucunda fakı kelimesinin Kars, Erzurum, Van, Bitlis, Adana, Urfa, Mardin, Konya yöresinde yaşamakta olduğu sonucu ortaya çıktı. Bu kelimenin sonundaki ünsüz düşürülmüş (faoı <Ar. faomh ‫ )ﻔﻘﻴﻪ‬ve Türkçe uyuma girmiş olması da dikkate alındığında Dresden nüshasındaki yazımı (‫ )ﻔﻘﻲ‬ile uyumlu görülmektedir ki bu durum da düşüncemi desteklemektedir. 2

Zahidoğlu’nun fakı olduğunu belirttiği Arapça kelime, faomh (‫ )ﻔﻘﻴﻪ‬olmalıdır.

184


Dede Korkut Metinleri Üzerinde Yeni Düzeltmeler (1)

4. Derleme Sözlüğü 1831’de fahı ‘hoca, imam’ anlamında Alucra ve Şebinkarahisar’dan; ayrıca 4502’de fakı ‘hoca’ anlamında Kayseri’nin ilçelerinden derlenmiştir. 5. Zahidoğlu, bildirisinde dördüncü olarak yukarıdaki sözlerin devamında şöyle demiştir: “(...) ve fakıh kelimesinde sondaki h’nin düşmesiyle yaranan fakı biçimine başka yazılı kaynaklarda rastlanmamaktadır. Zaten de bu mümkün değil. Çünkü Türk dillerinden farklı olarak Arap dilinde kelimeden ünsüzün düşmesi veya değişmesi onun farklı şekil ve anlam kazanması demektir.” (2004b: 3314) Ancak, faomh kelimesinin ünsüz düşmesi ile elde edilmiş olan şekli, yukarıda belirttiğim gibi, zaten farklı bir anlamda kullanılmaktadır. Ayrıca, kelime Türkiye’de, köy adlarında; Barakfakı, Başfakı, Karafakılı, Kösefakılı, Sarıfakılar (Gülensoy 1995: 70) gibi örneklerde ikincil ad olarak kullanılmaktadır. 6. Zahidoğlu, yukarıdaki sözlerin devamında beşinci olarak “Orta çağ müstensihleri bu kurala sıkı bir biçimde uymuşlardır. Bundan dolayı fakı okunuşu mantık ve imla açısından inandırıcı görünmemektedir.” (2004b: 3314) demektedir. Dede Korkut, kesin olarak halk ağzına dayanan bir metindir ve alınma kelimelerin halk ağzında daha sık ve çok değişikliğe uğradığı görülebilir. Faoı kelimesi de Dede Korkut’taki Türkçeleştirilmiş örneklerden sadece biridir. Ben, Zahidoğlu’nun burada bir atlama yaptığını düşünüyorum. Çünkü, Zahidoğlu’nun bildirisinin kaynakçasında da yer alan Muharrem Ergin’in hazırlamış olduğu Dede Korkut Kitabı II İndeks-Gramer adlı kitabın 379-387 sayfalarında bu konu ile ilgili olarak Türkçeleştirme başlığı altında hem faoı kelimesi hem başka birçok örnek söz konusu edilmiştir. Ergin, faoı için şöyle diyor: “faoih kelimesinin h’si atılmış, vokali kısaltılmış, vokal uyumuna bağlanmıştır: faoı 6.11. Azeri sahasında da kelime bu şekildedir.” (DKKII: 383) 7. Zahidoğlu, “KDK’ta müezzin, ezancı veya fakıh’ın güzelliği değil, ezanın güzelliği söz konusudur” (2004b: 3314) demekte, kıkı okuduğu kelimenin ezan anlamında olduğunu belirtmekte ve Dede Korkut’taki şu cümlelerde geçen baŋla- ve baŋ baŋlat- fiillerinin kökündeki baŋ ‘ezan’ kelimesi ile aynı anlamda kullanılmış olduğunu söylemektedir: Drs.7b.5: “ aoalı uzun tat eri baŋladuoda” Drs.62b.2: “Keşmşlerin öldürdiler, baŋ baŋlatdılar, ‘azmz Taŋrı adına oudbe (3) ooıtdılar.” Drs.141b.7: “Kelmsāsın yıoup yėrine mescid yapdum, baŋ baŋlatdum.” “Minārede baŋlayanda faoı görkli.” cümlesinde geçen baŋlayanda zarfı, banladığında ‘ezan okuduğunda’ anlamında olduğuna göre faoı kelimesi, cümlenin öznesidir ve bu durumda ezan anlamında kullanılmış olamaz. Bu kelimenin bir an için Zahidoğlu’nun teklif ettiği gibi kıkı ‘ezan’ olduğunu kabul etsek bile cümlede geçen ban kelimesi de ezan anlamında olduğuna göre cümlenin anlamında bir çelişki ortaya çıkacaktır. Zahidoğlu, bu durumu farketmiş ve şu açıklamayı getirmiştir: “Cümlede baŋla- fiilinin pasiflik ifade eden -n ekiyle değil, baŋlayanda şeklinde geçmesi bizce daha eski bir gramer özelliğini yansıtmaktadır. Aynı gramer biçimi soylamanın başka bir cümlesinde de görülmektedir: ayna güni okuyanda kutbe görkli” (2004b: 3314-3315). Bence, Dede Korkut’ta sadece bu cümlede geçen okuyanda kelimesi örneğinden hareketle bunun ‘eski bir gramer özelliğini yansıt’tığını söylemek doğru bir yöntem değildir. Çünkü, bu anlatıcı veya yazıcıya ait bir yanlışlık da olabilir. Nitekim, Zahidoğlu’nun tanık gösterdiği ve metinde ‫ اﻮﻗﻴﺎﻨﺪﮦ‬şeklinde yazılmış olan kelimeyi sadece Ergin, yazılışına uygun olarak ooıyanda (ME 6.10) şeklinde okumuştur. Buna karşılık Gökyay (DKK: 2.34) ve Tezcan, ooınanda şeklinde düzeltmişlerdir.

185


Sadettin Özçelik

Bence yukarıda belirttiğim gerekçelere göre Zahidoğlu’nun görüşü kabul edilemez. Cümle Minārede baŋlayanda faoı görkli. ‘Minarede ezan okuduğunda hoca güzel.’ şeklinde okunmalı ve anlaşılmalıdır. Drs.6a.6 (ME 8.6) depidince/ depdenince/ depretince → depretinçe. “Anuŋ gibi-(5)-nüŋ lānum, bebekleri bitmesün, ocaġuŋa buncılayın ‘avrat gelmesün. (6) Geldük ol kim xolduran xobdur: ‫ ﺪﭙﺮﺘﻨﺠﻪ → ﺪﭙﺪﺘﺘﺠﻪ‬depretince yėrinden örü (7) xurdı. Elin yüzin yumadın obanuŋ ol ucından (8) bu ucına, ol ucına çarpışdurdı, oov oovladı, diŋ (9) diŋledi, öyledence gezdi. (...) (Drs.6b.3) Bunuŋ gibi-nüŋ lānum, bebekleri bitmesün, (3) ocaġuŋa bunuŋ gibi ‘avrat gelmesün.” Yukarıda Drs.6a.6’da geçen ve metinde ‫ ﺪﭙﺪﺘﺘﺠﻪ‬şeklinde yazılmış olan kelimeyi, Ergin depidinçe okumuş ve söz dizininde “depit-: tepretmek, kımıldatmak, sarsmak” (DKKII: 83) şeklinde işlemiştir. Gökyay, aynı kelimeyi ‘depdenince’ okumuş ve söz dizininde “depdenince: silkinip kalkınca (?)” (DKK: 194) şeklinde tereddüt belirterek vermiştir. Tezcan ise, kelimeyi depretince okumuş ve ilgili notunda gerekçe olarak şu açıklamaları yapmıştır: “Yazmada depdetinçe ya da depdeninçe okunacak biçimde yazılmış olan bu sözcüğü Ergin depidince okumuştur. Gökyay ise metne Vat. Nüshasındaki sabākdanca’yı almıştır. Drs. Yazmasında ‫ ﺮ‬re ile ‫ ﺪ‬dāl sık sık pek benzer biçimde yazılmış ya da çekimleme sırasında biri öteki yerine yanlış yazılmıştır. Ergin’in depitince okuyuşu mümkün olmakla birlikte depit- eylemine kaynaklarda rastlanmıyor. Buna karşılık depret- yaygındır, bkz. Örn. TarS. 1097 ‘kımıldatmak, sarsmak, harekete getirmek’. Metinde söylenmek istenen şudur: xolduran xob diye nitelenen kadın kendi kendine uyanmıyor, onu birisinin sarsıp uyandırması gerekiyor.” (DKON: 59) Bu satırlardan Tezcan’ın yukarıda verdiğim Gökyay’a ait okuma şekli ve anlam ile ilgili tereddütünü atladığı anlaşılıyor. Ben daha önce kelimeyi depdügince okumuş ve bazı gerekçeler sunmuştum (Özçelik 2005: 48-50). Ancak, şimdi kelime için Tezcan’ın verdiği anlamın söz bağlamına uygun olduğunu, kelimenin metinde yanlış yazıldığını -dal (‫ )ﺪ‬yerine re ( ‫ )ﺮ‬ve nun ( ‫ ) ﻨ‬yerine te(‫)ﺘ‬( ‫ )ﺪﭙﺮﺘﻨﺠﻪ → ﺪﭙﺪﺘﺘﺠﻪ‬ve bu durumda depretinçe okunması gerektiğini düşünüyorum. Drs.15b.5 (ME 27.5) on ikince (<on iki ince) “ ‫ اﻮﻦ اﻜﻨﺠﻪ‬On ikince süŋücegüŋ üzen olmış yaġşur alı” Yukarıdaki cümlede geçen ve metindeki yazılışı verilmiş olan kelimeleri Ergin, on igiçe okumuş ve söz dizininde ikinci kelimeyi, ‘igi: iğ?’ (DKKII: 149) şeklinde işlemiştir. Gökyay, on iki ince (DKK: 11) şeklinde okumuş ve anlamıştır. Tekin, konu ile ilgili olarak “...bundan sonra gelen kelime sünücügüŋ ‘kemikçiğin’ olduğuna göre on ikice metne uygun düşmektedir: ‘On iki kadar kemiciğin...” (1986: 146) açıklamasını yapmıştır. Tekin’in tercümede kadar kelimesini kullanması yanlış olmuştur. Çünkü kaburga kemiklerinin sayısı on ikidir. Tezcan ise, bu konuda şöyle der: “herhalde on ikice süŋücegüŋ olarak okunmalıdır, burada sayı üzerine niçin -ce (eşitlik durumu?) eki getirilmiş olduğunu açıklayamıyorum” (DKON: 100). Ben daha önce yazdığım notta, Tezcan’ın sorusunun cevabını aramaya çalışmış ve metnin gelişinden hareketle yoğun şefkat duygusu içerisinde olan bir annenin ‘+ce’ ekini ‘+cik’ yerine küçültme ve acıma fonksiyonuyla kullanmış olduğunu söylemiş, Özbek ve Azeri Türkçesinden örnekler getirmiştim (Özçelik 2005: 96-97). Ancak, daha sonra Dresden metninin bazı yazım özelliklerini incelediğimde, Gökyay’ın okuyuşunun doğru olduğunu, diğer araştırmacıların yanıldığını, bunun bir ağız özelliği olarak metne girdiğini ve metinde benzer şekilde yazılmış başka örneklerin bulunduğunu gördüm. Şimdi bu örnekleri sunuyorum:

186


Dede Korkut Metinleri Üzerinde Yeni Düzeltmeler (1)

1. On ikince (<on iki ince) ‫ اﻮﻦ اﻜﻨﺠﻪ‬örneği, Dirse Lan oġlı Boğaç Han Boyında geçer. Aynı boyda bir örnek -içerisinde ünlü kaynaşması olmasa da- iki yerde bitişik yazılmıştır: oıroince/ ‫( ﻘﺮﻘﻨﺠﻪ‬Drs.13b.8, 15a.3). 2. Benzer özellikteki necedeyin (<nece+ et-) bitişik yazılmıştır: necedeyin/ ‫( ﻨﺠﺪﻴﻦ‬Drs.28b.5) 3. Dede Korkut’ta buġur (<bu oġur) ‘bu sefer, bu kez, şimdi’ kelimesinin örnekleri bitişik yazılmıştır: buġur/ ‫ ﺒﻐﻮﺮ‬Drs.58b.10), buġur/ ‫( ﺒﻐﺮ‬Drs.54b.7) (Bunun için bk. Drs.54b.7, 58b.10 notları) 4. Dede Korkut’ta buna benzer neydürsin (<ne+ eyit-) örneği geçer: neydürsin/ ‫ﻨﻴﺪﺮﺴﻦ‬ (Drs.104a.7) (Bunun için bk. Drs.104a.7 notu) 5. neyle- (<ne+ eyle-) birleşik fiilinde de benzer örnekler görülür: neylesün/ ‫( ﻨﻴﻠﺴﻮﻦ‬Drs.4a.1), neyleyeyim/ ‫( ﻨﻴﻠﻴاﻴﻢ‬Drs.6b.7), neylersin/ ‫( ﻨﻴﻠﺮﺴﻦ‬Drs.43b.8), neyledüŋ/ ‫( ﻨﻴﻠﺪﻚ‬Drs.72a.4), neyler/ ‫ﻨﻴﻠﺮ‬ (Drs.76a.6), neylerem/ ‫( ﻨﻴﻠﺮﻢ‬Drs.85b.9). 6. net- (<ne+ ėt-) birleşik fiilinde benzer örnekler görülür: nėdelüm/ ‫( ﻨﻴﺪﮦﻠﻢ‬Drs.42b.10), nėtdüm/ ‫( ﻨﺘﺪﻢ‬Drs.89b.7), nėtmiş/ ‫( ﻨﺘﻤﺶ‬Drs.95b.1) 7. Dede Korkut’ta ünlü-ünsüz değişmesi (i> y) görülen neydügin (<ne+ i-dügin) örneği de bitişik yazılmıştır: neydügin/ ‫( ﻨﻴﺪﻮﻜﻴﻦ‬Drs.101a.1) 8. nol- (<ne+ ol-) birleşik fiilinde benzer örnekler görülür: noldı/ ‫( ﻨﻮﻠﺪي‬Drs.43b.6, 70b.10, 70b.11, 70b.12, 98a.12), nolduŋ/ ‫( ﻨﻮﻠﺪﻚ‬Drs.46a.7, 51a.1), nolur/ ‫( ﻨﻮﻠﻮﺮ‬Drs.92a.13), nolduŋuz/ ‫ﻨﻮﻠﺪﻜﺰ‬ (Drs.130a.10), nolmış/ ‫( ﻨﻮﻠﻤﺶ‬Drs.76b.10), nola/ ‫( ﻨﻮﻠﻪ‬Drs.42a.7), nolaydı/ ‫( ﻨﻮﻠﻴﺪي‬Drs.6a.3, 6b.1) 9. Ayrıca, Salur Oazanuŋ Ėvi Yaġmalanduġı Boy’da geçen iki örnekte ünlü kaynaşması olmasa da benzer şekilde bitişik yazılmıştır: köpegilem ‫( ﻜﻮﭙﮑﻠﻢ‬Drs.25a.8), oazanılam ‫( ﻘﺰاﻨﻠﻢ‬Drs.30a.9) Bütün bu örnekler, Gökyay’ın Destursuz Bağa Girenler 99’da yaptığı “Bu kelime on iki ince kelimelerinin onikince şeklinde kanaşmasından başka bir şey değildir.” şeklindeki tespitinin doğru olduğunu gösteriyor. Drs.27a.4 (ME 50.4) eylendi → atlandı: ata bindi “Oazana ġayret geldi, çobanı bir aġaca sara (4) sara mukkem baġladı, ‫ اﻴﻼﻨﺪي‬eylendi → ‫اﺘﻼﻨﺪي‬ atlandı, yöriyü vėrdi.” Yukarıdaki metinde geçen kelimeyi Ergin, eylendi okuyarak ‘kalkmak, hareket etmek’ (DKKII: 109) anlamlarını vermiştir. Gökyay, kelimeyi atlandı (DKK: 23.7) şeklinde tamir ederek okumuş ve ‘ata binmek’ (DKK: 168) anlamını vermiştir. Tezcan da atlandı okumuş ve yazdığı kısa notta “Başka kaynaklarda bu anlama gelen bir eylen- bulunmadığı için Gökyay’ın önerisi benimsenmeli ‫اﺘﻼﻨﺪي > اﻴﻼﻨﺪي‬ atlandı olarak düzeltilmelidir.” (DKON: 128) demiştir. Ben de Gökyay’ın düzeltmesinin doğru olduğunu düşünüyor ve bu konuda iki kanıt sunmak istiyorum: 1. Dede Korkut’ta eylen- fiili hiç geçmez. 2. Dede Korkut’ta atlan- fiili altı yerde geçer; örnekler, yazılışları ile birlikte, şöyledir: Drs.21b.9: “Altı yüz kāfir ‫ اﺘﻼﻨﺪي‬atlandı,” Drs.37a.7: “Bay Büre Begüŋ oġlı ‫ اﺘﻠﻨﺪي‬atlandı, (8) ava çıodı.” Drs.41b.1: “Beyrek eydür: loş, imdi ‫ اﺘﻼﻨﻚ‬atlanuŋ.” Drs.41b.2: “İkisi ‫ اﺘﻼﻨﺪﻠﺮ‬atlandılar, meydāna çıodılar,”

187


Sadettin Özçelik

Drs.52a.8: “Oıro nefer (8) kāfirler ‫ اﺘﻼﻨﺪﻠﺮ‬atlandılar,” Drs.62a.1: “Oalın Oġuz begleri ‫ اﺘﻠﻨﺪﻠﺮ‬atlandılar,” Drs.30b.3 (ME 57.3) sapanuŋ, sapanuŋ → sapan[ın]uŋ “Semüz ooyun, aruo (3) toolı bayırda oalsa ourt gelüp yėmezidi ‫ ﺼﭙﺎﻨﻚ‬sapan[ın]uŋ (4) oorousından.” Yukarıdaki cümlede geçen ve metindeki yazılışı verilmiş olan kelimeyi Ergin, -kelimenin yazımındaki eksikliği dipnot düşmeksizin- sapanınuŋ şeklinde tamir ederek okumuştur. Gökyay, kelimeyi yazılışına uygun olarak, sapanuŋ (DKK: 26.25) şeklinde okumuştur. Tezcan, aynı şekilde, sapanuŋ okumuştur. Ben de kelimeyi sapanuŋ okumuştum. Ancak, sözün gelişine göre Karacuk Çoban’ın sapanından söz edildiği için doğrusu Ergin’in okuyuşudur. Yazıcı, yanlışlıkla nun’u yazmamış olmalıdır. Drs.39b.12 (ME 75.12) el → ėle [el], ėle: öylece, o şekilde “Oalın Oġuz begleri ‫ اﻠﻪ‬el → ėle [el] (13) götürdiler, du’ā oıldılar. Bu ad, bu yigide outlu olsun, 40a (1) dėdiler.” Ergin, yukarıdaki ilk cümlede geçen ve metindeki yazılışı gösterilmiş olan kelimeyi el okumuş ve dipnotta ele okunacak şekilde yazılmış olduğunu belirtmiştir. Gökyay da kelimeyi el (DKK: 34.32) okumuştur. Tezcan ise, kelimeyi el okumuş ve yazılışı ile ilgili olarak “LH ele ya da ile okunacak biçimde” (DKO: 293) notunu düşmüştür. Ben, kelimeyi el okumuş ve dipnotta ‫ اﻠﻪ‬şeklinde yazılmış olduğuna dikkat çekmiştim. Ancak, cümlenin kullanılış yeri, kelimenin yazılış şekli ve satır sonunda olması, bu noktada bir eksiklik olduğunu gösteriyor. Bu cümle, Dede Korkut’un Beyrek’e ad verme töreninde yaptığı duadan hemen sonra gelir. 12. satır sonundaki bu kelimenin devamında sesçe buna benzeyen el kelimesi vardı. Ancak, yazıcı ses ve yazım benzerliği nedeniyle yanılmış ve kelimeyi yazmamış olmalıdır. Yani, bu kelimenin metindeki yazılışı doğrudur, ėle ‘öyle, öylece’ şeklinde okunmalı ve anlaşılmalıdır. Ayrıca bu cümleye, yukarıda gösterdiğim gibi, yazılmamış olan el kelimesi eklenmelidir. Bu konuya yine Beyrek Boyı’nda ėle kelimesinin daha önce yanlış okunmuş ve tarafımdan düzeltilmiş3 bir örneğini de kanıt olarak gösteriyorum: Drs.36b.12: “Dan dansul ėle yalşı (13) armaġanlar aldılar.” Buna göre cümlenin anlamı, “Kalın oğuz beyleri, öylece el kaldırdılar; bu ad bu yiğide kutlu olsun dediler.” şeklindedir. Drs.42a.5 (ME 80.5) orta: Kişilerin birbirine karşı durumu, ilgisi. “(...) barmaġından altun yüzügi çıoardı, oızuŋ barmaġına (5) gėçürdi. Ortamuzda bu nişān olsun, lān oızı, dėdi.” Ergin, yukarıdaki metinde geçen orta kelimesi için “orta” (DKKII: 237) anlamını vermiştir. Gökyay, aynı kelime için “iki uçtan eşit olan yer veya zaman, orta; meydan, ara” (DKK: 266) anlamlarını vermiştir. Dede Korkut’ta toplam dört yerde geçen orta kelimesi yukarıdaki veride ‘Kişilerin birbirine karşı durumu, ilgisi’ anlamında kullanılmıştır; aşağıdaki diğer örneklerde ise, Ergin ve Gökyay’ın belirttikleri anlamda kullanılmıştır:

3

Sadettin Özçelik, Dede Korkut Araştırmalar, Notlar/ Dizin/ Metin, Ankara, 2005, s. 137.

188


Dede Korkut Metinleri Üzerinde Yeni Düzeltmeler (1)

Drs.10a.2: “(...) boġayı xutmışları-(2)-dı, gelüp meydān ortasında ooyu vėrdiler.” Drs.10a.6: “Aġ meydānuŋ ortasında baodı xurdı.” Drs.119a.9: “Depegözüŋ (9) başını ortaya gėtürdiler.” Drs.42a.6 (ME 80.6) ilerü xurmao: Bir işin arkasını getirmek, gereğini yapmak Drs.42a.6: “Çün böyle oldı, hemān imdi ilerü xurmao (7) gerek beg oġlı, dėdi.” = Vat.71a.10: “Çün (10) böyle oldı, hemān ilerü dur, beg oġlı, dėdi.” Yukarıdaki cümlede geçen ilerü xurmak deyimi ve anlamını Ergin, söz dizininde iki ayrı kelime olarak ilerü ‘ileri’ ve xurmak ‘durmak, kalkmak’ (DKKII: 151 ve 297) şeklinde işlemiştir. Gökyay ise, deyimi ve anlamını söz dizininde “ilerü durmak öne gelmek, ön tarafa gelmek, öne çıkmak” (DKK: 227) şeklinde vermiştir. Ergin, cümleyi “Mademki böyle oldu , hemen şimdi ileri atılmak gerek bey oğlu, dedi” (1971: 62) şeklinde tercüme etmiştir. Gökyay’ın tercümesi ise,“Madem ki böyle oldu , hemen şimdi ayrılıp gitmek gerek bey oğlu, dedi” (1995: 59) şeklindedir. Tezcan, deyimle ilgili olarak yazdığı notta şöyle diyor: “Burada ilerü xur- deyimi ‘ayrılmak, uzaklaşmak’ anlamına kullanılmıştır: ‘madem ki böyle oldu (nişanlandık), hemen (benden) uzaklaş!’ Nişanlanan kızın bu sözünü, nişandan sonra kızla oğlanın birbirleriyle görüşmesinin yasak oluşu geleneği çerçevesinde anlamak gerektiğini düşünüyorum.” (DKON: 161) Tezcan, bu sözlerin devamında Azerbaycan ve Anadolu’dan derlenmiş bazı metinlerden “nişandan sonra kızla oğlanın birbirleriyle görüşmesinin yasak oluşu geleneği” ile ilgili örnekler verir. Bence, araştırmacıların fiil için verdiği anlamlar metne uymuyor. Bu konudaki gerekçelerimi maddeler halinde vererek sonuca gideceğim: 1. Tezcan’ın sözünü ettiği, “nişandan sonra kızla oğlanın birbirleriyle görüşmesinin yasak oluşu geleneği” Dede Korkut’ta yer almaz. Hatta bu boyda Banı Çiçek, dayelerden otağının yakınında avlanan kişinin kim olduğunu sorar ve “Vallāh sulxānum, bu yigit yüzi nioāblu yalşı yigit-dür. Beg oġlı beg imiş” (Drs.40b.11-13) cevabını alınca şöyle der: “Hey hey, dāyeler! [Babam] maŋa ‘Ben seni yüzi nioāblu Beyrege vėrmişem’ dėridi. Olmaya kim bu ola! Mere çaġıruŋ, laberleşeyim,” (Drs.40b.13-41a.2) der. Yani, Banı Çiçek, avlanan delikanlının, nişanlısı Beyrek olabileceğini düşünerek kendisiyle görüşüp konuşmak için dadılarından onu yanına çağırmalarını ister. Nitekim daha sonra Beyrek gelir ve ikisi görüşürler. Banı Çiçek ne için geldiğini sorunca Beyrek “Pay Bmcān Begüŋ (8) bir oızı varımış, anı görmege geldüm” (Drs.41a.7-8) der. Sadece boyda geçen bu olaylar bile Tezcan’ın görüşünün kabul edilemez olduğunu açıkça gösteriyor. 2. Deyimin anlamını tespit etmek için önce bir özet yapmak gerekiyor: Beyrek, ava çıkar, Banı Çiçek’in otağına yakın yerde bir geyik avlar. Banı Çiçek, Beyrek’i çağırtır ve kim olduğunu sorar. Beyrek, kendini tanıtır ve Banı Çiçek’i görmek için geldiğini söyler; ancak Banı Çiçek, kendini Beyrek’e dadı olarak tanıtır ve at yarışı, ok atma ve güreşte kendisini yenebilirse Banı Çiçek’i de yenebileceğini söyler. Beyrek, bu teklifi kabul eder; at yarışı ve ok atmada galip gelir. Üçüncü olarak güreşe tutuşurlar; güreşin sonunda da Beyrek galip gelir ve kız, gerçek kimliğini açıklar. Bunun üzerine beyrek üç öper, bir dişler, ‘düğün kutlu olsun han kızı’ der ve Banı Çiçek’in parmağına nişan yüzüğü takar. İşte bu olaydan hemen sonra Banı Çiçek, ilerü xur- fiilini kullanır: “Çün böyle oldı, hemān imdi ilerü xurmao gerek, beg oġlı” der. Beyrek de söyleneni kabul eder ve “Nola lānum, baş üzerine!” diye cevap verir. Nitekim olayın devamında Beyrek eve gider ve babası hatırını sorunca evlilik konusunu açarak evlenmek istediğini söyler. Burada baba ile oğulun karşılıklı soru ve cevaplarının sonunda baba şu soruyu sorar:

189


Sadettin Özçelik

“Oġul, meger sen istedügüŋ oız Pay Bmcān Beg oızı Bānı Çiçek ola?” Beyrek, babasının bu sorusuna “Belm, pes evet, aġ saoallu ‘azmz baba, menüm dalı istedügüm oldur” diye cevap verir. Yukarıda özetlediğim Beyrek Boyı’nda anlatılan olaylar dikkate alındığında, deyim için verilen anlamların metne uygun düşmediği görülüyor. Bence, metinde kızın “Çün böyle oldı, hemān imdi ilerü xurmao gerek, beg oġlı” sözüne Beyrek’in “Nola lānum, baş üzerine!” diye cevap verdikten hemen sonra gidip evlilik konusunu babasına açması ve Banı Çiçek’i istediğini söylemesi düşünüldüğünde ilerü xurfiilinin ‘işin arkasını getirmek, işin gereğini yapmak’ anlamında kullanılmış olduğunu gösteriyor. Yani, Banı Çiçek bu sözle Beyrek’e ‘Madem böyle oldu şimdi, bu işin arkasını getirmek gerek, bey oğlu!’ diyor. Tezcan, notunda ayrıca bir başka kanıt olarak şöyle der: “ilerü xur- birleşik eylemi, TarS 2046’da

‘Axām’den gösterilen bir tanığa göre büsbütün farklı bir anlama, ‘beri gelmek, meydana çıkmak, ortaya çıkmak’ anlamına da gelmektedir.” (DKON: 163) Tezcan’ın sözünü ettiği tanık, sözlükte ilerü xurmak birleşik fiili için tespit edilmiş tek örnektir: “Nâm-ı üstadı kılup hırz-i emân İlerü tur ki senindir meydan (Atai. Ha. XVII. 19)” (TarS: 2046) Bence, Tarama Sözlüğü’nde bu örneğe dayanarak “beri gelmek, meydana çıkmak, ortaya çıkmak” anlamlarının verilmiş olması da yanlıştır, burada da anlam işin gereğini yapmak olmalıdır. Drs.59b.8 (ME 115.8) oarmanup → oarmalanıp; oarmalan-: bir şeyi büyük bir çaba ile aramak “Beyrek gėdeli Bam Bam Depe başına çıoduŋmı oız? ‫ ﻘﺎﺮﻤﺎﻨﻴﺐ‬oarmanup → ‫ ﻘﺎﺮﻤﻠﻨﻴﺐ‬oarmalanıp (9) dört yanuŋa baoduŋmı oız?” Yukarıdaki metinde geçen ve yazılışı gösterilmiş olan kelimenin Dede Korkut’ta başka örneği geçmez. Ergin, kelimeyi oarmanup okumuş ve söz dizininde “kıvranmak, aranmak, tutunmak, boylanmak, ele geçirmek için etrafında dolaşmak” (DKKII: 172) anlamlarını vermiştir. Gökyay, kelimeyi karmanup (DKK: 54.22) okumuş ve “aranmak, kıvranmak” (DKK: 240) anlamlarını vermiştir. Tezcan ise, metinde oaranup (?) şeklinde düzelterek okumuş ve tereddüt belirtmiştir. Ayrıca, yazdığı notta şöyle der: “oarmatıp okunabilecek biçimde (okunaksız) yazılmış olan sözcüğü Ergin ve Gökyay oarmanup okuyup ‘aranmak, kıvranmak’ olarak anlamışlardır. Oysa böyle bir eylem yoktur. Aliterasyon göz önüne tutulunca oa- ile başlayan bir sözcük olması gerekiyor. Bütünüyle yanlış yazılmış olduğunu kabul ederek oaranub olarak okumayı göze alıyorum” (DKON: 200) Tezcan, daha sonra kara- fiilinin Türkmence, Türkiye Türkçesi ve Kırgız Türkçesinde bulunduğunu örneklerle belirtmiştir. Ben, daha önce fiili oarmanıp (?) şeklinde okumuş ve tereddüt belirtmiştim. Ancak söz dizinini hazırlarken Derleme Sözlüğü 4356’da karmalanmak kelimesinin ‘yitirilen bir şeyi büyük bir çaba ile aramak’ anlamıyla Manyas’tan derlenmiş olduğunu gördüm. Bence, bu anlam yukarıdaki metnin söz bağlamına gayet uygun düşüyor. O halde, metinde bu kelimenin yazımında şimdiye kadar elif( ‫ ) ا‬olarak görülmüş olan harf, içteki yazılışı elife çok benzeyen lam(‫ )ﻞ‬olmalıdır. Burada akla şu soru gelebilir: Kalın sıradan olan bu kelimede lam(‫’)ﻞ‬dan sonra elif (‫’)ا‬in yazılması gerekmez miydi? Dresden nüshasında +la- isimden fiil yapım ekinin kullanıldığı kalın sıradan -benzer başka kelimelerde- de elif (‫’)ا‬in çoklukla yazılmadığı görülür. Aşağıdaki tabloda fikir vermesi bakımından sadece 30 örnek veriyorum:

190


Dede Korkut Metinleri Üzerinde Yeni Düzeltmeler (1)

Örnek

Yazılışı şekli

Geçtiği Sayfa ve Satır Numaraları

‘āşıolamışıdı

‫ﻋﺎﺸﻘﻠﻤﺸﺪي‬

Drs.51a.6

başladı

‫ﺒﺸﻠﺪي‬

Drs.7b.1, 58b.2, 82a.3, 110b.7

başladı

‫ﺒﺎﺸﻠﺪي‬

Drs.62b.7, 93a.7, 103b.3, 109b.5, 111a.5

oucaoladı

‫ﻘﻮﺠﻘﻠﺪي‬

Drs.13b.2, 34a.10

oucaolayup

‫ﻘﻮﺠﻘﻠﻴﺐ‬

Drs.101b.5

ouçaoladı

‫ﻘﻮﺠﻘﻠﺪي‬

Drs.51b.12, 145b.9

ouçaoladılar

‫ﻘﻮﭽﻘﻠﺪﻠﺮ‬

Drs.151a.1

saolamaġıla

‫ﺼﺎﻘﻠﻤﻐﻠﻪ‬

Drs.3b.5

saolarıdı

‫ﺼﺎﻘﻠﺮﺪي‬

Drs.48b.9

saolarıdum

‫ﺼﻘﻠﺮﺪﻢ‬

Drs.66b.11

saolasun

‫ﺼﻘﻠﺴﻮﻦ‬

Drs.4a.3, 6b.12

saolayayum

‫ﺼﻘﻠﻴﻴﻢ‬

Drs.52b.3

saolamışlar

‫ﺴﺎﻘﻠﻤﺸﻠﺮ‬

Drs.89b.1

saolarlarıdı

‫ﺴﺎﻘﻠﺮﻠﺮﺪي‬

Drs.104a.4

saolarıdum

‫ﺴﺎﻘﻠﺮﺪﻢ‬

Drs.66b.4, 66b.7, 66b.12, 67a.14

sıolayanda

‫ﺼﻘﻠﻴﺎﻨﺪﻩ‬

Drs.30a.5

yırlarıdı

‫ﻴﺮﻠﺮﺪي‬

Drs.82a.3

Drs.68b.3 (ME 133.3) esirgemiş→ esritmiş; esrit-: sersemletmek, sarhoşa çevirmek “Berü gelüŋ, oıro yoldaşum! Size ourbān 68b (1) olsun menüm başum. Görürmisiz aġam Oazan baş kesdi, (2) oan dökdi? Oġlan uşao yėmek yėmekçe gelmez, dėdi. (3)Babam bu kāfirleri ‫ اﺴﺮﻜﻤﺶ‬esirgemiş→ ‫ اﺴﺮﺘﻤﺶ‬esritmiş gibi. Meni seven yigitlerüm ne xurursız? (4) Kāfirüŋ bir ucına depelüm” Yukarıda, metindeki yazılışı verilmiş olan kelimeyi Ergin esirgemiş şeklinde okumuş ve söz dizininde anlamını ‘esirgemek’ (DKKII: 107) şeklinde vermiştir. Gökyay, aynı kelimeyi önce esirgemiş 4

śaola- fiili, sadece Drs.66b.9’da ‫( ﺼﻘﻼﺮﺪﻢ‬śaolarıdum) şeklinde yazılmıştır.

191


Sadettin Özçelik

(DKK: 64.6) okumuş, daha sonra ‘esrükmiş’ (DKK: 345) olarak düzeltmiş; söz dizininde ‘sarhoş etmek, sersemletmek’ (DKK: 206) anlamlarını vermiştir. Gökyay, daha sonra Ergin’in okuyuşunu eleştirerek kendi okuyuşunu savunmuş şöyle demiştir: “Kazan Bey yağı içine dalmıştır, baş kesmiş, kan dökmüştür. Bu olanların esirgemekle ne ilgisi var? Kazan Bey bu yaptıklarıyla yağıyı sarhoşa döndürmüştür, sersemletmiştir. Bundan ötürü de oğlu yağıya girmek için yüreklenmiştir.” (1982: 99). Tezcan ise, kelimeyi Ergin gibi esirgemiş şeklinde okumuştur. Ben de daha önce Gökyay’ın notunu atlamış ve kelimeyi esirgemiş okumuştum. Yukarıdaki kelimeyi esirgemiş okumak, söz bağlamına uygun düşmüyor. Yazıcının burada bir yazım yanlışlığı yaptığını düşünüyor ve Gökyay’ın gerekçelerine birkaç ekleme yapmak istiyorum: 1. Esirge- fiili Dede Korkut’ta hiç geçmez. 2. Buradaki fiil, esirgemiş olamaz. Çünkü, hemen öncesinde geçen “Görürmisiz aġam Oazan baş kesdi, oan dökdi?” cümlesi ile uygunluk ve bütünlük taşımaz. 3. Yukarıdaki metnin öncesinde Uruz, babasının emrine uyarak savaşa girmemiş, yiğitleriyle birlikte yüksek bir yere çıkmış ve savaşı izlemiştir. Ozan, bu durumu “Ol zemānda oġul ata sözin iki eylemezidi. İki 68a (1) eylese ol oġlı oabūl eylemezleridi.” (Drs.67b.13-68a.1) sözleriyle anlatır. Ayrıca Oğuzlarda izinsiz şekilde yağıya girilmediğini biliyoruz. Bu kelimenin esirgemiş gibi okunması durumunda ortaya Uruz’un babasının affettiği düşmana girdiği kabul edilmiş olur ki bu da ayrı bir çelişkidir. Sonuç: Söz bağlamına göre kelime, esritmiş ‘sersemletmiş’ okunmalı ve anlaşılmalıdır. Yazıcı burada te’nin başta yazılan şeklinin (‫ )ﺘ‬bitişik yazılmış iki nokasını kef(‫’)ﻜ‬in keşidesine benzetmiş ve bu yanlışlığı yapmış olmalıdır. Drs.82a.6 (ME 160.6) dökmesi/ degmesi → döŋmesi, dönme: tepe “‫ ﺪﻮﻜﻤﻪ ﺴﻲ‬döŋmesi böyük bizüm xaġlarumuz olur Ol (7) xaġlarumuzda baġlarumuz olur Ol baġlaruŋ oara saloumlu (8) üzümi olur, Ol üzümi sıoarlar, al şerābı olur, (9) Ol şerābdan içen esrük olur. Şerābluydum, xuymadum (10) Ne söyledüm bilmedüm.” Yukarıdaki metnin başında geçen ve yazılışı verilmiş olan kelimeyi Ergin, dökmesi okumuş ve söz dizininde ‘dökme tepe, çıkıntı, zirve (?)’ (DKKII: 95) şeklinde işlemiştir. Gökyay da dökmesi (DKK: 77.20) okumuş ve ‘Anlamı belli olmayan bu kelimenin bir başka türlü okunması ihtimali ve uygun görünen anlamı için Bk. düğme’ (DKK: 353) notuyla gönderme yapmış; dügme maddesinde ise, düşündüğü anlamı ‘yükseklik yücelik?’ (DKK: 200) şeklinde açıklamış, -Ergin gibi- tereddüt belirtmiştir. Gökyay, ayrıca kelimeyi İbn-i Mühanna’da geçen tökme ‘gölgelik’ (DKK: CCXXVI) ile de açıklamaya çalışmıştır. Tezcan, kelimeyi degmesi şeklinde okumuş ve gerekçe olarak notunda şunları yazmıştır: «‫ ﺪﻜﻤﻪ ﺴﻲ > ﺪﻮﻜﻤﻪ ﺴﻲ‬Degmesi böyük bizüm xaġlarumuz olur, Bugüne kadar dökmesi vb. okunmuş ve çözülememiştir. Çekimleyen degmesi ‘her biri’ biçimini anlayamadığı için araya bir vāv eklemiş olmalı. Eski Osmanlıca metinlerde degme sık kullanılmıştır, buna karşılık degmesi nadir olarak geçer.» (DKON: 237)

192


Dede Korkut Metinleri Üzerinde Yeni Düzeltmeler (1)

Zahidoğlu ise, bu kelimenin metinde doğru yazılmış olduğunu, döŋmesi ‘yükseklik, tepe’ (2004a: 278-279) şeklinde okunması ve anlaşılması gerektiğini -yaşayan Türk lehçelerinden örnekler verereksavunmuştur. Bence, kelimeyi doğru okuyup anlamlandıran Zahidoğlu olmuştur. Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğünde tepe kelimesinin Kazak ve Uygur Türkçesinde dön (KTLS: 875) şeklinde kullanılmakta olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, aynı sözlükte tümsek kelimesinin ise, diğer Türk lehçelerinde karşılıkları şöyle verilmiştir: “dön, dönes, tömpeşik (Kazak), döngök (Kırgız), döng (Özbek), tüngek (Tatar), tümmek (Türkmen), dönçük (Uygur)” (KTLS: 909). Drs.98a.5-12 (ME 192.5-12) Soylamada eksiklikler ve söz sırasının karışıklığı 1. “Ġāfil olma, oara başuŋ oaldur, yigit! 2. (6) Ala oıyma görklü gözüŋ açġıl, yigit! 3. Oarularuŋ-dan aġ ellerüŋ (7) baġlanmadın, 4. Aġ alnun oara yėre depilmedin, 5. Ġāfille görklü başuŋ (8) kesilmedin, 6. Alca oanuŋ yėr yüzine dökilmedin 7. Yaġı yėtdi, (9) düşmen ėrdi. 8. [Noldı saŋa,] ne yatursın? Oaloġıl, [yigit!] 9. Oap-oayalar oynamadın (10) yėr obrıldı, 10. Oazi begler ölmedin ėl boşaldı. 11. Oarcaşuban (11) oġraşuban xaġdan ėndi, 12. Yasanuban üzerüŋe yaġı (12) yėtdi, 13. Yatacao yėrmi bulduŋ yurtmı bulduŋ? 14. Noldı saŋa, [ne yatursın? Oaloġıl, yigit!] (13) dėyü çaġırdı.” Yukarıdaki soylama, Kan Turalı boyunda geçer ve Selcan Hatuna aittir. Bu soylamanın söylenişi veya yazılışı sırasında karışıklık olduğu ve bazı sözlerin eksik kaldığı ve tamir edilmesi gerektiği anlaşılıyor. Bunları maddeler halinde kısaca veriyorum: 1. Buna göre Ala oıyma görklü gözüŋ açġıl, yigit! şeklinde geçen 2. dizenin sonundaki iki kelime (...açġıl, yigit!), 8. dizenin sonuna ‘...oaloġıl [yigit]’ şeklinde tamir yapılması gerektiğini gösteriyor. 2. 14. dizeden sadece iki kelime yazılmıştır: Noldı saŋa. Bence bu iki kelime 8. dizenin başına, 8. dizenin yeni şekli [ne yatursın? Oaloġıl (yigit!)] ise, 14. dizenin sonuna eklenmelidir. Yani, 8 ve 14. dizeler aynı sözlerin tekrarı şeklinde olmalıdır. 3. 9, 10, 11 ve 12. dizelerin sonlarındaki obrıldı, boşaldı, ėndi, yėtdi fiillerinin çekim şekilleri 7. dizedeki yėtdi ve ėrdi fiilleri ile paralellik gösteriyor. Bence bu durum, 7. ve 8. dizelerin yer değiştirmiş olduğunu gösterir.

193


Sadettin Özçelik

4. Söz bağlamı ve anlam ilgisi dikkatle incelendiğinde 9. ve 11. dizeler arka arkaya söylenmiş olmalıydı; buna göre 9., 10. dizelerin yer değiştirmesi gerekir. Bütün bunlara göre soylamanın şu sıra ile söylenmiş olması gerekirdi: 1. “Ġāfil olma, oara başuŋ oaldur, yigit! 2. (6) Ala oıyma görklü gözüŋ açġıl, yigit! 3. Oarularuŋ-dan aġ ellerüŋ (7) baġlanmadın, 4. Aġ alnun oara yėre depilmedin, 5. Ġāfille görklü başuŋ (8) kesilmedin, 6. Alca oanuŋ yėr yüzine dökilmedin 8. [Noldı saŋa,] ne yatursın? Oaloġıl [yigit!] 7. Yaġı yėtdi, (9) düşmen ėrdi. 10. Oazi begler ölmedin ėl boşaldı. 9. Oap-oayalar oynamadın (10) yėr obrıldı, 11. Oarcaşuban (11) oġraşuban xaġdan ėndi, 12. Yasanuban üzerüŋe yaġı (12) yėtdi, 13. Yatacao yėrmi bulduŋ yurtmı bulduŋ? 14. Noldı saŋa, [ne yatursın? Oaloġıl, yigit!] (13) dėyü çaġırdı.” Ayrıca, bu tamirlerden sonra ortaya çıkan şekil soylamanın yine de çok eksik olduğunu ve tam tamirinin çok zor olduğunu gösteriyor. Drs.100b.11 (ME 197.11) boyla-: dikkatle dinlemek “Babamuŋ (10) aġ ban [ėvi] ėşigine düşdügüŋde, Oġuzuŋ ala gözli oızı (11) gelini ‫ ﺒﻴﻠﺪﻘﺪﻩ‬boyladuoda,” Yukarıdaki soylamada geçen ve metindeki yazılışı verilmiş olan kelimeyi Ergin, boyladuoda okumuş, söz dizininde ‘boyla- destan söylemek, hikâye anlatmak’ (DKKII: 56) şeklinde anlam vermiş ve geçtiği cümleciği “Oğuzun elâ gözlü kızı gelini destan anlattığında” (1971: 155) şeklinde tercüme etmiştir. Gökyay, kelimeyi boyladukda (DKK: 95.11) okumuş, söz dizininde ‘boyladukda boyladığı zaman’ (DKK: 179) şeklinde anlam vermiş, ve geçtiği cümleciği “Oğuzun ala gözlü kızı, gelini soyladıkta” (1995: 118) şeklinde tercüme etmiştir. Tezcan, kelimeyi yanlış yazılmış düşüncesiyle yıġılduoda şeklinde okumuş ve ilgili notunda şu açıklamayı yapmıştır: “Ergin ve Gökyay’ın boyladuoda okuyup boyla- ‘destan söylemek, hikâye anlatmak’ eylemine bağladıkları sözcüğü ben, yıġılduoda «toplandığında» olarak düzelterek okumayı öneriyorum. Çünkü boyla- eylemi yalnız boy boyla- deyimi içerisinde kullanılır ve her yerde vav ile

194


Dede Korkut Metinleri Üzerinde Yeni Düzeltmeler (1)

yazılır. Üstelik anlamca da buraya uygun düşmemektedir. Belki yıġıl- yerine daha başka bir düzeltme önerisi yapılabilir, ama buradaki sözcüğün boyladuoda olmadığı bellidir.” (DKON: 269) Ben de önceki okumamı Tezcan’ın tamirinine göre yapmış ve yukarıdaki notuna göndermede bulunmuştum. Ergin ve Gökyay’ın bu kelime hakkındaki yanılgısının sebebi Dede Korkut’ta geçen boy boyla- deyimi olmalıdır. Araştırmacılar, kelimeyi metinde sık geçen bu deyimle ilgili olarak düşünmüştür. Tezcan ise, sözün gelişine uygun tamir yolunu seçmeye çalışmış, çözümü yazıcının kelimeyi yanlış yazmış olabileceği varsayımı ile yola çıkarak bulmaya çalışmıştır. Yukarıdaki sözlerinden anlaşıldığına göre Tezcan, kelimede vav’ın yazılmamış olmasından hareketle yola çıkmıştır. Oysa ki bu kesin bir ölçü olamaz. Çünkü, bu tür (kelimede ünlünün yazılmaması veya tek harfin atlanması) gibi eksiklikler hem eski metinlerde hem de Dede Korkut’ta sık görülebilen bir durumdur. Dede Korkut’ta sadece vav (‫)ﻮ‬ harfinin yazılmadığını tespit ettiğim beş örneği metindeki eksik yazılışları ile birlikte veriyorum: Drs.12b.12: avladılar ‫اﻠﺪﻴﻠﺮ‬ Drs.14a.10: kuru ‫ﻘﻮﺮ‬ Drs.33a.13: evren ‫اﺮﻦ‬ Drs.35b.9: bögürü ‫ﺒﻮﻜﺮ‬ Drs.49a.10: ulu ‫اﻮﻞ‬ Ben, şimdi kelimenin yazım şeklinin doğru olduğunu, boyladukda okunması gerektiğini düşünüyorum. Bu düşüncemin gerekçeleri şunlardır: 1. Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü’nde boyla- fiilinden türemiş konu ile ilgili şu veriler geçmektedir: “Boylamaġ (...) 2. başını çıkarıp, boynunu uzatıp bakmak Boylanmaġ boynunu uzatıp, başını çıkarıp bakmak.// Etrafına bakınmak, göz gezdirmek, başını kaldırıp bakmak.// mec. Bakınmak Boylana- boylana etrafına baka baka, bakına bakına” (Altaylı 1994: 147) 2. Azerbaycan Dialektolojisi Lüğeti’nde fiil, “boylamax (Culfa) görmek, maxmaq. -Bılar istediler boyluyalar.” (1999: 59) şeklinde tespit verilmiştir. 3. Tarama Sözlüğü 648’de boylamak fiilinin bir anlamı ‘3. sürekli olarak izlemek’ şeklinde verilmiş olup şu örnek verilmiştir: “Kengal: Cemmaş mânasınadır. Yâni ol ki mahfi şikârın ve dostun gözedir. A’câm kengalgî kerded derler. Ve şikârın gözedüp boylamak” 4. Derleme Sözlüğü 4463’te boylama ‘ayakla ölçme, adımlama’ ve boylam boylam aramak ‘karış karış her yanı aramak’ tespit edilmiştir. 5. Şimdi de fiille ilgili bu anlamların ışığında sözün gelişine ve metin bütünlüğüne bakalım: Yukarıdaki metin Kan Turalı Boyında geçer. Kan Turalı, düşmanla savaşırken yaralanır ve zor durumda kalır. Selcan Hatun, yardımına gelir ve kendisinden izin almadan düşmanla savaşarak Kan Turalı’yı atının terkisine alıp kurtarır. Kan Turalı, kendisini kurtaran kişinin Selcan olduğunu anlar, bunun kendisi için aşağılayıcı bir durum olduğunu, Oğuz’da dile düşeceğini ve aşağılanacağını düşünür. İşte ozan, olay sonrasında Kan Turalı’nın içinden geçen bu düşünceleri “Gėderek Oan (8) Xuralınuŋ fikrine bu geldi kim:” diye araya girer ve (Drs.100b.8-12 satırları arasında) bir soylama şeklinde şöyle sıralar: “Oaloubanı, Selcan Latun, (9) xurduġuŋda. Yelisi oara oażılıo atuŋ bindügüŋde,

195


Sadettin Özçelik

Babamuŋ (10) aġ ban [ėvi] ėşigine düşdügüŋde, Oġuzuŋ ala gözli oızı (11) gelini ‫ ﺒﻴﻠﺪﻘﺪﻩ‬boyladuoda, Her gişi sözin söyledükde Sen orada (12) xurasın öginesin. ‘Oan Xuralı zebūn oldı, at (13) ardına aldum, çıodum’ dėyesin.” Buna göre, Kan Turalı bu soylamada Selcan’a içinden şöyle demektedir: “Selcan Hatun, yerinden doğrulup kalktığında, Kara yeleli savaşçı atına bindiğinde, Babamın ak otağının eşiğine vardığında, Oğuzun ela gözlü kızı gelini dikkatle dinlediğinde, Herkes sözünü söylediğinde, Sen orada kalkıp övüneceksin, Kan Turalı, perişan oldu; at arkasına aldım çıktım, diyeceksin,” Drs.101a.7 (ME 198.7) mūnis: dost “Oādir Allāh bilür, men saŋa mūnisem, yāram, Oıyma (8) maŋa!” Ergin, yukarıdaki metinde geçen mūnis kelimesinin anlamını “mûnis, alışkın, itaatkâr” (DKKII: 216); Gökyay, “alışık, kanı-sıcak, ünsiyetli” (DKK: 260) şeklinde vermiştir. Selcan hatun, bu sözlerle Kan Turalı’ya seslenmekte ve kendisine temrensiz ok ile nişan almış olduğunu, onun düşmanı değil dostu olduğunu söylemektedir. Bu nedenle kelime dost anlamında kullanılmış olmalıdır. Drs.114a.8 (ME 224.8) arż yüzi → ‘arş yüzi: gökyüzü “Oara evren oopdı Depegöz, ‫‘ ﻋﺮﺶ‬arş yüzinde çevürdüm alımadum, (9) Basax. Oara oaplan oopdı Depegöz, Oara oara xaġlarda (10) çevürdüm alımadum, Basax Oaġan aslan oopdı Depegöz, (11) oalıŋ sazlarda çevürdüm alımadum, Basax. Er olsaŋ, (12) yeg olsaŋ, mere, men Oazanca olmayasın, Basax. (13) aġ saoallu babaŋı aġlatmaġıl, Aġ bürçeklü aŋaŋı bozlatmaġıl, dėdi.” Yukarıdaki soylamada geçen ve metindeki yazılışı gösterilen kelimeyi Ergin, ‘arş okumuş ve söz dizininde ‘arş, gök’ (DKKII: 19) şeklinde anlam vermiştir. Gökyay, kelimeyi arş (DKK: 109.27) şeklinde

196


Dede Korkut Metinleri Üzerinde Yeni Düzeltmeler (1)

okumuş, ancak söz dizininde işlememiştir. Tezcan ise, kelimeyi yanlış yazılmış gerekçesiyle arż okumuş ve ayrıca başına oara sıfatını eklemiştir: Tezcan, yazdığı notta şu gerekçeleri belirtmiştir: “Burada ‫‘ ﻋﺮﺶ‬arş anlam vermiyor, herhalde metinde ‫ اﺮض‬arż bulunuyordu, belki de bu sözcük yanlış olarak ‘ayn ile yazılmıştı; çekimleyen, bunun ‫ ﻋﺮﺶ‬yerine yanlış yazılmış olduğunu sanıp düzeltmek istemiş olsa gerek. Ancak aliterasyonu göz önünde bulundurunca burada eskiden oara yėr bulunmuş olduğu anlaşılıyor: oara yėr yüzinde çevürdüm alımadum; krş. Orhon yazıtları yaġız yer. Her nedense bunu bir çekimci arż yapmış, ondan sonra da ‘arş olmuş.” (DKON: 310) Ben de okuyuşumda Tezcan’ın bu açıklamasını tanık göstererek aynı tamiri yapmıştım. Ancak, şimdi kelimenin metinde doğru yazıldığını (‘arş yüzinde) ve ‘arş yüzi’nin gökyüzü anlamında olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncemin kanıtları şöyledir: 1. Yazılışlarında (‫اﺮض‬/‫ )اﺮﺶ‬iki kelimenin tek ortak yönleri ikinci harflerinin aynı olmasıdır. Anlam bakımından da birbirinin karşıtı olan bu kelimelerin yazıcı tarafından karıştırılması pek mümkün görünmüyor. 2. Dede Korkut’ta arż veya arż yüzi hiç geçmez; buna karşılık ‘arş yukarıdaki örnek dışında şu yemin sözünde de geçer ve yazımında bir yanlışlık yoktur: Drs.86a.3: “‫‘ ﻋﺮﺶ‬Arş xanuġ olsun, (4) kürsi xanuġ olsun...” 3. Basat, Oğuz beylerine Tepegöz’ü öldürmek için gideceğini söyleyerek bu konudaki düşüncelerini sorar. Bunun üzerine Kazan yukarıdaki soylama ile Basat’a düşüncesini açıklar. Kazan’ın soylamada Tepegöz’ün çok amansız ve büyük bir düşman olduğunu vurgulamak için kullandığı imaj bakımından gökyüzünden yeryüzüne doğru bir sıra gözettiği dikkat çekmektedir: ‘arş yüzi, oara oara xaġlar, oalıŋ sazlar. Aynı şekilde Tepegöz’ü sembolize etmek için anılmış olan canlıların da boyları bakımından bu imaj ile uyumlu olarak sıralandığı görülüyor: Oara evren (ejderha), oara oaplan, oaġan aslan. 4. Sözünü ettiğim aynı imaj, Dede Korkut’ta geçen şu cümlelerde de görülür: Drs.72a.10-11: “Yėdi gün ben (10) Oazana mühlet vėrgil. Yėrde ise oġulı çıoarayım, gökde (11) ise ėndüreyim.” Drs.75a.2-3: “Sen gėdeli aġlamaġum gökde iken (3) yėre ėndi,” Drs.75b.6-8: “Asmānlu gökde oara bulut oluban kāfirüŋ üzerine (7) gürleyeyim, aġ yıldırım olup şaoıyayım, kāfiri oamış gibi (8) od oluban yandurayım,” Drs.82b.7: “Nėce cāhiller seni gökde arar, yėrde ister,” Drs.86a.10-11: “Çoo cāhil-ler seni (11) gökde arar, yėrde ister,” 5. Tezcan’ın yazıtlardan tanık olarak sözünü ettiği yaġız yer sıfat tamlamasının anlamı kara yer olup yazıtlarda bunun yanında kök teŋri ‘mavi gök’ kullanılmıştır. Bu tamlamalardan yaġız yer örnekleri, Dede Korkut’ta 5 yerde (Drs.20a.3, 35a.13, 43a.12, 63a.10, 103a.1) oara yėr şeklinde geçer. Yer ve gök ile ilgili diğer tamlamaların durumu ise şöyledir: yėr yüzi: 16 yerde geçer: Drs.7a.2, 8b.13, 9a.4, 34a.5, 51a.13, 71b.1, 73b.4, 98a.8, 100a.8, 118a.9, 123b.7, 126a.2, 139a.10, 139b.3-4, 140a.5, 143b.1. Bu tamlama, iki yerde dünyā/e yüzi şeklinde geçer: dünyā/e yüzi: Drs.84b.2, 112b.8.

197


Sadettin Özçelik

gök yüzi: Toplam 7 yerde geçer: Drs.7a.2-3, 35b.1, 63a.11-12, 84a.5, 85a.6-7, 103a.1-2, 119b.7. İşte, gök yüzi tamlamasının da sadece bir yerde ‘arş yüzi şeklinde kullanılmış olduğu anlaşılıyor:

‘arş yüzi: Drs.114a.8. Sonuç: Yukarıda belirttiğim noktalara göre şu sonuçlar ortaya çıkıyor: Dede Korkut’ta yėr yüzi = dünyā/e yüzi tamlamaları, birbirinin dengi olarak kullanılmıştır. Dede Korkut’ta gök yüzi = ‘arş yüzi tamlamaları, birbirinin dengi olarak kullanılmıştır. Bu nedenle Drs.114a.8’de geçen ‘arş yüzi tamlamasında bir yazım yanlışlığı yoktur. Drs.119a.11-119b.1 (ME 234.11-235.1) Soylamada eksiklik “Oara xaġa ‫ اﻴﺘﺪﻮﻜﻜﺪﻩ‬yėtdügüŋde ‫ اﻴﺸﺖ‬aşıt (12) vėrsün, Oanlu oanlu sulardan gėçit vėrsün, (13) Erligile oardaşuŋ oanın alduŋ, Oalın Oġuz beglerini buŋdan 119b (1) ourtarduŋ, Oādir Allāh yüzüŋ aġ ėtsün, Basax, dėdi.” Tezcan, Ergin’in yukarıdaki birinci cümlede geçen ve metindeki yazılışları verilmiş olan kelimeleri Ergin’in ayıtduġuŋda işit şeklindeki okuyuşuna karşı çıkmış, birinci kelimenin başındaki elif’in fazladan yazıldığını söylemiş, Gökyay’ın okuyuşunun (DKK: 114.29) doğru olduğunu belirterek kelimelerin yėtdügüŋde aşıt şeklinde okunması gerektiğini savunmuştur (DKON: 318). Gökyay ve Tezcan’ın okuyuşlarına katılıyor ve Beyrek Boyı Drs.39b.3-9’da geçen yine Dede Korkut’a ait başka bir soylamanın ilgili kısmını konuya bir kanıt olarak göstermek istiyorum: “[Ünüm aŋla] sözüm (4) diŋle, Bay Büre Beg! Allāh te’ālā saŋa bir oġul vėrmiş, (5) xuta vėrsün! Aġır sancao götürende müsülmānlar arlası (6) olsun! Oarşu yatan oara oarlı xaġlardan aşar (7) olsa Allāh te’ālā senüŋ oġluŋa aşut vėrsün! Oanlu (8) oanlu sulardan gėcer olsa gėçüt vėrsün! Oalabalıo (9) kāfire girende Allāh te’ālā senüŋ oġluŋa fursat vėrsün!” Şimdi de yine bu soylamaya dayanarak Drs.119a.11-119b.1’de geçen dizelerde başka bir tamir yapmak istiyorum: Bu dizeler, Basat’ın Tepegözü öldürdüğü boyun sonunda Dede Korkut’a ait bir soylamada geçer. Dede Korkut, Beyrek boyında geçen ad koyma töreninde geçen ve yukarıda verdiğim soylamada aşağı yukarı aynı sözlerle Beyrek’in babasına seslendiği görülüyor ve altını çizdiğim dizelere göre Drs.119a.11-119b.1’de -en azından- şu tamirin yapılması gerektiğini düşünüyorum: “[Oarşu yatan] Oara xaġa yėtdügüŋde aşıt (12) vėrsün, Oanlu oanlu sulardan [geçer olsaŋ] gėçit vėrsün, dėdi. (13) Erligile oardaşuŋ oanın alduŋ,

198


Dede Korkut Metinleri Üzerinde Yeni Düzeltmeler (1)

Oalın Oġuz beglerini buŋdan 119b (1) ourtarduŋ, Oādir Allāh yüzüŋ aġ ėtsün, Basax, dėdi.” Drs.123a.3 (ME 242.3) hoşluğum, loşlığum → ooşluġum (<loşluġum o<l) “Oġul, oayurma üç (3) gündür ‫ ﻘﻮﺸﻠﻐﻢ‬ooşluġum yol.” Yukarıdaki cümlede geçen ve metindeki yazılışı verilmiş olan kelimeyi Gökyay, hoşluğum (DKK: 118.16) şeklinde okumuştur. Ergin, kelimenin metinde ‫ ﻘﻮﺸﻠﻐﻢ‬şeklinde yazılmış olduğuna dipnot ile dikkat çekmiş ve loşlığum şeklinde okumuştur. Ergin, Dede Korkut’ta geçen kōş kelimesinin örneklerine dayanarak bu tercihi yapmış olmalıdır. Tezcan ise, bu konuda not yazmaksızın kelimeyi ooşlıġum şeklinde okumuştur. Ben, yazım şeklini dikkate alarak kelimeyi ooşluġum şeklinde okumuştum. Burada, bu okuma şekli için gerekçe sunmak istiyorum: Dede Korkut’ta, alınma kelimelerin bazı örneklerinin başında ġ> o ve l>o değişmeleri görülür. Ergin de bu değişikliği tespit etmiş ve birçok örneğini Türkçeleştirme (DKKII: 381-382) başlığı altında işlemiştir. Bu örnekleri metindeki yazım şekilleri ve geçtiği yerler ile birlikte vermek istiyorum. Dede Korkut’ta kelimenin aslına uygun örnek geçiyorsa bunu da ayrıca belirteceğim: Kelime başındaki ġ> o değişmesi örnekleri: oalaba ‫ ﻘﻠﺒﻪ‬Drs.68b.13 (<Ar. ‫ ﻏﻠﺒﻪ‬ġalebe).

ġalaba ‫ ﻏﻠﺒﻪ‬Drs.129b. oalabalıo ‫ ﻘﻼﺒﻪﻠﻴﻖ‬Drs.39b.8; ‫ ﻘﻼﺒﻪﻠﻖ‬47a.11, 123a.9-10 (<Ar. ‫ ﻏﻠﺒﻪ‬ġalebe). oarāyıb k‫ ﻘﺮاﻴﺐ‬Drs.8a.5 (<Ar. k‫ ﻏﺮاﺌﺐ‬ġarā’ib). oarıplıġa ‫ ﻘاﺮﻴﻠﻐﻪ‬Drs.135b.5, ‫ ﻘﺮﻴﺒﻠﻐﻪ‬136b.13 (<Ar. k‫ ﻏﺮﻴﺐ‬ġarmb).

ġarmb k‫ ﻏﺮﻴﺐ‬Drs.121b.5. oarmm ‫ ﻘﺮﻴﻢ‬Drs.3b.11, 31b.8, 42b.2, 92b.10, 94a.6, 96a.13, 99a.2, 145a.3, 153a.1, 153a.1, 153a.2, 153a.3, 153a.5 (<Ar. ġarmm ‫)ﻏﺮﻴﻢ‬.

ġarmm ‫ ﻏﺮﺮﻴﻢ‬Drs.31a.12, 104b.8. oayrı ‫ ﻘاﻴﺮي‬Drs.141a.5 (<Ar. ‫ ﻏﻴﺮ‬ġayr).

ġayrı ‫ ﻏﻴﺮي‬Drs.121b.5. oazap ‫ ﻘﺰاﺐ‬Drs.11b.10, 12a.9 (<Ar. ‫ ﻏﺿﺐ‬ġażab).

ġażab ‫ ﻏﻀﺐ‬Drs.9a.1, 9a.3. Kelime başındaki l> o değişmesi örnekleri ise şunlardır: oudbe ‫ ﻘﻮﺪﻴﻪ‬62b.2, ‫ ﻘﻮﺪﻨﻪ‬108a.7 (<Ar. ‫ ﺨﻄﺒﻪ‬luxbe). ouxbe ‫ ﻘﻄﺒﻪ‬Drs.5a.10 (<Ar. ‫ ﺨﻄﺒﻪ‬luxbe).

199


Sadettin Özçelik

Yukarıdaki örnekler dışında, Dede Korkut’ta halı kelimesinin üç örneği de ‫ ﻘﺎﻝﻲ‬şeklinde yazılmış, buna karşılık, lalıca kelimesi altı yerde geçmiş ve altı örnek de ‫ ﺨﺎﻝﻴﺠﻪ‬şeklinde yazılmıştır: oalı ‫ ﻘﺎﻝﻲ‬Drs.20a.4, 91a.7, 91b.2.

lalıca ‫ ﺨﺎﻟﻴﺠﻪ‬Drs.7a.3, 35b.2, 38b.12, 63a.11, 103a.2, 119b.7 lōş kelimesinin bütün örnekleri, -‫ ﺨﻮﺶ‬şeklinde yazılmıştır. Ancak yukarıda sunduğum örneklerin ikilik gösteren şekilleri, Drs.123a.3’te geçen ve ‫ ﻘﻮﺸﻝﻐﻢ‬şeklinde yazılmış olan kelimenin ooşluġum okunması gerektiğini ve bir başka Türkçeleştirme örneği olduğunu göstermektedir. Drs.140b.10 (ME 277.10) öldür meni → öldür meni, [yitür meni] “Elüŋe girmiş (10) iken, mere kāfir, öldür meni, [yitür meni]” Yukarıdaki cümlede bir eksiklik vardır ve gösterdiğim tamirin yapılması gerekir. Bu tamirin gerekliliği, metnin devamında yer alan soylamalarda dört defa tekrar edilen aynı dizeden açıkça anlaşılıyor: Drs.141a.10: “Elüŋe girmişiken, mere kāfir, öldür meni, yitür meni” Drs.141b.10: “Elüŋe girmişiken, mere kāfir, öldür meni, yitür meni” Drs.142a.6: “Elüŋe girmişiken, mere kāfir, öldür meni, yitür meni” Drs.142b.3: “Elüŋe girmişiken, mere kāfir, (3) öldür meni, yitür meni” Drs.142a.5 (ME 280.5) ögünenleri → ögünen [eren]leri “Anda dalı ‘Erem, begem!’ dėyü öginmedüm, Ögünenleri → ögünen [eren]leri (6) loş görmedüm.” Yukarıdaki metinde gösterdiğim tamir yapılmalıdır. Çünkü Kazan’ın araka arkaya söylediği soylamalarda bu iki dize tekrar edilmiştir. Bu iki dizeden önce geçen soylamalarda üç yerde (Drs.140b.89, 141a.9-10, 141b.8-9) dizeler şöyledir: “Anda dalı ‘Erem, begem!’ dėyü öginmedüm, Ögünen erenleri loş görmedüm.” Drs.144a.13, 144b.1 (ME 284.13, 285.1) 1. (müdārā) oıl- = iyilik düşünmek: (Birisine) Tuzak kurmayı, kötülük etmeyi tasarlamak (argo) 2. berāber ėt-: karşısına çıkarmak, savaştırmak “Tekür beglerin cem’ eyledi: Bunlarıla ne müdārā oılalum? dėdi. Begler eyitdiler: 144b.1 Bunuŋ müdārāsı oldur kim Oazanı çıoaravuz, anlara berāber ėdevüz.” 1. Dede Korkut’ta, sadece yukarıdaki metinde (iki kez geçen) müdārā kelimesi için Ergin, söz dizininde “yüze gülme, suyuna gitme, anlaşma, idare etme” (DKKII: 217) anlamlarını vermiştir. Ergin, yukarıdaki metnin tercümesini şu şekilde vermiştir: “Tekür beylerini topladı, bunlarla nasıl uyuşalım dedi. Beyler dediler: Bunun uyuşması odur ki Kazanı çıkaralım, onlarla başbaşa bırakalım.” (1971: 225226)

200


Dede Korkut Metinleri Üzerinde Yeni Düzeltmeler (1)

Gökyay ise, iki örneği müdara ve müdara kılmak şeklinde ayrı ayrı işlemiş; müdara için “müdarat, idare ile kullanma, iyi davranma; yüze gülme, yapınma; hislerini gizleme, riyakarlık etme, alçak gönüllülük, tevazu; gönül alma” (DKK: 260-261) anlamlarını vermiştir. Gökyay, müdara kılmak için ise, “Nezaketle yahut dikkatli davranmak; gönül almak, gönül yapmak, uzlaştırmak, yatıştırmak.” (DKK: 261) anlamlarını vermiştir. Gökyay, yukarıdaki metnin tercümesini önce şu şekilde yapmıştır: “Tekür beylerini topladı, bunlarla ne müdara kılalım, dedi. Beyler, bunun müdarası odur ki Kazanı çıkarırız, onlarla karşılaştırırız, dediler.” (1963: 129), bir başka yayında ise, cümleyi “Tekür beylerini topladı, bunlara nice davranalım, dedi.” (1995: 161) şeklinde tercüme etmiştir. Bence müdārā kelimesi ve müdārā oıl- birleşik fiilinin yukarıdaki metinde kullanıldığı anlamları tespit edebilmek için bir özet yaparak metnin öncesini, sonrasını dikkate almak gerekiyor: Uruz, delikanlı çağına girer ve babasının yaşadığını, tutsak olduğunu öğrenir. Bunun üzerine Kazan’ı tutsaklıktan kurtarmak için çeri toplar ve amcası Kara Göne ile birlikte babasını kurtarmak için yola çıkar. Önce yolları üzerindeki küçük bir kaleyi alırlar. Bu kaleden kaçan bir sığır çobanı Kazan’ın tutsak bulunduğu kalenin tekürüne giderek Ayasofya’nın alındığını ve düşmanın üzerlerine gelmekte olduğunu haber verir. İşte yukarıdaki metin, tam burada geçer. Bu metnin hemen devamında ise, Tekür, Kazan’a üzerlerine gelmiş olan düşmanı uzaklaştırması karşılığında serbest bırakılacağını ve bir daha kendilerine saldırması şartıyla haraç ödeyeceklerini söyler. Ardından Kazan’a giyim ve silah vererek gelen ordu ile savaşmak üzere dışarı çıkarırlar. Böyle bir durumda yukarıda verilmiş olan anlamlar söz bağlamına uygun düşmüyor. Bence, yukarıdaki metinde geçen müdārā kelimesi ve müdārā oıl- birleşik fiilinin anlamları, günümüzde argoda kullanılan iyilik düşünmek “(Birisine) Tuzak kurmayı, kötülük etmeyi tasarlamak” (Aktunç 2000: 153) fiili ve anlamıyla açıklanabilir. 2. Yukarıdaki metnin sonunda geçen berāber it- birleşik fiilini ise; Ergin, söz dizininde “beraber ‘beraber” (DKKII: 43) şeklinde işlemiştir. Gökyay, aynı fiili “beraber etmek ‘Karşılaştırmak, döğüştürmek, karşısına çıkarmak” (DKK: 175) şeklinde işlemiştir. Yukarıdaki müdara ile ilgili tespitimden sonra berāber it- birleşik fiili için söz bağlamına uygun düşen anlam, Gökyay’ın verdiği “döğüştürmek, karşısına çıkarmak” anlamıdır. Tarama Sözlüğü 512’de birleşik fiil için verilen iki örneğin belirtilen ‘bir araya getirmek’ anlamıyla uygunluğu şüphelidir. Tarama Sözlüğü 512’de ayrıca, beraberlık çekişmek ‘beraberlik iddiasında bulunmak’ fiili için verilen tek örnek ise, beraber etmek fiili için belirttiğim anlamı desteklemesi bakımından önemlidir: “Bir zâhit var idi, dâim Hakîm Tirmid ile muâraza iderdi ve anınla beraberlık çekişürdi. (Tez. Lâ XV. 711-1)” (TarS: 512) Drs.150a.9 (ME 296.9) Oazaġuc kelimesinin yazılışı üzerine “‫ ﻘﺰﻩ ﻘﻮﺠﺪﻩ‬Oazaġucda oażılıo atına çoo binmişem,” Tezcan, kendisinden önceki yayınlarda oara ooç okunmuş olan kelimenin oazaġuc olduğunu tespit etmiştir (DKON: 39-42). Tezcan, yazdığı notta düzeltmesi ile ilgili gerekçelerini sunmuş ve görüşünü şöyle belirtmiştir: “Ben, DKK’ndaki sözcüğün aslında oazaġuc olduğunu, çekimleyenlerin bunu anlamadıkları için oara ooç biçimine sokmuş olduklarını sanıyorum. Drs. nüshasında sözcük sadece ilk geçtiği yerde (yani Drs.3b.10’da) bozulmadan yazılmış, bir kez de (Drs.141a.4) ilk yarısı doğru kalmış, yalnız ikinci yarısı bozulmuştur.” (DKON: 42) Ben, Tezcan’ın görüşünü katılıyor ve yazımla ilgili olarak bu tespiti destekleyen bir ekleme yapmak istiyorum: Drs.150a.9’da da -yukarıda görüldüğü gibi- kelimenin ilk yarısı doğru şekilde (-‫)ﻘﺰﻩ‬ yazılmıştır.

201


Sadettin Özçelik

Kaynaklar ve Kısaltmalar

Aktunç, Hulki (2000), Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü, Yapı Kredi yayınları, İstanbul. DLT: Atalay, Besim (1986), Divanü Lûgat-İt-Türk Tercümesi, Türk Dil Kurumu yayınları (4 Cilt), Ankara. Drs.: Dede Korkut’un Dresden Nüshası. DerS: Derleme Sözlüğü (1965-1979) I-XI c., Türk Dil Kurumu yayınları, Ankara. KTLS: Ercilasun, Ahmet Bican (ve Diğerleri) (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara. Gülensoy, Tuncer (1995), Türkçe Yer Adları Kılavuzu, Türk Dil Kurumu yayınları: 618, Ankara. ME: Ergin, Muharrem (1989), Dede Korkut Kitabı I (Giriş-Metin-Faksimile), Türk Dil Kurumu yayınları: 169, Ankara. DKKII: Ergin, Muharrem (1991), Dede Korkut Kitabı II (İndeks-Gramer), Türk Dil Kurumu yayınları: 219, Ankara. DKK: Gökyay, Orhan Şaik (1973), Dedem Korkudun Kitabı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul. Gökyay, Orhan Şaik (1982), Destursuz Bağa Girenler, Dergâh yayınları, İstanbul. Gökyay, Orhan Şaik (1963), Bugünkü Dille Dede Korkut Hikâyeleri, Remzi Kitabevi, İstanbul. Gökyay, Orhan Şaik (1995), Dede Korkut Hikâyeleri, Dergâh yayınları, İstanbul. Gökyay, Orhan Şaik (1994), “Dedem Korkut Kitabı Üzerine” Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1988, Türk Dil Kurumu yayınları: 552, Ankara, s. 91-96. Kilisli Mu’allim Rifat (1332H.=1916M.) Kitab-ı Dede Korkud ‘Ala Lisan-ı Ta’ife-i Oğuzan, İstanbul. Özçelik, Sadettin (2004), “Dede Korkut Metinleri Üzerinde Bazı Düzeltmeler”, V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II (20-26 Eylül 2004), Ankara, s. 2209-2220. Özçelik, Sadettin (2004), “Dede Korkut’ta Renklere Yüklenen Anlamlar ve Ak-Kara veya Ak-Alaca Mücadelesi”, Mitten Meddaha Türk Halk Anlatıları Uluslar arası Sempozyumu, 25-27 Kasım 2004, Ankara. Özçelik, Sadettin (2005), “Dede Korkut’ta Yanlış Yazılmış Birkaç Kelime ve Okunuş Şekilleri Üzerine”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt V, Sayı.1, İzmir, s.79-83. Özçelik, Sadettin (2005), Dede Korkut Araştırmalar, Notlar/ Dizin/ Metin, Gazi Kitabevi, Ankara. TarS: Tarama Sözlüğü (1977), Türk Dil Kurumu yayınları, Ankara. Tekin, Talât (1986), “Dede Korkut Hikâyelerinde Bazı Düzeltmeler”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1982-1983, Ankara, s.141-156. DKO: Tezcan, Semih; Boeschoten, Hendrik (2001), Dede Korkut Oğuznameleri, Yapı Kredi yayınları: 1441, İstanbul. DKON: Tezcan, Semih (2001), Dede Korkut Oğuznameleri Üzerine Notlar, Yapı Kredi yayınları: 1457, İstanbul. Vat.: Dede Korkut’un Vatikan nüshası. Zahidoğlu, Vahid (2004a), Kitab-ı Dede Korkut: Müstensih “Yanlış”ları ve Metin Gerçekleri, Türk Halklarının Edebi Geçmişi: Türk Destanları Uluslararası Sempozyum’unda Sunulan Bildiri, Bakü, s. 277-283. Zahidoğlu, Vahid Adilov (2004b), Kitab-ı Dede Korkut’ta Bazı Düzeltmeler, V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri II (20-26 Eylül 2004), Ankara, s. 3311-3328.

İşaretler →

: Düzeltme teklifi yönünü gösterir.

[]

: Metinde eklenmiş kısmı gösterir.

202


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 201-208 İZMİR 2005.

KUTADGU BİLİG’DE BİTKİ ADLARI Names of herbs in “Knowledge for Wealth” (Kutadgu Bilig) Faruk ÖZTÜRK* Özet Kutadgu Bilig müşterek Orta Asya Türkçesinin en önemli metinlerinden biridir. Kutadgu Bilig birçok açıdan olduğu gibi Türkçenin sözvarlığının tam olarak belirlenmesi açısından da önemlidir. Bu çalışmada Kutadgu Bilig’deki bitki adları ele alınmıştır. Bunun için Arat’ın Kutadgu Bilig ile ilgili yayımlarından yararlanılmıştır. Kutadgu Bilig’de on yedi farklı bitki elli sekiz örnekte geçmektedir. Bunlardan bir bölümü temel anlamıyla bir bölümü de yan anlamıyla kullanılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kutadgu Bilig, Bitki Adları, Sözvarlığı. Abstract “Knowledge for Wealth” is the one of the most important text of Turkish language of Middle Asia. “Knowledge for Wealth” has great importance from the point of view of development of lexicon of Turkish language. İn this work have been considered names of plants, which were mentioned in “Knowledge for Wealth”. For this purpose we used the Arat’s publications of “Knowledge for Wealth”. İn “Knowledge for Wealth” in fifty eight examples were mentioned seventeen names of various herbs. One part of them was used in direct meaning, another part was used in figurative meaning. Key Words: “Knowledge for Wealth” (Kutadgu Bilig), Names of Herbs, Lexicon.

1. Giriş Kutadgu Bilig1 Türk dili tarihi içindeki ilk manzum siyasetnamedir. Bilinen üç yazması (Herat, Fergana ve Mısır yazmaları) olan Kutadgu Bilig aynı zamanda İslâmî Türk edebiyatının ilk metinlerinden biridir. Kutadgu Bilig üzerine yapılan incelemelerde madde başı kelimelerin 2861 olduğu belirlenmiştir. (Yüce 1980: 24.) Metindeki 2861 kelimenin de ayrı ayrı incelenmesi gerekir. Bu kelimeler hangi alanlarla ilgilidir? Bu çalışmada yalnızca bitki ile ilgili kelimelerin hangi kavramları yansıttığı sorusuna cevap aranacak, Kutadgu Bilig’deki bitki adları ve bu adların metin içindeki işlevleri araştırılacaktır. Metinde on yedi farklı bitki adı elli sekiz farklı biçim içinde yer almaktadır. Bitkilerin bir bölümü temel sözvarlığının da ögeleridir. Dolayısıyla bitki adlarının içinde hiç geçmediği bir metin tasarlamak güçtür. Edebiyat metinlerinde bitkiler, benzetme ve deyim aktarmalarında sık kullanılır. “İnsanlar dünya üzerindeki tüm dillerde sevgilerini, hayranlıklarını, küçümsemelerini birbirlerine hayvan ya da bitki adı vererek ifade etmişler, kendilerini bunlarla karşılaştırmışlardır.” (Roux 2005: 223.) 2. Kutadgu Bilig’de Geçen Bitki Adları 2.1. arbuz Metinde bir kez geçen arbuz “karpuz (mecâzî: ahmak)” sözü tabiattan insana bir deyim aktarması içinde “ahmak” karşılığında kullanılmıştır. muÆar meÆzetü aydı şaèìr sözi uúup tıÆlayu al kişi arbuzı [1900] “Şair buna benzer bir söz söylemiştir, dinleyip anlamağa çalış; ey insanların karpuzu.” * 1

Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü doktora öğrencisi. Bu çalışmada Reşit Rahmeti Arat’ın Kutadgu Bilig üzerinde yaptığı çalışmalar temel alınmıştır.

203


Faruk Öztürk

2.2. arpa (Ar. şaèìr, Lât. holdaum vulgare) Kutadgu Bilig’de arpa “arpa” kelimesi 5 örnekte geçmektedir. Clauson arpa sözünün Toharca olduğunu kaydederken Sevortyan bu kelimenin Türkçeye Moğolcadan geçmiş olabileceğini belirtmektedir. (CLAUSON: EDPT: ARB: 198b.; SEVORTYAN 1974: 176.; DOERFER: TMEN: II, 24445.) Arpa sözünü temel sözvarlığının bir ögesi olarak düşünmek gerekir. Arpa hem ‘hayvan yemi’ olarak hem de ‘un yapılarak insan yiyeceği’ olarak kullanılır; ancak Kutadgu Bilig’deki bütün beyitlerde arpa, insan yiyeceği kavramını yansıtmaktadır; ayrıca “arpa aşı” mütevazı bir yemek olarak tasvir edilmiştir. Úarın toêġuça yi úamuġ yim içim Kerek arpa yür tut toêurġu açım [4769] “Her yiyecek ve içecekten ancak karnı doyuracak kadar yemeli; içinde ister arpa ister darı olsun, bu da benim karnımı doyuracaktır.” Bu söz DLT’de beş kez geçmektedir. (DLT I. 12319, 20, 3431; II. 1215, 31611.) 2.3. azġan (Lât. rosa canina, rosa majalis, rosa multiflora, prunus spinora) Azġan “yaban çiçeği” sözü bir örnekte geçmektedir. (azġan < az+ġan ‘kuşburnu, yabangülü’) Asıġ úılsa azġan anıÆ men úulı Çiçek yaslıġ erse biçer men ulı [2573] “Yaban çiçeği faydalı ise ben onun kuluyum; eğer özenilerek yetiştirilmiş çiçek zararlı ise onun kökünü keserim.” Bu söz DLT’de iki kez geçmektedir. (DLT I. 4397,13.) 2.4. buġday (Ar. óinta, Lât. triticum aestivum) Metinde buġday “buğday” sözü de bir kere geçmektedir. İndekste bu kelime ‘buğday’ (CLAUSON: EDPT: BĞD: 312b.; SEVORTYAN 1978: 232.) şeklinde anlamlandırılmıştır. Metinde ise bir yıldızın adı ‘Sünbüle’ olarak geçer. Kör arslan bile úoşnı buğday başı Basa ülgü boldı çaêan ya işi [140] “Bak, Esed’in komşusu Sünbüledir, sonra Akreb ve Kavs’in arkadaşı Mîzan gelir.” Bu söz DLT’de on kez geçmektedir. (DLT II. 23510, 3198, 36315; III. 417, 7317, 2406,7,13, 25415, 32518.) 2.5. çiçek Kutadgu Bilig’de en çok 17 kere ile çiçek “çiçek” [çiçek < ET. çėçek CLAUSON: EDPT: CCG: 400b, 401a.; DOERFER: TMEN: III, 571073. (Fergana yazmasında çé:çe:k, Mısır yazmasında çeçe:k)] adı kullanılmıştır. Bu ad bazen gerçek anlamda bazen de deyim aktarmalarında yer alır. Úalıú úaşı tügdi közi yaş saçar Çiçek yazdı yüz kör küler úatġurar [80] “Gök kaşını çattı, gözünden yaş serpiliyor; çiçek yüzünü açtı, bak, gülmekten katılıyor.” Burada insanla ilgili bir unsur çiçek sözüne aktarılmıştır. Bu türlüg çiçek yirde munça bediz Yazı taġ úır oprı yaşıl kök meÆiz [96]

204


Kutadgu Bilig’de Bitki Adları

“Yerde bin bir çiçek, bin bir manzara, düzlük, dağ, sahra, vadi, yeşil ve mavi renkler ile örtülmüş.” Yaġız yir baúır bolmaġınça úızıl Ya otta çiçek önmeginçe yaşıl [120] “Kara toprak kızıl bakır oluncaya kadar, ateşten yeşil çiçek çıkıncaya kadar.” Burada da tabiattaki nesneler arasında bir aktarma vardır. Bu söz DLT’de on kez geçmektedir. (DLT I. 1194, 17922, 1938, 23326, 38813, 4374, 50812; II. 12222, 2859,15.) 2.6. çim [ar. åìl, Lât. cynodon dactylon] Metinde çim “çim, ayrık otu” sözü de bir kere geçmektedir. (çim < ET. çim/çım CLAUSON: EDPT: CM: 421b.) Üyük çim osuġluġ bolur bilgeler Çıúar suv úayda aêaú tepseler [974] “Âlimler sulak yerlere benzerler; nereye ayak vururlarsa oradan su çıkar.” Bu söz DLT’de bir kez geçmektedir. (DLT I. 33812.) 2.7. erġuvan Metinde erġuvan “erguvan çiçeği” sözü de bir kere geçmektedir. Erguvan kelimesini Farsça bir alıntı olarak gösteren Tietze bunu ‘eflâtun ile kırmızı arası çiçek açan bir ağaç’ biçiminde anlamlandırmıştır. (TIETZE: TvETTL Cilt 1 A-E: 733a.) Temam erġuvan teg úızıl meÆzim erdi Bu kün zaèferan urġın eÆde tarıttım [6529] “Benzim kırmızı, tam bir erguvan gibi idi, bugün yüzüme safran tohumu ektim.” 2.8. úadıÆ [Ar. òalanc, Lât. erica arborea] Metinde úadıÆ “kayın ağacı” sözü de bir kere geçmektedir.(CLAUSON: EDPT: ĞDN: 602b. “úaêıŋ”, DOERFER: TMEN: III. 1831164., MUSAEV 1975: 468., STEINGASS 472a.) úadıÆ teg boêum erdi oú teg köni tüz ya teg egri boldı egildim töÆgittim [6532] “Kayın gibi vücüdum ok gibi düz ve dik idi, şimdi yay gibi eğri oldu, eğdim, eğildim.” Bu söz DLT’de 6 kez geçmektedir. (DLT I. 328, 35620; III. 13413, 1517, 36920,21.) 2.9. úaġıl Metinde úaġıl “yaş söğüt dalı” sözü de bir kere geçmektedir. (CLAUSON: EDPT: ĞĞL: 610b.) tadu artadı kör küçi eksüdi úaġıl teg köni boê egildi úodı [1055] “Unsurlar bozuldu, kuvveti azaldı; dik vücudu yaş söğüt dalı gibi büküldü.” Bu söz DLT’de iki kez geçmektedir. (DLT I. 4093,6.) 2.10. úaġun [Ar. baùùìó, Lât. cucumis melon]

205


Faruk Öztürk

Metinde úaġun “kavun” sözü iki kere geçmektedir. (DOERFER: TMEN: IV, N 294124=2069. ‫ﻗﺎوون‬ [qāvun]←Tü. qavun) Neçe körklüg erse úaġun taş yüzi Yıêı ya beêizi ya meÆzi tözi [5110] “Kavunun dışı, kokusu, şekli veya rengi ne kadar güzel olursa olsun,” içinde tatıġ bolmasa ol úagun anı taştın atġu bolur ay sıġun [5111] “İçinde tadı yoksa o kavunu kaldırıp atmak icap eder, ey dağ keçisi gibi çevik insan.” Bu söz DLT’de on sekiz kez geçmektedir. (DLT I. 1516, 8815, 17410, 2141, 2686, 26919, 39512, 41010,11, 49924, 50419, 50518; II. 29011; III. 1078, 12919, 1462, 19021, 4359.) 2.11. úaranfil [Fa. úarnful < Gr. úaranfūl] Metinde úaranfil “karanfil” sözü bir kere geçmektedir. (STEINGASS: 966b.) ãaba yili úoptı úaranfil yıêın ajun barça bütrü yıpar burdı kin [71] “Karanfil kokulu bahar rüzgârı esti; dünyanın her tarafı misk ve anber kokusu ile doldu.” 2.12. kürküm [Ar. zaèferÀn, Lât. crocus satirus] Metinde kürküm “safran” sözü bir kere geçmektedir. (Kürküm < Fa. kunkum. CLAUSON: EDPT: GRG:743a.) yıl ülgü yay erse tüşegli yiğit sarıġ al tüşese ya kürküm ögit [6009] “Yılın mevsimi yaz ve rüya gören delikanlı ise rüyasında sarı, pembe renklerle safran veya öğütülmüş bir şey görürse.” Bu söz DLT’de bir kez geçmektedir. (DLT I. 4869.) 2.13. ot Metinde ot “ot” sözü sekiz kere geçmektedir. (SEVORTYAN 1974: 481.) biliġsiz kişi köÆli kum teg turur ögsiz kirse tolmaz ap ot yem önür [975] “Bilgisiz insanın gönlü kumsal gibidir, nehir aksa dolmaz, orada ot ve yem bitmez.” Könilik üçün kök aêaúın turur yayılmaz üçün yirde oy yim önür [5600] “Doğruluk yüzünden gök ayakta durur, yer sabit olduğu için üzerinde ot ve ekin biter.” úayu taġda yügrür üÆürde evi yimi ot köki içgü yaġmur suvı [6155] “Biri dağda koşar, evi mağaradır, onun yediği ot kökü, içtiği yağmur suyudur.” yigüm ot köki bolsu yaġmur suvı tap eêiz úum tüneyi taġ ton keêeyi [6571]

206


Kutadgu Bilig’de Bitki Adları

“Yiyeceğim ot kökü olsun, yağmur suyu bana yeter; kumdan döşek yapıp geceleyeyim, çuldan elbise giyeyim.” Bu söz DLT’de otuz üç kez geçmektedir. (DLT I. 1411,13, 355,6, 6522, 756, 16924, 17216, 1953, 2251, 2553, 34221, 41512, 46911; II. 7919, 10826, 13315, 29411, 3305, 34828, 3512; III. 45, 4723, 689, 1221, 14124, 2006, 26314, 2779, 28714, 3746, 43620, 44213.) 2.14. simiş Metinde simiş “simiş, çekirdek” sözü bir kere geçmektedir. aş içgü yiseler nuúul ur yimiş úuruġ öl yimiş ur bir ança simiş [4660] “Yiyecek ve içecek tamam olunca çerez ve meyve ver, kuru ve yaş meyve yanında bir mikdar simiş de bulunsun.” 2.15. tiken Metinde tiken “diken” sözü iki kere geçmektedir. (tiken < ti+ken. CLAUSON: EDPT: DGN: 483b.; DOERFER: TMEN: II, 528915.) ayur bu úaêaşıÆ irig sözlemiş aÆar torúu ıêtım tiken çiknemiş [3846] “Kardeşin çok haşin cevap vermiş, ben ona ipek gönderdim, o ise diken işlemiş -dedi-.” Burada da diken kelimesi gerçek anlamı dışında kullanılmıştır. ùiken ol uúuşluġúa êünya tolu aêaú ursa yirke kirür saúlaġu [6383] “Akıllı insan için dünya dikenler ile doludur, yere basınca ayağına batar, dikkat etmek lâzımdır.” 4413.)

Bu söz DLT’de yedi kez geçmektedir. (DLT I. 20418, 40023, 4011,23; II. 2157, 28014; III.

2.16. yΨmiş Metinde yΨmiş “yemiş, meyve” sözü on kere geçmektedir. (CLAUSON: EDPT: YMŞ: 938b.) yΨmiş yigü nièmet çiçekinde gör úamuġ neÆke yaÆzaġ munı bilgü teÆ [1651] “Meyveyi, yiyecek nimetleri, çiçekte iken görmeli; her işte misal olarak bunu örnek tutmalı.” úuruġ öl yΨmiş tut ya içgü süçig anıÆdın bolur bu boġuzúa keçig [2889] “Kuru veya yaş meyve yahut içki ve şarap, bunlar boğaza hep onun elinden gelir.” úuruġ öl yΨmiş ya cülengbin cülab özi úatġu tutġu bu barça şerab [2904] “Kuru, yaş meyve veya gül balı, gül şurubu, bütün bu içkileri kendisi yapmalı ve muhafaza etmelidir.” Telim tüş bolur yim içimke barır yaraġsız yΨmiş bolsa teÆsiz kelir [6005]

207


Faruk Öztürk

“Birçok rüyalar vardır ki yemek ve içmekten gelir, yaramayan yemekler yenilmiş ise rüya da uygunsuz olur.” 1214.)

Bu söz DLT’de yedi kez geçmektedir. (DLT I. 25117, 2639; II. 1218, 9523, 1466, 25416; III.

2.17. yıġaç Metinde yıġaç “ağaç” sözü dört kere geçmektedir. [CLAUSON: EDPT: AĞC: 79b.; TIETZE: TvETTL Cilt 1 A-E: 109b. (yıġaç < ET. ı ‘bitki’+-ġaç)] yayılmaz yorıġa keveldin tüşüp eêersiz yıġaç mingü muÆluġ bolup [1428] “Sarsmayan rahvan küheylan attan inip aciz içinde eyersiz bir ağaca bineceksin.” uúuşsuz kişi ol yimişsiz yıġaç yimişsiz yıġaçıġ negü úılsun aç [2455] “Akılsız adam meyvesiz ağaç gibidir, aç kimse meyvesiz ağacı ne yapsın.” Burada da bir benzetme vardır. yaġa tursu yaġmur yazılsu çiçek úurımuş yıġaçtın salınsu küjek [118] “Yağmur yağmakta devam etsin, çiçekler açılsın; kurumuş ağaçlardan perçemler sarksın.” úurımış yıġaçlar tonandı yaşıl bezendi yipün al sarıġ kök úızıl [67] “Kurumuş ağaçlar yeşiller giyindi, tabiat mor, al, yeşil ve kızıl renkler ile süslendi.” Bu söz DLT’de yüz yirmi üç kez geçmektedir. (DLT I. 141, 1818,20, 15227, 17421, 1985,9, 2193, 2446, 2498, 25123, 2546, 2603, 2633,9, 27115, 28315, 2904, 29419, 29719, 31212, 31921, 4397,28, 4852, 50221, 50314, 50511,12, 5116; II. 116,20, 2025, 2420, 292,22,375,6, 6927, 7011, 805 854, 9123, 10112, 1226, 12323, 13012, 1413, 1716, 1955, 2039, 2043, 20715, 21312, 2226, 2297, 23619, 23727, 24210, 24414, 24521, 26419, 26617, 26727, 26924, 27122, 31315, 33122, 33218, 34922, 36023, 3633; III. 817,18,19,20,22,23,25, 255,7, 286, 3817, 444, 507, 524, 5418, 6916, 8210, 865, 9420, 1038, 1043, 11011, 11419, 1165, 1197, 1898, 19016, 19119, 19619, 2164, 22528, 24612, 2471, 25226, 2606, 26524, 2758, 27721, 31616, 32116,27, 33624, 34813, 3862, 39218, 39511, 42221, 4237,23, 4245, 4274.) 3. Sonuç Bitki adları ana sözvarlığının ögeleri olduğundan içinde bitki adlarının geçmediği herhangi bir metin düşünmek güçtür. Karahanlı Türkçesi dönemindeki bitki adları bütün zenginliği ile Kutadgu Bilig’e yansımamıştır. Bu durum, Kutadgu Bilig’in manzum oluşundan, dolayısıyla sözvarlığının sınırlı oluşundan kaynaklanmaktadır. Hatta Kutadgu Bilig’deki hayvan adları ile karşılaştırıldığında bitki adları hayvan adlarına göre daha azdır. Şerif Ali Bozkaplan “Kutadgu Bilig’de Hayvan Adları” adlı çalışmasında Kutadgu Bilig’de 79 farklı hayvan adının 305 defa tekrarlandığını belirlemiştir (Bozkaplan: 2006: 4.) Türk dili ve edebiyatının yazılı ve sözlü malzemeleri incelendiğinde, Türkçenin bitki dünyasının da öbür dünyaları gibi 2 zengin ve çeşitli olduğu görülecektir.

2

Hayvan adları ile ilgili olarak, bkz. Şerif Ali Bozkaplan, “Türkiye Türkçesindeki Ehli Olmayan Hayvan Adlarının Sistematiği”, III. Uluslar arası Türk Dil Kurultayı, Çeşme-İzmir 1996, Bildiriler, TDK Yayınları Ankara 1999, s.157-197.

208


Kutadgu Bilig’de Bitki Adları

Kutadgu Bilig’de Geçen Bitki Adlarının Dizini3 1. arbuz [1] 2. arpa [5] 3. azġan [1] 4. buġday [1] 5. çiçek [17]

6. çim [1] 7. erġuvan [1] 8. úadıÆ [1] 9. úaġıl [1] 10. úaġun [2] 11. úaranfil [1]4 12. kürküm [1] 13. ot [8]

14. simiş [1] 15. tiken [2] 16. yΨmiş [10]

17. yıġaç [4]

3 4

karpuz (mecazî “ahmak”). a.-ı (kişi a.) 1900 arpa. a. 3611, 3612, 4765, 4769, 6334 yaban çiçeği. a. 2573 buğday. b. 140 çiçek. ç. 80, 96, 120, 2573, 2688 ç. teg 452, 6625 ç. yazıl- 118, 829, 1808 ç.-inde 1651 ç.-ler 70, 79, 1810, 3212 ç.-lerig 6435 ç.-lig 6531 çim, ayrık otu. ç. 974 erguvan çiçeği. e. teg 6529 kayın ağacı. ú. teg 6532 yaş söğüt dalı. ú. teg 1055 kavun. ú. 5110, 5111 (A.) karanfil. ú. 71 safran. ú. 6009 ot. o. 975, 5600, 6155, 6571 o.-ı 375, 1393 o.-lar 2887 o.-larıġ 2903 simiş, çekirdek. s. 4660 diken. t. 3846, 6383 yemiş, meyve. y. 1651, 2889, 2904, 4660, 4660, 6005 y.-i 4253, 4522 y.-siz 2455, 2455 ağaç. y. 1428 y.-ıġ 2455 y.-tın 118 y.-lar 67

Burada Kutadgu Bilig İndeksinden yararlanılmıştır. Steingass’ta karanfil kelimesinin Grekçeden Arapça ve Farsçaya geçtiği belirtilmektedir. Burada Kutadgu Bilig indeksine bağlı kalınmıştır.

209


Faruk Öztürk

Kaynaklar

Turhan BAYTOP: Türkçe Bitki Adları Sözlüğü: Ankara 1994, [VI]+ 508 s. Türk Dil Kurumu Yayınları: 605. Şerif Ali BOZKAPLAN: “Kutadgu Bilig’de Hayvan adları” Günümüz Dünyasında Yusuf Has Hacib ve Fikirleri II. Uluslar arası Sempozyum 8 Haziran 2006, Bişkek-Kırgızistan. Sir Gerard CLAUSON: An Etymological Dictionary Of Pre-Thirteenth-Century Turkish: London 1972, XLVIII+ 988 s. Oxford University Press. Gerhard DOERFER: Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen, unter besonderer Berücksichtigung älterer neuperisischer Geschichtsquellen, vor allem der Mongolen-und Timuidenzeit: Wiesbaden 1963, I, XLVIII+ 557 s.; 1965, II, VIII+ 671 s.; 1967, V+ 670 s.; 1975, IV, V+ 640 s. Franz Steiner Verlag. Mustafa S. KAÇALİN: Dedem Korkut’un Kazan Bey Oğuz-nâmesi -metin ve açıklamalar-: Kitabevi 288, 406 s., İstanbul, Ocak 2006. Jean-Paul ROUX: Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar: [Çevirenler:] Aykut KAZANCIGİL-Lâle ARSLAN, 440 s., Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2005. Эрванд Владимирович СЕВОРТЯН: Этимологический словарь тюркских языков (Общетюркские и межтюркские основы на гласные): Академия Наук СССР Институт языкознания, Издательство «Наука», Москва 1974. [Ervand Vladimiroviç SEVORTYAN: Etimologiçiskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşetyurkskie i mejtyurkskie osnovı na glasnıye): Akademiya Nauk SSSR İnstitut Yazıkozınaniya, İzdatelstvo “NAUKA”, Moskva 1974.] Эрванд Владимирович СЕВОРТЯН: Этимологический словарь тюркских языков (Общетюркские и межтюркские основы на букву «Б»): Академия Наук СССР Институт языкознания, Издательство «Наука», Москва 1978. [Ervand Vladimiroviç SEVORTYAN: Etimologiçiskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşetyurkskie i mejtyurkskie osnovı na bukvu “B”): Akademiya Nauk SSSR İnstitut Yazıkozınaniya, İzdatelstvo “NAUKA”, Moskva 1978.] Эрванд Владимирович СЕВОРТЯН: Этимологический словарь тюркских языков (Общетюркские и межтюркские основы на букву «В», «Г», «Д»): Академия Наук СССР Институт языкознания, Издательство «Наука», Москва 1980. [Ervand Vladimiroviç SEVORTYAN: Etimologiçiskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov (Obşetyurkskie i mejtyurkskie osnovı na bukvu “V”, “G”, “D”): Akademiya Nauk SSSR İnstitut Yazıkozınaniya, İzdatelstvo “NAUKA”, Moskva 1980.] F. STEINGASS: A. Comprehensive Persian-English Dictionary: London 1892, VIII+ 1539 s. Andreas TIETZE: Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı Cilt 1 A-E: İstanbul-Wien 2002, 763 s., Simurg 56 Sözlük 2. [KÂŞGARLI MAHMUD]: Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi: Çeviren: Besim ATALAY, Ankara 1939, I, XXXVI+ 530 s.; 1940, II, 366 s.; 1941, III 452 s. T. D. K. [yayın nr: 521, 522, 523, 524] [YUSUF HAS HÂCİB]: Kutadgu Bilig Metin: [İşleyen:] Reşit Rahmeti ARAT, İstanbul 1947, I, LIX+ 656 s. Türk Dil Kurumu. [YUSUF HAS HÂCİB]: Kutadgu Bilig Çeviri: Reşit Rahmeti ARAT, İstanbul 1959, II, XXVI+ 477 s. Türk Tarih Kurumu. [YUSUF HAS HÂCİB]: Kutadgu Bilig III İndeks, [Hazırlayan:] Reşit Rahmeti ARAT (İndeksi neşre hazırlayanlar: Kemal ERASLAN - Osman F. SERTKAYA - Nuri YÜCE – Ön Söz: Muharrem ERGİN), İstanbul 1979, XV+ 565 s. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları: 47, Seri: IV – Sayı: A 12. Юсуф БАЛАСАГУНИ: Благодатное знание: [перевод:] С. И. ИВАНОВА, издательство «Советский писатель», Ленинград 1990. [Yusuf BALASAGUN: Blagadatnoe Znaniya: (Perevod:) S. İ. İVANOVA, İzdatelstvo «Sovyetskiy Pisatel», Leningrad, 1990.]

210


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 209-220, İZMİR 2006.

KIRGIZLAR İLE ORTA ASYA HALKLARININ BİRLİKTE CUNGAR HANLIĞININ İSTİLALARINA KARŞI VERDİKLERİ MÜCADELELER (XVII Yüzyıldan XVIII Yüzyıla Kadar) The Efforts of Kyrgyz and Central Asian Peoples to the Invasion of Junghar Khanate (From the Century of XVII to the Century of XVIII) Döölötbek SAPARALİYEV∗ Aktaran: Ulanbek ALİMOV** Özet İncelememizde, Cungar istilalarına karşı verilen Orta Asya halklarının birlikte verdiği mücadeleleri ele aldık. Onların XVIII. yüzyılda sosyal ve tarihi kaderlerinin ortak olduğunu ve dış güçlere karşı devamlı birleşerek mücadele ettiklerini göstermeye çalıştık. Anahtar Kelimeler: Cungar, Kalmuk, Oyrat Abstract In our study, we dealed with the struggles regarding Cungar invasions and Middle Asia nations’ oppositions to these invasions. We tried to show that their social and historical destiny were common and they had permanently fighted together to their enemies in the eighteenth century. Key Words: Junghar, Calmuc, Oirat

Kuzey Moğolistan göçebe boylarından Oyratlar (Kalmuklar1) ilk başlangıçta Kuzey Moğolistan’da Cungariya adıyla bilinmektedir. Kelime anlamı “sağ kol” manasına gelmektedir. Asya’nın yarı göçebe boylarıyla sınırda yaşamaktaydılar. XV. yüzyılda Oyratların ünlü önderi Esen-Tayşi’ye bütün Moğolistan bağlıydı. Onların askerleri bu dönemde aralıklı olarak Tanrı dağlarından Sır-Derya’ya kadar olan bölgelere akınlar düzenlemekteydiler2. XVI yüzyıldaki Oyratların dağılmasından sonra XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde Oyrat devlet kurumlarının yeniden Cungar hanlığı olarak toplandığını görmekteyiz. Ekonomik bakımdan, göçebe ve hayvancılığa dayanan halkın, yeni toprakları ve doğal zenginlikleri ele geçirmek için Cungariya yöneticileri aktif bir dış politika izliyordu. Bu politika GüneyBatı yönünde aşırı saldırgan bir hal kazanmıştı3. XVII. yüzyıldan itibaren Oyratların Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan topraklarına yaptıkları akınları Rus tarihi kaynaklarında geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Bu belgelerde 1606 yılında Oyratların Kazaklarla olan savaşları anlatılmaktadır4. Bu savaşa Kırgızlar da katılmıştır ve 1616 yılında Batır Huntayci’nin yönetimi altına girmesiyle sona ermiştir5. 1618 yılında Kalmuk önderi Batır Taydji’ye, beş Kırgız ve iki Kazak elçisi Kalmuklara esir düşen insanlarını almak için geldikleri, geçmektedir6. Burada görüldüğü gibi bu iki halk da dış düşmanlara karşı aynı tarafta yer almaktadır. 1620 yılında Kırgızlar ve Kazaklar, saldırıya geçen Kalmuk askerlerine sert tepki verdiler ve onları geri püskürttüler. 1626–27 yıllarında Kırgızlar ve Kazaklar Kazak hanı Esim Han’ın (Kırgız şecerelerinde Er Eşim olarak geçer) ∗

Doç. Dr., Kırgız-Türk Manas Üniversitesi. Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Doktora Öğrencisi. 1 Türk, Fars ve Orta Asya halklarının kaynaklarında “Kalmuk” adıyla bilinmektedir. Daha sonra Volga nehrine yerleşen topluluğa da Ruslar “Kalmuk” demektedirler. Farklı olarak orta Asya’da Kalmuk’un yerine Oyrat da denilmektedir. 2 K.İ.Petrov, K İstorii Dvijeniye na Tyan-Şyan i İh Vzaimootnoşeniy s Oyratami v XIII-XV vv, Frunze, Kırgız Sovyet Sosyalist İlimler Akademisi Yayınları, 1961, s.149–207 3 Ş.B.Çimitdorcoev, Vzaimootnoşeniye Mongolii Sredney Azii v XVII-XVIII v, Moskova, 1979,s.35 4 Materiyalı Po Russko-Mongolskih Otnoşeniy, sb. dok, Moskova, 1959, s. 33-34 5 Materiyalı Po Russko-Mongolskih Otnoşeniy1607-1636, sb. dok, Moskova, 1959, s.53 6 Materiyalı Po Russko-Mongolskih Otnoşeniy, sb. dok, Moskova, 1959, s.71 **

211


Kırgızlar İle Orta Asya Halklarının Birlikte Cungar Hanlığının İstilalarına Karşı Verdikleri Mücadeleler

(1598–1628) yönetimi altında Kalmuk obalarına saldırırlar. Bunun sonucunda Kalmuklar Sibirya’ya sığınmak zorunda kalırlar7. 1633 yılında Kalmuklar Kırgız ve Kazak topraklarına saldırıya geçerek galip gelirler. Esim Cahangir Sultan hanın oğlunu esir alırlar. Ama daha sonra serbest bırakılır8. Cungar hanlığı kurulmadan önce (1635) Batı Moğol boyları Kırgız ve Kazak boylarını yenemiyorlardı9. Moğolistan’ın batısında Huntayci Erdeni Batır (1634–1653) önderliğinde birleşen Oyrat boyları tarafından saldırı olasılığı Kırgız ve Kazakları gittikçe tehdit etmeye başlamıştı. Moğolistan’ın batısında, Huntayci Harakullı’nın (ölümü 1634’te) ve onun oğlu erdeni Batır’ın (1634–1653) yönetimi altında Oyrat boylarının birleşmesi Kırgız ve Kazaklar için tehlike arz etmekteydi. 1635 yılında Cungar hanlığının kurulmasıyla bu tehlike daha da büyümüştür. Bu döneme kadar batı Moğol boylarının Kırgız ve Kazaklara olan saldırıları başarısız sonuçlanmıştır 10. 1643 yılında Huntayci Batır önderliğinde birkaç boyun askeri güçleri bir araya gelerek koalisyon kurdular. Bu koalisyona Halhas Hanı Altın’ın oğlu Ombo Erdeni de kendisinin kalabalık askeriyle birlikte katıldı. Bu ordu Kırgızistan’a ve Kazakistan’a yönelerek Talas ve Çüy vadilerini ele geçirdi. Batı Moğollarının yöneticileri dış siyasetlerini sadece kendilerinin kazançları açısından yürüterek çok saldırgan bir hale gelmişlerdi. Fakat Batır-Huntaycı ve onun taraftarlarının bekledikleri gibi başarılı olamadılar. Yirmi bin kişilik ordusuyla Semarkant valisi Yalantuş-Atalık Kırgız ve Kazaklarla bir araya gelerek 1643 yılının kış aylarından 1644 yılının ilkbaharına kadar sert bir karşılık verdiler. On binlerce kayıp veren Batır-Huntaycı geride kalan kırk bin kişilik ordusuyla geri çekilmek zorunda kalır11. Meydana gelen bu durum Cungar hanlığının iç ve dış siyasetine olumsuz etkiler bırakır. 1645 yılının ilkbaharında da yabancı toprakları istila için çabalarlar ama başarısız olurlar. 1652 yılında Tsetsen hanın önderliğinde yeniden Tanrı Dağlı Kırgız ve Kazaklara saldırıya geçerler. Kalmuk ordusunun sayıca çokluğundan, Isık-Köl ve Çüy vadisindeki Kırgızlar Talas, Tanrı Dağ’ı gibi bölgelere ve bir kısmını de Fergana vadisine, Kazaklar ise Yedisuu bölgesine çekilirler12. Bu savaşta Kırgız ve Kazak halkının birçok cesur yiğidi vatan uğruna şehit düşer. Oyrat anlatmalarında 1652 yılındaki savaşta Tsetsen hanın 17 yaşındaki oğlu Kazakların önderi Cahangir sultanı yendiği söylenir13. Issık-Köl ve Çüy ovalarında yaşayan Kırgızlar dağlı Talas bölgesine ve bir kısmı Fergana’ya çekilmişlerdir. Kazaklar ise Cetisuu bölgesinden Kalmukların olmadığı bölgelere çekilmek zorunda kalmışlardır. A.Pozdneyev’in bilgilerine göre, 1652 yılında Batır Huntayci’nin ölümünden sonra Cungarya’nın başına onun üçüncü oğlu Onçon geçmiş ve yönetime geçtikten hemen sonra Kırgız ve Kazaklara saldırmıştır. Onun bu seferi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Çünkü bu sefer sırasında Onçon hastalığa yakalanmış ve Kırgızlara esir düşmüştür. Esirden üç yıl sonra para karşılığında serbest bırakılır ve evine giden yolda kardeşi Senge’nin adamları tarafından öldürülmüştür14. 1652 yılında Kırgızistan topraklarında yapılan savaşta Cangir hanın yönettiği Kazak ordusunun yardımlarıyla istilacıları bozguna uğratılmıştır. 15 XVII. yüzyılın ikinci yarısında Buhara hanlığındaki Kazak hanları ve Kırgız önderleri arasında küçük sürtüşmeler olmuşsa da, Cungar hanlığının gittikçe çoğalan istilalarına karşı koymak için bu sürtüşmeler askıya alınmıştır. Bu amaçta Kazak ve Kırgız liderleri akrabalık ilişkileri olduğundan Buhara 7

İstoriya Kirgizskoy SSR S Drevneyşih Vremen do Naşih Dney, Frunze, 1984, cilt.1, s.458 İstoriya Kazakskoy SSR s Drevneyşih Vremen do Naşih Dney, Alma-Ata, 1979, cilt.2, s.289 9 A.M.Mokeev, Politiçeskaya i Etniçeskaya İstoriya Severo-Vostoçnoy Çasti Sredney Azii v XVII-Pervoy Polovine XVIII v. Avtoreferat, Doktora Tezi, Taşkent, 1979, s.11 10 B.P.Gureviç, Mejdunarodnıye Otnoşeniya v Tsentralnoy Azii v XVII-Pervoy Polov. XIX v, Moskova, 1979, 2.Baskı, s.21; A.M.Mokeev, Politiçeskaya i Etniçeskaya İstoriya Severo-Vostoçnoy Çasti Sredney Azii v XVII-Pervoy Polovine XVIII v. Avtoreferat, Doktora Tezi, Taşkent, 1979, s.11. 11 Ş.B.Çimitdorcoev, Vzaimootnoşeniye Mongolii Sredney Azii v XVII-XVIII v, Moskova, 1979, Nauka Basımevi, s.52 12 P.P.İvanov, Oçerk İstorii Sredney Azii (XVI-seredina XIX v.) Moskova, 1958, s.96 13 N.A.Aristov, Usuni i Kırgızı ili Kara Kırgızı, Bişkek, 2001, s.407 14 A. Pozdneev, K İstorii Zyungarskih Kalmıkov, Posolstvao k zyungarskomu huntayci Tsevan Rabtanuu kapitana ot artilerii İ.Unkovskogo i putaevoy jurnal ego za 1722-1724 godı, Sankt-Peterburg, 1887, s.241. 15 A.M.Mokeev, Politiçeskaya i Etniçeskaya İstoriya Severo-Vostoçnoy Çasti Sredney Azii v XVII-Pervoy Polovine XVIII v. Avtoreferat, Doktora Tezi, Taşkent, 1979, s.80. 8

212


Döölötbek Saparaliyev

hanı Abd al-Aziz Sultan (1645–1680) önderliğinde birleşmişlerdir. Kazak Cahangir Han’ın kızı KazakHanım ve Kırgız Kutluk Said’in oğlu Tilaka Beyin kızı Altınbibi’yi onunla evlendirmişlerdir16. Oyrat kaynaklarına göre 1658 yılında Talas vadisindeki Hulan Cilan denen yerde Galdan Tayci’nin başında olduğu Kalmuk ordusu ile 38 bin askerden Kırgız, Kazak ve Özbeklerin birleşik ordusu Aştrhanid Abdışükür’ün yönetiminde savaşmıştır. Savaşın sonunda Abdışükür öldürülmüş ve birleşik ordu çekilmek zorunda kalmıştır17. XVII. yüzyılın son çeyreğinde Galdan Boşoktu Han (1671–1697) tarafından yönetildiği dönemde Cungar hanlığının dış siyaseti belirgin bir şekilde hareketlenmiştir18. Özellikle onun döneminde Kalmuklar Doğu Türkistan’ı ele geçirmişler ve birkaç kere Sibirya, Orta Asya ve Kazakistan’a saldırmışlardır. 1680’de Yarkend şehrini ele geçiren Galdan Kırgızistan’ın güneyini, Kazakistan ve Özbekistan’ı ele geçirmeye çalıştı. XVIII. yüzyılın ilk yarısında Zaya Pandita tarafından yazılan Kalmukların “Ay Işığı” adlı eserinde şöyle bilgiler vardır: Cungar ordusu 1681 yılının son baharından 1682 yılının kış dönemine kadar Sayram şehrinde (Kazakistan’ın Çımkent şehri yakınlarında) başarısız bir şekilde beklemekteydi. Onlar bir yıl sonra, 1683 yılında aynı yönde iki sefer düzenlediler. İlk seferi Sayram şehrine yaparak iki Kazak sultanını esir aldılar, ikinci seferini son baharda Anciyan Kırgızlarına yapmışlardır. 1684 yılının başlarında Oyratlar yeniden Anciyan şehrine saldırdılar. Aynı yılın yaz aylarında Cungar hanı Tseban Rabtan’ın yeğeni kendi ordusuyla Sayram şehrine saldırarak şehri tamamen yok etmiştir. 1685 yılının son baharında Anciyan’a yapılan bir saldırıda Galdan han “birçok beyi esir alıp kendisiyle birlikte götürmüştür”19. Bunlara rağmen Kalmuklar bu bölgelerde kendi hâkimiyetini kuramamışlardır. Cungarya’nın başına Erdene Curuktu Huntayci sıfatıyla Tseban Rabtan hanın gelmesine kadar Doğu Türkistan Oyratların yönetimi altındadır. Bunlarla ilgili Eylül 1697 tarihinde Cungar yöneticisi tarafından öldürülen Rus elçisi İvan İvaşko’nun belgeleri bahsetmektedir. Bu belgede, “En son, yirmi tane deveyi vergi olarak getiren Yarkent elçileri geldi ve Kalmuklar, onların Kuntayci’ye ne kadar sadık olduklarını söylemişler” 20. Bunun yanı sıra, Zaya Pandit’in verdiği bilgilerde, Tseban Rabtan kendi yönetimi, “Turfan, Hoytlar ve diğerleri 1702 yıl”21, hakkında anlattıkları Doğu Türkistan’daki Oyratların yönetimini güçlendirmek için alınması gereken önlemlerden bahsedilmektedir. XVIII. yüzyılda Galdan’ın, Doğu Moğolistan’daki askeri başarısızlıkları ve bunun sonucunda Cungarya’nın iç siyasetinin zayıflamasıyla birlikte Oyratların Yedisu bölgesindeki pozisyonları tehlikeye girmiştir. Bu durumdan değerlendiren Kazak Hanı Tauke, buradaki bazı şehirlerin kontrolünü ele geçirir22. Bununla ilgili arşiv belgeleri şunları anlatmaktadır: “Tauke Han Buhara şehri olan Taşkent şehrini ele geçirdi…”23. Bu şartlar altında, Çin ve Rusya ile tedbirli siyaset izleyen Tseban Rabtan Yedisu bölgesinde Cungar hanlığının doğuda olduğu gibi toprak kaybı olacağını biliyordu.24 Tseban Rabtan Çin hükümdarına Tauke Han’a karşı verilen savaşın birkaç nedenini anlatmaktadır. Birincisi: “Dalay Lama’dan gönderilen Kazak hanın oğlunun yanında bulunan Oyrat elçilerinin salıverilmesidir”. İkincisi: “Volga’dan yola çıkan Oyrat hanının gelinin bulunduğu kervana kazakların saldırmasıdır”. Bu sebepleri öne sürerek “kötü niyetlerinden değil de gereklilik arz ettiğinden” savaş

16

T.Maşrapov, Znaçeniye Persoyazıçnıh İstoçnikov v İzuçenii İstorii Kırgızstana XVI-XVII vv, Doktora tezi, Taşkent, 1989, s.17; M.H. Abuseyitova, Kazahsko-Kirgizkiye Otnoşeniya XVI-XVIII, Kazakistan Cumhuriyeti Milli İlimler Akademisi Haberleri, SON, 1993, No:6, s.59–60. 17 Sakbon Rabnabator, Lunnıy Svet-İstoriya Rab-Cam Zaya Panditı, s.41–42. 18 E.İ.Kıçanov, Povestvovaniye Ob Oyratskom Galdan Boşoktu-Hane, Novosibirsk, 1980, Nauka Basımevi, s.54–149. 19 Sakbon Rabnabator, Lunnıy Svet-İstoriya Rab-Cam Zaya Panditı, Aktaran G.N. Rumyantseva, Doğu Bilimcileri Arşivi, SPb bölümü, İV Rusya İlimler Akademisi, R.1, Op.3, D.44, Ç.2, s.87 20 TSentralnıy Gosudarstvennıy Arhiv Drevnih Aktov Rossii. Fon, 214, Opis.3, Delo.927, Çast.3, List.34-35. 21 Sakbon Rabnabator, Lunnıy Svet-İstoriya Rab-Cam Zaya Panditı, s.102. 22 İstoriya Kazahskoy SSR s Drevneyşih Vremen, Cilt.3, Alma-Ata, 1979, s.14. 23 TSentralnıy Gosudarstvennıy Arhiv Drevnih Aktov Rossii. Fon, 214, Opis.3, Delo.927, Çast.1, List.37. 24 İstoriya Kirgizskoy SSR S Drevneyşih Vremen do Naşih Dney, Frunze, 1984, cilt.1, s.459-460

213


Kırgızlar İle Orta Asya Halklarının Birlikte Cungar Hanlığının İstilalarına Karşı Verdikleri Mücadeleler

açtıklarını söylemektedir25. Urgu’da bulunan Rus elçilerine gelerek “Tauke Han tarafından esir alınan Rusları savaşarak özgür bırakacaklarını” söyler26. İki büyük komşularını bu sebepleri göstererek Tseban Rabtan 1698’de Kazaklara karşı savaşa girer. Fakat yeni topraklara ve zenginliklere sahip olma bu savaşın asıl nedeniydi. Tseban Rabtan’ın Tauke Han’a karşı verdiği ilk savaş başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 1702–1703 tarihlerindeki olaylar bunu doğrulamaktadır. 1703 yılının sonbaharında Tseban Rabtan gerekli yardım olarak 2,5 bin27 (bazılarına göre 2 bin28) Enesay Kırgızlarından oluşan orduyu Krasnoyarski’den Cungarya’nın içlerine doğru göç ettirmiştir.29 Arşiv belgelerinde anlatılanlar bakacak olursak geri dönüşte, “İrtiş geçitlerinde Kalmuklara Kazaklar saldırdılar,…ve birçok Kırgız’ı ölünceye kadar dövdüler, çocukları esir aldılar”. 30 A.M.Pozdneyev’in verdiği bilgilere göre: “1703 yılında Kazaklar Tseban Rabtan’ın sahip olduğu bölgelere devamlı olarak saldırdılar ve birçok esir ele geçirdiler”. 31 Bu durum Kazak yöneticilerinin buralarda iyi pozisyon aldığını göstermektedir. Tarihi kaynak sayılan Kırgız şeceresinde anlatılan, Kırgızların Sarbagış boyundan; Tölök Biy, Bagış boyundan; Karaçoro Uulu Kokum Bey ve onun oğlu Teiş Bey, Sarıbagış boyundan; Mamatkulu Uulu Bolot Bey, Solto boyundan; Konurbay Batır, Kuşçu boyundan; Tubay, Cetigen boyundan; Bayseyit Uulu Er Soltonoy; ve Kazakların şeceresinde anlatılan: Matay Bey Çapraştı boyundan; Karasay, Agıntay, Ciyembet, Sarıbuka, Kökserek, Eltindi Bahadırlar, Esim, Cahangir ve Tauke (1652–1715) Hanlar Kazak ve Kırgızların birleşerek Cungarlara karşı verdikleri savaşta büyük rol üstlenmişlerdir 32. Kırgızlar ile Kazakların birliği anısına Esim Han tarafından dikilen “Kokum’un Mavi Kümbeti” 33 günümüze kadar Taşkent şehrinde korunmaktadır. Cihangir Uulu Tauke Han ile Köküm Uulu Teiş Beyin iyi dost olduğuna dair da bilgiler vardır34. 1718–1722 yıllar arasında Isık-Köl’ün bazı bölümleri (Çu ve Talas nehirleri) Cungarlar tarafından geçici bir süre için ele geçirilmiştir. O dönemde Buhara’da bulunan Rus elçisi Floriyo Benevini Çar I. Petro’ya 10 Mart 1722’de gönderdiği Orta Asya’nın siyasi durumuyla ilgili bilgilerde bunlar söylenmektedir: “Taşkentli, Kırgız, Karakalpak ve Kazak boyları Kalmuklara karşı savaş halindeler. Kalmuklar Kazakların güzel şehrini ele geçirdiler ama burada kaldılar.”35 Cungarların istilalarına karşı dayanışma içinde ve birlikte mücadele veren Kazak ve Kırgızların tarihlerine de yansımıştır. Cungar askerlerinin, 1722 yılında Urgi civarında bulunan Rus elçisi İ.Unkovskiy’i ve onun askerlerini Kazak ve Kırgızların soygunundan korumaya çalışması da boşuna değildir36. Elçi burada 1722 yılının başlarında Cungarların okçuluk sanatıyla ilgileniyordu. Aynı dönemde istila sırasında esir düşen Kazak ve Kırgızlar vardı. Bu tarihi olaylar Kırgızların “Kazak kayın saap, Kırgız Gisar, Kulaybka kirdi (Kazak kayın sağdığı, Kırgızlar Gisar’a ve Kulayab’a girdi)37”, Kazakların

25

İstoriya o Zavoevanii Kitayskim Hanom Kanhiyem Kalkasskogo i Eletskogo Naroda, Koçuyuşego Naroda, Koçuyuşego v Velikoy Tatarii, Sostoyaşaya v Pyati Çastyah, Aktaran: İ.Rossohina, Sankt-Petersburg, 1750, Rusya Biimler Akademisi Şarkiyatçılar Sankt Peterburg Bölümü, R.21, Op, 5, D.3, L.194-195. 26 TSentralnıy Gosudarstvennıy Arhiv Drevnih Aktov Rossii. Fon, 214, Opis.3, Delo.946, Çast.1, List.37. 27 Pamayatniki Sibirskoy İstorii XVIII v, Kitap.1, Sankt-Peterburg, 1882, s.232. 28 Pamayatniki Sibirskoy İstorii XVIII v, Kitap.1, Sankt-Peterburg, 1882, s.232. 29 İ.Y.Zlatkin İstoriya Cungarskogo Hanstva,Moskova, 1983,2.baskı, s.281 30 TSentralnıy Gosudarstvennıy Arhiv Drevnih Aktov Rossii. Fon, 214, Opis.5, Delo.927, Çast.1, List.3-4. 31 A. Pozdneev, K İstorii Zyungarskih Kalmıkov, Etnografi bölümüne yazılan yazılardan, Sankt-Peterburg, 1888, s.24 . 32 K.Tauasarulı, Tup-Tukiannan Özüme Şeyin, Almatı, 1993, s.115, 187, 201, 205, 210, 261, 291. 33 V.V.Bartold, Kırgızdar, Tarih makaleler, Bişkek, 1997, s.189; Ç.Valihanov, Zapiski o Kirgizah, Beş ciltlik, Almatı, 1985, cil.2, s.66,77. 34 Ç.Valihanov, Zapiski o Kirgizah, Beş ciltlik, Almatı, 1985, Cilt.2, s.66,77. 35 AVPR.F, Snoşeniya Rossii s Buhariey, 1722, Op, 109/1, D.!, L. 48-51 ob, A.Popov, Snoşeniya Rossii s Hivoy i Buharoyu Pri Petra Velikom, SPb, 1853, s.143-144, Poslannik Petra I na Vostoke, Moskova, GRVL, 1986, s.75 36 İ.Unkovskiy, Posolstvo k Zyungarskomu Huntayci Tseban Rabtanu kapitana ot Artilerii İ.Unkovskogo i Putevoy Jurnal ego za 1722–1724-godı, SPb, 1887, s.39 37 İ.Abdrahmanov, Kazak Kayın Saap, Kırgız İsarga Kirgeni, RF NAN KR, İnv No:412, L.3–5; B.D.Camgerçinov, Oçerki Politiçeskoy İstorii Kirgizii XIX v, Frunze, 1966, s.10

214


Döölötbek Saparaliyev

“Aktaban şuburundı, Alka-Kol sulama (Alka-Kol’daki büyük kıtlık)38” sözleriyle hatırlanmaktadır. Kırgız anlatmalarında ve doğu kaynaklarında 1722 yılındaki Buhara hanlığı için verilen boylar arası çekişmelere Kazakların aktif bir şekilde katıldığı anlatılmaktadır39. Bu bilgilere baktığımızda, Cungarlar Kırgız ve Kazaklar üzerinde uzun süreli ve sağlam bir yönetim kuramamışlardır. XVII. yüzyılının ilk çeyreğinde gerçekleşen Cungar istilaları sırasında Kırgızların büyük kısmı Kırgızistan’ın kuzeyinden güney-batısına, yani Pamir-Alay ve Fergana vadilerine göç etmişlerdir. IsıkKöl bölgesinin küçük bir kısmı ve Doğu Türkistan Kırgızlarının bir kısmı az da olsa Cungarların yönetimi altında kalmışlardır. Bunun dışında Kırgızistan’ın kuzeyinde (Ketmen-Töbö, Toguz-Toro, Narın, Talas vb.40) bulunan Kırgız kabileleri istilacılara karşı çetin bir savaş veriyordu. Kırgızların bu göçüyle ilgili tarihçi Hocomkuli-bek Balhi’nin “Tarih-i Kıpçak Hani” adlı eserinde şu bilgiler vardır: “Aynı yıl Kundtayci (Cungar hanı Tseban Rabtan 1727’de öldü) cehenneme acele ederek gitti, öldü. Onun yerine oğlu geçti (Galdan Tseren 1727–1745). Karategin’de yaşayan yaklaşık yüz bin Kırgız ailesi Kalmuklardan kaçarak Hisar-i Şadman’a geldiler. Bu bölgeler Yüz kabilesine aitti. Ama göç edenler bu bölgelere selden dolayı yerleşemediler ve 20 bin aileden oluşan Durmen kabilesine ait Kulayab bölgesine geçtiler. Halmurad Atalık Hakim Kubadiyan buna karşı çıkmıştır. Belli bir süre kendi aralarında savaşmışlar ve iki taraftan da birçok insan ölmüştür. Sonunda Kırgızlar, Durmenleri Ceyhun nehri üzerinden (Amu-Derya) Balh’a kovmuşlardır41. Kırgız tarihçileri E.Maneev ve T.Maşrapov’un özellikle bu konular üzerine yapılan doktora tezlerinde, “Kırgızlar, XVI. yüzyılda Karategin ve Gissar’a gelmişlerdir”42, “Kırgızlar, Fergana vadisine daha önceki dönemlerde yerleşmişlerdir”43, denilen sonuca varmışlardır. XVII. yüzyılın sonlarına doğru Kırgızların bir bölümü Kalmuk istilalarından kaçarak Fergana vadisine daha önceleri yerleşmiş Kırgız boylarının yanına göç etmeye mecbur kaldıkları bize bellidir. Bunun sonucunda yerli Kırgız halkının bölgedeki siyasi ağırlığı gittikçe büyümeye başlamıştır. Bu göçmenler sadece Fergana vadisine yerleşen soydaşlarına değil, Buhara bölgesinin yerlilerine de toprağın dar olmasından dolayı yük olamaya başlamıştır. Bundan dolayı Buhara yöneticileri göçmenlerin ülkenin içlerine doğru olan akınından korunmak için ve kâfir olan Kalmukların istilalarından korunmak amacıyla, batıya, sınırlara Kırgız boylarını yerleştirmişlerdir. Bunun yanında ülke içerisinde olan savaşlardan ve güney-batıdaki İran, Hiva gibi devletlere karşı önlemler almak için Kırgızların “Kırk Uul” (Saruu) boyundan olan Akboto Bey’i ura-Töbö’yü, Hodcent, Anciyan bölgelerinin askerî yöneticisi olarak resmen atamak zorunda kalmışlardır. Onun, bu bölgedeki yetkileri kuzey-doğu Kırgızistan, Kaşgar, Karategin bölgelerinden göç eden Kırgızların çoğalmasıyla birlikte büyümüştür. Hanlığın eskiden kalan tek bir güvencesi buralarda din adamlarının ve hocaların etkili olmasıydı. Bunlarla ilgili bilgiler, Fergana vadisinde bulunan ve mucizevî bir şekilde günümüze kadar ulaşan beş tane resmi evrakta yazılıydı. İlk iki evrakta Akboto Bey’in, Subhankuli hanın dönemine (1680–1702) denk gelen ve 28 Mayıs 1701 tarihinden sonra verilen emirlerdi. Bu belgelerde, Akboto Bey Han’ın adından Ura-Töbö’nin güney doğusunda bulunan Cavandak, Ravşandar yerleşimleri ve Namangan şehirlerindeki etkilerini anlatmaktaydı44. Üçüncüsü ise çok değerli bir belge olup, Ubaydullah hanın (1702–1711) İşan Musa hocaya verdiği ve tarihi belirlenmemiş bir teşekkürnamedir (Marhomat-name). Bu belgede, hocanın dinî 38

İstoriya Kazakskoy SSR s Drevneyşih Vremen, Cilt.3, s.17 M. Karimova, “Mazar al-ahval” Muhamad Amina kak İstoçnik po İstorii Buharı Seredinı XVIII v, Doktora Tezi, Taşkent, 1979, s.24–25, V.V.Bartold, İstoriya Kulturnoy Jizni Turkestana, Cilt. 2, Bölüm.1, İstoriya Uzbekskoy SSR, 4 Ciltlik, Cilt.1, Taşkent, Fan, 1967, s.561 40 N Aristov, Zapadnıy Tyan-Şan, s.415–422; B.Soltonoyev, İstoriya Kirigzov i Kazakov, Cilt.1, Bişkek, 1993, s.119 41 Hodcomkuli-Bek Balhi, “Tarih-i Kıpçak Hani”, E.Hurşut Çevirmiştir, Materiyalı po İstorii Sredney Azii X-XIX vv, Taşkent, 1988, (Dalee sokr. MİSSA), s.266–267 42 E.Maneev, Pamirskiye Kirgizı, (Tarihi-Etnografik Çalışma), Doktora Tezi, Frunze, 1963, T.Maşrapov, Znaçeniye... Doktara Tezi, s.149 43 V.Bartold, Oçerki İstorii Semireçiya, Frunze, 1943,s.77 44 Materiyalı Po İstorii Ura-Tyube, XVII-XIX yüzyıl Belgelerin Toplamı, Moskova, 1963, s.33-34 39

215


Kırgızlar İle Orta Asya Halklarının Birlikte Cungar Hanlığının İstilalarına Karşı Verdikleri Mücadeleler

etkilerini anlattıktan sonra, “günümüz Ura-Töbö, Hodcent ve Anciyan Çohorsad (Anciyan civarındaki şehirler ve ilçeler) vilayetlerini bizim Bandoi Hanzod (Burada göçmenlerden bahsedilmektedir) Akboto beye verdik, deniliyor. Musa hoca tarafından bu teşekkürname alındıktan sonra eski inancın devam ettirilmesi ve Akboto beyle birlikte bu bölgelerdeki sorunları gidererek ülkenin gelişmesi için çalışmaları gerektiği anlatılmaktadır”45. Aynı durum Abdulfaiz han (1711-1747) tarafından Musa hocaya verdiği takdir namede görülmektedir: “bu takdirname yerine ulaştığı zaman....(belgenin bu kısmı tahrip edilmiş) sonsuza kadar bağlı kalacak olan Akboto beyin birleşmesi.....(belgenin bu kısmı tahrip edilmiş) o bunu kabul eder ve bizim devletin gelişmesine bağlı kalır”46. En son belgede Akboto beyin Ura-Töbö’de 1731–1732 yıllarında nasıl yönettiği hakkında bilgiler vardır. Bu belgede, vefat eden Musa Hoca’nın toprak ve suları onun oğlu Ubaydulla Hoca’ya miras verilmesiyle ilgili kararı han adına verdiği yazılmıştır47. Muhammed Hakim hanın bilgilerinde Akboto beyin etkilerinin arttığı anlaşılmaktadır. “Özbek atalığı (beyi) Miñ boyundan olan Şahruh’un kızına söz kestirmiş ve daha sonra büyük bir düğün yaparak evlenmiş”48 daha sonra kendi kızını yeni evlenmiş olan hanımının kardeşi Abd ar-Rahim beyle evlendirerek Hocent şehrinin yönetimini ona vermiştir. Kırgızlar ile Miñ boyunun bu evliliklere dayanan birliktelikleri genç ve güçlü olan damadının karşı çıkmasıyla bitmiştir49. Abd ar-Rahim yaşlı olan kayın babasını ve onun iki oğlunu öldürtmüştür. Hocent yönetimini ele geçirdikten sonra bütün işleri küçük kardeşi Abd-ar-Karim Bey’e devretmiştir50. Abd-ar-Karim Bey, 1742–1747 yıllarında Fergana vadisini Kalmuk istilalarından kusursuz bir şekilde korumuştur. 1743–1747 yılları içeren Rus tarihi kaynaklarında “Hocentli Abdalkarimbek”, “Kırgız önderi (Ordu kumandanı)”, “Aksı halkının yöneticisi (Aksı Kırgızistan’ın Calal-Abad iline bağlı bir ilçe)” ve “Abdal Karim Han” olarak geçmektedir51. Günümüze kadar ulaşan bu sıfatlar Kırgızlar ile Özbeklerin birlikte hareket ettiklerini göstermektedir. Burada, İ.Kirillova’nın 1734 yılında yazıya geçirilen projede “Hocent”, “Aksı” ve “Alay” gibi “hanların etkili olamadıkları” bölgeler yer almış ve birlikte yürüttükleri işleri belirtmektedirler52. G.N. Potanin tarafından verilen Rus arşiv belgelerinde, Kırgızlar, Sır-Derya nehrinin dağ bölgelerinde yerleşen Ketmen-Töbö vadisinde Mamatkul yönetimi altında 1732 yılında Kalmuklara karşı savaşmaya devam ettikleri belirtilmektedir53. Görüldüğü gibi komşu halklara bağlı olan siyasi özgürlüklerini koruyabilmişlerdir. İ.İ.Kirilova’nın adı geçen projesinde (1734) “Kendi hanları olan Kırgızların küçük bölgesi” belirtilmiştir54. Çin imparatorluğunun 1729–1733 yıllarında Cungarlara karşı verdikleri savaşta, bağımsız Kırgızlar ile birlikte Kalmuklara karşı koalisyon oluşturmayı bile düşünmüşlerdir. Bunu, Çin hükümetinin Rus meclisine 20 Ağustos 1731’de gönderdiği mektupta görmekteyiz. Mektupta: “Sınırda olan Tatar, Hasak, Borut, Erkim, Haşhar (Kazaklar ve Kırgızlar, Yarkent ve Kaşgar) boyları birleşerek Cungar devletine yönelen Rusya’daki Kalmukları kovarlar ve yok edeceklerdir”,55 denilen bilgiler vardır. Bu maksatla Petersburg’da bulunan Çin elçisi 1731–1733 yıllarında Volga Kalmuklarına yapmış olduğu ziyaretten sonra Orta Asya ve Kazakistan’a geçmiştir56.

45

Materiyalı Po İstorii Ura-Tyube, XVII-XIX yüzyıl Belgelerin Toplamı, Moskova, 1963, s.35 Materiyalı Po İstorii Ura-Tyube, XVII-XIX yüzyıl Belgelerin Toplamı, Moskova, 1963, s.38 47 Materiyalı Po İstorii Ura-Tyube, XVII-XIX yüzyıl Belgelerin Toplamı, Moskova, 1963, s.39 48 MİSTSA, s.278 49 V.Nalivkin, Kratkaya İstoriya Kokondskogo Hanstvo, Kazan, 1886, s.56–58 50 MİSTSA, s.279–280 51 GAOrOR, F.1, Op.1,D.8, L.91 ob 52 GAOrOR, F.1, Op.1,D.1, L.62 ob; A.N.Dobromıslov, Materiyalı po İstorii Rossii, 1734 yılındaki Orenburg Vilayetinin Oluşumuyla İlgili Belgelerin Toplamı, Orenburg, 1900, s.14–16 53 G.N. Potanin, O Karavannoy Torgovle s Cungarskoy Buhariyey v XVII Stoletii, Moskova Üniversitesi Eski Rusya İmparatorluğu Tarihi Ders Notları, Moskova, 1868, 2.kitap, s.4 54 GAOrOR, F.1, Op.1,D.8, L.63 55 N.N.Bantış-Kemenskiy, Diplomatiçeskoye Sobraniye Del Mejdu Rossiyskim i Kitayskim Gosudarstvom s 1619 po 1792 god, Kazan, 1882, s.196 56 B.P.Gureviç, Mejdunarodnıye Otnoşeniya v Tsentralnoy Azii v XVII-Pervoy Polov. XIX v, Moskova, 1983, 2.Baskı, s.95 46

216


Döölötbek Saparaliyev

Bağımsız Kırgızlar ile Cungarların bazı dönemlerde anlaştıklarını, diplomatik ilişkiler yürüttüklerini de görmekteyiz. Bu anlaşmalar sırasında çekişmeli olan siyasi sorunlar konuşulmuştur. Bunun yanı sıra esirlerin değişimi de konuşulmuştur. Bunlarla ilgili bilgiler 1732–173357 ve 1741–174258 yıllarını kapsayan Rus arşiv belgelerinde bulunmaktadır. Cungarya’dan 1741 yılında dönen tercüman F.Devyatiyarovskiy şunları yazar: “Kırgızlar Galdan Çirin’in yönetimi altında değil, bağımsız bir şekilde yaşamlarına devam ettirmektedirler. Zenger Kalmuklarıyla devamlı savaş halindedirler. Esir düşen Kalmukları serbest bırakmazlar. Onları sadece esir alınan kendi askerleriyle değiştiriyorlar”.59 P.İ.Rıçkov XVII. yüzyılın 50’li yıllarında şöyle demektedir: “Kırgızların belli bir kısmı Zengerlerin yönetimi altındaysa da büyük bir kısmı bağımsızdırlar. Otuz bini aşan Zenger ordusuyla devamlı savaş halindedirler. Buna rağmen Zengerler onları yenemiyorlar”60. Galdan Tseren’in diplomatik yollarla ve Kırgız beyleriyle akraba olarak savaş halinde olan ilişkilerini düzeltmeye çalıştığını görmekteyiz. Galdan Tseren’in hanımlarının biri Kırgız kızıydı61. Bu eşinden olan Lama Corji, 1745 yılında Galdan Tseren öldüğünde, 19 yaşındaydı. Bu bilgilere bakıldığında 1725 yılında Kırgızlara yapılan saldırıda bu Kırgız kızıyla evlenmiştir denilmektedir, sonucuna varabiliriz62. Kırgız anlatmalarına göre; Kaldan Şeren (Kaldan-Tentek), Kırgız destanın başkarakteri Cañıl Mırza’nın kız kardeşi Ebreşim ile zor kullanarak evlenir63. Bir başka bilgiye göre Kalmuk hanının, Talas’ta yaşayan Saruu kabilesinden olan Mondok’un güzel kızı Agaça’yla evlendiği söylenir64. XVIII. yüzyılın 30’lu yıllarında Kalmukların Fergana vadisine ‘Kaynar Yönünden’ saldırdığı görülmektedir. Abd al-Karim Bey bu saldırılara karşılık veremediğinden, ağabeyi Abd ar-Rahim’in oğlu Baba-bey’i rehin vermek zorunda kalır65. Böylelikle Hokand hanı geçici bir süre için de olsa Cungar hanlığına bağlı kalmıştır. Rus tarihî kaynaklarında Cungarların orta Asya’ya saldırısı 1734 yılında gerçekleşmiştir ve Taşkent şehri istila edildiği sırada yönetim Yakub-Yau Basarhan’daydı66, denilmektedir. Ölen ağabeyinin yerine geçen Abd al-Karim 1734 yılının başlarında gerçekleşen Cungar saldırılarına karşılık veremedi67. Aynı yıllarda Cungar hanı Galdan Tseren ordusuyla Anciyan şehrinde yaşayan Kırgızlara (Burutlara) saldırarak onları ele geçirmiştir. Daha önceden Kırgızlar Buharalılarla aynı haklara sahiptiler ve Zengerlerden farklı olarak başka dine mensuptular. Galdan Tseren döneminde Anciyan şehri KırgızKalmuk Çirikçi tarafından yönetilmekteydi. Onlar da kendi esirlerini İli nehrinde bulunan Urgu’daki Kalmuk hanına gönderirlerdi68. XVIII yüzyılın 40’lı yıllarının başlarında Cungarlara karşı Orta Asya halklarının birleşmesi görülmektedir. Bu işte Hokand hanı Abd al-Karim’in 1741–1742 yıllarında istilacılara karşı başlattığı işler dikkate değerdir69. Bunlarla ilgili bilgiler Rus arşiv belgelerinde mevcuttur. 1745 yılının 4 Haziranda onbaşı Podzorov’un Binbaşı Pavlutskoy’a verdiği raporda Kalmuk İktanov’un 1744 yılının 15 Aralığından 57

AVPR. F, Zuyngarskoye Dela, 1731–1733, Op.113/1, D.3, L.104 ob TSGADAR. F, 248, Op.113, D.1584, L.55 ob 59 AVPR. F, Zuyngarskoye Dela, 1741, Op.113/1, D.1, L.68 ob 60 P.İ.Rıçkov, Tipografiya Orenburgskaya, SPb, 1762, s.133 61 V.N.Vitevskiy, İ.İ.Neplyuev i Orenburgskiy Kray v Prejnem Ego Sostave do 1758 g, Kazan, 1895, s.740 62 TSGADAR. F, 248, Op.113, D.1607, L.104; İ.Y.Zlatkin İstoriya Cungarskogo Hanstva, s.281 63 S.M.Abramzon, Narodnıye Predaniya kak İstoçnik dlya İzuçeniya Etniçeskoy İstorii Kırgızov, Etniçeskaya İstoriya Narodov Azii, Moskova, 1974, s.72; Cañıl Mırza, Skazaniye o Devuşke-Bogatıre, Frunze, 1966 64 Mondoktun Tukumdarı (Mondok’un Nesli), Leninçil Caş, 1990, 6.Kasım 65 Niyaz Muhammed Hukandi, “Tarih-i Şahruhi”, Materiyalı po İstorii Kirgizov i Kirgizii, 1.baskı, Moskova, 1973, s.233 66 G.N. Potanin, O Karavannoy Torgovle, s.4-5 67 V.M.Romodin, Nekotorıye İstoçniki po İstorii Ferganı i Kokondskogo Hanstva (XVI-XIX) v Rukopisnih Sobraniyah Leningrada, Moskova, 1963, s.15 68 Ç.Valihanov, Çernovoy Materiyal o Kirgizah, 5 Ciltten Oluşan Bildiriler, Alma-Ata, 1985, Cilt.2, s.170; AVPR. F, Snoşeniya Rossii s Kirgiz-Kaysakami, 1775, op.122/1, D.1, L.2-3 69 D.Saparaliyev, Zarojdeniye Drujestvennıh Vzoimootnoşeniy Kirgizov s Narodami Sredney Azii i Kazakstana, İstoriya i Sovremennost, Frunze, 1982, s.21 58

217


Kırgızlar İle Orta Asya Halklarının Birlikte Cungar Hanlığının İstilalarına Karşı Verdikleri Mücadeleler

itibaren anlatması vardır. Burada, “Üç yıl önce bizim Zenger askerleri onların şehirlerine kadar yaklaştı ama onları yenememişti. Bizim Kalmuk askerlerini Abd al-Karim’in askerleri geri püskürtmüştü. Şehirlerine yakın yere iki derin çukur kazarak orada saklandılar ve Zenger askerleri yaklaşınca oradan çıkarak onlara büyük zararlar verdiler. Abd al-Karim’in askerleri tüfeklerle vuramadıklarını sopalarla döverek çukurda kıstırdılar. Onların şehirlerinde küçük topları da vardır. Aynı yıl Zenger askerleri vatanlarına geri döndüler. Ama onlara yeniden saldırmayı düşünüyorlar...”70. Bu olaylar ile ilgili ilginç ayrıntıları 11. Temmuz 1745’te Yamışovskiy kalesinde Buharalı (Fars kökenli) R.İşmeneev, S.Saleev’e anlatmıştır. “Bundan üç veya dört yıl önce (1741–1742) Galdan Tseren kendi elçilerini Hokand’a göndererek Cungar tüccarlarının neden Hokand’da sıkıştırıldıklarını sormuş ve bundan sonra onun yönetimi altına geçmeleri gerektiğini talep etmiştir. Hokandlılar, Zengerlerin yönetimi altında olmak istemediklerini belirtmişlerdir. Bundan dolayı Galdan Tseren on bini aşkın askerini onlara gönderir. Hokandlılar önce Zenger yönetimini tanıyacaklarını söylemiş ve uygun anı yakaladıkları zaman onlara karşı çıkmışlardır. Bu savaşta Abd al-Karim’in askerleri en iyi silahlarıyla ortaya çıktılar. Bindikleri atlar da çok iyiydi, onlardan çıkan gürültüden korkarak Zengerlerin atları ürktü ve çoğu yere düştü. Yayan olan Zenger askerlerini avlamak çok kolay oldu. Abd al-Karim’in askerlerinin mızrak, yay ve tüfek gibi silahları vardı. Zenger askerleri bunlara fazla karşılık veremediler ve delirmişçesine kaçmaya başladılar71. Verilen bu bilgilere göre, Orta Asya halkları birleşerek Cungar hanına karşı yeterli tepkiyi göstermiştir. Rus kaynaklarına göre, “1744 yılında Kalmuklar kendi komşuları olan Kırgızlarla (Burutlarla) savaştılar”72. Bu savaş Kırgız halkının bağımsızlığı için Cungar hanlığına karşı verilen savaşın başlangıcı oldu. Tanrı Dağında yaşayan Kırgız ordusunun sayısı 20 binle 30 bin arasındaydı.73 Kafir Cungarların saldırıları daha bitmeden 1744 yılında Fergana vadisine güney batıdan İran şahı Nadir’in (1736-1747) ordusu yaklaşmıştı. Rus kaynaklarına göre Hokand hanı Abd al-Karim’in onlara bağlı olduklarını belirttiğini ve onlarla anlaştığı görülmektedir. Şah kendi ordusundan birkaç bin asker ve birkaç top verir. Bunun yanında, Buhara ve Hive Özbeklerine, Tatar topraklarını ve şehirlerini kendine bağlamaları ve Kalmuklara karşı savaşmaları için bir emir verir74. Bu bilgilere göre İran şahı Nadir doğudaki Müslüman halkların birleşerek kâfirlere karşı verdikleri savaşta destekçi olmuştur. İran şahının saray tarihçisi Muhammed Kazim’in anlattığına göre, Şah Nadır Merv şehrinden Çin imparatorluğuna karşı sefer düzenlemeye çalışmıştır ama Osmanlı İmperatorluğu ile olan savaşın başlaması bu hazırlıkları durdurmuştu.75 Bunun gibi dindaşlarının maddi ve manevî desteklerini alan Abd al-Karim Müslüman halkları birleştirerek çok güçlü olan Cungar hanlığının karşısına dikildi. 1745 yılında Kökcelek meclisinde Kazakların üç kolu olan cüzlerin önderleri, Abd al-Karim’e çok destek çıkarlar.76 Onu destekleyenlerin arasında Kırgız beylerinin de olduğunu 7 Temmuz 1749’da Rusya meclisine sunulan raporda şu bilgiler vardı: “...göçebe Kırgızlar (Burutlar) Abd al-Karim ile iyi anlaşmaktadırlar ve Zengerlere karşı aynı tarafı tutmaktadırlar. Bazen elli tane Kırgız askeri Zenger askerlerini darmadağın edebiliyor...”77. Orta Asya’da Cungarlara karşı mücadele gittikçe genişlemekteydi. Bununla ilgili Rus kumandanları açıkça yazmaktaydılar. 10 Ağustos 1745 tarihinde meclise sunulan İ.Kinderman’ın raporunda: “Zenger savaşı Çin dışında bütün Asya’ya yayılmış durumdaydı... Kazak Barak-sultandan barışması için girişimlerde bulunmak zorunda kaldılar. Bütün bu işler Abd al-Karim ile çoktan beri olan düşmanlıktan sonra olmuştur. Abd al-Karim devamlı süren savaşlardan sonra, Zengerlerin elinde olan Taşkent ve başka Türkistan şehirlerinin yönetimlerini geri almayı başardı. Daha önceden Zengerlerin 70

TSADAR, Frunze, Op.113, D.383, L.989 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.383, L.1107 72 G.N.Potanin, O Karavannoy Torgovle, s.5 73 P.İ.Rıçkov, Kratkoye İzvestiye o Tatarah i o Nıneşnem Sostayanii Teh Narodov, Kotorıye v Evrope Pod İmenem Tatar Razumeyutsya, Orenburg, 1750, Rukopis// Arhiv Vostokovedov SPb, Otd.AN.Rossii, Razryad II, Op.1, D.12b, L.9a 74 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.51,54 ob 75 M.Arutunova, K.Aşrafyan, Gosudarstvo Nadir-şaha Afşara, XVIII Yüzyıl 30-40’lı Yıllardaki İran Sosyal İlişkileri, Moskova, 1958, s.117,143 76 K.Tauasarulı, Tup-Tukiannan... s.320 77 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.364–365 ob 71

218


Döölötbek Saparaliyev

yönetimi altında olan göçebe Kırgız-Kazakların büyük boylarında isyanlar çıkmaktaydı. Orta boyların hem yazılı hem elçilerin vasıtasıyla onu desteklediklerini bildirmekteydiler”78. 30 Mayıs 1746’da Omsk’e gelen Rus S.Sobolev bu savaşla ilgili ilginç tespitlerde bulunur. Onun anlattıklarına göre Hokand şehrindeki savaşta binlerce Kalmuk askeri ölmüştür. Onlar şehre saldırıya geçtikleri sırada Abd al-Karim şehir kapılarının açılması emretmiştir. Askerler içeriye alındıktan sonra Abd al-Karim’in üç bine yakın askeri kapıları kapatmış ve düşman askerlerini yok etmiştir. Bu savaşta Kalmuk ordusunu yöneten Noyon Senten burada öldürülür79. 30 Aralık 1749’da geri dönen Tara şehrinde yaşayan A. Aplin şöyle demektedir: Zengerler iki sene boyunca Abd al-Karim ile savaştılar. En son savaşta ordularının yarısı yok edildi ve geride kalan yarısı de atlarından olarak geri döndüler. Artık onlar Abd al-Karim’den korkuyorlar”80. Cungar ordusunun Hokand şehrinden çekilmelerinin başlıca nedenlerinden biri Galdan Tseren’in 1745 yılının Eylül ayının sonlarında vefat etmesiydi81. 1747 yılının kış aylarında beklenmedik bir şekilde Abd al-Karim Bey de vefat eder82. Bu arada Orta Asya halklarının Cungarlara karşı verdikleri savaş belli bir süre için durmuştur ve Hokand’da tahta geçebilmek için mirasçılar arasında amansız çekişmeler yaşanmaya başlamıştır.83 Cungar ve Kaşkar bölgelerindeki olaylarla ilgili bilgiler XVIII yüzyıl Uygur kaynaklı olan “İslam Name” adlı eserde mevcuttur. Bu eserin yazarı Molla Abd al- Alim bunları belirtir: “Piri Kamil (Appak Hocanın torunu ve Yahya Hocanın oğlu Ahmet Hocanın lakabıdır) kendi yetenekleriyle Oyratları birbirine düşürdü”84. Burada yazarın Ahmet Hocanın rolünü aşırı yükseltmesine rağmen bu bilgilerin Rus arşivinin kaynaklarıyla örtüşmesi çok ilginçtir85. Günümüze kadar Cungarya’da XVIII yüzyılın yarısında cereyan eden tarihi olayları araştıran araştırmacılar Ahmet Hoca’nın (Mahmud) Oyratlara esir düşerek öldürüldüğü kanısındaydılar86. Gerçekte ise Ahmet Hoca Cungarya’da yaşayan Kırgızlar ile birlikte esaretten kaçmayı başarmıştır. Bundan sonra (1747–1748 yıllarında) Ahmet Hoca’yı Doğu Türkistan’daki Kaşgar şehrinin etrafında yaşayan Kırgızların Oyratlara karşı mücadelesinde “önder” olarak görmekteyiz. Bazı bilgilerde Ahmet Hoca ile birlikte on bin Kırgız askeri vardı87., bazılarına göre ise üç veya dört bin asker vardı88. Kaşgar şehrinden 1749 yılında ayrılan Rus tüccarı A.Verhoturov’un anlattıklarına göre, Kaşgar şehri Abd al-Karim’in askerleri (Hokandlılar) tarafından değil Kaşgar’a yakın yerlerde oturan Kırgızlar tarafından düşmandan kurtarılmıştır89. Kaşgar’daki bu savaşa Oyratlara destek olarak “Zaysan Dorci önderliğinde on bin asker gönderilmiştir. Bu on bin askerin yedi bini Kırgızlar tarafından yok edilmiştir ve üç bin asker ancak geriye dönebilmişlerdir”90. Bundan sonra 1748 yılının yaz aylarında Oyrat ordusu bir kere daha Zaysan Egba (Yakba) önderliğinde “bazı bilgilere göre otuz bin asker”91, “bazı bilgilere göre sekiz yüz otuz asker” göndermiştir.92 Bu sefer yapılan savaşta “Oyratlar bütün Kırgızları yok etmişlerdir”93, ama bazı bilgilerde ise tam tersi anlatılmaktadır. Örneğin, on başı Podzorov’un 19 Aralık 1749’da Kinderman’a verdiği bir raporda bu olayları şöyle anlatmaktadır; “Kaşgar’daki Kırgızlara karşı gönderilen Oyrat ordusunun sekiz yüz otuz askerinden üç yüz ellisi öldürülmüştür”.94 Aynı belgede sıradan olan 78

TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.383, L.1112 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.24 ob 80 Aynı yerde, L.281 ob 81 Aynı yerde, L.104, GAOmOR, F.1, Op.1, D.10, L.40 82 Aynı yerde, L.287 83 D.Saparaliyev, İz İstorii Ferganı v Seredine XVIII v, Vestnik KGNU, SON, Baskı.3, Bişkek, 1997, s.46-50 84 Abd al-Alim “İslam Name”, K.S.İbragimov aktarmıştır, Materiyalı Po İstorii Kazakskih Hanstv v XV-XVIIIvv, Alma-Ata, 1969 s.426 85 G.N.Potanin, O Karavannoy Torgovle, s.7-14; GAOmOR,.1,1, Op.1 86 MİKH S, 559, Ç.Ç.Valihanov Zapiski ob Organizatsii Poezdki v Kaşkar, Sobr.Soç.V 5-ti Tomah, Cilt.3, s.II 87 GAOrOR, F.1, Op.1,D.20, L.296 ob; Zyungarskiye Dela, 1762, Op.113/1,D.2, L.42 88 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.449 89 Aynı yerde 90 GAOrOR, F.1, Op.1,D.20, L.296; 91 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.449 ob; AVPR. F, Zyungarskiye Dela, 1762, Op.113/1,D.1, L.13 92 GAOrOR, F.1, Op.1,D.20, L.317 93 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.449 94 GAOrOR, F.1, Op.1,D.20, L.317 ob; Zyungarskiye Dela, 1762, Op.113/1,D.2, L.56 79

219


Kırgızlar İle Orta Asya Halklarının Birlikte Cungar Hanlığının İstilalarına Karşı Verdikleri Mücadeleler

Kalmuklardan alınan bilgilere göre, “Kırgızlara karşı yola çıkan Zaysan Yakba önderliğindeki ordunun üç yüz askeri köprüyü geçtikten sonra köprüyü kaldırarak onların tümünü yok ettiler ve atlarını ele geçirdiler”.95 1749 yılından kalan A.Verhoturov’un bilgilerine bakacak olursak, “bu seferden geri dönen Zaysan Egbu, Oyrat hanı Tsevan Dorci Namcil tarafında ağır bir şekilde cezalandırılmıştır”.96 1747–1748 yıllarında Kaşgar’da yaşanan olaylarla ilgili XVIII yüzyıl belgelerine baktığımızda “evleri yağmalama” ve “esir alma”97 gibi Kırgızların “saldırıları”98 anlatılmaktadır. Bu bilgiler günümüz araştırmacılar tarafından eleştirel olmayan bir yaklaşımla ele alınmıştır.99 Daha XIX yüzyılın ilk yarısında, bu olaylar G.Potanin tarafından Appak Hocanın nesli Ahmet’in Cungarlara karşı çıkardığı isyan olarak anlatılmaktaydı.100 G.Potanin’e katılmakla birlikte, Oyrat istilalarına karşı Doğu Türkistan’daki mücadelelerde Kırgızlar önemli bir rol almışlardır diyebiliriz. İstilacılara karşı verilen bu mücadeledeki olaylardan sadece birini örnek olarak verdik. Kırgızların “Evleri yağmalama” ve “esir alma” gibi saldırılara, savaş sırasında gerçekleşen hadise olarak bakmamız gerekir. Sır-Derya başlarında yaşayan Hokandlılarla Kaşgarlılara destek veren Kırgızlar hakkında 1748 olaylarından sonra Cungar hanı Acan şöyle demektedir: Kırgızlar, Orta Asya halklarından Cungarlara karşı çok büyük zararlar vermiştir. Bunlar ile ilgili aşağıdaki bilgiler vardır. 1749 yılının ilkbahar aylarında Cungar hanı Orta Asya’ya büyük bir saldırı düzenlemiştir. Cungar ordusunun sayısı otuz üç bine ulaşıyordu ve hanın öz kardeşi Lama Dorci, San Belek ve Kandak Dorci önderliğinde otuz bin kişilik orduyu göçebe olan Kırgızlara göndermiştir. İki üç ay süren bu seferde Cungarlar mağlup düşerler ve on bin askerinden olurlar.101 Cungar ordusunun üç binlik kısmı ise Davatsi (Debaçi) önderliğinde Hokand’a saldırmıştır102. Bu saldırının sonucu hakkında bilgiler verilmemiştir. Ama daha sonra Hokand’da cereyan eden olaylara baktığımızda onun başarısız olduğunu anlamaktayız. Rus ve diğer tarihî kaynaklarında Kırgızlar ile Kazaklar Orta Asya halklarının Cungarlara karşı verdikleri mücadelelerde aktif bir güç olarak yer aldıkları söylenmektedir. Buna örnek olarak 1748–1749 yıllarında Taşkent şehrinin yöneticileri Cungarlara vergi ödeyerek onlara bağlı olduklarını bildirirken Kırgızlar hãlã onlarla savaşmaktaydılar103. Kazaklar da aynı şekilde 1750 yılının yarısında onlarla savaş halindeydiler. Bunlarla ilgili Rus tüccarı S.Malkov: “Taşkentli Pervan Bey kendi kalesinde üç yüz Kazak korumasıyla oturuyor. Kazaklar şehirdeki pazarlarda rahat geziyor, Taşkent halkı ise Pervan Bey’in peşindeydi. Onlara “Sadece Pervan Bey’i bize verin, başka hiç kimseye dokunmayız. O bizi Kalmuklara sattı ve onlara vergi ödemek istiyor”104 demektedir. Yukarıda bahsettiğimiz, Kırgızlar ile Kazakların 1749–1750 yıllarındaki Taşkent olaylarında Orta Asya halklarının birleşerek Cungar istilalarını durdurmak istediklerinin bir belirtisiydi. Abd al-Karim Bey’in ölümünden sonra (1747) Cungar istilalarına karşı verilen mücadelelerde göçebe olan Kırgızlar ve Kazaklar öne çıkmıştır. Hokand ve Taşkent şehirlerinde yaşayan halk sadece kendi şehirlerini korumakla meşgul idiler. Bunlar ile ilgili Hokand’a yapılan Cungar saldırısına katılan (1748) N.Amirov’un anlattığına göre: “Hokandlılar Kalmukların peşine düşmezler. Her zaman şehirden çıkmazlar, şehirden uzaklaştıkları zamanlarda ise önden atlılar gelir, onların peşinden da yaya askerler gelir...”105. Bundan dolayı Oyrat ordusunun büyük bir kısmı Kırgızlara gönderilmiştir. A.Verhoturov’un 95

Aynı yerde, L.317, L.55 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.449; . Zyungarskiye Dela, 1752, Op.113/1,D.1, L.13 97 AVPR, F, Zyungarskiye Dela, 1762, Op.113/1,D.1, L.32 98 G.O. Potanin, O Karavannoy Torgovle...S.8; Ç.Ç.Valihanov, Pokazaniya Adama Hazkeldina, 5 Ciltten oluşan kulliyat,c.2, s.313; AVPR, F, Zyungarskiye Dela, 1762, Op.113/1,D.2, L.42 ob 99 V.A.Moyiseev, Russkiye Arhivnıye Materiyalı “O Polojenii Cungarskogo Hanstvo v 1745-1749 gg”, Obşestvo i Gosudarstvo v Kitaye, Bölüm.2, Moskova, 1983, Nauka Basımevi, s.150; İstoriya Kirgizskoy SSR s Drevneyşih Vremen, C.1, s.460 100 G.O. Potanin, O Karavannoy Torgovle...S.7 101 GAOrOR, F.1, Op.1,D.20, L.269; Zyungarskiye Dela, 1762, Op.113/1,D.2, L.42 ob 102 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.365 103 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.365 104 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.450 ob; Zyungarskiye Dela, 1752, Op.113/1,D.1, L.14 ob 105 Aynı yerde. L.365–366 96

220


Döölötbek Saparaliyev

verdiği 1749–1751 yıllarına ait bilgilere göre: “Abd al-Karim ile Kırgızlar ile olan sınırda Noyonlar Daşi Daba, Şaldur Manci önderliğinde bekleyen on bin asker vardı”106. 27 Mayıs 1750’de Cungarya’nın hanlığına Lama Dorci’nin (Erdeni Lama Batır Hontayci unvanı)107 resmen atanma töreni yapılmıştır. Bu atamaya şiddetle karşı çıkan Cungar aristokrasisi, onun Müslüman olan Kırgız asıllı annenin oğlu olduğunu göstererek kanunlara uyulmadığını savunmaktaydılar. Yeni atanan hanın ilk rakibi Çoros beyi (Cungarya’nın önde gelen ailesi) Davats (Debaçi) olmuştur. Onu yeğeni, XVIII. yüzyılın başlarında esir düşen hanı, Noyon Amursana (Amr Sanan) ve Volga Kalmuklarının hanı Ayuki-hanı destekliyordu108. Cungar hanlığındaki bu zor dönemi gören Kırgızlar ve diğer Orta Asya halkları yeniden birleşerek mücadelelerini sürdürdüler. 19. Nisan 1753’te Sibirya bölgesi meclisine “Zenger Kalmuğu” olan Namık tarafından verilen raporda şu bilgiler vardır: “Abd al-Karim’in askerleri Kalmukların demir elde ettikleri göle iki yönden saldırdılar. Ordusunun yarısı ölmesine rağmen ilerlemeye çalışıyorlar. Neden Zenger toprakları bu hallere düştü?”109 Bu göl kenarında yapılan savaşla ilgili bir başka kaynak da 29 Aralık 1752’de Sibirya bölge arşivine Çengaçak tarafından verilen rapordur.110 Bu verilen belgelerde Cungarlarla Kırgızların savaştığı göl IssıkKöl’dür. Issık-Köl’den Kalmuklar demir elde ettikleri için buraya “Temirtu Nor” (Demirli göl) adı vermişlerdir. Günümüze kadar ulaşan bir Kırgız anlatmasında bu olaylar anlatılmaktadır. Kırgızların Solto boyundan Nışa, Sayak boyundan Kaçıke, Sarıbagış boyundan Tınay Bahadırların yönettiği ordu, IssıkKöl vadisinde oluşan ve Cungr Bey’i Ak-Kuyruk’un yönettiği Kalmuk ordusuna saldırmışlardır109. Bu durumla biz, Kırgızlar’ın Issık-Göl topraklarını Cungar hanlığının ordusu tarafından Çin imparatorluğuna saldırmadan önce ele geçirmişlerdir, diye açıklayabiliriz. Bunu Orta Asya’daki yaşanan tarihî olaylar da desteklemektedir. Çin kaynağı olan “Sin din Huan Yuy si Yuy Tuçci’deki” ( 1782 yıl, 45. Bölüm, L.1-a) “Cungarya tamamen yok edildikten sonra Kırgızlar kendilerini eskiden sahip oldukları bölgeleri (Kegene, Karkıra ve Issık-Köl)111 geri aldılar” ifadesi yanıltıcı bir bilgidir. Onlar bu bilgileri, Cungar hanlığının çöküşünde Çin ordusunun büyük rol aldığını belirtmek ve Cungarlara karşı Kırgızlar tarafından verilen mücadeleleri küçültmek amacıyla vermişlerdir. Kırgız ve Kazakların istilacı Cungarlara karşı ne kadar hızlı ve ne kadar çetin bir savaş çıkardıklarını Sibirya sınırlarına kaçmakta olan kaçakların verdikleri bilgilerden anlamaktayız. 18 Mayıs 1756’da Semipalatinsk kalesine ulaşan Noyon Demçi Gindin Oyratların neden Rusya’ya kaçtıklarını şöyle anlatmaktadır: “Cungar hanlığı Moğollardan, Kırgızlardan (Kazaklardan) ve Burutlardan (Kırgızlardan) çok zarar gördü”112. Daha ayrıntılı olarak Kazaklarda esir kalan ve 2 Ekim 1758’de Rusya’ya kaçan Kalmuk asıllı Bepe Kuşki şöyle demektedir: “Kırgızlar ile Kazaklar devamlı saldırmaya başlayınca Rusya’ya kaçmak zorunda kaldım”.113 1758’in Kasım ayında Cungar hanlığına eskiden bağlı olan göçmenlerin başkanı Gogo Erdolov’un bilgilerine göre: “Biz eskiden Talas nehrinin kenarında 2500 arabadan oluşan obamızla yaşıyorduk. Hanlık dağılmadan iki sene önce Çinliler bize saldırdı ve Kazak, Kırgızlar dağıldı. Biz de Enesay Kırgızları ve Teleutlerle birlikte eski topraklarımız olan Altay’a göç ettik. Geçen sene yeniden Çin ordusunun saldırısına uğradık. Bazı Kırgız ve Teleut aileleri Rusya’ya göç etti ve göçmenleri Moğollar esir aldı”. 119 Oradan da Rus vatandaşlığına geçmek için kaçtık. 17 Eylül 1756’da Sibirya vilayeti valisi V.A.Myatlev’in meclise sunduğu raporda şu bilgiler vardır: “Saray entrikalarından dolayı Cungarya’daki Urge şehrinin sahibi... Debaça Kırgızlara gitti. Onlar 106

TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.365 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.454 108 Bkz: İ.Y.Zlatkin, Russkiye Arhivnıye Materiyalı ob Amursane, Moğol Filolojisi ve Tarihi, Moskova, 1959, s.289–313 109 TSADAR, Frunze, 248, Op.113, D.1607, L.605 110 AVPR, F, Zyungarskiye Dela, 1753, Op.113/1,D.1, L.3 ob 109 B.Soltonoyev, İstoriya Kirigzov i Kazakov, Cilt.1, Bişkek, 1993, s.156 111 A.N.Bernştam, İstoçniki, s.127 112 TSGVİAR, F, 20, Op.1/47, D.549, Ç.3, L.79 113 GAOm.OR, F,1, Op.1, D.68, L.442-443 119 G.N.Potanin, materiyalı Dlya İstorii Sibirii, s.101. 107

221


Kırgızlar İle Orta Asya Halklarının Birlikte Cungar Hanlığının İstilalarına Karşı Verdikleri Mücadeleler

da onu oğluyla birlikte Pekin’deki Bogdıhan’a gönderdiler”.114 1755 yılında Kırgız ve Kazakların kuzeybatı Cungarya’da elde ettikleri zaferler ile 1756-1757 yıllarında Mançur-Çin ordusunun Cungarlar karşısında güney-doğuda elde ettikleri zaferler üst üste gelince Cungarlar çok güçsüz düştüler. Cungarlar bunların tümünü, Çinliler ile Kırgızlar Cungarya’ya karşı birleşti diyerek yorumladılar. Ama bu gerçek değildi. Eğer, Çin imparatorluğu yeni topraklar elde etmek maksadıyla bu savaşa girmişse, Kırgızlar ve Kazaklar da kendi vatanlarını yabancı istilacılardan geri almak için bu savaşa girmiştir. Halbuki, Cungar hanlığı döneminde Kırgızlar ile Çin imparatorluğu ortak düşman olarak sayılırdı, “ama amaçları ve hedefleri tamamen ayrıydı”.115 Amursan, Cungarya topraklarındaki Kırgızlar, Kazaklar dışında Özbekleri de Çinlilerin yönetimi altına geçireceğini söyleyerek onlardan destek almıştır122. Çinlilerin Cungarya’ya olan saldırıları ile Kırgız ve Kazakların kendi topraklarını koruma savaşı arasında bir bağlantı olmadığını 7 Ekim 1763’de Ust-Kaminogorsk kalesine gelen dört Kalmuk’un anlattıklarından anlaşılmaktadır. Bu dört Kalmuk’tan biri olan Tohoy Balsakov şöyle demiştir: “Zenger’liyim ve eskiden Noyon Biş Agaş’ın topraklarında yaşıyordum. Yedi sene önce kış döneminde Kırgız, Kazakların saldırısına uğradık ve Zenger’in içerisine göç ettik”. 123 Diğerleri de bu bilgileri doğruladılar. Burada Çin tarihi kaynaklarına göre, Tohoy Balsakov ve diğerlerinin ait oldukları Noyon Biş Agaş’a bağlı halk 1755’te Çinlilere geçtiğini belirtmemiz gerekir124. Buna bakılırsa bilgi veren Kalmuklar Talas’tan göç etmelerini yanlış verdikleri görülmektedir. Talas vadisindeki Cungarlara karşı Kırgızların başarılı saldırıları hakkında bilgiler XIX yüzyılın sonunda Talas’ta göçebe hayat süren ve Kıtay boyundan 64 yaşındaki Tulehangeldi’den Aule-Ata bölgesinin Rusyalı başkanı V.A.Kallaur tarafından ele geçirilir. Onun yakın akrabası Mirzali Bamurzin şunları anlatır: “Eskiden onların boyu Kalmuklarla birlikte Fergana vadisindeki Çanas geidine yakın Aksı’nın Ak-Taş denilen yerinde yaşadığını, söyler. Kara Kırgızlarla olan savaştan sonra Kalmuklar buralardan kaçmıştır. Tulehngeldi’de bulunan bayraklarını ise Kara Kırgızları yanıltmak için durakladığı yere bırakmışlar. Bu askeri hile Kalmuklara üç gün kazandırmıştır ve bu süre içerisinde kaçmayı başarmışlardır.125 Böylelikle, bu materyallerin analizine dayanarak XVIII yüzyılın 40’lı yıllarından başlayarak Cungar hanlığının istilalarına karşı Orta Asya halklarının birlikte hareket ettiklerini söyleyebiliriz. Bu birlikte verilen mücadeleleri ana özelliklerine göre üç döneme ayırabiliriz: Birinci dönemde (1741–1747 yılları) Orta Asya ve Kazakistan halkının Cungarlara karşı verdikleri mücadelelerini Hokand hanı Abd alKarim bey yönetmiştir. Onun çabaları objektif olarak yerleşik ve göçebe olan Kırgız, Kazak, Özbek ve Karakalpakların amaçlarıyla uymaktadır. İkinci dönemde (1748–1750 yılları) Abd al-Karim’in vefatıyla birlikte mücadeleleri Kırgızlar ve Kazaklar yürütmeye başlamıştır. Onlar birlikte hareket ederek çetin bir savaş verdiklerinden ve kendi boyları arasında yapılan çekişmeler sonucunda Kalmukların büyük devleti yıkılmıştır. Üçüncü ve sonuncu dönemde (1751–1755 yıllar) Kazakların ve Kırgızların, vatanları Yedi-Su için verdiği mücadelelerin yanına Mançur-Çin ordusunun (1755–1757 yıllarında) elde ettikleri zaferleri eklenmiştir. Cungar istilalarına karşı verilen Orta Asya halklarının birlikte verdiği mücadeleler onların XVIII. yüzyılda sosyal ve tarihi kaderlerinin ortak olduğunu göstermektedir.

114

N.N.Bantış-Kemenskiy, Diplomatiçeskoye Sobraniye Del..S.2267 M.S.İmanaliyev, Prityanşanskiye Kirgizı vo Vtoroy Polovine XVIII v. İ Pervoy Çetverti XIXv. Doktora tezi, Leningrad, 1984, s.113 122 Bkz: K.Ş.Hafizova, Nekotorıye Voprosı Mejdunarodnıh Otnoşeniy v Sentralnoy Azii v Seredine XVIII v, Çin Devleti ve Kamuoyu, Tez bildirisi, Moskova, 1972, baskı.1, s. 130. 123 AVPR, Kirgiz-Kaysaskiye Dela, 1762-1765, Opis.122/2, Delo. 14, List. 112-114 124 Bkz:: K.Ş.Hafizova, age, s.130. 125 Türkistan Arkeologlarının Bir Yıllık Faaliyet Bildirileri, Taşkent, 1896, s.12, prof. A.O.İvanovskiy tarafından araştırılmıştır. Bkz: s.25–26. 115

222


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 221-227, İZMİR 2006.

MAHTUMKULU ŞİİRLERİNDE TASVİRÎ FİİLLER ÜZERİNE BİR İNCELEME An Investigation on Descriptive Verbs in Mahtumkulu’s Poems Nesrin SİS* Özet Tasvirî fiiller, zarf-fiil biçimindeki bir esas fiille, bu fiili çeşitli şekillerde niteleyen bir yardımcı fiilin, özel bir anlam meydana getirecek şekilde kaynaşmasından oluşmuş birleşik fiillerdir. Türkmencenin gelişmesinde Mahtumkulu’nun önemli bir yeri vardır. Bu çalışmada Mahtumkulu’nun şiirleri taranarak, kullanılan tasvirî fiiller tespit edilmiş, bunların şekil ve anlam özelliklerini Türkiye Türkçesiyle karşılaştırmak hedeflenmiştir. Çalışma sonunda Mahtumkulu’nun şiirlerinde geçen tasvirî fiiller sınıflandırılmış, bu yapıların anlam ve şekil bakımından Türkiye Türkçesiyle paralellikleri, farklılıkları değerlendirilmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Türkmen, Tasvirî Fiil, Mahtumkulu Şiirleri ABSTRACT Descriptive verbs are compound verbs composed of a verbal adverb and an auxiliary verb describing the main verb. Mahtumkulu, as a poet, occupies an important place in the development of Turkmen language. In this study, the poems of Mahtumkulu were reviewed, descriptive verbs were detected and compared with Turkish in terms of meaning and morphology. Additionally, descriptive verbs in his poems were classified and similarities and dissimilarities were evaluated by comparing with Turkish. Key Words: Turkmen, Descriptive Verbs, Mahtumkulu’s Poems

Tasvirî Fiiller Türkçe dilbilgisi kitaplarında “Birleşik Fiiler” başlığı altında ele alınan tasvirî fiili, Gramer Terimleri Sözlüğünde “zarf fiil biçimindeki bir esas fiille, bu esas fiildeki oluş ve kılışı tasvir niteliği taşıyan bir yardımcı fiilin özel bir anlam meydana getirecek şekilde birleşip kaynaşmasından oluşmuş birleşik fiil.”1 olarak tanımlanmıştır. Tasvirî fiiler için çeşitli kaynaklarda; fiille, birleşik fiil yapan yardımcı fiiler2 ; özel birleşik eylemler3 ; ulaçlı birleşik eylemler4; tasvir fiileri5 ; -(y)E veya -(y)İ’li bir ulak üzerine kurulmuş karmaşık fiiller6 gibi terimler kullanılmıştır. Anlam ve anlatım özelliklerine göre tasvirî fiiller Türkçe gramer kitaplarında, temel yaklaşımlar bakımından ortak olmakla birlikte, bir takım farklarla değişik şekillerde tasnif edilmiştir. Z. Korkmaz, tasvirî fiilleri kendi içinde beş alt gruba ayırır. Bunlar: “A.Yeterlik fiilleri, B. Tezlik fiilleri, C. Süreklilik fiilleri, Ç. Yaklaşma fiilleri, D. Uzaklaşma fiilleri”dir.7 J. Deny, “İktidarlı fiil, ta’cil fiili, mukarebe fiili, istimrârî fiil” olarak tasnif etmiştir.8 M. Ergin, “bil-‘in fonksiyonu iktidar; ver-‘inki kolaylık, çabukluk, birdenbirelik; gel- gör-, dur-, kal-, koy-‘ınki deneme, devamlılık ve süre; yaz-‘ınki yaklaşma ifade * Yrd. Doç. Dr., İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Bölümü. 1 Z .Korkmaz, GramerTerimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1992, s.146 2 M. Ergin,Türk Dil Bilgisi, İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1958, s.346 3 T.N. Gencan, Dilbilgisi, Ayraç Yayınevi, Ankara 2001, s.340 4 D. Aksan, Sözcük Türleri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1983, s. 276 5 T. Banguoğlu, Türkçenin Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1990, s. 488 6 J. Deny, Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi), (Çeviren A.U. Elöve), İstanbul Maarif Matbaası, İstanbul 1941, s. 468 7 Z. Korkmaz, TürkiyeTürkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2003, s.811-812 8 J. Deny, age., s. 469-474

223


Mahtumkulu Şiirlerinde Tasvirî Fiiller Üzerine Bir İnceleme

etmektedir.”9 şeklinde gruplandırır. T.N.Gencan, “yeterlik eylemi, tezlik eylemi, sürerlik eylemi, isteklenme eylemi, yaklaşma eylemi”10 adları altında inceler. Tasvirî fiilleri, “ Türkmen Diliniñ Grammatikası (Morfologiya)”11 adlı eserde “Birleşik fiiller” ana başlığı altında ikinci grup olarak, “esas kelimeleri fiilden oluşan birleşik fiiller” adı altında toplanmış ve şu açıklama yapılmıştır: “Bu grup birleşik fiiller çok değişken hareketi veya tek bir fiil ile anlatılması mümkün olmayan hareketi göstermek için kullanılır. Birleşik fiili meydana getiren yardımcı fiiller, esasen kendi anlamlarını kaybetmiş olsalar da bazen asıl manalarının belirtisi hissedilir. Onun için de böyle durumlarda sondaki fiilin kendi asıl manasında mı yoksa yardımcı fiil olarak mı geldiğini ayırt etmek zor olur. İlk fiil, zarf fiil eki almış bir şekilde geldiği için, cümlede fiilden türeyen yükleme bağlanan ve zarf fiil eki almış bir halde gelen ikincil söz ile karıştırılması mümkündür. Dolayısıyla, bu çeşit birleşik fiili şekil bakımından benzer olan diğer cümle unsurlarından ayırmak ve tanımak için, gramatikal fonksiyonu ile birlikte anlam yönüne de çok dikkat edilmelidir.12 Türkmen Türkçesindeki tasvirî fiilleri; anlam ve yapı özellikleri ile kullanılan yardımcı fiiller bakımından; yukarıda anılan eserdeki tasnif çerçevesinde topluca şu şekilde göstermek mümkündür:13 I. Bir zarf fiille birlikte, hareketin meydana gelme sürecini ve sonucunu gösteren birleşik fiiller: A. Hareketin başlanışını gösterenler: başla-, ugra-, oturB. Hareketin devamlılığını gösterenler: dur-, gel-, yör-, oturC. Hareketin süresini ve yöneldiği tarafı gösterenler: gel-, git-, barÇ. Hareketin tezliğini ve devamlılığını gösterenler: berD. Hareketin olup bittiğini anlatanlar: bol-, gutar-, goyber-, git-, gal-, geç-, çık-, goyII. Bir zarf fiille birlikte birleşik şimdiki zaman anlatan yardımcı fiiller: yör-, dur-, otur-, yatIII. Bir zarf fiille birlikte yaklaşım gösteren yardımcı fiiller: bol-, bil“Türkmen Türkçesi Grameri” adlı eserde, Türkmen Türkçesindeki tasvirî fiiller; yeterlilik –ıp /ip, -up /-üp, -p bil-; tezlik, -ı /-i, -u /-ü ber- ve –ıp /-ip, -up /-üp, -p ber-; süreklilik, -ıp /-ip duur, -up /-üp duur, -p duur, ıp /-ip otıır, -up /-üp otıır, -p otıır, -ıp /-ip yatıır, -up /-üp yatıır, -p yatıır, -ıp /-ip yöör, -up /üp yöör, -p yöör şeklinde tasnif edilmiştir.14 Mahtumkulu ve Şiirleri Türkmencenin gelişmesinde Mahtumkulu’nun önemli rolü olmuştur.15 Meşhur Türkmen şairi Devlet Mehmet Azadî’nin oğlu olan Mahtumkulu, tahminen 1733 yılında doğmuştur. Çocukluğunda babasının ilminden ve şairliğinden istifade etmiştir. Buhara ve Hive’de iyi bir medrese eğitimi görmüş, Arapçayı, Farsçayı, ve edebî Doğu Türkçesini öğrenmiş, Nizâmî, Sadî, Fuzûlî, Nevâyî gibi Türkçenin ve Farsçanın klasiklerini tanımıştır. Şair, Türkmenistan’ı, Özbekistan’ı, Afganistan’ı ve İran’ın bir kısmını dolaşmıştır. Hayatının büyük bir bölümü Türkmenler arasında geçmiştir. Yine tahminen 1780’li yıllarda ve elli yaşını geçtiği sıralarda ölmüştür.16 Mahtumkulu’nun şiiri, ana hatlarıyla milli Türkmen geleneğine dayanır. Birçok Türkmen şairi Mahtumkulu’nun tesirinde kalmıştır.17 9

M. Ergin, age., s.346 T. N. Gencan, age., s.340 11 M. Söyegov, M. Saruhanov, Türkmen Diliniñ Grammatikası Morfologiya, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2000 12 M. Söyegov, M. Saruhanov, age., s. 319 13 M. Söyegov, M. Saruhanov, age., s. 322-335 14 M. Kara, Türkmen Türkçesi Grameri, Gazi Kitabevi, Ankara 2005, s. 165-167 15 M. Kara, Türkmen Türkçesi ve Türkmen Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, Akçağ Yayınları, Ankara 1998, s.103 16 H. Biray, Mahtumkulu Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992, s. 13 17 H. Biray, age., s. 27-28. 10

224


Nesrin Sis

Klasik edebiyatı, özellikle de Nevâyî’yi çok iyi bilmesine rağmen, şiirini Türkmen diliyle ve Türkmenlerin anlayıp benimseyeceği bir tarzda yazmıştır. Şiirlerinde henüz yazı dili olarak kullanılmayan Türkmen şivesinin, kelime olarak, söyleyiş tarzı olarak yer aldığı görülür. Şiirlerinde Türkmen edebiyatında çok önemli bir yer tutan, sözü veciz bir şekilde anlatma, atasözlerine yer verme özelliği dikkat çekmektedir.18 Bu çalışmada, Himmet Biray tarafından hazırlanan MahtumKulu Divanı19 adlı eser taranarak Mahtumkulu’nun şiirlerinde geçen tasvirî fiiller değerlendirilmeye çalışılmıştır. Türkiye Türkçesindeki gramer çalışmaları esas alınarak yapılan tasnifte, örneklerin yanındaki parantezde bulunan eser kısaltmasının yanındaki rakamlar, taranan eserin sayfa numarasını vermektedir. Yeterlik Fiilleri Yeterlik fiilleri bir esas fiilin –(y)-A zarf fiil biçimi üzerine bil- yardımcı fiilinin getirilmesiyle kurulur. Bu tür birleşiklerdeki bil- yardımcı fiili; ya bir oluş ve kılışı gerçekleştirme güç ve yeterliğini , yani “yapabilme iktidarını” al-abil-, oku-y-abil-, gibi; yahut da bir oluş ve kılışın gerçekleşme olasılığının (imkan ve ihtimalinin) “yarın size uğrayabilirim” gibi bulunduğunu gösterir. Bil- yardımcı fiili ile kurulan tasvirî fiiller, basit ve birleşik kiplerin bütün çekimlerine girebilirler.20 Türkiye Türkçesinde yeterlik fiilinin olumsuz biçimleri bil- yardımcı fiili ile değil “yapabilmek, yeterli olmak, muktedir olmak” anlamındaki çok eski bir u- yardımcı fiili üzerine –mA olumsuzluk ekinin getirilmesiyle yapılmaktadır. Ancak, u- fiili ünlüden ibaret bir yardımcı fiil olduğundan, esas fiilin, yine bir ünlüden ibaret olan -A zarf fiil biçimi ile yan yana gelince kaynaşmaya uğrayarak erimiş ve kaybolmuştur. Yeterlik fiilinin olumsuz biçimlerinde kip ekleri olumsuzluk ekinden sonra gelir; basit ve birleşik kiplerin hepsi ile çekime girebilir.21 Yeterlik fiilleri, Türkmen Dili gramerinde, “modallık görkezyän goşma işlikler” yani, sözü söyleyenin o hareket hakkındaki düşüncesini anlatan birleşik fiiller, başlığı altında, ilk bölüm olarak “hareketin meydana gelmesinin mümkün olup olmadığını belirten yardımcı fiiller” adı altında şu şekilde açıklanmışlardır: Bolmak, yardımcı fiil görevinde, bir işin meydana gelmesinin mümkün olup olmadığını gösterir. İlk fiil zarf fiil şeklindedir, nadiren de şart şeklinde görülebilir.22 Bilmek, bu yardımcı fiille kurulan birleşik fiiller, öznenin ilk fiilde anlatılan hareketi yerine getirmeyi başarıp başarmadığını belirtirler. Bilmek yardımcı fiili burada başarmak anlamında kullanılır. Olumlu ve olumsuz çekimleri yardımcı fiilin üzerinde gösterilir.23 Mahtumkulu divanında bil- yardımcı fiili ile kurulmuş yeterlik fiillerinin olumsuz çekiminin daha çok kullanıldığı, olumlu yapıdaki örneklerinin sınırlı sayıda olduğu tespit edilmiştir: Gezip, tapabilmez rû-yi zemîni (MD, 39) Tanabilmez, başı nedir, art nedir (MD, 63) Durabilmez, yolbars nedir, kurt nedir (MD,63) Hemra bolan yatabilmez zarımdan (MD, 84) Şâd gelenler tuta bilmez özünü (MD,85) Kurt kanrılıp kapabilmez kuzunu (MD,107) Mübârizler tuta bilmez özünü (MD,107) Ruhsat bolmay, aça bilmem, neyleyim? (MD, 110) Kol uzatıp içe bilmem, neyleyim? (MD, 110) 18

H. Biray, age., s. 15 H. Biray, age., s. 15. 20 Z. Korkmaz, Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2003. s.812 21 Z. Korkmaz, age., s. 815 22 M. Söyegov, M. Saruhanov, age., s.333 23 M. Söyegov, M. Saruhanov, age., s. 334 19

225


Mahtumkulu Şiirlerinde Tasvirî Fiiller Üzerine Bir İnceleme

Kanadım yok uça bilmem, neyleyim? (MD,110) Manasını saçabilmem, neyleyim? (MD, 110) Ümit üzüp, kaça bilmem neyleyim? (MD,110) Giren gaydıp çıka bilmez kenara (MD,138) Dost kaysı, düşman kaysı, farkın edebilmez men, (MD,141) Fikir lâyına battım çıkabilmez men bir yan (MD,142) Gök titreyip, çekebilmez bu derdi (MD,143) Daşlar erip, çekebilmez bu derdi (MD,143) Çöller, düzler çekebilmez bu derdi (MD,143) Dört yüz yıllap çekebilmez bu derdi (MD,143) Gidebilmem şehrinize, hız haramdan korkarım (MD,155) Fark edebilmem özüm eyvânda ya viranda men (MD,156) Dünyaya dura gelen eğlenmey gide bildim. (MD,184) Alabilmez, yolbars oğlu Türkmenin (MD,193) Edebilenin, et bunda, çilimkeş (MD,214) Seçebilmez, duman nedir, toz nedir? (MD,233) Görünebilmez ol meydanın denginde (MD,233) Uçabilmez, esir pervan örtenir (MD, 236) Yiyebilmez, her dem rıskalın boğar (MD,243) Namert tutabilmez, kolda çöp bolsa (MD,254) Aşın yiyebilmez, keşi sındırır (MD,254) Ayrılabilse ağısı / içinden öçen yalıdır (MD,273) Battı başım, çıkabilmem lâyından (MD,314) Kuşlar uçabilmez kuyruk, kanatsız (MD,332) Bir sözün ornunda söyleybilmeyen (MD,333) Pinhân sırrın saklabilmey, dış döker (MD,339) Kervan yatabilmez korkulu yerde (MD,340) Beğlik edebilmez, berim bermeyen (MD,374) Ayak yalın basabilmez dikene (MD,376) Sözlebilsen yahşı sözle (MD,403) Verzişin yok, yaşsın gide bilmer sen (MD,460) Her işe baş koşup, ede bilmer sen (MD,460) Adem oğlu diyebilmez derdini (MD,463) Gidebilmez idi badından düşman.(MD,499) Tutabilmez özün, döküp gözyaşın (MD,499) Yeller kalabilmen, yerde süründü (MD,500) Özün tutabilmen, yerde halklar (MD,500) Mâni saçabilmez çalaran başım (MD,501) Döze bilmem beytinlerin zârına (MD,504) Her kim özün saklay bilse, iş gördü. (MD, 517) Battı başım, çıkabilmem lâyından (MD,522) Her kim barabilse iman kazanıp (MD,525) Tezlik Fiilleri Tezlik fiilleri –(y)-I / -(y)-U zarf fiil eki almış bir esas fiilin ver- yardımcı fiili ile birleşmesinden oluşur: alıver-; başlayıver-; gibi. Bu birleşiklerdeki ver- yardımcı fiilinin görevinin, esas fiildeki oluş ve kılışın tezlikle, ansızın, kolayca gerçekleştiğini bildiren tasvirî fiiller yapmaktır. Tezlik fiileri basit ve birleşik fiillerin bütün çekim kalıplarına girebilir.24

24

Z. Korkmaz, age., s. 818.

226


Nesrin Sis

Tezlik fiillerinin olumsuzu, genellikle ver- yardımcı fiili üzerine –mA olumsuzluk ekinin getirilmesiyle oluşturulur: atlayıverme-; inanıverme-; gibi; ayrıca esas fiil ile zarf fiil arasına getirilen olumsuzluk eki ile de yapılabilir: almayıver-; gelmeyiver- gibi.25 Tezlik fonksiyonundaki tasvirî fiiller, Türkmen Dili Gramerinde “hareketin oluşum sürecini ve sonuçlarını gösteren yardımcı fiiller” adı altında verilen grubun alt maddelerinden biri olarak ele alınmış ve şöyle izah edilmiştir: “Hareketin çabukluğunu ve devamlılığını anlatan yardımcı fiiller: Bu çeşit yardımcı fiiller hareketin çabukluğunu, devamlılığını gösterir. Esas söz, fiil tabanı şeklinde olup, yardımcı fiil ile birleşir. Bu durumda, esas kelime bir ünsüzle bitiyorsa sonuna y veya i sesi eklenir; bir ünlü ile bitiyorsa sondaki ünlü uzar: yöre->yörebär-, gibi. Bu tür birleşik fiiller ara verilen bir işin tekrar ettirilmediğini de gösterebilir.26 Görüldüğü gibi, anılan eserde, tezlik fonksiyonu kazandıran ber- fiili açıklanırken, ilk fiil için, zarf fiil (hal işlik) ifadesi kullanılmayıp, sadece fiil tabanının sonundaki sesin ünlü veya ünsüzle bitmesine göre açıklama yapılmıştır. Ancak örnekler incelendiğinde; yukarıda anlatılan y ve i seslerinin – (y)-I/A şeklinde ünlü zarf fiil olabileceği düşünülmektedir. Mahtumkulu divanında, ber- yardımcı fiili yanında bir- ve Türkiye Türkçesiyle paralel bir şekilde ver- yardımcı fiili ile kurulmuş tezlik fiilleri tespit edilmiştir: Evvel aldapbirsin, balı dünyâ, hey! (MD,88) Dünya âhiretin keşte kârıdır Tohum saçınıver nâ-geh yatıp sen? (MD,95) Bunda ne iş etsen, anda karavlı Sen hem yahşılardan alıver bovlı (MD,114) Hak sana söz demez yalan cihânda Ediver bilenin bunda çilimkeş (MD,215) Oku beş vaktini, boluver müftü, Eğer bolacaksan, resûl ümmeti (MD, 279) Dünya zendir, köp oynaşlı eri bir, Bir öpüşte etin, kanın sorubir (MD,307) Yahşı tutuvergil, niyetin fi’lin (MD,310) Uğrun tapsan, ötmevergil yanından Bahıllardan ırak eyle yolunu (MD,319) Atymaver gıybet söz, etme zinanı Dûzâhın oduna duş eder seni (MD, 330) Bir nâmerdin köp ninnetli aşından El uzatma, oyulaver dışından (MD, 436) Fenâda görüver belâlık işin, Gafil adem, kalıp yatma uzanıp. (MD,524) Bu sefer işidir, koyber Âzâdım (MD, 461) Râyımız kaytarma koyber Âzâdım (MD,461) Müselmânsın, haber algıl zülâlden, Kaçıver haramdan, iste helâlden. (MD, 453) Süreklilik Fiilleri Bu gruba giren tasvirî fiiller, esas fiilin –(y)-A, -(y)-I veya –(y)-Ip, zarf fiil biçimleri üzerine dur-, gel-, kal-, gör-, koy-, (ko-) yardımcı fiillerinin getirilmesi ile oluşturulur. Yardımcı fiilin esas file

25 26

Z. Korkmaz, age., s. 820 M. Söyegov, M. Saruhanov, age., s. 329.

227


Mahtumkulu Şiirlerinde Tasvirî Fiiller Üzerine Bir İnceleme

kattığı anlam inceliği ve iki ayrı fiil şeklinin birleşme biçimine göre, bir oluş ve kılışın belirli bir zaman içinde yapılagelme veya belirli bir durumda kalakalma gibi çeşitli işlev ayrılıkları söz konusudur.27 Türkmen Dili Gramerinde “Birleşik şimdiki zaman anlatan birleşik fiiller” bölümünde incelenen süreklilik fiilleri için; “bu tür birleşik fiiller, sözün söylendiği anda hareketin devam ettiğini gösterir, yardımcı fiil olarak yörmek, durmak, oturmak, yatmak fiilleri kullanılır.”28 açıklaması yapılmıştır. Mahtumkulu Divanı’nda yukarıda sayılan yardımcı fiillerle kurulmuş, süreklilik fiillerini aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür: Dur-:

Gitti Yusuf, gelmez haber Dururum yığlap her seher (MD, 321) Ol söylenşip duran dört çâhar-yârdır (MD, 33) Seyranda şol caya barıp durdular(MD,32) Karşın alıp durur müdâm bar bile (MD,101) Haşlaşıp dururlar yanında mârlar (MD,271) Telmürüp durmaktan özge çare tapılmaz ona (MD,217) Hurûc eylep dursa mavir (MD,200) Senriklep, abanıp duran kayalar (MD, 198) Bular görnüp duran zattır bu göze (MD,191) Ağzın açıp durmuş yer bizim sarı (MD,166) Akar durur, üst ü başın bok eder, Senden kaçar den ü duşun nas atan. (MD,220

Otur-~ otır-: Yüz bin derviş sîne dağlap oturan (MD,50) Riyâzette belin bağlap oturan (MD,50) Nice yerde görsen, ağlap oturan (MD,50) Danlamayın, tıkar otır aş gelse (MD, 119) Kaşını, çatman oturan Manlayı gülen isterim (MD, 151) Yat-:

Can onda candan boldu, essinden gidip yattı (MD,142) Gaflet içre kalıp yatma dura gör.(MD, 516) Fenâda görüver bekâlık işin Gâfil adem, kalıp yatma uzanıp (MD,524)

Yör-:

Adam bolup, adam kadrin bilmeyen Ondan yine otlap yören mal yahşı (MD,300) Cennet deyip yörgül tema’da belli (MD,333)

Ayrıca Türkiye Türkçesinde kullanılan, kal-, gel- gör- yardımcı fiilleriyle kurulmuş tasvirî fiil örneklerine de Mahtumkulu Divanında rastlanmıştır: Burda gelip kalır boldu kanatsız (MD,91) Arıp kalır gam evinde yıkılan (MD,78) Bu dert ile dolu bolup kalmışım (MD,52) Gaflet içre kalıp yatma dura gör ( MD,516) Her ne bersen, öz elinle bere gör ( MD,516) Diri iken ölüm işin göre gör (MD,516) Dünyaya dura gelen eğlenmey gide bildim (MD, 184)

27 28

Z. Korkmaz, age., s. 821 M. Söyegov, M. Saruhanov, age., s. 331.

228


Nesrin Sis

Süreklilik fiillerinin kuruluşunda kullanılan gel- yardımcı fiili Türkmen Türkçesinde kullanım yerine göre “yaklaşma” anlamında tasvirî fiiller de oluşturabilmektedir. Bu durum Türkmen Dili Gramerinde şöyle izah edilmektedir: Esas söz, yetmek, yakınlaşmak gibi belli bir noktaya yakınlaşmayı gösteren fiillerden ise, o varılacak noktaya ulaşmak için yapılan hareketin, sözü söyleyen kişiye yakınlaşmak veya ondan uzaklaşmak ayrıntısına göre barmak, gelmek fiillerinden biri kullanılır. Bir yerden bir yere hareket etmeyi göstermeyen diğer fiiller esas söz olduklarında, hareketin bitmeye yakınlaştığını anlatmak için, yardımcı fiil olarak barmak, gelmek fiillerinden ikisi de kullanılabilir. Örneğin: ‘Gice yarım bolup baryar.’ ; ‘Munuñ birdenkä bir bagtsızlıga uçrap, kolhozlarından çıkıp gaydanlıgına bir yıl bolup gelyär.’29 Sonuç Bugün edebî Türkmen Türkçesi üzerine araştırma yapanların ortak görüşü, Mahtumkulu’nun bu edebî dilin başlamasında en birinci rolü oynadığı yolundadır. Ancak Mahtumkulu zamanında Türkmen Türkçesi henüz bir yazı dili değildi. Mahtumkulu’nun şiirleri geniş ölçüde Türkmen Türkçesine dayanmakla beraber imlada mevcut yazı dilinin imlasını aksettirmektedir30. Bu çalışmada taranan eserdeki imla esas tutulmuştur. Genel olarak ele alındığında, Mahtumkulu şiirlerinde tespit edilen tasvirî fiiller; yeterlik, tezlik, süreklilik fiilleri olarak gruplandırılmıştır. Anlam özellikleri bakımından, Türkiye Türkçesi ile paralel olan bu tasvirî fiiller şekil ve kuruluş bakımından, bazı noktalarda Türkiye Türkçesinden ayrılır: Yeterlik fiilinin olumsuzu, Azerî Türkçesinde olduğu gibi bil- yardımcı fiilinin üzerine gelmektedir. Türkiye Türkçesi ağızlarında görülebilen bu kullanım, Mahtumkulu şiirlerinde neredeyse standartlaşmıştır denilebilir. Tezlik fiillerine, ver- yardımcı fiili yanında bir- ve ber- fiilleri ile de rastlanmıştır. Anlam özellikleri ve kuruluşları bakımından Türkiye Türkçesinden farklı olmadığını söylemek mümkündür. Türkiye Türkçesi ağızlarında süreklilik anlamı katmak için kullanılan yürü- (Türkmen: yörü-); yat- (Türkmen: yat-); otur- (Türkmen: otır-); gibi yardımcı fiillerle birlikte, aynı anlam ve işlevde kullanılan süreklilik tasvirî fiillerinin ve bunların kullanım şekillerinin ortak olduğu görülmektedir. Kaynaklar

29 30

Aksan, Doğan, Sözcük Türleri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1983. Banguoğlu, Tahsin, Türkçenin Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1990. Biray, Himmet, Mahtumkulu Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992. Deny, Jean, Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi), (Çeviren, A. U. Elöve), İstanbul Maarif Matbaası, İstanbul 1941. Ergin, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1958. Gencan, T. Nejat, Dilbilgisi, Ayraç Yayınevi, Ankara 2001. Kara, Mehmet, Türkmen Türkçesi Grameri, Gazi Kitabevi, Ankara 2005. ______, Türkmen Türkçesi ve Türkmen Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, Akçağ Yayınları, Ankara 1998. Korkmaz, Zeynep, Gramer Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1992. ______, Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2003. Naskali, E., Gürsoy, Türk Dünyası Gramer Terimleri Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1997. Söyegov, M., Saruhanov, M., Türkmen Diliniñ Grammatikası, Morfologiya, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2000. Zeynalov, Ferhat, Türk Lehçelerinin Karşılaştırmalı Dilbilgisi, (Türkiye Türkçesi, Y. Gedikli), Cem Yayınevi, İstanbul 1993.

M. Söyegov, M. Saruhanov, age., s. 327 H. Biray, age., s.16

229



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 229-234, İZMİR 2005.

ESKİ TÜRKÇE VE ÇAĞATAY TÜRKÇESİNDE BELİRTME DURUMU EKİNİN İŞLEVLERİNE DAİR A Study About Functions of the Accussatives in Old Turkish and Chagathay Turkish Mustafa TANÇ* Özet Eski Türkçede +g/+g; +I; +n ve +nI biçiminde çok şekilli olan belirtme durumu ekleri, işlev ve anlam açısından da çeşitlilik göstermiştir. Bu ekler, tarihî Türk lehçelerinden Çağatay Türkçesinde yine +I; +n ve +nI biçimindedir. Eski Türkçedeki işlevlerini aynen devam ettirmiştir. Anahtar Sözler: Eski Türkçe, Çağatay Türkçesi, Belirtme Durumu Eki Abstract Accussatives in old Turkish are +g/+g; +I; +n and +nI. They have many forms and also they have many functions and meanings. These are in the form of +I; +n and +nI in Chagatay Türkic from historical Turkish dialect. Thus, these have their functions carried on the same as in Old Turkic. Key Words: Old Turkic, Chagatay Turkic, Accussative

Türk dilinde belirtme durumu, geçişli fiil taşıyan bir cümlede, fiilin etkisi altında kalan adın içinde bulunduğu durumdur. Türk dilinde belirtme durumu, ekli veya eksiz ifade edilebilir (Korkmaz 2003: 277). Türk dilinin en eski metinlerini içeren Eski Türkçe döneminde belirtme durumu için birden fazla ek kullanılmıştır. Bunlar, özellikle Orhun Türkçesi metinlerinde yaygın olarak kullanılan ve doğrudan doğruya adlara getirilen +g/+g; iyelik eklerinden sonra kullanılan +n; teklik kişi zamirlere getirilen +I ve çokluk kişi zamirlere getirilen +nI’dır. Bu yönüyle, belirtme durumu ekleri, şekil açısından değişiklik gösterir (Gabain 1988: 64; T. Tekin 2000: 108-111; Canpolat 1992: 9-11). Eski Türkçe döneminde karşımıza çıkan bu belirtme durumu ekleri, +g/+g dışında bütün tarihî Türk lehçelerinde kullanılmış olup, günümüz Türk lehçelerinin çoğunda varlığını sürdürmektedir. Bu ekler, Eski Türkçe döneminde, şekil açısından farklılıklar gösterdiği gibi anlam ve işlev açısından da farklılıklar göstermiştir. Bu farklılıklar, hem Orhun hem de Uygur Türkçesi metinlerinde karşımıza çıkmaktadır. Bu ekin Eski Türkçede farklı anlam ve işlevlerde kullanımına gelince; 1. yönelme durumu, 2. çıkma durumu, 3. tamlayan durumu, 4. araç durumu biçimindedir. Bunlar içerisinde, en yaygın kullanım ise, yönelme ve çıkma durumu işlevidir: 1. Yönelme durumu işlevindeki kullanımları Bu işlevde +g/+g; +I ve +n belirtme durumu ekleri kullanılmaktadır. Hem Orhun hem de Uygur Türkçesi metinlerinde karşımıza çıkar. +I belirtme durumu ekinin bu işlevde kullanımlarına ise, yalnızca zamirlerde rastlanır: +g/+g ile: Aŋ ilki Tadıgıŋ Çoruŋ boz atıg binip tegdi (MEOA: 20). İlk önce Tadıg’ın, Çor’un boz atına binip hücum etti. Edremlig kişilerig ayagıl (Gabain 1988: 238). Erdemli kişilere saygı göster. *

Yrd. Doç. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi.

231


Mustafa Tanç

Sansarıg irmemek erser … (Kaya 1994: 190). Acılarla dolu olan bu dünyaya ulaşamamak ise … Yek içkekig kirtgünmez ertiler (Eraslan 1980: 60). Şeytana ve vampire inanmaz idiler. … ben özüm bilge Tonyukuk ötüken yirig konmış tiyin … (MEOA: 68). … ben kendim Bilge Tonyukuk Ötüken yerine konmuş diye … +I ile: Örtde yalınta yörgenü kolların örü kötürüp ulıyu sıktayu mini tapa … (Ş. Tekin 1976: 141). Alevler içine sarılıp, kollarını yukarı kaldırıp inleyerek ağlayarak bana doğru … Olar mini tapa kelip kılmış yazukların kşanti kıltılar (Ş. Tekin 1976: 144). Bunlar, bana doğru gelip işledikleri günahlardan af dilediler. Mini tapınıp udunup ulug edgüke tegdeçiler (Ş. Tekin 1976: 144). Bana tapınıp büyük üstünlüğe ulaşacaklar. +n ile: Yerin tapa bardı (T. Tekin 2000: 152). Ülkelerine doğru gittiler. Alp Şalçı ak atın binip tegmiş (MEOA: 22). Alp Şalçı beyaz atına binip hücum etmiş. Tegin körklerin taŋlap: sizler luular kanı kunçuyı mu sizler (HNO: 45). Prens güzelliklerine hayran kalıp: sizler ejderler hanının karısı mısınız? Utru iki yılıg kişi oglın sokuşmış (Ercilasun 2004: 238). Karşıda iki çekingen insan olguna rastlamış. 2. Çıkma durumu işlevindeki kullanımları Bu işlevde, +n ve teklik kişi zamirlere getirilen +I belirtme durumu eki kullanılmakta olup, +n belirtme durumu ekinin kullanımları daha yaygındır. +I ise, yalnızca bir örnekte karşımıza çıkar: +I ile: Ögüm kaŋım içim tiginke sever, mini aklayur erti (HNO: 36). Annem, babam ağabeyim prensi sever, benden nefret ederdi. +n ile: Munda abipirayın sözlelim (Barutçu-Özönder 1998: 57). Burada manadan söz edelim. Okın yürekimke ursukmış teg sıkılur men emgekin (Gabain 1988: 247). Oku yüreğime saplamış gibi acısından eziyet çekerim. Olar mini tapa kelip kılmış yazukların kşanti kıltılar (Ş. Tekin 1976: 144). Bunlar, bana doğru gelip işledikleri günahlardan af dilediler.

232


Eski Türkçe ve Çağatay Türkçesinde Belirtme Durumu Ekinin İşlevlerine Dair

3. Tamlayan durumu işlevindeki kullanımları Eski Türkçede bu işlevde, +I, +g/+g ve iyelik eklerinden sonra gelen +n belirtme durumu eki kullanılmıştır. +g/+g ve +n belirtme durumunun tamlayan durumu işlevinde kullanımları Köktürk Yazıtlarına özgüdür ve yalnızca birkaç örnekte görülür. +I belirtme durumunun kullanımı ise, Eski Uygur Türkçesi metinlerinde karşımıza çıkar: +g/+g ile: Türük bodunıg atı küsi yok bolmazun tiyin … (T. Tekin 2000: 108). Türk halkının adı sanı yok olmasın diye … +I ile: Anı üçün inçe sakınu tegintimiz (Ş. Tekin 1976: 39). Onun için biz aciz kullar şöyle düşündük. Anı üçün ilig ança tutmış erinç (T. Tekin 2000: 54). Onun için devleti öylece ellerinde tutmuşlar hiç şüphesiz Beş balık anı üçün ozdı (T. Tekin 2000: 54). Beşbalık (şehri) onun için (yıkılmaktan) kurtuldu. +n ile: İgidmiş bilge kaganıŋın sabın almatın … (T. Tekin 2000: 108). (Seni) besleyip doyurmuş olan akıllı hakanlarının sözlerini dinlemeden … 4. Araç durumu işlevindeki kullanımları Eski Türkçede bu işlevde Uygur Türkçesi metinlerinde bir örnekte +g/+g belirtme durumu ekinin kullanımlarına tanık oluyoruz: +g/+g ile: Körklüg altı kızlarag kişilenti erti (Ş. Tekin 1976: 47). Güzel altı kızla evlenmiş idi. Eski Türkçede +g/+g, +n, +I, +nI biçiminde karşımıza çıkan belirtme durumu ekleri, +g/+g dışında tarihî Türk lehçelerine aktarılmış ve bunlar Çağatay Türkçesinde de kullanımlarını sürdürmüşlerdir. Çağatay Türkçesinde, Eski Türkçede daha ziyade çokluk kişi zamirlere gelen +nI genel belirtme durumu eki haline gelmiştir (Eckmann 1988: 63-64). Bu tarihî lehçede, belirtme durumu eklerinin şekil açısından olduğu gibi işlev ve anlam açısından da Eski Türkçe ile örtüştüğünü görüyoruz. Eski Türkçede, yönelme, çıkma, tamlayan ve araç durumu işlevinde kullanılan bu ekler, Çağatay Türkçesinde hem bu dört işlevi devam ettirmiş hem de bulunma durumu işlevinde kullanılmaya başlamıştır: 1. Yönelme durumu işlevindeki kullanımları Çağatay Türkçesinde bu işlevde, +I, +n ve +nI belirtme durumu ekleri kullanılmış olup, +I belirtme durumu tıpkı Eski Türkçedeki gibi teklik kişi zamirleri üzerinde bu anlam ve işlevde kullanılmaktadır: +I ile: İllig altmışka yakın it anı irişip andın ayrılmas irdi (NM: 264). Elli altmış kadar köpek ona ulaşıp, onun yanından ayrılmazlardı. Mini urdı ve iligimdin rekveni alıp taşladı (NM: 357).

233


Mustafa Tanç

Bana vurdu ve elimden ibriği alıp attı. Aŋa didim mini bir dua kıl (NM: 84) Ona dedim bana bir dua et. +n ile: Ve Ebû Sa’id-i Harraz’nı kördüm ki anıŋ üçün avuçın kakadur irdi (NM: 138). Ve Ebû Sa’id-i Harraz’ı gördüm ki bu yüzden avcuna vuruyordu Yaş oglanlar ve su’al ehli muhtaclar ileyin tüşüp ve kiniçe yügürüp nime tilerler irdi (NM: 338). Genç oğlanlar ve soru sormak isteyenler, önüne gelip ve ardı sıra koşup bir şeyler isterlerdi. +nI ile: ‘Alî-i Şirazî her kün anıŋ dersini kulak tutsun (NM: 312). Alî-i Şirazî her gün onun dersine kulak versin. Şeyh ol cema’atnı ziyafet kıldı (NM: 426). Şeyh o topluluğa ziyafet verdi. …dagı Ebu Ca’ferga ayttı kim kil bu atnı min ! (NM: 104). … ve Ebu Cafer’e söyledi ki gel bu ata bin ! Min dagı alarnı irişe barur irdim (NM: 226). Ben de onlara yetişmek için gidiyordum. 2. Çıkma durumu işlevindeki kullanımları Eski Türkçede yaygın olarak bu işlevde, +n belirtme durumu eki kullanılırken, Çağatay Türkçesinde, +n ve +nI belirtme durumu ekleri kullanılmıştır: +n ile: Ebu Bekr-i Varraknıŋ şagirdi aŋa utru kilip rikâbın öpti (NM: 87). Ebu Bekr-i Varrak’ın öğrencisi ona doğru gelip boynundan öptü. Ebu Süleyman-i Nilî Kırafîga kildi ve anıŋ maŋlayın öpti (NM: 144). Ebu Süleyman-i Nilî, Kırafî’ye geldi ve onun alnından öptü. +nI ile: Ol vakt şeyh Abdullahnı zaman pâdşâhı çerig teklifi kıldı (NM: 289). O sırada Şeyh Abdullah’tan devrin padişahı asker istedi. Maŋa merhaba didi ve başımnı öpti (NM: 366). Bana merhaba dedi ve başımdan öptü. 3. Tamlayan durumu işlevindeki kullanımları Eski Türkçede bu işlevde +I, +g/+g ve iyelik eklerinden sonra gelen +n belirtme durumu eki kullanılırken, Çağatay Türkçesinde +nI belirtme durumu eki bu işlevi sürdürmüştür: +nI ile: Ol tarihde ol digenlerni barçasın aŋa kıldılar (NM: 94). O tarihte onun dediklerinin tamamını ona yaptılar.

234


Eski Türkçe ve Çağatay Türkçesinde Belirtme Durumu Ekinin İşlevlerine Dair

Bir kırgavulnı iskenesi (Eckmann 1988: 57) Bir sülünün butu Yıglamakıŋnı sebebi (Eckmann 1988: 57). (Senin) ağlamanın sebebi 4. Araç durumu işlevindeki kullanımları Eski Türkçede, +g/+g belirtme durumu eki bu işlevde kullanılırken, Çağatay Türkçesinde +nI belirtme durumu yaygın olarak bu işlevi sürdürmüş; bir örnekte ise, teklik kişi zamirlere gelen +I, bu anlam ve işlevde kullanılmıştır. Ekin bu anlam ve işlevi, Çağatay Türkçesinde oldukça işlektir: +nI ile: Didi kim nefsni meşgul kıladur-min (NM: 170). Dedi ki nefisle meşgul oluyorum. Ol kabûl kılıp alarnı nikâh kıldı (NM: 154). O kabul edip onlarla nikâh kıydı. Şeyh Said didi ki her kişi bizni koparsa, biz anı olturalı (NM: 372). Şeyh Said dedi ki her kim bizimle ayağa kalkarsa, biz onunla oturalım. 5. Bulunma durumu işlevinde kullanımları Yaptığımız taramalarda, Eski Türkçede örneğine rastlamadığımız bu işlev, oldukça canlıdır. Bu işlevde, +n ve +nI belirtme durumu ekleri kullanılmıştır: +n ile: Anıŋ tarîfin kalem tili ‘âcizdür (NM: 356). Onun tarifinde kalem dili acizdir. +nI ile: Ve bir pare kak iti bar irdi, kazanga saldı ve tuz salıp kazannı kaynattı (NM: 150). Ve bir parça kuru eti vardı, kazana koydu ve tuz atıp kazanda kaynattı. Ve Mekke ‘azîmeti kıldı, tevekkül kademi bile ol yolnı bardı (NM: 403). Ve Mekke’ye doğru yöneldi, tevekkül adımlarıyla o yolda yürüdü. Sonuç Belirtme durumu, Türk dilinde, Eski Türkçe döneminden başlayarak, canlı bir biçimde kullanılmıştır. Bu ekler, bu dönemde şekil açısından çeşitlilik gösterdiği gibi işlev ve anlam açısından da çeşitlilik göstermiştir. Bu işlevler, yönelme, çıkma, tamlayan ve araç durumudur. Belirtme durumu ekleri, +g/+g dışında, tarihî Türk lehçelerine de geçmiş; bu lehçelerden Çağatay Türkçesinde Eski Türkçedeki işlevlerini aynen sürdürmüştür. Ayrıca bu tarihî lehçede, Eski Türkçede rastlamadığımız bulunma durumu işlevinde kullanılmaya da başlamıştır. Bu yönüyle, Eski Türkçe ve Çağatay Türkçesi büyük benzerlikler göstermektedir. Kısaltmalar

HNO. Orkun, H. Namık (1940), Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikayesinin Uygurcası, İstanbul: Alaeddin Kıral Basımevi MEOA. Ergin, Muharrem (2004), Orhun Abideleri, 32. Baskı, İstanbul: Boğaziçi Yay.

235


Mustafa Tanç

NM. Eraslan, Kemal (1996), Ali-şir Nevayi Nesayimü’l-Mahabbe Min Şemayimü’l-Fütüvve I Metin, Ankara: TDK Yay.

Kaynaklar

Barutçu-Özönder, F. Sema (1998), Üç İtigsizler –Giriş-Metin-İndeks XXX Levha-, Ankara: TDK yay. Canpolat, Mustafa (1992), “Eski Anadolu Türkçesindeki Belirtme Durumu (Accusatıvus) Ekinin Kökeni Üzerine”, Türkoloji Dergisi, Cilt X, S. 1, Ankara: ss. 9-11 Eckmann, Janos (1988), Çağatayca El Kitabı, (çev. Günay Karaağaç), İstanbul: İstanbul Ü. Edebiyat Fakültesi Yay. Eraslan, Kemal (1980), Eski Türkçede İsim-Fiiller, İstanbul: İstanbul Ü. Edebiyat Fakültesi Yay. Eraslan, Kemal (1996), Ali-şir Nevayi Nesayimü’l-Mahabbe Min Şemayimü’l-Fütüvve I Metin, Ankara: TDK Yay. Ercilasun, A. Bican (2004), Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Ankara: Akçağ Yay. Ergin, Muharrem (1985), Türk Dil Bilgisi- 15. Baskı-, İstanbul: Boğaziçi Yay. Ergin, Muharrem (2004), Orhun Abideleri, 32. Baskı, İstanbul: Boğaziçi Yay. Gabain, A. Von (1988), Eski Türkçenin Grameri, (çev. Mehmet Akalın), Ankara: TDK Yay. Karahan, Leyla (1996), “Yükleme (accusative) ve İlgi Hali Ekleri Üzerine Bazı Düşünceler”, Türk Dil Kurumu, 3. Uluslar Arası Türk Dil Kurultayı-, ss.605-611, Ankara: TDK Yay. Kaya, Ceval (1994), Uygurca Altun Yaruk-Giriş, Metin ve Dizin-, Ankara: TDK Yay. Korkmaz, Zeynep (2003), Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Ankara: TDK Yay. Orkun, H. Namık (1940), Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikayesinin Uygurcası, İstanbul: Alaeddin Kıral Basımevi Tekin, Şinasi (1976), Uygurca Metinler II.- Maytrısimit, Burkancıların Mehdisi Maitreya ile Buluşma Uygurca İptidai Bir Dram-, Erzurum: Atatürk Ü. Yay. Tekin, Şinasi ( 1992), “Eski Türkçe”, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara: TKAE. Yay. Tekin, Talat (2000), Orhon Türkçesi Grameri, Ankara : Sanat Kitapevi.

236


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 235-239, İZMİR 2005.

ER TÖŞTÜK DESTANINDAKİ STEREOTİP MOTİFLERİN ANALİZİ Analysis of Stereotype Motives in “Er Töştük” Epos Fikret TÜRKMEN* Özet Sosyolojik bir kavram olan stereotip, miletlerin kalıplaşmış değer yargılarını, zihniyetlerini, dünyayı algılayış biçimlerini ifade eder. Yaşanılan devir, mekân ve ilişkiler her milletin farklı stereotiplere (kod klişeleri) sahip olmasına neden olur. Bu durum yalnızca toplumsal ilişkilerde değil edebî ürünlerde de görülür. Bu makalede Kırgız Türklerinin meşhur destanlarından Er Töştük destanındaki stereotype özellikler taşıyan motifler ele alınıp değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Stereotip, Kırgız Destanları, Er Töştük Destanı Abstract As a sociological term, stereotype explains the mentalities, types of perception toward life and standard judgments of nations. The notions of era, places and relationships have resulted in having different stereotypes (cod clichés ) for each nation. This situation has been observed not only in societal affairs but also in literary products. In this paper, the motives of the famous epos of Krygyz “Er Töştük”, which possess stereotypic characteristic, will be picked up and analyzed. Key Words: Stereotype, Krygyz Eposes, Er Töştük Epos

Konuya girmeden önce, stereotip kavramının anlamı üzerinde durmakta fayda vardır. Özellikle bu kavramdan ne anlaşıldığını ve folklorik eserlerde hangi anlamıyla kullanıldığını açıklamak gerekmektedir. Sosyologlar, bu kavram için “İnsanları bir takım türlere ve tiplere bölmeyi ifade eden zihinsel eserlerdir ki bunlar belli özelliklerin, muayyen insanlarda mevcut sanılmasını ifade ederler.”1 demektedirler. Bu özellikler her zaman gerçeğe veya müspet kanıtlara dayanmaz. Olması gerektiği gibi düşünürler. Basmakalıp, ancak ön yargılı basmakalıp düşüncelerdir. Stereotiplerin ayırt edici bir takım özellikleri vardır. Alelade bilgiye dayanırlar ve sözlü kültür ürünü olarak kabul edilirler. Toplumda sözlü yolla yayılırlar.2 Bazı bilim adamları stereotiplerin sözlü olarak, bilinçsiz bir şekilde ve rastgele elde edilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Bunlar, tecrübeden çok, kulaktan kulağa aktarılarak öğrenilen, zaman zaman gerçek ve faydalı da olabilen bilgilerdir. İnsanlar çevrelerini değerlendirirken her zaman aklî davranmazlar; duyguların, antipati ve sempatilerinin etkileriyle düşünür ve değerlendirilirler. Stereotiplerin bir başka özelliği de tahminî ve duygusal durumu ifade eden değer yargıları olmasıdır. Ancak yargılar, gerçek olaylar arasında hüküm verme şeklindedir. Buradaki yargılar ise belki ön yargı diyebileceğimiz, gerçek belli olmadan ortaya çıkan, içeriği objektif bir gerçekle uzlaşıp uzlaşmadığı kontrol edilmemiş olan bilgiler şeklindedir. Bu bakımdan ön yargı demek daha doğru olacaktır. Yargılar ve ön yargılar, kuşaktan kuşağa miras olarak geçerler. Kültürün muhtevasında da mevcudiyetleri mutlak olan ve kaçınılamayan değerlerdir. Rasyonel ve bilimsel düşünen bir toplumda yargı sayısı artarsa, ön yargı sayısı azalır. Yani, yargı ve ön yargı daima ters orantılıdır. Stereotipler, toplumun gelenek ve göreneklerinden meydana gelirler. Bu yüzden toplumsal inanışlar yaratırlar. Genel olarak yanlış olsalar da bu özelliklerini kaybetmezler. Hatta çoğu zaman stereotiplerde gerçeğin payı oldukça azdır. Bu yüzden haberleşme süreçlerine ve insanların *

Prof. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü. Mehmet Tezcan, Türklerle İlgili Stereotipler (Kalıp Değerler) ve Türk Değerleri Üzerine Bir Deneme, Ankara 1974, s. 9 (Joseph Fichter’in Sociology, U.S.A. 1966, s. 7’den naklen). 2 Roger Brown, Social Psycology, London 1965, s. 5, 179-181’den naklen; M. Tezcan. age. s. 9. 1

237


Fikret Türkmen

kavramlaştırma eğilimlerine göre tutumlar ve kanaatler, sosyal stereotip haline gelirler. Stereotip terimi ilk defa Walter Lippmann tarafından “kafamızdaki resim” anlamında ve standardize edilmiş kalıp yargılar, basmakalıp fikirler, düşünce klişeleri ve kafamızdaki tasavvurları basitleştiren bir takım zihinsel ameliyeler olarak, muayyen olayları ve hareket tarzımızı ayarlayan davranış kurallarının tümünü, bizim muayyen olayları nasıl ve ne şekilde gözleyebileceğimizi tayin eden hazır kalıplar anlamında kullanılmıştır.3 Bütün bu görüşler, stereotiplerin ilerleyen doğrultuda ya genelleştirme ya da özelleştirme eğilimine göre gelişmekte olduğunda birleşmektedir. İlkinde, tanıdığımız, aynı kategoride bulunan birkaç kişinin veya olayın özelliklerini bütüne teşmil ederiz. Mesela; bir etnik gruptan tanıdığımız birkaç kişiye ait ortak özelliklere bakarak, bütün etnik grubu aynı kategoriye sokarız. İkincisinde ise bir kategori hakkındaki fikrimizi ve kanaatlerimizi kişi ve olaylara atfederiz. Mesela; bazı etnik grupları peşin olarak (ön yargıyla) iyi veya kötü kabul eder ve o gruba mensup olan bütün fertleri de aynı kanaatle değerlendiririz. Bu değerlendirmelerden birincisinde özelleştirme, ikincisinde genelleştirme söz konusudur. Biz, bu incelememizde stereotipi, çoğunluğun kabul ettiği ve ciddiye aldığı, değer olarak saygı duyduğu kavram olarak düşünüyoruz. Bunlar, sosyolojide stereotip fert ve toplum için neyse bizde de herhangi bir eserde, fert yerine bir olay, cemiyet yerine de yaratılan edebî tür aynı şeydir. Bu çalışmamızda olayların eserin bütünlüğü içinde kategorilerini tayin etmeyi, diğer olaylara göre hangi fonksiyona sahip olduğunu öğrenmeyi ve rolleri belirlemeyi deneyeceğiz. Konumuz olan Er Töştük destanındaki stereotip olarak ele alacağımız olayları belirlemek için, önce Er Töştük destanı hakkında kısa bir bilgi verip ardından eserin özetini vermenin faydalı olacağını düşünüyoruz. Bilindiği gibi, Er Töştük, büyük Manas dairesinin halkalarından biridir. Kahraman Er Töştük de Manas Destanı’nda onun arkadaşı olarak birkaç defa geçer, hatta mücadelelere de katılır. Fakat Er Töştük’ün maceralarında Manas’ın katılımı söz konusu olmaz. Böylece Er Töştük, döneminden ayrı olarak, kendi varlığı ile yaşayan, etkileyici şamanistik içerikli bir hikâyedir. Eserin kahramanının karakterini belirlemek oldukça zordur. Özetinde de belirteceğimiz gibi, yeraltına gitmeden önce aile bağları çok kuvvetli bir tip olan kahraman, kaçırılan sürülerini geri getirir, ailenin bütün problemleri ile ilgilenir. Kardeşlerini akrabaları ile bir araya getirir vb. Ancak daha sonra yeraltına sürgün gitmesi sırasında ve sonrasında, karısını, kardeşlerini ve diğer yakınlarını bir daha hatırlamaz görünür. Bu durum Anadolu halk hikâyelerinde de sık karşılaşılan bir karakter karmaşasıdır. Bir bakıma stereotiptir. Mesela Aşık GaripHikayesi’nde, Garip gunbette bulunduğu 7 yıl süresince sevgilisini, annesini ve kız kardeşini hatırına getirmez.4 Er Töştük’ün bizim incelememizde kullandığımız Sayakbay Karalayev anlatmasında, Manas sahneye çıkmaz. Er Töştük, Kırgızlara komşu olan Kazaklarda “Er Töstik”, Tümen Tatarlarında “Yir Töştük” adıyla varyantları olan, ancak Kırgızlarda nazım-nesir karışık diğer varyantlarda sadece nesir halinde anlatılan geniş yayılımlı bir destandır. Kırgız Sayakbay Karalayev varyantı, 1938 yılında ünlü bir manasçıdan derlenmiş, 1956 yılında J. Taş-Temirov’un önsözüyle yayımlanmıştır. Bu varyant daha sonra P. N. Boratav ve Louis Bazin tarafından diğer iki varyantla tamir edilerek, Fransızca olarak yeniden yayımlanmıştır.5 Bu kitaptaki metni, Boratav, Radloff’un 1869’da Yolay adlı bir Manasçıdan derleyip 1885’te yayımladığı metni de kullanarak eksik epizotları tamamlamış ve eklediği kısımları belirten açıklamalar yapmıştır.6 3

Nermin Abadan, Türk Halk Oyunu Yanıltıcı Klişeler, Cumhuriyet, 8 Ağustos 1965’ten naklen; M. Tezcan, age. s. 11. Bkz. Fikret Türkmen, Aşık Garip Hikayesi Üzerine Mukayeseli Bir Araştırma, Ankara 1974. 5 Pertev Nailî Boratav, “Aventures merveilleüses sous terre et ailleurs de Er Töshtük”, Le Geant des steppes, Col. Unesco, Paris-1965. 4

238


Er Töştük Destanı’ndaki Stereotype Motiflerin Analizi

Bu tasnife göre, Er Töştük’ün konusu kısaca şöyledir:7 1. Eleman, sekiz çocuklu yaşlı bir adamdır. Hayatının son demlerinde dokuzuncu çocuğu doğar ve adını Er Töştük koyarlar. Çocuk, sürüleriyle birlikte kaybolan ağabeylerini bulur ve getirir. Böylece ilk kahramanlığını göstermiş olur. 2. Eleman, dokuz oğlunu dokuz kız kardeşle evlendirmek ister ve gelinleri aramak üzere yollara düşer. Sonunda Sarabay’ın dokuz kızını bulur ve onları alıp ülkesine dönerken, yedi başlı ejderha olan ihtiyar cadı Zelmogus’a rastlar. Zelmogus, ondan hayatlarına karşılık olarak Er Töştük’ün canının ve gücünün içinde saklandığı sihirli kutuyu ister ve alır. 3. Er Töştük kutuyu geri almak için cadının peşine düşer. Karısı Kenyeke’nin armağan ettiği olağanüstü atına binerek, sihirli kutuyu kurtarır. Ancak cadı onu takip eder ve Er Töştük’ü yeraltına sürgüne gönderir. 4. Er Töştük, yeraltında her birinin ayrı bir olağanüstü gücü olan dört Mamit’e rastlar. Bunlardan biri geyikten hızlı koşar, biri uzakları işitir, biri uzağı görür, biri de denizlerin suyunu içerek bitirebilir. 5. Er Töştük, yeraltında kaplanın, ayının ve karıncanın da arkadaşı olur. Onlara iyilik eder. Onlar da sıkıştığı anda Er Töştük’e yardım edeceklerini vadederler. 6. Er Töştük, yeraltı dünyasının padişahı olan Kök Döö (Gök Dev)’nün küçük kızı Kül Ayim’e rastlar. Er Töştük’ü, daha önce rüyasında gören bu kız, ona âşık olmuştur. Kahramanımızı zorlamak ve Kök Döö’nün ülkesine getirmek için cadıyı da zaten o göndermiştir. Kül Ayim, bir plan yaparak Er Töştük’ün çoban kılığında babasının hizmetine girmesini sağlar. Kök Döö, üç kızına, artık evlenme yaşına geldiklerini ve beğendikleri gençleri elma atarak seçmelerini söyler. Kül Ayim, elmayı kel çoban kılığındaki Er Töştük’e atar. Hükümdar memnun olmamasına rağmen, onların evlenmelerine razı olur. 7. Kök Döö’nün kızların seçtikleri damat adaylarından bir takım istekleri vardır. Bunlar: a. Doksan adet yaban eşeği sıpası avlamak. b. Esrarengiz şekilde kaybolan benekli kısrağın olağanüstü taylarını bulmak. Damat adaylarından ilk ikisi başarısız olurlar. Avdan dönerlerken Kel Çoban’a dert yanarlar. Çoban, kızgın demir üzerine oturdukları takdirde, başarının sırrını onlara vereceğini söyler. İkinci olarak, dev bir kartalın yavrularını ejderhadan kurtarır. Bu kartalın kaçırdığı tayları geri alır ve bunları iki damat adayına verir. Fakat damat adayları, toplanan kalabalığa, tayları kendilerinin kurtarıp getirdiklerini söylerler. Tam o sırada, Er Töştük gelip arkalarını kalabalığa döndürerek, yanıklarını göstererek yalanlarını ortaya çıkarır. Kök Döö, bu damadın tehlikeli kahraman Er Töştük olduğunu öğrenir ve onu da sınamadan geçirmek için; a. Kızgın demirden bir başlık giymesini ister, b. At yarışını kazanmasını ister, c. Koşuyu kazanmasını ister, d. Saçılmış tanelerin kısa bir sürede toplanmasını ister, e. Kaplanla ve ayıyla mücadele etmesini ister, f. Dönüşü olmayan ülkeden kırk kulplu kazanı getirmesini ister. 6

Geniş bilgi için bkz. Pertev Naili Boratav, Louis Bazun, Er Töştük (Yukarıdaki kitabın girişinin Türkçe çevirisi); F. Türkmen. Manas Destanı Üzerinde İncelemeler-I Çeviriler, s. 230 vd. 7 Pertev Naili Boratav, age. s. 252 vd.

239


Fikret Türkmen

Er Töştük, olağanüstü güçleri olan dostları dört mamit (Muhtemelen Muhammet’ten, inanmış, ermiş, kutsal kişi gibi bir anlam ifade eder) ile kaplan, ayı, karınca ve atının yardımlarıyla bütün sınavları başarır. Yedi başlı cadı, atın suyun dibinden çıkardığı kırk kulplu kazanla öldürülür. 8. Bu sınav sırasında dört arkadaşını öldüren ve kendisine de sandık getirme denemesini yaptıran Kara Döö’yü, sonra da Kök Döö’yü öldürür. 9. Er Töştük, iki karısı (Kül Ayim ve Biyti-Kung) ile birlikte ülkesine dönmek üzere yola çıkar. Ancak önce yeryüzüne çıkmaları gerekmektedir. Bu görevi dev kartal yüklenir. Çıkış sırasında yiyeceği tükenen kartala Er Töştük baldırından keserek bir parça et verir. 10. Yeryüzüne çıktıktan sonra da bir çok sınamadan geçen kahramanlarımız, yolda yaralı halde bir çukura atılan Coyun-Kulak’a rastlar. Onu yanına alır, fakat kısa sürede Coyun Kulak’ın hain olduğu anlaşılır. Coyun Kulak, Er Töştük’ü öldürür ve iki karısını alıp kaçar. Ancak dev kartal, Er Töştük’ü diriltir. Töştük, Coyun Kulak’ı bulur. Onun yedi canlı olduğunu ve canlarının yedi kuşun vücudunda saklı olduğunu, ikinci karısı olan, (Kök Döö’yü sığırtmacı Tek Gözlü Döö’yü kurtaran prenses) Biyti Küng’un yardımıyla öğrenir. Yedi kuşu da öldürünce Coyun Kulak da ölür. Sonunda Er Töştük ülkesine döner ve sadakatini isbat için hamile olarak, yedi yıl doğurmayı bekleyen Kenyeke’ye kavuşur. Bu iskelet yapısı içinde, epik hikâye, kahramanın doğumu, evlenmesi, kayıp sürülerin ve kardeşlerin aranması, vb. bir seri stereotip motif ve sahneler ihtiva etmektedir. Olağanüstü masallarla, hatta Anadolu halk hikâyeleri ile ortak olan pek çok motif bu kompleks destanı süslemektedir. Hatta bazı stereotip motifler, uluslararası masal repertuarlarında da yer almaktadır. Biz bu destandaki stereotipleri W. Eberhard ve P. N. Boratav’ın hazırladıkları TTV’deki Türk Masalları8 ile ayrıca A. Aarne-S. Thompson’un “The Types of The Folktale”9 ve S. Thompson’un Motif İndeks’indeki dünya masalları ile karşılaştırmayı ve analiz etmeyi deneyeceğiz. 10 “Yeraltı dünyasına inme”, “prensesin kaçırılması”, “olağanüstü arkadaşların tâbi tutulduğu sınavlar”, “sihirli bir kuşun kanadında yer yüzüne çıkma” motifleri Aarne-Thompson’un tip katalogundaki masal tipleri arasında yer alan uluslararası stereotiplerdendir. (Aarne-Thompson No: 8. 301 A, 301 B) Aynı şekilde Türk masal tipleri arasında da TTV deki 72,77 ve 207 (III. Motif 3-5)’e uygun düşmektedir. Er Töştük’ün yeraltı dünyasında rastladığı dev, Ay Kulak’tır. Bu kelimenin Ayı Kulak’tan bozma olduğu açıktır. Ayı Kulak, pek çok masalda karşımıza çıkan önemli bir motiftir (TTV. 146, III, 77 III, Motif I, Aath, 301 B). Ayının, ay şeklinde bozulmuş hali, Töştük’te ikinci dev, Kun (Gün) Kulak’ın yaratılmasına yol açar. Aynı şekilde yeraltı dünyasında iki hükümdarla karşılaşır. Bunların isimleri Kırım Han ve Urum Han’dır. Er Töştük, Kırım Han’ın kızı Akçenem ve onun hizmetçisi Kuytu Küng ile evlenecektir. Karalayev versiyonunda bu isimler, Kül Ayim ve Biyti Küng olmaktadır. Urum Han ve Kırım Han, Kök Döö’nün dünyası olan tarihî bir lokalizasyon stereotipi olarak düşünülebilir. Karalayev varyantında Kök Döö’nün yerine Er Töştük’ten Demir Han’ın kızını getirmesini Yılanlar Kralı Jilan-Bapıt Han ister. Buna karşılık kendi kızını ona verecektir. Bu hikayelerde Künge adı

8

Eberhard, Wolfram - Pertev Nailî Boratav, Typen Turkischen Volksmarchen, (İncelemede TTV şeklinde kısaltılmıştır) Wiesbaden-1953. 9 Aarne Antti - Stith Thompson, The Types of The Folktale, Helsinki-1966 (Aath olarak kısaltılmıştır.) 10 Stith Thompson, “Motif Index of Folk Literature”, Tome, I-V, İndiana - London, 1955-58 (Motif olarak kısaltılmıştır).

240


Er Töştük Destanı’ndaki Stereotype Motiflerin Analizi

Kuytu Kün/Biyti Küng’ten gelmektedir. Olağanüstü kuşun adı da mitolojik bir kuş olan Simurg’dan gelen Samirik’tir. TTV’deki 72. tipteki Zümrütüanka’nın bozulmuş şeklidir. Bütün bunlar bize stereotip olayların metin içinde veya türler arasında nasıl kullanılabildiğini göstermektedir. “Olağanüstü arkadaşlar” stereotipi de TTV’de 215. III tipe uyar. Burada, en genç oğul ayının ayağına batan dikeni çıkarır. Karalayev varyantında ayının yerini kaplan almaktadır. TTV 175’teki evlilik isteğinin bir meyve ile belirtilmesi motifi 175. III-Motif 6 da üç prensesin kavun göndererek evlilik isteklerini belirtmeleri şeklindedir. Karalayev varyantında, biri çürümüş, ikincisi olgunlaşmış, üçüncüsü ise henüz tam olgunlaşmamış meyveler, üç kızın da evlenme yaşlarına geldiklerini sembolize etmektedir. Bu ve benzeri stereotipler, hem Er Töştük destanının kompozisyonunda hem de Orta Asya ve Anadolu halk masallarında yaygın olarak yer almaktadır. “Olağanüstü bir vasıta ile mekan değiştirme”nin Aşık Garip Hikâyesi’nde kahramanın Halep’ten Tiflis’e bir göz yumup açma süresinde gelmesinde olduğu gibi.11 Bir başka stereotip de “vahşi hayvanların kahramana yardım etmesi”dir. Yeraltı dünyasında Er Töştük’e yardım eden hayvanların benzerleri Anadolu’daki “Melikşah ile Güllühan” hikayesinde karşımıza çıkar (TTV 37 ve 72. tipler). Melikşah’tan kurtulmak için, hastalanmış gibi yapan annesi, ondan vahşi aslanların bekçiliğini yaptığı bir bahçeden nar getirmesini ister. Melikşah o bahçeye gider, aslanları öldürür fakat yavrularına kıyamaz. Daha sonra yatıp uyur. Haramiler onu öldürmek istediklerinde aslan yavruları kahramanımızı kurtarır. 12 Er Töştük’te yer alan pek çok motif bize epik hikâyenin halk masalına dönüşmesini, yeni ve ileri bir evreyi göstermektedir. Aath’deki 301 A ve 302 B’deki masalların dünyada çok yaygın olduğunu görmekteyiz, Avrupa, Asya, Hindistan, Çin, Kuzey Afrika, Amerika yerlileri arasındaki anlatmaları bilim adamlarınca tahlil edilmiştir.13 Bu tahliller, mukayeseli masal incelemeleri için de çok önemli bilgiler vermektedir. Elbette bu kısa incelemede, bütün varyantları epizotları ve motifleriyle, stereotipleri ile incelememiz mümkün olmadığı için sadece bazı örnekler vererek dikkati çekmekle yetindik. Sonuç olarak, Er Töştük, Kırgızların ve bütün Türk boylarının folklorundan kaynaklanan motif ve stereotiplerden oluşmuştur. Epik bütünlük, değişik kaynaklı karmaşık elemanları, özellikle masallardaki elemanları çeken “manyetik bir merkez” durumundadır. Aslında Er Töştük’ün anlatımında epik ve epikoromanesk elemanlar birbirlerine girmiş durumdadır. Anlatımda iki ihtiyaç, anlatıcıyı yönlendirmektedir. Bunlardan ilki epik düzenin ihtiyacıdır. Metin içinde yan yana bulunmak yerine iç içe girerek, bazen genişleyen bazen daralan metin içi bir yayılma göstermektedirler. İkincisi ise anlatıcının, anlatım üslûbunu normalleştirdiği ve kendine has kalıplaşmış (stereotip) formüllerle anlattığı, yani anlatıcının duyduğu ihtiyaçtır. Zincirleme masallarda veya epik dairelerde anlatım sırasında, her anlatım türü, kendine has özellikleri korur. Destanlar içinde, Er Töştük destanı bu bakımdan başarılı bir sentez örneğidir.

11

Fikret Türkmen, Aşık Garip Hikayesi, Ankara 1974. Otto Spies, Türk Halk Kitapları (Çev. Behçet Gönül), İstanbul 1941, s. 120 vd. 13 Pertev Naili Boratav, Er Töştük ve Halk Masalı, (F. Türkmen, Manas Destanı Üzerinde İncelemeler (Çeviriler I) Ankara, 1995, s. 257. 12

241



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 241-245, İZMİR 2005.

ÇEVİRİLER - AKTARMALAR

ARAP MI YOKSA LÂTİN ALFABESİ Mİ? Bir Harp Gemisi Fiyatına Reform 1926 ‘da Bakû’da Yapılan Birinci Türkoloji Kongresi’ndeki Müzakereler* Jala GARİBOVA 1926’da Bakû, Türkiye’den ve Sovyetler Birliği’ndeki Türkçe konuşan cumhuriyetlerden (Türkmenler, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Azerbaycanlılar ve Tatarlar) temsilcileri biraraya getiren Birinci Türkoloji Kongresi’ne ev sahipliği yaptı. Kongreye yine Rus coğrafyasında bulunan aralarında Çuvaşlar, Sakalar (Yakutlar), Hakaslar ve Balkarlar’ın da bulunduğu Türkçe konuşan daha küçük grupların temsilcileri de davet edildi. Herkesin kafasındaki temel soru şu idi: Türk dillerinin ses özelliklerini tam olarak ifade edecek şekilde mevcut Arap alfabesini mi düzenlemeliyiz, yoksa tamamen yeni bir alfabeyi mi (değiştirilmiş Lâtin alfabesi) benimsemeliyiz. Ayrıca ortak olarak kullanabileceğimiz tek bir alfabe üzerinde mutabakat sağlayabilir miyiz? Bu konuda 26 Şubat, 5 Mart tarihleri arasında 8 gün boyunca hararetli tartışmalar yaşandı. Allah’tan Kongre’nin stenografileri hâlâ mevcut; bu şekilde Arapçı ve Lâtinciler arasındaki bazı tartışmaların yoğunluğunu anlayabiliyoruz. Tartışmaların bazıları meselenin esasını kavramaya yönelik olarak bilimsel ve linguistik bilgilere dayanmakla birlikte bazıları ön yargılarla dolu idi. Bu konudaki belgeleri okumak, bu reformist şahsiyetlerin tarihte böylesine önemli bir kararı verirken ne kadar bilinçli olduklarını takdir etmemizi sağlamaktadır. Ancak onlar, Sovyetlerin, İslâm ile olan bağlantıların koparılması için Arapça’yı tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen asıl planının sadece birer piyonu olacaklarını fark etmemişlerdi. Nitekim daha on sene geçmeden lâtinleştirme yönündeki bütün bu gayretler boşa çıkarılacak ve Sovyetler Birliği’ndeki bütün Müslüman topluluklar için Kiril alfabesi zorunluluk haline getirilecekti. Herşeye rağmen o birkaç yıl içinde (1922-1939) Azerbaycan’da Lâtin alfabesine geçiş konusunda alınan mesafe, görünüşteki başarısızlığa rağmen, 50 yıl sonra yani Azerbaycan 1991’de bağımsızlığını kazandığı zaman önemli bir faktör olmuş, meclis sadece birkaç hafta içinde resmî alfabe olarak Lâtin alfabesini kabul etmiştir. 1926’daki Kongre’de neler olup bittiğinin daha iyi anlaşılabilmesi açısından, aşağıda, oldukça çarpıcı bazı tartışmalara yer veriyoruz:1 Ruslar Öğrenebilsin Diye Peskov: (Sovyetler Birliği’nde yer alan) milletler arasında iletişim kopukluğu bulunmaktadır. Bu problemi bir an evvel ve kökünden halletmek için, eğitim açısından daha ileride olan biz Ruslar geri kalmış Türk kardeşlerimize daha çok dikkat etmeliyiz. Ortak bir dil ve ortak yazı sistemi olmadan bunu yapamayız. Arap alfabesini kullanarak Türk dillerini öğrenmenin, Ruslar ve diğer milletler için son derece zor olduğu ortadadır. * Makale, Jala Garibova, tarafından, “Azerbaijan International (8.1) İlkbahar 2000, Los Angeles, s. 58-61” adlı dergide yayınlanmıştır. 1 Bu pasajlar Bakû’daki Birinci Türkoloji Kongresi’ndeki konuşmalardan Jala Garibova tarafından 1926’daki Kongre’nin başlıksız Rusça stenografi transkripsiyonlarından derlenmiş ve çevrilmiştir. Bize bu nadir belgeleri sunduğu için Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar (Rezayev)’e derin şükranlarımızı sunarız.

243


Jala Garibova

Cahil İnsanları Fikrinden Döndürmek Kolaydır Yakovlev: Alfabe reform projelerini uygularken her bir milletin sosyal ve kültürel şartlarını göz önüne almalıyız. Lâtin alfabesini kolaylıkla benimsemek, millet hayatında okur-yazarlığın gelişmişlik derecesi ile ters orantılıdır. Okur- yazarlık seviyesi ne kadar yüksekse reformları gerçekleştirmek o kadar zor olacaktır. Bugüne kadar Azerbaycan’da yapılan reformlar oldukça başarılı oldu. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi okur-yazarlık seviyesi ülke çapında o kadar yüksek değildir. İkincisi millî proleterya (işçi sınıfı) bir tek yerde – Bakû’da toplanmıştır. Müslüman toplulukların bölgelerine baktığımızda da, Arap alfabesinin belli bölgelerde tarihî rolünü kaybettiğini görürüz. Estetik İçin Arapça (Arap Alfabesi) Jirkov: Bugün Lâtin alfabesini benimseme yönündeki eğilimler yanında Arap alfabesini reforme etme eğilimleri de vardır. Şurasını unutmamalıyız ki, Arap alfabesi, estetik prensipleri yerine getirecek şekilde tasarlanmıştır. Bu nedenle o sadece el yazısı için uygundur. Arap alfabesinin muhteşem güzelliği, teknik açıdan onun geliştirilmesini imkânsız kılmaktadır. Bir alfabe için ana prensip, açıklığı ve ayırt ediciliğidir. Ancak Arap alfabesi daha çok estetik değer açısından takdir edilmelidir. Arap Alfabesi Gözlük Nedeni Değil Qelimcan Şeref: Arap alfabesinin, Türk dilinin bütün fonetik imkânlarını karşılamadığına katılıyorum. Ancak Lâtin alfabesi de tamamen karşılamaz. Bütün sesleri yansıtmak için Türk toplulukları semboller icat etmeli, ya da Lâtin alfabesinde mevcut sembollere, çizgiler ya da noktalar eklemelidir. Yoldaş Ağamalioğlu Lâtin alfabesini benimseme meselesini ortaya getirdiğinde, Yoldaş Lenin sordu: -Halkın bu konudaki yaklaşımı ne olacak? Ağamalioğlu şöyle cevap verdi: -Onlar buna tamamen hazırlar. Lenin: -Bu Doğu’da bir devrimdir. Ancak bence Ağamalioğlu Azerbaycan halkının Lâtin alfabesini benimsemeye hazır olduğunu düşünürken yanılıyordu. Arapça sembollerin göz açısından zorlayıcı olduğu ifadesi doğru değildir. Doğu’da çokça okuyup yazanlar arasında bile kaç kişi gözlük takar? Gözlük takmamızın asıl nedeni Rus harf sistemidir. Ayrıca, Arap yazı sistemi elin saat yönüne doğal hareketine tekabül eder. Ancak Lâtin ve Kiril’de sık kullanılan “o”, “e”, “b” gibi harfleri yazarken saat yönünün aksi yönünde hareket etmek zorundasınız. Arapça’nın Zorluğu Umar Aliyev: İlerici Araplar bile Arap yazısının zorluğundan şikayet ederler ve şöyle derler: “Avrupa’da kelimeler onları okuyup anlayabileceğiniz şekilde yazılır. Arapça yazıda onu doğru şekilde telâffuz etmeden önce anlamını çıkarmalısınız. Zira kısa sesliler belirtilmez. Örneğin “gazanfar” (aslan) kelimesini yazdığınızı farz edelim. Arapça’da sadece sessizleri, “g”, “z”, “n”, “f”, “r” harflerini yazarsınız. Türkçe’deki 12 sesliyi ve diftongları (iki seslinin bir hece halinde kaynaşması) mümkün olabilen bütün pozisyonları ile düşündüğünüzde, bu kelimeyi en az 60 değişik şekilde okuyabilirsiniz. Arapça yazının hiyeroglif tabiatının kelimeleri okumayı hızlandırdığı doğrudur. Fakat bu avantajlar okumayı henüz öğrenen sıradan bir insan için değil, sadece âlimler içindir. Ayrıca Arapça yazmakta yetenekli değilseniz ve bir noktayı belirli bir harften biraz öteye ya da olması gerekenden daha yakın bir yere koyarsanız, bu okuyucu için büyük karmaşa yaratabilir.

244


Arap mı Yoksa Lâtin Alfabesi mi?

Arap alfabesi sadece elle yazılmak için tasarlanmıştı. Bu nedenle harflerin uzantıları (kuyrukları) var. Bu, el yazısının gerektirdiği bir şeydi. Fakat şimdi teknoloji bu uzantıların atılmasını gerektiriyor. Dolayısı ile Arapça yazı bir ikilemle karşı karşıya. Yazma ve okumada harflerin ayırt edilebilmesi bu uzantıları gerektirirken teknoloji bu uzantıları istemiyor. Uzantıların kesilmesi Arap alfabesinin okunmasını zorlaştıracaktır. Qelimcan Şarifov Arap alfabesinin elin tabiî hareketine tekabül ettiğini söylüyor. Fakat saat yönüne aksi hareketle yerleştirilen noktalara ne demeli? Ve soldan sağa yazılan rakam problemini de düşünün – Bu, Arapça harfleri yazma yönüne tamamen ters düşmektedir. Minimum Masraf Sultan Mecid Efendiyev: Lâtin alfabesinin bazı muhalifleri, projenin çok masraf ve çaba gerektireceğini söylüyorlar. Fakat geri adım atmamalıyız. Reformun değeri ile karşılaştırıldığında bu masraf hiçbir şey değildir. Daha önceki dönemdeki lâtincilerden biri olan Mirze Mülküm Xan, Yakın Doğu’daki bütün edebî mirası yeniden basmanın bir harp gemisi inşası ile aynı tutarda olacağını söylemiştir. Arapça’yı tamamen kaldırmamız gerektiğini söylemiyorum. Edebî belgelerin araştırması için çalışmalarda Arapça kullanılabilir. Örneğin Almanya’yı ele alalım. Onlar Lâtin alfabesinin yanında Gotik’i de kullanıyorlar. Değişikliğe Gerek Yok Baytursun: Alfabe sadece semboller setidir. Biz, alfabenin var olmadığı ya da ihtiyaçları karşılamadığı durumlar için alfabe konusunu gündeme getirmeliyiz. Ancak bizim böyle bir güçlüğümüz yok. Alfabe için ana ihtiyaçlar (alfabeden beklenen temel şeyler) şunlar olmalı: 1. Sesleri yansıtma becerisi 2. Teknik uygunluk (elverişlilik). Eğer sesliler yoksa, onları Arap alfabesini baz alarak biz yapmalıyız. Bugünlerde kitap basımı, sözlük derleme, dilbilgisi kitapları yazma gibi pek çok problemimiz var. Enerjimizi bu hayatî projelere yöneltmeliyiz. Halkımız yerin altına yapılmış evlerde mal(sığır)ları ile birlikte zorlukla yaşıyor. Eğer bize yardım etmek istiyorsanız, somut bir şey yapın. Birisi müzik partilerinin soldan sağa, Arapçanın ise sağdan sola yazıldığından bahsediyordu. Ancak Türk dünyasında o kadar çok şarkıcı mı var ki alfabemizi onların uğruna değiştirelim. Bundan 10 yıl sonra neler olacak bakalım. Şu an böyle şeyler için uygun zaman değil. Mirasa Fazla Önem Veriliyor Ağamalioğlu: Arap alfabesinin taraftarları şöyle diyorlar: “500 yıllık kültürel mirasımız var. Onu kaybetmek istemiyoruz.” Evet, Fuzulî ve Nevaî’miz var. Ancak O dönemlerde toplumun kültür seviyesi ne idi? Bu kişiler kültürel açıdan zayıf olunduğu bir çağda münferit olarak meydana çıkan isimlerdi. Bugün bazı Türk aktrislerimiz şöyle diyorlar: “Tiyatromuzun 50 yıllık bir tarihi var” Fakat bana söyler misiniz? Erkeklerin kadın rollerini oynamak zorunda kaldığı bu tiyatro ne çeşit bir tiyatro idi ? Arap alfabesi sadece hatlardan oluşmuştur. Eğer noktaları kaldırırsanız, sadece hatlar kalır elinizde. Sadece hatları olan bir alfabeyi nasıl reforme edebilirsiniz? Lâtin alfabesinin çok geniş sayıda kombinasyon (modifikasyon) yaratmanıza imkan veren hatları ve daireleri vardır. Ortak Alfabenin Prensipleri Umar Aliyev: Lâtinleştirmenin temel prensipleri aşağıdakiler olmalıdır: 1.Her bir ses birimini özel, tek bir sembol temsil etmeli. 2.Semboller Lâtin alfabesinden olmalı veya Lâtin harflerinden türetilmiş olmalı. 3.Rusça harflerden kaçınılmalı.

245


Jala Garibova

4. İlgili dilin doğal olmayan sesleri için semboller yaratılmamalı. Diğer bir deyişle o alfabede söz konusu sesler yoksa ilâve harfler konulmamalı. (Not: Kiril empoze edildikten sonra Azerî alfabesine eklenen 4 Kiril karakterinin Azerice için hiçbir ses değeri yoktu.) 5.Sembollerin tekrarından kaçınılmalı. (Arapça’da dört adet vardı). 6.Fonetik işaretlerden (noktalar gibi) kaçınılmalı. 7.Diftonglardan (iki seslinin bir hece halinde kaynaşması, tek bir ses için 2 veya 3 harf kullanımı: ou”, “ae”, “sh”, “ch” gibi) kaçınılmalı. 8.Yumuşak ya da sert ünsüzleri veya uzun seslileri göstermek için özel işaretlerden kaçınılmalı.

Fotoğraf 1: Türkçe için Arap ya da Lâtin alfabesini müzakere etmek üzere Bakü’de toplanan Türkoloji Kongresi’nin delegeleri. Stalin 1930’ların sonunda Kongre’nin katılımcılarının çoğunu tutukladı, idam ettirdi ya da sürgüne gönderdi. (Foto: Millî Arşivler).

Fotoğraf 2: Türkiye’den Orta Asya’ya kadar Türkçe konuşan uluslardan Türkoloji Kongresi’ne gelen delegeler. (Foto: Millî Arşivler)

246


Arap mı Yoksa Lâtin Alfabesi mi?

Fotoğraf 3: İki yıl önce Lenin’in öldüğü İsmailiyye Sarayı’nda toplanan Türkoloji Kongresi, (Foto: Millî Arşivler).

Fotoğraf 4: Stalin, bütün Türkçe konuşan toplulukların Kril alfabesini benimsemesine karar verdi. (Tataristan Yayını, Şayan,1928) Karikatür aynı sesin Arap (sol) ve Kril (sağ) temsilini gösteriyor. Seyirciler neşeleniyor ya da ağlıyor ve basın bu mücadeleyi fotoğraflıyor. Azerbaycan 1923’de Latin Alfabesini benimsedi ancak 1939’da Kril’e geçmeye zorlandı.

Fotoğraf 5: Çeşitli Türk dillerinden birbirine uzak Arapça alfabe (yazı) örnekleri, (Molla Nasreddin Dergisi)

Fotoğraf 6: Samedağa Ağamalioğlu, 1926 Türkoloji Kongresi Başkanı

Çeviren: Ali EROL* *

Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.

247



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 247-250, İZMİR 2005.

AHMET YESEVİ YOLU VEYAHUT NAMIK KEMAL ZEYBEK HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ* Şakir İBRAEV** Kendi halkının zamanın değişimine ayak uyduramayıp geride kaldığını en önce sezenler; uyku halinin mahmurluğundan, şuursuzluklarından dolayı iyi olarak görünen ama aslında kötü olan zamanın farkına vararak halkı silkeleyip uyandırarak, kendilerine gelmesini sağlayanlar; o halkın gözü açık, akıllı insanlarıdır. Onlar başkalarından her bakımdan daha da ileridedirler. Yüzyılın başında büyük yazar, mücadele adamı Mırjakıp Duvlatov "Uyan Kazak! demişti. Uyumanın Kazaklar için ölüme eşit olduğunu tüm çıplaklığıyla sezdiğinden böyle bir ihtarda bulunmuş, halkı silkeleyip uyandırmaya, kendine getirmeye çalışmıştı. Kanaatimce, "uyanma" kavramı zamanın ilerlemesi ve tarihî şartların değişimine göre farklılık göstermektedir. Günümüzden çeyrek asır önce geçerli olan bazı fikirler ve görüşler bile zamanımızda geçerliliğini yitirmiştir. Kazakistan kendi bağımsızlığını kazanıp ruhanî ve medenî zenginlikleri yeniden göz önüne alındığında, uyanma kavramının bir başka safhasını gördük. Uyanmak, millî ve manevi zenginliklerimize dayanarak, bunlardan güç alarak her bakımdan yeniden zenginleşmenin ilk ve tek şartıdır. Kazak medeniyetini dünya medeniyetinin ulaştığı seviyeye çıkarmak; eski kabulleri, önceleri hiç kullanmadığımız, girmediğimiz sahalara yönlendirerek değiştirmek; etno-siyasî şartları yeniden değerlendirmek; ekonomik ilişkileri kökten ve yeniden kurmak; işte, bunların hepsi Kazakların yeniden uyanışını tekrar gündeme getirdi. Bu uyanmanın büyüklüğü ve çeşitli yansımaları toplumun bütün kesimlerine, bütün sosyal ilişkilere; bürokrata da memura da, başkana da, işçiye de tam anlamıyla tesir etti. Yeniden uyanış; tarihî, siyasî, sosyo ekonomik ve kültürel değişiklikleri beraberinde getirdi. Bu şekildeki silkinmenin, köklü uyanışın en başından beri önderliğini Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev yapmıştır. Memleketimiz bağımsızlığına kavuştuğundan bu yana ki on yıl içinde (2002 yılı itibarıyla) biz ne kadar uyandık; genel manada zamana ayak uydurabildik mi? Kazancımız ne oldu? Neleri kaybettik? Türlü türlü konulara varıp dayanan bu soruların cevabı, toplumumuzun uyanma kabiliyetine; medenî, ruhanî ve ekonomik potansiyeline bağlı meselelerle ilişkilidir. Bu soruların cevabını burada vermek mümkün olmadığından bunlar üzerinde daha sonra duracağız. Genellikle buna hakem olan şey vakittir. Hangi sahada olursa olsun on yıl içindeki düşünce ve psikolojimizde, toplumsal ve sosyo-siyasî hayatımızdaki olumlu gelişmeleri sezmemek, eski ile karşılaştırarak anlamamak mümkün değildir. Kazakların yeni devirdeki anlayışını değiştirip, uyanmaya başlamasına sebep olan bir başka husus ise akraba Türk halklarının yakınlaşması ve onlarla yeniden dostça ilişkiler kurulmasıdır ki böylece önceleri hayalini bile kuramadığımız şeyler gerçeğe dönüşmüştür. Köklü sosyo-siyasî değişiklikler bu alanın büyük şahsiyetlerini de tarih sahnesine çıkarmıştır. Türk dünyasının gerçek anlamdaki gönüldeşleri, değerli, aydın temsilcileri, akraba halkların birbiriyle; devlet ve devletlerin, devlet ile topluluğun kültürel, ruhanî yakınlığını bayrak edip göklerde dalgalandırdı; birçok başarılı faaliyeti gerçekleştirdi. Gelecekte yapılması gerekenler hakkında fikirlerini söylediler. Bunlara gerçekten inanarak hamle yaptığımızda da birçok başarıya imza atacağımıza kanaat getirdik. Hamle yapmak zorundayız ve bunu yaparken de birbirini canı gönülden destekleyen dostlarımızın desteğinin olması şarttır. Böyle şahsiyetlerin içinde, Türkiye'nin meşhur devlet adamı ve ileri gelenlerinden olan Namık Kemal Zeybek’i, Türk halklarının içinde özellikle Kazakların, kendilerine yakın görerek değer vermelerinin gerekli olduğunu, söylememiz lüzumlu diye düşünüyorum. Büyüklerin sevdikleri akrabalarını "benim" diyerek paylaşamamaları gibi Namık Kemal’i de, yani Naken’i de, kendimizin bir parçası gibi, bizden biriymiş gibi görüp ona sahiplensek aşırı bir hassasiyet göstermiş olmayız. Elbette ki *

Bu makale Şakir İbraev tarafından Türkiye’de, Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsünde görev yaptığı 20012002 öğretim yılında kaleme alınmıştır. ** Prof. Dr., Hoca Ahmet Yesevi Kazak-Türk Üniversitesi / TÜRKİSTAN.

249


Şakir İbraev

bu, onun Türk dünyasına yönelik çalışmalarından ve bütün işlerini bir kenara koyarak bu alandaki olağanüstü gayret ve çabalarından kaynaklanmaktadır. Evrensel ölçülerde değerlendirdiğimiz zaman Namık Kemal için, Türk Dünyasının en büyük uyandırıcılarından birisidir dersek fazla bir şey söylemiş olmayız. Onun kendi sözlerine bakacak olursak: “Bazen büyüklerimiz, böyle bir fırsat yüz yılda bir gelir, diyorlar. Hayır! Böyle bir fırsat bize binlerce yıldan beri ilk defa geldi… İki oluşum bir arada geldi. Büyük bir geleceği yakalamanın fırsatı geldi. Geldi ve bütün kapılarımızı dövüyor, ‘Uyanın ne olur, bu fırsatı kaçırmayın!…’ diyor. Uyandık mı? Hayır daha uyanmadık. Ama bir gün mutlaka, diyorum, uyanacağız ve bu bir devin uyanışı olacak…” ( Zeybek 1997:190). Hepimize yönelik söylenen bu sözlerin gerçek manasının ardında, "Ben uyanayım, siz uyumaya devam edin, ben güçlü olayım, sen olduğun yerde say” şeklinde bir anlam var mı? Aksine, hepimiz birlikte uyanalım, bir amaca ulaşmak için uyanalım, birbirimizi uyandıralım" şeklinde samimi ve sıcak duygular ve kucak açış vardır. Konuyu bu yöne doğru çekişimin sebebini şu şekilde açıklamam gerekli sanıyorum. “Daha geçenlerde bir ağa halktan kurtulduk, şimdi yeniden bir ağa halka mı bağlanacağız, şeklindeki sözleri seyrek de olsa hâlâ işitiyoruz. Bana sorarsanız ben bu sözlere bir türlü anlam veremiyorum. Bu şekildeki düşünüşümün sebebi; ilk önce sömürge edip, ardından hiç kıpırdanmaya bile fırsat vermeyen komünizm ideolojisinin demir mengenesinde kısılıp duran halkları irili ufaklı parçalayarak, ideolojinin kefilleri olarak tutan sistemle, siyasî–sosyal ve ekonomik açıdan merkezi otoriteye bağlı devletler olarak yaşamakla, ne tür bir benzerliği olabilir. Aradaki farkı anlamamak imkânsızdır sanırım. Halbuki iki denizin ardından ve iki üç memleket öteden kucak açan kardeş bir halkın “Bir olalım, birlikte gelişelim, birlikte çağdaş medeniyet seviyesine ulaşalım, bunun için sen de, ben de, hepimiz de uyanalım” demesinden niçin bu kadar tedirgin oluyoruz? Geçmişte, kaderimizin bizim ata- babalarımızı, dilimizi, dinimizi bir yaratmasından dolayı bu şekildeki kucak açışın, yakınlaşmanın nasıl bir kötülüğü olabilir? Veya Türkiye’nin ekonomik refaha ve çağdaş medeniyet seviyesine bizden daha önce ulaşmasından mı şüpheye kapıldık? Aslında bu şüphelenecek bir şey değil, tam aksine Türkiye’nin bundan sonra da güçlenmesi Allah’tan tek dileğimiz olmalı. Tekrar Naken’in sözlerine dönelim: “…. Türk dünyasının geleceği için doğan fırsat konusunda uyanmalı, birbirimiz uyarmalı ve bu fırsatı kaçırmamalıyız. Hangi fırsatı mı? Dünyada lider ülkelerden biri olma fırsatını… Kültür fırsatını… Kültür hazinemizi birden bire on katına çıkarma fırsatını… Yani tarihimizin yüceliğini geleceğe taşıma fırsatını…(Zeybek 1997:191) Bizleri hep beraber uyanmaya çağıran bu haykırıştaki gerçekleri görmemek mümkün değildir. Genel olarak bir kimseye bağımlı olmak, birisinin hâkimiyeti ve kollaması altında yaşamak; uyandırmak değil tabii ki; aksine bunun, uykusunu bölmeyip, uyanmaya başladığında ise onu tekrar uyutmaya çalışmakla aynı şey olduğunu bütün insanlık tarihi her zaman gözler önüne sermiştir. Namık Kemal ile hangi konuda konuşursanız konuşun Türklük bilincimize ışık saçan, birbirimizin manevî akrabalığımıza temel teşkil eden değerlerimizden bahsetmeden edemez. Fakat onların hepsinin içinde mutlaka babamız Ahmet Yesevi’nin adı geçer; hatta onun fikirleri söyleşinin odağı haline gelir. Abay, Muhtar, Kanış gibi şahsiyetler de var değil mi? Onlardan da bu şekilde sık sık bahsetmek gerekli değil mi diye içimden hep düşünmüşümdür. Fakat bu durum, Naken’in iç dünyasının manevî varlığıyla birleştiği ayrı bir dünya. Oysa Abay, Muhtar, Jambıl, Cengiz Aytmatov vb. gibi büyük şahsiyetlerimizin anısına düzenlenen kutlama veya anma törenleri Türkiye’de yapıldı. Aynı zamanda onların kitapları Türkiye Türkçesine aktarılarak bunlarla ilgili araştırmalar yapıldı; böylece cilt cilt kitaplar yayımlanmış oldu. Abay’ın adı Ankara ve İzmir’de Sokak ve parklara verildi, Muhtar’ın adı başka büyük bir bulvara verildi. Magjan’ın heykeli yapıldı. Bunlardan başka “Manas”, “Alpamıs”, “Korkut Ata Kitabı” gibi bütün insanlık için önem arz eden eserler ile ilgili konferanslar düzenlendi,

250


Ahmet Yesevi Yolu veyahut Namık Kemal Zeybek Hakkında Birkaç Söz

toplantılar yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi, Türksoy, TİKA, Ahmet Yesevi Vakfı gibi kurumlar ve kuruluşların bu yıllarda gerçekleştirdikleri faaliyetleri burada sıralamak mümkün değildir. Bu gibi faaliyetler sayesinde Türkiyeli kardeşlerimiz bu konularda daha da bilinçli hale geldi. Bu gibi çok önemli faaliyetlerin önemini anlatmaktan başlayarak bunların organizasyonuna kadarki zaman içinde işlerin başında her zaman; önceleri Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı, daha sonra Devlet bakanı, hemen hemen her dönemde milletvekili olan ve başbakanlık danışmanı olan Namık Kemal Zeybek bulundu. Elbette bu gibi millî veya uluslararası ilişkilerin içinde başka da önemli devlet ve memleket adamları ve bilim adamlarının olduğunu da söylemek gereklidir. Reşat Genç, Fikret Türkmen, Ethem Ruhi Fığlalı, Sadık Tural, Abdülkadir Yuvalı, Osman Fikri Sertkaya, Öner Kabasakal, Ziya Yılmazer, Alaaddin Korkmaz v.b Evet, şimdi de Babamız Ahmet Yesevi’yi Namık Kemal Zeybek’in niçin dilinden düşüremediğinden bahsedelim. 6 Nisan 1991 tarihinde Cumhurbaşkanımız Nursultan Nazarbayev’in emriyle Türkistan şehrinde Uluslararası Türk – Kazak Üniversitesi kuruldu ve bu üniversiteye Hoca Ahmet Yesevi adı verildi. Bu olaya o zamanlar, gerçeğini söylersem fazla anlam verememiştim. Bununla ilgili olarak o zamanlar bizler, Kazak - Türk kardeşliğinin, akraba iki halkın dostluğunun sembolik bir ifadesi olacağını düşüncesindeydik. Aslına bakarsak bu doğruydu da. Özbekistan’dan, Kırgızistan’dan1, Azerbaycan’dan önce niçin ilk olarak Kazakistan’da bir üniversite açılmıştı? Buradaki amacım diğer akraba memleketleri küçümsemek değil, sadece bir olayı daha iyi açıklamak içindir. Sovyetler Birliği döneminde Ahmet Yesevi hakkında bildiklerimiz onun dini – mistik bir şair olduğu, tasavvufi edebiyatın bir temsilcisi, ömrü daha ziyade efsanevileşmiş olan bir aziz, evliya oluşuyla sınırlıydı. Onun eserlerini okuyup inceleyen hiç olmamıştı. Elimizde onun hakkında bilgi alabileceğimiz eserler de yoktu ve açıkçası bunu o kadar da önemsemiyorduk. Memleketimiz bağımsızlığına kavuştuktan sonra da sayılı bir kaç eser dışında bilim adamlarımız bu konuya yeteri kadar önem vermemişlerdi. Aslında düşüncelerimize sinip kalan ideolojik değerlerin tamamıyla kaldırıp atılacak kadar hafife alınacak şeyler olmadığını ve zihinlerimizin bir köşesinde silik de olsa izlerinin hâlâ saklı olduğunu gizlemek mümkün değildir. Sanırım bu yüzdendir ki, bu şahsiyetin kadir kıymetinin o zamanlar farkına varamayan Türk âlemi, onun uyanma devrinin başında duran en önemli gayret ve düşünce adamı, lider olduğunu hâlâ daha anlamış değil. Ahmet Yesevi İslam’ı kabul eden bütün Türklerin İslam’a ait dünya görüşlerini millî düşüncelerimiz üzerine oturtarak, İslam’ı millî varlığımızla bütünleştiren, bağdaştıran bir insandır. Onun tarihteki başka bir adı da “Türklerin Piri”, “Hazret Sultan”dır. Namık Kemal Zeybek Ahmet Yesevi'nin hizmetlerini üç sahaya ayırarak anlatmaktadır: Birinci hizmeti olarak, XII. Yüzyıldaki Türk aydınlarının tamamen Arapça ve Farsça yazdığı bir dönemde onun eserlerini yazarken Türk dilini tercih etmesini göstermektedir. Ana dilimiz olan Türkçe ile İslamî eserler verme geleneğini başlatmış olan Ahmet Yesevi böylece hem Türklük bilinci ve Türk kültürünün koruyucusu, hem de bunların bizlere ulaştırıcısı oldu. İkinci hizmeti ise kendi yetiştirdiği öğrencilerini, öğretici ve eğitmen olarak Türk dünyasının her bir köşesine göndererek buralarda da İslam’ın öğrenilmesini sağladı. Yeni bir ruh ve güçle donanan nesillerimizin de dinî inanç ve dünya görüşlerinin gelişmesinde etkili oldu. Timurluların, Osmanlıların da dayanağı Ahmet Yesevi ruhaniyetidir. Üçüncü hizmeti olarak da İslam’ın dosdoğru yolu olan “İslam’ın Türk yorumunu” ortaya çıkarmasını gösterebiliriz. Onun dünya görüşü ve hayata bakış açısı Türk halkının geleneksel dünya görüşünün tohumlarıdır. Bu tohumlar daha sonraki nesillerde filizlenerek Türk medeniyetinin bir bütünlük içinde kesintisiz olarak devamı sağlamıştır. Ahmet Yesevi'nin şahsiyeti bunların hepsinin merkezi, odağı ve çıkış kaynağıdır. Milletinin dini ile dili, genel anlamda manevi varlığı için zamanında çok zor bir mücadeleye girişen büyük fikir 1

Daha sonraları Bişkek’te Uluslararası Türk – Kırgız Manas Üniversitesi açıldı.

251


Şakir İbraev

adamıdır. Bir yandan dinimizi millî benliğimiz üzerine oturtmuş; öte yandan da dilimizi koruyarak onun kullanım alanlarını genişletmiştir. İnsanoğlu için bundan daha iyi tarihî görev olur mu? Unutulan, unutturulan böyle bir büyük bir şahsiyet ile şu sıralar tekrar kavuşmak ne kadar büyük bir mutluluk olurdu. Onsuz geçen günlerimiz için ne kadar pişmanız. Ulu babamız ile tekrar kavuşmamıza aracı olup, gidebildiği her yerde halka üşenmeden onu anlatıp duran da Namık Kemal’dir. Türkistan'da, yani eski Yesi şehrinde ne için Türk Dünyasının ilk üniversitesi açıldı? Ancak şimdi bunu anlayabildik. İşte Namık Kemal Zeybek bütün bunları bizden daha önce gördüğü ve kavradığı için olsa gerek, bu üniversite için elinden geleni ardına koymadı. Ahmet Yesevi Yesi şehrinde yaşadığı için bu şehir Türkistan Pirinin Şehri" Şehr-u Pir-u Türkistan" olarak anılmaya başladı. Daha sonraları sadece Türkistan olarak anılmaya başlanan bu şehir gerçekten de bütün Türklerin ruhanî merkezi idi. Şimdi bu merkezi yeniden canlandırıp, eski günlerdeki kutsiyetini ve itibarını kazandırmak, milletimize, dilimize, dinimize Ahmet Yesevi'nin bakış açısıyla bakmak gereklidir. Böyle yaparsak ancak o zaman dünya medeniyeti kervanına kendi benliğimizden hemen hemen hiç ödün vermeden katılmış olacağız. İşte, Namık Kemal Zeybek’in söyleyip durduğu "uyanma, millî ve manevî uyanış" budur. Allah'a şükür ki Türkistan şehrinin 1500. yıldönümü kutlaması hazırlanan büyük törenlerle kutlandı. Harabeye dönüşmeye yüz tutan küçücük şehrin yıldızı UNESCO’nun programına alınmasıyla yeniden parladı. İki memleket, Türkiye ve Kazakistan'ın cumhurbaşkanları bu faaliyetlerin gerçekleşmesi için ellerinden geleni yaptılar. Namık Kemal'e soruyorum: "Biz, yani Türk Dünyası uyandı mı? Onun cevabı, -"Hayır." “Niçin?" diye sorduğumda o şöyle cevap veriyor: "Ahmet Yesevi yolunda gerçekleştireceğimiz hâlâ daha çok işimiz var.” Geleceğimiz için bu söze ben de katılıyorum. Kaynaklar:

Zeybek, Namık Kemal, Türk Olmak, Ankara 1997. Aktaran: Metin ARIKAN*

*

Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.

252


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 251-255, İZMİR 2005.

ÇUVAŞ TÜRKÇESİNDE OĞUZ TÜRKÇESİ UNSURLARI VAR MI?* L. S. LEVİTSKAYA Oğuz-Çuvaş morfolojik ve leksik paralelliklerinden Türkoloji araştırmalarında hiç bahsedilmemiştir. A. N. Samoyloviç kelime içinde ünsüzlerden ve kelime sonunda dar ünlülerden sonraki gırtlaksı yitimler gibi sınıflandırma ölçütlerini göz önünde bulundurarak şöyle der: “Bulgar grubunun Türkmen Türkçesiyle ilişkisi dikkate değerdir.”1 N. N. Poppe çağdaş Çuvaş Türkçesindeki çekimlemenin güney tipine dikkat çekmiştir.2 Çuvaş-Oğuz kelime benzerlikleri E. V. Sevortyan’ın3 ve M. Räsenen’in4 etimolojik sözlüklerinde kaydedilmiştir. Bazı morfolojik eş şekillilik tarafımızdan “İstoriçeskoy Morfologii Çuvaşskogo Yazıka” (Çuvaş Dilinin Tarihi Morfolojisi) adlı eserimizde değerlendirilmiştir.5 Sonunda “Sovetskaya Tyurkologiya” dergisinde M. R. Fedetov’un Çuvaş Türkçesinin fiil, isim şekillerini ve bunların Oğuz Türkçesindeki karşılıklarını incelediği “O Nekotorıh Oguzskih Çertah Çuvaşskogo Yazıka”6 (Çuvaş Dilindeki Bazı Oğuz Türkçesi Özellikler Hakkında) adlı makalesi yayımlandı. Bu şekilde, bu çalışmada ortaya koyulan probleme cevap verilmiştir. Fakat Oğuz-Bulgar (Çuvaş) sorunu üzerine hala pek çok kapalı nokta bulunmaktadır. Fonetik, morfolojik ve leksik benzerlikler konusundaki kayıtlar onların kaynakları ve kronolojisi hakkında hemen hemen hiçbir şey söylemiyor. Ayrıca, Oğuz dil özellikleri birçok konuda belirsizliğini korumaktadır. Bu şekilde G. Doerfer7 gereklilik –sok ve gelecek - DAçI’yi gerçek Oğuz Türkçesi özelliklerinden sayıyor. A. N. Kononov8, Kaşgarlı Mahmut’un verdiği bilgilere dayanarak Oğuz Türkçesini içine alan batı grubunun şu karakteristik morfolojik özelliklerini veriyor.: -ası, -daçı, -an ve –duk. E. R. Tenişev9 –mış, -duk eklerini Orhun yazıtlarındaki Oğuz Türkçesi ağızlarının belirtileri olarak kabul eder ve -daçı şeklinin Uygurca olduğunu düşünür.10 N. A. Baskakov11 Oğuz Türkçesinin morfolojik özellikleri içine –ası, -malı, -mış’ı dahil eder. Muhakkak ki, farklı özelliklerin terkibi ve onların oranı Oğuz Türkçesinin tarihi gelişimi süresince değişir. Bunlar arasında XI. yüzyıla kadar var olan Oğuz şiveleri döneminin özellikleri, genel Oğuz Türkçesinin zenginliği ve daha sonraki dönemlerde şekillenerek daha arkaik unsurların yerini alan yeni yapılar vardır. Oğuz grubu ağızlarının akraba ana kitleden mesela Kıpçakçadan ayrılma derecesi görünüşe göre günümüze kadar giderek artmıştır.12 Günümüz Oğuz Türkçesi bu şivelerin temelinde belirlenmiştir. Oğuz-Bulgar (Çuvaş) dil eş şekilliliği, kesinlikle, Oğuz-Bulgar ve onların mirasçısı Çuvaş Türklerinin dil ilişkilerinin şu devrelerini yansıtmaktadır: 1. Oğuz-Bulgar ortaklığının erken dönemleri. 2. Büyük Bulgar ve Hazar İmparatorluğu dönemi Bulgar-Oğuz ilişkileri. (VII-X. yy.)

*

L.S. Levitskaya, “İmeyutsa Li V Cuvaşskom Yazıke Oguzskie Elementı?”, Chuvas Studies, Wiesbaden 1982, s.97–103. A. Samoyloviç, Nekotorıe Dopolneniya k Klassifikatsii Turetskih Yazıkov, Petrograd 1922, s.14. 2 N. Poppe, Türkish-Tschuvassische Vergcichende Studien, “islamica”, Bölüm 1, Fase 4, Lipsine 1925, s.414 vd. 3 E. V. Sevortyan, Etimologiçeskiy Slovar Tyurskih Yazıkov (Obşetyurskie İ Mejtyurskie Osnovı Na Glasnıe), Moskova 1974. 4 M. Räsenen, Versuch Cines Etymologischen Wörterbuchs Der Türksprachen, Helsinki 1969. 5 L. S. Levitskaya, İstoriçeskaya Morfologiya Çuvaşskogo Yazıka, Moskova 1976. 6 M. R. Fedotov, “O Nekotorıh Oguzskih Çertah Çuvaşskogo Yazıka”, Sovetskaya Tyurkologiya, N. 1, 1977, s.25-32. 7 G. Doerfer, Das Vorosmanische, Türk Dili Araştırma Yıllığı, Belleten 1975–1976, Ankara 1976, s.83. 8 A. N. Kononov, Mahmud Kaşgarlıy i ego “Divanu Lugat it-turk”, No: 1, S. Petersburg 1972, s. 15. 9 E. R. Tenişev, Otrajeniye Dialektov V Tyurskih Runiçeskih İ Uygurskih Pamyatnikov, No: 1, S. Petersburg 1976, s.58–60. 10 age., No: 6, S. Petersburg 1973, ss. 58-60. 11 N. A. Baskakov, Vvedenie V İzuçeniye Tyurskih Yazıkov, Moskova 1969, s. 244. 12 G. Doerfer, age., s. 83. 1

253


L. S. Levitskaya

3. Bulgar-Kıpçak İlişkileri.13 4. Çuvaş-Mişer ilişkisi. Bahsedilen Oğuz tesiri sözde paralel gelişmelerin sonuçlarıdır. İşlev olarak aynı şekiller benzer yapılardan, bazen de benzer unsurlardan meydana gelmektedir. Örnek olarak Çuvaş Türkçesinden –malla ve aynı kaynaktan çıktığı düşünülen Azerbaycan Türkçesindeki -malı şekillerini göstermek mümkündür. Eğer araştırmacılar tarafından Oğuz Türkçesinin tarihi boyunca ortaya çıkarılan temel morfolojik özellikleri dikkate alınırsa aşağıdaki Oğuz-Çuvaş eş şekillilik konusunda daha fazla açıklamaya ihtiyaç duyulacaktır: 1. Çekim (Bulunma, yönelme ve belirtme halleri) 2. Oğuz Türkçesi şekli –dik Çuvaş Türkçesi -rı; 3. Oğuz Türkçesi şekli –an Çuvaş Türkçesi -an 4. Oğuz Türkçesi şekli –mış Çuvaş Türkçesi -mıl ve –mış; 5. Oğuz Türkçesi şekli –ası Çuvaş Türkçesi –ası; 6. Oğuz Türkçesi şekli –ısar Çuvaş Türkçesi –sarї; 7. Oğuz Türkçesi şekli –daçı Çuvaş Türkçesi –daş 8. Oğuz Türkçesi şekli –malı Çuvaş Türkçesi –mala, -malla. -daçı Kaşgarlı, Mahmud tarafından Batı Türkçesiyle ilişkilendirilmiştir. Bu eki Oğuzlar, Türkmenler, Kıpçaklar, Yağmalar, Ugraklar, Suvarlar ve Peçenekler kullanıyorlar. Günümüz Çuvaş Türkçesinde –daşi kullanılmaktadır. Bu şekil, N. İ. Aşmarin’in sözlüğünde (Slovar’ Çuvaşskogo Yazıka, C. 9, s.282) model sözcük “pulpaş” (ihtimal, olasılık) olarak karşımıza çıkmaktadır. Tatar Türkçesi ağızlarında buldač(i) buldač ve buldasi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu eş şekilliliği nasıl açıklamalı? -daçı sıfat-fiiline Eski Tatar edebi dili aracılığıyla ulaşmak mümkün. Birçok güney (Oğuz) elementleri önce Tatarlara onlardan da Çuvaşlara geçmiştir. Bu ek, Oğuzlardan Kıpçaklara14 onlardan da Çuvaşlar’a geçmiş Oğuz Türkçesi şekiller olabilir. (Bkz. Kıpçakça tuvardaçı, jendeçi, qulqardaçı vb.) Oğuz-Çuvaş morfolojik benzerlikleri üzerine ilgi az değildir. Bu dillerde leksikolojik paralellikler tespit edilmiştir. Onların kronolojisi ve kaynakların ortaya çıkışında aşağıdaki kriterler mevcuttur. 1. Belli konu gruplarında kelimenin düz anlamlılığı 2. Kelimenin fonetik, gramerlik ve semantik özellikleri 3. Kelimenin yayılma alanı. 4. Bütün bu sözcüklerin bu ve diğer kaynaklarda, leksikolojik tutarlılıkların düzenliliği 5. Dil gruplarının karşılıklı sözcük varlığı. 6. Diğerleri ile karşılaştırıldığında bir kaynaktan çıktıklarını büyük oranda kanıtlayan tarihi kültürel bağlam. Kural olarak, bu kriterler bir bütün olarak hesaba katılmalıdır. Bulgar (Çuvaş)-Oğuz leksikolojik paralelliklerini değerlendirebilmek için, şu veya bu sözlük birimini Oğuz Türkçesi olarak sınıflandırabilmek için Türk şivelerinin günümüz güney-batı grubuna ait 13

Oğuz Türkçesinın Kıpçakçaya tesirleri ile ilgili olarak bkz. “Dokumentı na polovetskoy yazıke XVI v. (Sdebnıe aktı Kamenets-Podolskoy Obşinı), Moskova 1967, s. 101; N. A. Baskakov, age., s.243. 14 Philogiae Turcicae Fundamenta, I, Wiesbaden, s. 69.

254


Çuvaş Türkçesinde Oğuz Türkçesi Unsurları Var mı?

bütün özelliklerini (bölgesel olanlar dışında) belirlemek gereklidir. Mesela örken (halat) farklı araştırmacılar tarafından Oğuz Türkçesi olarak da Kıpçak Türkçesi olarak da değerlendirilmektedir ki bunlar hiç de seyrek değildir. Genel Türk söz varlığı dairesinde eş şekillilik hakkında genel izahlardan önce bahsedilen yazılı kaynaklara (özellikle de Kaşgarlı Mahmut’un sözlüğüne) ve kısmen de (melez karakterleri de göz önünde bulundurularak) günümüz Kıpçak, Oğuz vb. şivelerin ayırıcı özelliklerine bakmak gerekmektedir. Bazı Oğuz-Çuvaş sözlüksel eş şekilliliklerini ele alalım. Vücut bölümlerinin adlandırılmaları çoğunlukla arkaik kelimelere gider. Bunlar arasında alıntı kelimelere rastlamak mümkündür. Bu gruptaki kelimeler araştırmacılar tarafından Çuvaş-Oğuz lehçeleri arasında dört sözcüksel benzerlikle tespit edilmiştir. (tuda, kívaba, xis, xiş). Örnek olarak “tuda” (dudak) sözcüğünü inceleyelim. Çuvaş Türkçesi “tuda”; Türkçe, Gagauz Türkçesinde “dudak”; Türkmen Türkçesinde “dodag”; Azerbaycan Türkçesinde “dodag” (bu kelimeyi Türk lehçeleri arasında ezici bir şekilde yayılmış olan “irin” karşılıyor.). “Dodag” Türkmen Türkçesindeki kaydıyla Houtsma’da Turk. Ar. GI (s. 74) ve bu farklı bir kayıtla Codex Cumanicus’ta (Codex Cumanicus, s.250: totag) yer almaktadır. Çuvaş Türkçesinin fonetik özellikleri bu eş şekilliliğin erken karakteri konusunda kelime sonundaki gırtlaksı yitimi bilgi vermektedir. Bu etabın kronolojisi Oğuz Türkçesindeki “gö:bek, köbek” Houstma’da “Çuvaş Türkçesi” “kıvana” (Turk. Ar. GI)’ya uygundur. Kaşgarlı’da ele alınmış sözcük grupları Oğuz Türkçesindeki kaydıyla Çuvaş Türkçesinde paralelliklere sahiptir: “ev, örgen, kat, seçe” (Houtsma’da Türk. Ar. GL. Türkmencede serçe şeklinde) “sok-” (sokmak), “tölek” (İşsiz, hareketsiz), “us” (akıl), “utan-”. Bütün bunlar günümüz Oğuz Türkçesinde ve ağızlarında bulunmaktadır. Ev, örgen, kat, utan- Codex Cumanicus’ta, Karaim Türkçesinin kırım ağzında “us” ise onun bütün ağızlarında kaydedilmiştir. Araştırmacılar, Kıpçak ve diğer Batı-Kıpçak şivelerinde leksik unsurlarla birlikte birçok Oğuz Türkçesi unsuru bulmuşlardır. İdil Bulgarları sınırında Kıpçak-Bulgar ilişkileri daha XI-XII. yüzyıllarda oluşmuştu.15 Fakat Oğuz Türkçesine ait kelimeler Bulgar diline Altın Orda’nın son dönemlerinde, Çuvaşlara ise Kıpçakların varisleri sayılan Mişerlerden girmiş olabilir. Kaşgarlı Mahmut’un eserinde bitig (muska, tılsım) anlamındaki Oğuz Türkçesi kelime veriliyor. Onun Kumuk Türkçesinde “bitik”, Tatar Türkçesi ve onun ağızlarında “böti, betek, bötey”, Başkurt Türkçesi Türkçesi ve onun ağızlarında “bötöy, bölöy” ve Çuvaş Türkçesinde “pedi” paralelleri vardır. Kelimenin yayılışı ve fonetik özellikleri farklı ağızlarda16 mesela, Tatar ve Başkurt Türkçelerindeki öy-, öv〉 -ig sanki Oğuz Türkçesi tesirinin Çuvaş Türkçesine Mişerler aracılığıyla girdiğini söylemektedir. Çuvaş Türkçesindeki avlan- (evlen-) fiilindeki av (ev) kelimesi daha eskiden “eb, ev” her şeyden önce fonetik olarak Kaşgarlı’daki “ev” Codex Comanicus’taki “ev, iv”e yakındır. Kelime genel Türkçe sözvarlığı olduğu için ve eski Çuvaş Türkçesinde sesli+b,v genellikle saklandığı için17 eski fonetik eş şekillilik hakkında düşünmek mümkündür. Oğuz-Çuvaş semantik eş şekilliliği ilgi çekicidir. Kök sözü (Kaşgarlı’ya göre Oğuz-Kıpçak) soy, kök, köken mecaz anlamlarına da sahiptir. “Kökün kim, soyun kim” (Houtsma, Türk, Ar. GI., Battal, İbnü-Müh., Zayackovski, bulgat) Sözcüğün anlamı kökü kesilen deyiminde korunmuştur.Türkmen Türkçesi kökün (Ortaya çıkış yeri). Çuvaş Türkçesi kĕk (kök) ortaya çıkış köken anlamlarıyla bilinmektedir. (Aşmarin, VII, s. 105). Mesela kĕkran kĕga (kökten köke/soydan soya, nesilden nesile)

15

Bkz. Mesela, “O Proishojdeni”, Çuvaşskogo Naroda, Çeboksarı 1957, s.114-115. Krş., Osm. biti “Muska, tılsım”. 17 Bkz. Räsenen, Materialı po İstoriçeskoy Fonetike Tyurskix Yazıkov, Moskva 1955, s. 110 vd. 16

255


L. S. Levitskaya

Semantik paraleli ısırmak sokmak anlamındaki soq- (Kaşgarlı’da Oğuz Türkçesi) ve Çuvaş Türkçesi săh- fiilinde aynı anlamda görülür. Aynı anlam Türkmen ve Türkiye Türkçelerinde de bilinmektedir. Oğuz-Çuvaş leksik eş şekilliliğin ortaya çıkışı, bunların genetik ve kronolojik ayrılışı henüz araştırılıyor. Oğuz-Bulgar (Çuvaş) dil ilişkileri sadece dillerin tarihi açısından değil aynı zamanda Türk dilli halkların (Türk milletinin) oluşumunda da önemli bir yeri olan etnogenetik gelişimin ortaya çıkışı açısından da önemlidir. Son olarak tarafımızdan tarihi açıklamaya ihtiyaç duyulan birkaç Oğuz-Çuvaş leksik paralelliğe değinelim: Kaşgarlı, Oğuz Türkçesinde örgen (Urgan, halat), Codex Cumanicusta örken (Urgan), Karaim Türkçesinde (Kırım) örken (Uzun halat), Karaim Türkçesinde örken (Halat, örme), Karaim Gal., erken (Halat, urgan), Azerbaycan Türkçesinde örken (Geniş at bağı), Türkmen Türkçesi ağızlarında örken, örgen (Koyun yününden yapılmış urgan), Çuvaş Türkçesinde veren (Urgan, halat) (Mari dilinde vüren hayvanları merada bağlamada kullanılan kalın ip-, bkz. Räsenen, Tschuv, Lehnv 124) Sözcük türemiş fiil olarak ortaya çıkıyor. (h)ö:r- (Örmek) (bkz. Räsenen, Etym. Wörterb., 373b374a; E. V. Sevortyan Etimologiçeskiy Slovar’ Turetskogo Yazıka, 546, Egorov Etimologiçeskiy Slovar Çuvaşskogo Yazıka, s.52) O. Pritsak örken sözcüğünün karşısına Oğuz Türkçesi uryan (Fundamenta, I, 80) sözcüğünü koyarak onu Kıpçakça sözcük olarak düşünüyor. Kaşgarlı, Oğuz Türkçesi qat (yan, ön), Codex Cumanicus, Karaim Kırım Kbal., bkz. Osm. Mukaddimet’ül Arab18, Gulistan19, Muhabbetnâme20, Nehcü’l Ferâdis21 qat (yön, taraf), sug. q‘a’t da, Özbek Türkçesi arh. qa’t~Çuvaş Türkçesi kut. Çuvaş Türkçesinde q değişimi kelimenin alınma sözcük karakterini göstermektedir. (Räsenen, Etym. Wörterb. 241a, b, Egorov Etimologiçeskiy Slovar’ Çuvaşskogo Yazıka, 121). Kaşgarlı, Oğuz Türkçesi tölĕk (işsiz, aylak, sakin), Türkmen Türkçesi ağızlarında, Battal, İbnüMüh. dölek (sakin, sessiz), bkz. Türkmen Türkçesi dülek (Rahat, sakin, güvenilir), LST22 318: tülaklik (sakinlik) ~ Çuvaş Türkçesi tülek (sakin, sessiz), tülek, tülex, tülekle, tülexle ( sözün son varyantını Aşmarin (Sl. XIV, 209), “çoğaltılmış, üremiş” kelimelerinin mecaz anlamları olduğunu ve bu kelimelerin Çuvaş Türkçesinde tüle- “çoğalmak, üremek” (Tatar Türkçesi. ağızlarında tüle- “doğurmak”) kelimesinden türemiş olabileceğini belirtmektedir. (Kaşgarlı’da kuzulamak’tan “yavrulamak”) Çuvaş Türkçesindeki sözcüğün kaynağı (eski yazı dilinden alıntı mı?) bizim için açık değil. (Räsenen, Etym. Wörterb., 504b; Egorov Etimologiçeskiy Slovar Çuvaşskogo Yazıka, 264; Z, Gambocz23 279) Kaşgarlı, Oğuz Türkçesi us “iyiyle kötüyü ayırt eden, akıl”, Codex Cumanicus, Houtsma, Türk. Ar. Gl., Zayaezkowski, bulgat, Dede Korkut Kitabı24 Karaim us (akıl), Türkiye Türkçesi us, (Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Gagauz Türkçesinde uslu . Fakat Gagavuz ve Azerbaycan Türkçelerinde sadece sessiz, sakin anlamlarında), Çuvaş Türkçesinde ăs (akıl)>Mari dilinde us, ĕs (akıl) (Räsenen, Etym. Wörterb, 516b; Sevortyan Etimologiçeskiy Slovar Turetskogo Yazıka, 606-607; Egorov Etimologiçeskiy Slovar’ Çuvaşskogo Yazıka, 42) Mari dilinde s hala korunduğuna göre eş şekillilik XIII. yüzyıldan önce ortaya çıkmıştır. 18

İ. N. Poppe, Mongolskiy Slovar’ Mukaddamat al-arab, B. 1.Moskva-Leningrad, 1938. E. N. Hacip, “Tyurkoyazıçnıy Pamyatnik XIV. Veka Gülistan”, Seyfa Sarai i Ego Yazık, 2. B. Alma-Ata, 1975. 20 Horezmi, Muhabbat-name, İzdanie teksta, transkriptsiya, perevod i issledovanie E. İ. Nacipa, Moskva 1961. 21 J. Eckman, Nehcü’l-feradis, I. Tıpkıbasım, Ankara 1956. 22 A. K. Borovkov, Leksika Srednoaziatskogo Tefsira, Moskva 1963. 23 Z. Gambocz, Az altaji nyelvek hangtörtenetehez (To the Historical Phonology of the Altaic languages), NuK 35 (1905), ss. 241-282. 24 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, II, Ankara 1963. 19

256


Çuvaş Türkçesinde Oğuz Türkçesi Unsurları Var mı?

Kaşgarlı Oğuz Türkçesi sag (sağ), Battal, İbnü-Müh., Türkmen, Azerbaycan, Kırım (Radlov) sag, Türkmen, Gagavuz Türkçelerinde sa, Salar Türkçesinde sah, săh, Codex Cumanicus’ta sag, saq (sağ taraf), Zajanszkowski, Bulgat sagda (sağda) ~Çuvaş Türkçesi sıltım ~sivdim (sağ, sağ taraf) <sudim<saydın (fonetik olarak krş. Çuvaş Türkçesi sıv~su ‘sağlık’, morfolojik olarak Türkmen Türkçesi sagdın ‘sağlıklı, sert’) Kaşgarlı Oğuz Türkçesi keçe (keçe), Houtsma, Türk. Ar. GI. Türkmen Türkçesi, keçe, Türkiye Türkçesi, Türkmen Türkçesi keçe (Keçe, yün halı), Gagauz Türkçesi keça, Azerbaycan Türkçesi keçe, Radloff Sözlüğü (Osm., Azerbaycan) kiça~Çuvaş Türkçesi kisse, kise (Räsenen, Etym. Wörterb., 245b246a; Egorov Etimologiçeskiy Slovar Çuvaşskogo Yazıka, 110) Kaşgarlı Oğuz Türkçesi kelesü (konuşma) bkz. Osmanlı Türkçesi keleci (söz, konuşma), Leksika Srednoaziatskogo Tefsira’da kalaci (konuşma, sohbet), Dede Korkut Kitabı keleci (söz), Kırgız Türkçesi kep-keleçe kep-keleç, Keleç-söz (konuşma), Kumuk Türkçesi geleş- (uymak, denk gelmek), Karaim Kırım Türkçesi keliş- (istemek-, kız istemek), Karaim Trok., kel’eşin’- (nişanlamak), Karaim Trok, Kırım kel’eş (nişanlamak)25, Kumuk Türkçesinde geleçi (çöpçatan), Balkar Türkçesinde keleçi (Gönderilmiş, çöpçatan), ilçi-keleçi (elçi) (XV. yüzyıl Ulug Muhammed yazmasında) ~ Çuvaş Türkçesinde kala(söylemek, demek), kalas- (konuşmak, söyleşmek), kız istemek (Räsenen, Etym. Wörterb., 248b; Egorov Etimologiçeskiy Yazık Çuvaşskogo Yazıka, 85-86; bkz. V.M. İliç-Svitıç, Opıt Sravneniya Postratiçeskıx Yazıkov. Vvedenie. Sravnitelnıy Slovar’ (V.K.). Moskova 1971, 346-347; A. N. Samoyloviç, Neskol’ko Popravok i İzdaniyu i Perevodu Yarlıkov Toktamış-Hana, İzvestiya Tavriçeskogo Obşestva İstorii, Arheologii i Etnografii” 1927, 1, 58, 143.) Kaşgarlı, Oğuz Türkçesi seçe (serçe), AF26, (Zayanszkowski, Bulgat serçi, Houtsma, Türk. Ar. GI. Türkmen Türkçesi, El-Idr., İzbudak27 Battal, İbnü-Müh., serçe, Ettuhfet28 serşe, sirşe, Türkmen, Türkiye Türkçesi serçe, Salar Türkçesinde siça, seçe, seçi, seje, siçe,, Azerbaycan Türkçesinde serçe Çuvaş Türkçesinde sersi (Räsenen, Etym. Wörterb., 412a; Egorov Etimologiçeskiy Yazık Çuvaşskogo Yazıka, 209). Çeviren: Bülent BAYRAM*

25

E. R. Tenişev P.M. Melioranskiy, Arab Filolog o Turetskom Yazıke, Sain Petersburg 1900. 27 V. İzbudak, El-İdrak Haşiyesi, İstanbul 1936. 28 Ettuhfet-üz-zekiyye ‘fil-lûgat-it-türkiyye, Çeviren Besin Atalay, İstanbul 1945. * Arş. Gör., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü. 26

257



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 257-262, İZMİR 2005.

KÜLTÜR TARİHİNDE ATEŞ SEMBOLÜ S. A. TOKAREV* Ateşin Kökeniyle İlgili Mitolojik Görüşler Ateşi elde etme ve kullanma yeteneği, insanı hayvanlardan ayıran, açık, yalın ve tartışma götürmez işaretlerden biridir. Hiçbir hayvan bu yeteneğe sahip değildir. Gerçekte insanlar arasında da istisnaların olduğu kabul edilmektedir. Andaman1 adaları halkında ateşin elde edilmesinde kullanılacak herhangi bir araç yoktur. Fakat bu durumun bir açıklaması bulunmaktadır. Onlar her seferinde ateşi yeniden elde etmek için yanmış veya köz haline gelmiş kütükleri bir yerden başka yere taşıyarak ateşi korumayı tercih ederler. Arkeolojik veriler insanın ateşle çok eski bir zamanda tanıştığını kanıtlamaktadır. Alt paleolit katmanlarda - Asya’da Çjoukoudyan, Kiik- Koba, Avrupa’da Krapina- belirgin kül katmanları bulunmuştur. Mağaralarda çağlarca ateşle desteklenmiş hayat izleri bunu göstermektedir. Atalarımızın ateşle tanışması nasıl oldu? Eski “mitoloji” ekolünün (XIX. yüzyılın ortaları) taraftarları ilk insanları gök ateşi (yıldırım) ve yer, doğal ateşi (birbirine sürtünen kuru ağaçların kendiliğinden yanışı) kendi hayal güçlerinde oluşturduklarını düşündüler. İnsanlar bu doğal oluşumu taklit ettiler, buradan iki kuru ağaç parçasını birbirine sürtmek yoluyla ateşin elde edilmesi olan eski tarz ortaya çıktı. Bu tür eski mitolojik görüşlere zaman içinde diğerleri de katıldı: Ağaçların yanmasından tekerlek, ateş kuşu, kutsal içecek, hatta insanın kendisi oluştu. Bu bakış açısını XIX. yüzyılın ortasında Alman etnograf Adalbert Kuhn ayrıntılı bir şekilde açıkladı. Kuhn çalışmasını şu sözlerle bitirmiştir: “Burada incelenen bütün mitik dünya görüşleri için ilk ve temel olan insanların yeryüzünde olduğu gibi bulutlarda da kutsal ateş ve kutsal içkinin aynı şekilde oluştuğunu düşündüklerini kabul etmek gerekir; üstelik bütün bu görüşün merkezi kıvılcımın elde edilmesidir; ancak daha sonra buna içkiyle ilgili görüş de katılmıştır”2. Bu şiirsel tablo uzun zaman bilim adamlarını etkiledi. Fakat daha sonra ilkel çağın toplum bilinci bu yönelimi “Göksel ateşin yeryüzüne inişiyle” ilgili ilkel mite götürdü, buradan da çeşitli inançlar, törenler çıktı ve bu görüş kendi çekiciliğini yitirdi. İş daha karmaşık oldu. Birbirinden uzak olsa da her şeyi tek bir köke, ateşe (bazı durumlarda göğe ve güneşe) götürmek bilimin taleplerine cevap vermemektedir. Kendi içinde bazı eksiklikleri olmasına karşın Rus araştırmacı Vera Nikolayevna Haruzina’nın “K voprosu o poçitanii ognya” (Ateşe Saygı Sorunu)3 adlı makalesinin yazılmasından yarım yüzyıl sonra bu çalışma artık bilimsel analizin daha üst noktasında durmaktadır. Örneğin bu makalede resmi ve milli ateş kültünün üst formlarıyla ilgili olarak hiçbir şey söylenmemiştir. Buna karşılık yazar ateşle bağlantılı halk inançlarının, törenlerin ve yasaklamaların hemen hemen her yerdeki yaygınlığını ortaya koyan etnografik olguları sistemli bir şekilde belirtmiştir. Fakat Haruzina şimdiye kadar tartışmalı kalmış olan ateşi elde etme pratiğinin kökeniyle ilgili soruna sadece üstünkörü değinip geçmiştir. Eski atalarımızın ateşle ilk tanışıklığı ne zaman ve hangi nedenlerle olmuştu? Başta arkeologlar olmak üzere pek çok bilim adamı bu sorunu bir kenara koymuştur. Çoğunluk (ateş kuşu, ilahî içecek gibi) şiirsel motiflerden arındırdıkları Kuhn’la aynı görüşlere meyillidirler. Çoğunluğun düşüncesi en basit şekildeki üç aşamalı değişime uygundur: 1. Başlangıçta insanlar ateşi bilmiyordu; 2. Daha sonra onlar doğal ateşi kullanmayı öğrendiler (yıldırım, bozkır yangını, kuru *

S. A. Tokarev’in “Simvolika ognya v istoriçeskoy kulture” adlı bu makalesi i Priroda dergisinin 1984, 9. sayısında 75- 79. sayfalar arasında yayımlanmıştır. 1 Hindistan’ın Andaman ve Nicobar bölgesine bağlı adalar grubu. 2 Kuhn A. Die Herabkunft des Feuers und des Gottertranks, B., 1895, s. 253. 3 Haruzina V. N., “K voprosu o poçitanii ognya”, Etnografiçeskoe obozrenie, 1906, no 3- 4, s. 68.

259


S. A. Tokarev

ağaçların kendiliğinden yanışı), fakat daha ateşi yakamıyorlardı; 3. Kuru ağaç parçalarının birbirine sürtülmesi veya iki taşın birbirine çarptırılmasıyla ateşi elde etme becerisi. Maalesef bu sonuncusu tartışmaları başlatmıştır. Sürtünme veya Çarpma? Ağaç veya Taş? Çakmak taşının yardımıyla ateşi elde etme şimdi de pek çok yerde yaygın olmasına karşın arkeologların çoğu bunun en eski şekil olmadığını düşünmektedirler. Kavın alacağı “sıcak” kıvılcımın elde edilmesi için iki taşın olması yeterli değildir, pirit (kalkopirit) de gerekmektedir. Bu maden katmanlarına oldukça az rastlanmaktadır ve üstelik çelik de daha geç ortaya çıkmıştır. Bu yüzden bu konuda yazanların hemen hemen hepsi ateşi elde etme şekli olarak sürtünmenin daha yaygın olduğunu düşünmektedirler. Fakat dünyanın pek çok bölgesinden veri toplayan ve bu verileri kendi tecrübeleriyle tamamlayan B. F. Porşnev kısa zaman önce bu şemayı yıkmayı denedi. İki taşın yardımıyla ateşin elde edilmesi, ona göre en eski şekildi; fakat bu da bilinçli olarak belli bir amacı olan eylem değildi. Alt paleolit dönemde, taş silahların işlenmesinde yan ürün olan kıvılcım kendiliğinden elde ediliyordu. İnsanın, yanan kuru otlardan faydalanmasını öğreninceye kadar çok zaman geçti4. Ateşin kökeninin iki temel versiyonu bu şekildedir. Bu iki versiyon için ikna edici kanıtların artık olmadığını söylemek gerek. Birbirlerinden farklı olmasalar da her ikisi hipotez olarak kaldı. Bölge koşullarına bağlı olarak ya “ağaç” ya da “taş” ateşi kullanıma sokmuş olabilir. Şimdi de Eskimolarda taşların sürtülmesi, Kızılderililerde delme, Hindistan’da taşların birbirine çarptırılmasının yanı sıra, çakmak tozunun kullanılması söz konusudur. Atalarımız tarafından ateşin elde edilme şekli nasıl olursa olsun, belirgin olan bir şey var. Onun benimsenmesi (kullanımı) insan ve geri kalan hayvan dünyası arasına bir sınır koymuştur. Bu da sadece anlayışta, sınıflandırılmış tablolardaki bir sınır değildir. Bu, yaşam değil, ölümüne gerçek bir mücadeledir. Mitik Kahramanlar Bizim Neandertal atalarımız büyük hayvanlar (tırnaklılar ve vahşi hayvanlar), ayrıca küçük hayvanlar (kemirgenler, yılan, kertenkele) avladılar. Bu av sadece etin elde edilmesi değil, aynı zamanda barınak ve mağara için bir mücadeleydi. Soğuk dönemde mağaralar yaşam için gerekliydi. Burada, mağaralardan büyük ve tehlikeli hayvanların kovulma mücadelesinde insanlara yanan kütükler de yardımcı oldu. Bozkırdaki sürek avlarında da onların yararı görülüyordu. Ateşin kullanılma süreci toplum bilincinde, özellikle mitik yaratıcılıkta ilginç bir şekilde anlamını değiştirmişti. Başta ilkel olmak üzere mitlerin her zaman “karşı olma” şemasına göre kurulduğu iyi bilinmektedir. “Böyle bir şey nereden oluştu?” sorusuna mit şu cevabı verir: “O daha önce yoktu veya ona karşıt bir şey de yoktu” ve saf mitolojik bilinç bu cevaba memnun olur. Ateşin kökeniyle ilgili en ilkel mitler Avusturalya Aborjinlerinde korunmuştur. Eğer şimdi ateşe hayvanlar değil de insanlar sahipse o zaman daha önce, mite göre, bunun tersi söz konusudur. Bir hayvan ateşin tek sahibiydi, bunu da insanın ondan alması gerekiyordu. İşte çalma motifi buradan doğmuştur. Örneğin Viktorya (Avusturalya) yerli kabilelerinden birinde kaydedilmiş basit bir mit. Eski zamanlarda ateşin tek sahibi, onu kimseyle paylaşmak istemeyen iki rahimli bir bandikut’tur. Ateşe sahip olmak isteyen diğer hayvanlar bir araya gelir. Bu işi güvercin yapmaya çalışır, fakat başarılı olamaz, onun ardından şahin bu işi yapar. Bandikut’un attığı kütüğü, uçarken yakalar. Bu kütükten kuru bir ot yanar, böylece ateş insanlar tarafından öğrenilir5.

4 5

Porşnev, B. F. Sovetskaya etnografiya, 1955, No 1, s. 7. Gennep, A. Von., Mythes et legendes d’Australie, P., s. A., P. 64- 83.

260


Kültür Tarihinde Ateş Sembolü

Bu tür mitler, Kuzey Amerika yerlileri gibi, tarihi gelişimin daha üst düzeyinde bulunan halklarda da vardır. Bu tip mitlerde ana karakter ateşi çalıp insanlara verendir. Dünyanın pek çok halkında iyi bilinen bu mitik şahıs “kültür kahramanı” olarak adlandırılmıştır. Çeşitli geleneklerin oluşumu ve kültürel faydalar ona aittir. Mitlerde ateş, çalınan ve insanlara verilen temiz bir madde olarak tasvir edilir. Ateşin tanrılaştırılması veya bir şekilde kişileştirilmesi burada yoktur. Mitlerin bu tipi, yerleşime geçmemiş avcı hayata, eski düzene cevap vermektedir. Farklı, artık insansı bir mitolojik şahsın şekillenmesi yerleşik aşamaya uygundur. Bu tipi şimdi de Sibirya ve kuzey halkları “ateşin anası, ateşin kadın sahibi veya ocağın anası”olarak adlandırmaktadırlar. Kuzey Avrasya’nın üst paleolit çağının pek çok katmanında (özellikle Orinyak döneminde) arkeologlar taştan veya kemikten oyulmuş heykeller, çıplak kadın figürleri buldular. Orinyak Venüsleri olarak adlandırılan, cinsiyetleri belirgin ifade edilmiş bu heykeller ilk kadını sembolize eden “kadın ataların” tasvirleri olarak kabul edilmiştir. Onlara daha geç dönem katmanlarda (neolit, mezolit) bulunan daha şematize kadın figürleri de katılmaktadır. Heykellerin bulunduğu yerlere (ocak çukurlarının yakınları) bakarak onları “ata” değil, “ocağın anası” veya “ateşin kadın sahibinin” tasvirleri saymak daha doğrudur6. Bu tipin temelinde bir gerçek yatmaktadır. İlkel çağda ateşin elde edilmesi ve korunmasında kadının rolü çok büyüktür. Haruzina haklı olarak bu konuda şöyle yazmıştır; “İnsanlığın hayatının şafağında kadın ocaktaki ateşin sürekli veya geçici doğal koruyucusu değil miydi? Avcı erkek bazen uzaklara giderdi; kadın da sürekli olarak mülkiyetini azaltmak zorunda kalmıştı. Eğer ateşin temin edilmesi ve onun desteklenip korunması güçlüğünden hareketle bunu kadına bırakmak mümkün olmasaydı, kadına bulunduğu yerdeki ateşi korumak dışında ne kalırdı? Kadın erkekten daha fazla ateşle uğraşmak, onun özelliklerini, alışkanlıklarını öğrenmek imkanına sahipti... Kadın ateşin neden kızdığını, neden çatırdadığını ve kıvılcımlar çıkardığını anladı, onun dilini yukarı kaldırmasını ve kendisine atılan yiyeceği aç gözlülükle ısıtmasını sağladı. Kadının dikkati doğaya odaklanmıştı, onun desteği bu yüzden önemliydi. Kadının aklında bir sürü batıl görüş yerleşti, o ateşle ilgili inanılır işaretlerin bütün sistemini oluşturdu”7. Haruzina haklı olarak günümüz köylü hayatında da bu çizgilerin korunduğunun altını çizerek; “İyi bir ev hanımı olan kadın Rus köylü ailesinde ateşi yakmak, güçlendirmek için yapılması gereken bütün tedbirleri bilir. Kadının ateşe saygısızca yaklaşımı yüzünden ateş bütün evi yangınla cezalandırır”. Bu yüzden ateş, özellikle de ev ocağıyla ilgili inançlar, batıl yasaklar yayılmıştır. Ateşe tükürülmez, işenmez, pis şeyler atılmaz. Yeni ateşin yakılması belirli kurallara göre yapılmalıdır. Bütün bunlar ateşin temiz ve temizleyici bir doğal oluşum sayıldığını kanıtlamaktadır. Bu düşüncenin temelinde gerçek olgular yer alır. Ateş ve özellikle kamp ateşi ve ocağın dumanı insanların evlerini her türlü parazitten (sinek, sivrisinek, böcek) kurtarmalarına yardım etmektedir. Aynı gerçek halk hekimliğinde ateşin (bütün halklarda) kullanılmasına da yansımıştır. Ateşin bütün tedavi edici fonksiyonlarını sıralamak zordur: Hastalıklı yerin soba közüyle yakılması, tütsüleme, isleme, tedavi araçlarını kutsama vb. Dinî saygının bir objesi olan “ateş ruhunun” karmaşık tipi herhalde sınıf öncesi ve erken dönem sınıflı toplum yaşamının sınırında oluşmuştur. Temelde kadın olan bu tipler Sibirya halklarında da (ateşin kadın sahibi, ateşin anası) yer almıştır. Onlarda anaerkil kabile yapısının yansımış olması elbette tesadüfi değildir. Sadece iki istisna vardır : Yakutlarda “Uot- iççite” ve Buryatlarda “Gali- ejin (ateşin erkek sahibi), zira bu iki halk ataerkil kabile yapısını aynı zamanda yaşamışlardır. 6

Gennep A. von., age., s. 76- 77.. Haruzina, age., s. 79.

7

261


S. A. Tokarev

Sınıflı toplumun eşiğinde “ateşin erkek sahibi” mitolojik tipinin çizgileri boy ve ailenin atalarıkoruyucularının tipleriyle karışmaktadır. Slav halklarında (mesela Rus Domovoy’u), Doğu Fin halklarında (Vorşud u Udmurtov) da böyle olmuştur. Fakat boy veya aile ata kültüyle ateş kültünün aynılaşması sorununa bu kadar basit yaklaşmamak gerekir, çünkü her ikisi de farklı tarihi köklere sahiptir. Ateş kültünün, toprağın işlenmesi ve ürünün toplanmasıyla bağlantılı tören zemininde gelişmiş güneş kültüyle yakınlaşmasına da daha dikkatli yaklaşmak gerekir. Birbirlerine benzemelerine karşın (örneğin yanmış tekerlekleri tepeden veya bir dağdan yuvarlama geleneği her iki kültte de aynıdır) onların farklı kökenleri vardır. Ateş İlahı Klasik Doğu ve antik dünya devletlerinin çoğunluğunda ateşin ideolojik ve sembolik anlamı karşılıklı olarak birbiriyle kaynaşmıştır. En belirgin örnek Hindistan Veda mitolojisindeki tanrı Agni’dir. Bu ikili bir kişiliktir. Her şeyden önce Agni maddesel bir ateş, alevin dilidir (Sanskritçedeki agni etimolojik açıdan Slavcadaki ogn’la akrabadır). Fakat bu çoğunlukla kurban edilenin alevini ve bu alevin dumanını göksel tanrılara ulaştıracak habercinin kült fonksiyonunu yerine getiren kurban ateşidir. Ayrıca kendisi de büyük tanrılardan biridir. Veda’daki iki yüz kadar ilahi ona adanmıştır ve ilahlar listesinde Agni yıldırım ilahı İndre’yi geride bırakarak ikinci sırada yer alır. İlahileri hazırlayanlar kutsal ateşi övmek için hiçbir renkten kaçınmamışlardır. İlahilerden birinde şöyle denilmektedir: “Ah Agni, kutsal ateş, temizleyici ateş, sen ağaçta uyuyansın, sen parıltılı alevinle yükselensin, sen ilahi kıvılcımsın, Güneş’in şanlı ruhu ve her yerde gizlenensin!”. Hindistan’ın daha sonraki dinlerinde Agni geri plana itilmiş, fakat ritüellerde ateşin fonksiyonu, özellikle de cenazelerde kalmıştır. Her inançlı Hindu eğer vücudu kutsal Ganj kıyısında ateşe verilirse bunu kendisi için özel bir nimet sayar. Hintlilere akraba İran mitolojisinde ateşin canlanışı olan tanrı Atar doğal bir konum almıştır. Fakat bütün İran kabilelerinde ateş sadece temiz bir oluşum olarak görülmüştür. Hintlilerde ve İranlılarda gömme ritüelinde ateşin kutsallığı düşüncesinin yer almış olmasından karşıt bir sonuca gidilmesi oldukça ilginçtir. İranlılar ölüleri sadece yakmamakla kalmazlar, aynı zamanda cesedin ateşle birleşimini bu oluşum için hakaret sayarlar, bu ağır bir günahtır. Ateşin temiz olduğu düşüncesi günümüze değin “ateşperestlerin”- Zerdüştler, İranlılar, Yezidlerbütün taraftarlarında korunmaktadır. Arkeolojik kazılardan da anlaşılacağı gibi “ateş tapınakları” Orta Asya ve Kafkasya’da da vardır. Ateş kültünün antik örneklerinden en karakteristiği Roma’daki ilahe Vesta’dır. Onun şerefine bir tapınak yaptırılmıştır. Bu tapınaktaki ocakta (kurban ocağı) Roma devletinin sağlamlığının sembolü olan sönmeyen ateş yansımıştır. Kutsal ateşi bakirelik ve evlenmeme andı içen küçük veya genç kız rahibeler korur (bu andı yerine getirmeme ölümle cezalandırılırdı). Vestalkalar (ve özellikle onların başkanı) bir dizi ayrıcalığa sahipti. Bu ayrıcalıklardan biri suçluları idam cezasından kurtarmaktı. Vesta’nın ateşi her takvim yılının başında yenilenirdi. Vesta’nın sunakları evlerin girişinde, holdeydi. Yunan sitelerinin devlet kültleri sisteminde ev ocağının ilahesi Gestiya da benzer bir konuma sahiptir. Fakat kutsal Olimpos ilahlarına Gestiya’nın da katılımıyla ilgili herhangi bir mitolojik yapıt konusu yoktur. Roma’nın Vesta’sı ve Yunan Gestiya’sı gelişmiş sınıf ve devlet toplumlarının dinlerinde anaerkil öğelerin korunmuş olduğunun en belirgin örnekleridir. Fakat antik dünya ateşin diğer bir ‘karakterini’, yıkıcılığını da bilmektedir. Onu Yunanistan’da Ares, Gefest ve Roma’da Vulkan olarak kişileştirilmişlerdir. Fakat bu tiplerde farklı çizgiler de bulunmaktadır: Ares, acımasız ve yıkıcı savaşın ilahıdır. Gefest, demircilerin ilahıdır. Vulkan, sadece ateşin yıkıcı ilahı değil, aynı zamanda insanların yangınlardan koruyucusudur. Ateşin Sosyal Doğası Ateşin sembolleştirilmesiyle ilgili olarak verilen bütün olgularda insanın ateşle olan ilişkisinin tarihini ortaya koyan tek bir çizgi vardır. Bu, ateşin sosyal doğası ve sosyal aracılığıdır.

262


Kültür Tarihinde Ateş Sembolü

Bu nasıl ifade edilir? Gerek maddi gerekse ruhsal olsun kültürün her oluşumu gibi ateş de insanın hizmetinde temel ve üretim fonksiyonlarını yerine getirir. Ateşin temel fonksiyonları vahşi hayvanlarla mücadele, barınağın ısıtılması, aydınlatılması ve yiyeceklerin hazırlığıdır. Üretim fonksiyonları nedir? Avcı ekonomisinin egemen olduğu eski çağda emek organizasyonu hemen hemen bilinmemektedir. Bu konuda sadece hipotezler vardı. Elbette sürek avları bir organizasyon gerektirmiştir: Kadınlar ateşi hazırlamış, onu korumuş ve erkekler de sürek avlarında bu ateşi kullanmışlardır. O zaman ateşin (ocağın) koruyucusu kadınlar topluluğun sabit merkezini, erkekler bu topluluğun daha hareketli çevresini oluşturmuşlardır. Ocağın ateşi, kadınları ve çocukları erkeklerden ayırarak birleştirmiştir. Bu çağda kabilenin aileye bölünmesi gerçekleşmiştir. Böylece her ateşin iyi olmadığı görüşü ortaya atılmıştır. Ateş, “bizim olan” ve “bizim olmayan, yabancı” ateş olarak ayrılır. Bu ayrımın izleri yeryüzünün bütün halklarında korunmamış olabilir. Elbette komşusuna bir kütük veya bir avuç kömür borç vermek ekonomiye bir zarar getirmez; fakat bu konuda pek çok sınırlama ve yasaklama oluşmuştur! Komşuya belirli günlerde ateş verilmez, çok cömert olunmaz vb. Daha XIX. yüzyılda Belorus köylüleri için şöyle yazmışlardı: “Kimse asla komşusuna sıcak kömür vermez, mutluluk gider ve tarladaki ekine zarar gelir”. Bazı köylüler “... kendi ocaklarındaki közleri yabancılara, başka bir eve vermekten korkarlar; eğer verirlerse de bu istemeyerek olur ve sönmüş de olsa kömürleri geri getirmek şartıyla. Eğer kömürler geri gelmezse, artık onlara ihtiyaç olmamasına karşın başkalarını bu komşuya sıcak kömür almaya yollarlar”8. Aşırı katılıktaki benzeri yasaklar Kuzey- Doğu Asya halklarında da vardır. Çukçilerin inançlarını ve törenlerini ayrıntılı bir şekilde inceleyen V. G. Bogoraz onlar hakkında şöyle yazmıştır. “Her ailenin kendi ateşi vardır. Aileler, çok uzun yıllar birlikte yaşadıkları atalardan kalan ateşi yabancı ateşten özenle korurlar. Komşulardan ateşin ödünç alınması büyük günah sayılır”. Ya da “Çukçi kadını komşusundan kibrit, çakmak taşı veya çakmağı memnuniyetle alır, çünkü bunlar aile ocağıyla bağlantılı değildir, fakat hiçbir zaman söğüt çubuğu almaz, çünkü onunla kömür karıştırılır, onu alınca yabancı ocaktan kömür de almış olacaktır....”. “Benim Çukçiler arasında bulunduğum zamanda ateş yüzünden kadınlarla pek çok tartışmaya girdim. Onlardan çoğunun çaydanlığı yoktu ve çaydanlığımda su ısıtmama izin vermiyorlardı, çünkü bu çaydanlık daha önce yabancı bir ocakta durmuştu. Bu nedenle pek çok kere sıcak çay içemedim”9. “Bizim” ve “yabancı” ateşin bu karşıtlığı kutsal kitaplara da yansımıştı. Kutsal Kitap’ta genellikle kurban ateşi ritüeli defalarca ve bütün ayrıntılarıyla zikredilmektedir. “Levit” kitabında kurbanın tasvirinde şu epizod yer almaktadır. “Nadov ve Aviud, Aaronların oğulları kendi kandilini aldı ve ateşe koydular, ona günlük (buhur) koydular ve tanrının karşısına onun emretmediği yabancı ateşi getirdiler. Ateş, Tanrıdan çıktı ve onları yaktı, onlar da Tanrının karşısında öldüler”. Görüldüğü gibi kurban ritüelinin önemsiz herhangi bir detayı yoktur, onda da “bizim” ve “yabancı” yaklaşımı vardır. Ateşin önemli sosyal fonksiyonlarından biri de temizliğidir. Sınıf öncesi toplumda bu özellik tam belirginleşmemiştir. Hem her birey kendi için temizlenme törenleri yapmış ve hem de her toplum bunları herkes için uygulamıştır. Eski devletlerde temizlik kurbanları sistemi en ince ayrıntısına dek geliştirilmiştir. Orta Çağ’da ateşin temizlik fonksiyonu tamamiyle kiliselere aittir. Büyük suçlarda olduğu gibi, herhangi bir kuralın yıkımı, genelde ateşin belirli bir derecede katılımıyla sağlanan “ateş” temizlenmesini talep etmiştir. Katolik kilisesi bu sistem içinde günahkar ruhların öbür dünyada günahlarından temizleneceği bir araf (dinde temizlik) öğretisi kurmuştur, üstelik arafta bulunma süresi kilise tarafından belirlenecektir. Kilise tarafından dinden sapmışların toplu ateşe atılması “autodafe” pratiği de oluşturulmuştur.

8 9

Afanasyev, A., Poyetiçeskie vozzreniya slavyan na prirodu, c. 2, M., 1968, s. 13. Bogoraz, V. G., Çukçi, c. II, L., 1939, s. 54- 55.

263


S. A. Tokarev

Aynı yobaz düşünce XVII. yüzyıl Rusya’sında eski gelenekçiler tarafından desteklenmiştir. “Kendini yakanlar”, bu korkunç yolla gökyüzü krallığına gideceklerine inanmışlardır. Birleştiren ve Ayıran Ateş Günümüz yapısalcı etnolojide ateşe saygın bir yer verilmektedir. Bu ekolün başkanı K. Levi Strauss için ateş ham ve pişmiş gıda arasında bir “mediator” (aracı), “ateş- su” veya “oyma- sürtme” gibi karşıtlık üyelerinden biridir10. Tarihi bakış açısına göre ateş, insan ilişkilerinin aracı formu, erkek ve kadın faaliyetinin sınırı, başta kabilenin, daha sonra ailenin ayrılma biçimidir. Kabile ve aile, kendilerini ateşle ilgili katı kurallarıyla sınırlamıştır. Ateş, akraba ve aile üyelerinin zinciriyle çevrelenmiştir. İlişki formlarının daha sonraki genişleme sürecinde ateşin sembolik anlamı küçülmekte, fakat yok olmamaktadır. Kabile, daha sonra millî ve sınıf ayrımı uzun zaman boyunca korunmuş, daha farklı, daha az uysal formların katılmasına karşın kapitalizm çağında kesinleşmiş olduğunu söyleyebiliriz. İşsiz ve evsiz fakirler grubunu büyük banka şirket üyelerinden ayırmak ateş kullanmaksızın da mümkündür. Fakat bazen bu sembol, halk çıkarlarının ifadesi görevini de görür, özellikle bu durum keskin sosyal kriz zamanları için söz konusudur. Barış taraftarlarının, özgürlük ve demokratik haklar için savaşanların mezarlarındaki sönmeyen ateş, ateşin eski ayırıcı rolünü andırmaktadır. Bu sembolün üst formu olan, geniş halk kitlelerinin barış isteğini ifade eden spor oyunlarında olimpiyat ateşinin kendi ülkesinden başka bir ülkeye taşınması ise yeni bir gelenektir. Çeviren: Muvaffak DURANLI*

10

Bkz. Levi- Stross, K., Strukturnaua antropologiya, M., 1983, s. 133; Levi- Strauss C. Du miel aux cendres, P., 1966, P. 208, 211. * Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.

264


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 263-271, İZMİR 2005.

DEĞERLENDİRMELER

Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı (Editörler: Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN – Yard. Doç. Dr. Metin ARIKAN), Kanyılmaz Matbaası, İzmir, Aralık 2005, XLIX + 863 s. Türkoloji; Türk dili, Türk edebiyatı, Türk sanatı, Türk folkloru vd. bilim dallarıyla Türk tarihinin puslu devirlerinden geleceğin aydınlık devirlerine uzanan bir sonsuzluk ağacı gibi tüm Türk coğrafyasını ulu gölgesiyle serinletmektedir. Tarihin her devrinde bu ağaca su veren, aşılayan ve yetiştiren birçok Türkolog olagelmiştir. İlk Türk soylu Türkolog ve folklorist olan Nikolay Federoviç Katanov1’dan günümüze dek çok geniş Türk coğrafyasında binlerce Türkoloji sevdalısı bilim adamı yetişmiş, gerek saha gerekse masa başı mesaileriyle Türklük bilimine sayısız eserler kazandırıp bu ana disiplinin içindeki ara disiplinlerin muhteva ve biçimini de zenginleştirmişlerdir. Türk folkloru alanında önemli hizmetlerde bulunup onlarca eserle bu bilime katkıda bulunanlardan biri de 2005 yılı itibariyle 60. yaşını kutladığımız Prof. Dr. Fikret Türkmen’dir. Altmışıncı doğum yıl dönümü nedeniyle Fikret Türkmen adına “Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı” adlı hem şekil hem de muhteva bakımından hacimli bir eser meydana getirilmiştir. Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı 2005 yılının Aralık ayında basılmış olup son kısmındaki fotoğraflarla birlikte 912 sayfadır. Armağan, öğretim üyelerinden olan ve Prof. Dr. Fikret Türkmen’in dostu ve mesai arkadaşı olan Türk Dil Kurumu’nın eski başkanı Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un bir “Sunuş” yazısıyla başlamakta ve yazıda Prof. Dr. Fikret Türkmen’in gerek ilmî gerekse insanî özelliklerine bir dost gözüyle temas edilmektedir. Bir diğer bölümde, Prof. Dr. Fikret Türkmen’in kurucusu ve müdürü bulunduğu Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olan Ferah Türker ve yine aynı enstitüde doktora öğrencisi olan Bibigül Ospanaliyeva’nın Prof. Dr. Fikret Türkmen ile yaptıkları söyleşi bulunmaktadır. Bu söyleşiden sonra Prof. Dr. Fikret Türkmen’in tüm yayınları kronolojik sırayla verilmiştir. Prof. Dr. Fikret Türkmen’in yayınlanmış 10 kitabı, Türkçe ve yabancı dillerde yazılmış 97 makalesi, sempozyum-kongre-konferans-kolokyumlarda sunulan yine Türkçe ve yabancı dilde kaleme alınmış 113 bildiri, muhtelif ansiklopedilerde yazdığı 13 ansiklopedi maddesi ve kendisinden bahseden 7 kaynak eser bulunmaktadır. Bu bahsettiğimiz yayın listesinden sonra enstitü araştırma görevlilerinden Ferah Türker’in hazırlamış olduğu ve Prof. Dr. Fikret Türkmen’in yönettiği tezlerin ve özetlerinin bulunduğu bir diğer kısım gelmektedir. Prof. Dr. Fikret Türkmen’in danışmanlığında 1983 yılından itibaren 22 doktora tezi, 1979 yılından itibaren ise 29 yüksek lisans tezi yapılmıştır. Bu tanıtım kısmından sonra “Makaleler” kısmını görmekteyiz. Armağan kitapta 84 makale bulunmaktadır. Türkolojinin farklı dallarında kaleme alınmış olan bu makalelerin ekserisi takdir edilecektir ki halk bilim (folklor) üzerinedir. Bunlardan başka Yeni Türk Edebiyatı, Türk Dili, Türk Tarihi, Türk Sanatı ve Türk Dünyası Jeopolitiği üzerine yazılmış makaleler de bulunmaktadır. Aşağıdaki sıralayacağımız makale isimleri Armağan kitaptaki sırasıyla verilmiştir. Halk bilimi üzerine kaleme alınmış makaleler ve yazarlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Doç. Dr. Mehmet Aça, Türk İnanış ve Düşünüş Sistemlerinde Meyve ( s.11–22) Ulanbek Alimov, Kırgız Sözlü Kültür Geleneği ve Bu Geleneğin Temsilcileri (s.29–43) 1

Fikret Türkmen, “75. Ölüm Yıldönümünde Türk Soylu İlk Türkolog Nikolay Federoviç Katanov”, Türk Dili, TDK Yayınları, S. 545, Ankara 1997, s.483–490.

265


Erhan Aktaş

Dr. Minara Aliyeva Esen, Lobnor ve Lobnorlar Üzerine (s.45–47) Yard. Doç. Dr. F. Reyhan Altınay, Yozgat Halk Müziği Hakkında Notlar (s.49–54) Yard. Doç. Dr. Metin Arıkan, Kahramanın Dönüşümü (s.55–63) Yard. Doç. Dr. Mustafa Arslan, Türk Destanlarında Evren Tasarımı (s.65–74) Sarah G. Moment Atiş, A Young Âşık Yaşar Reyhanî Explains His Development As an Artist in a Traditional Oral Genre (s.75–87) Arş. Gör. Bülent Bayram, Kazak Folklorunda Ölüm ve Abay Yolu Romanına Yansımaları (s.111–120) Prof. Dr. V.Y. Butanayev-Prof. Dr. İ.İ Butanayeva, Hakas Halk Bilimi Araştırma Tarihi (Akt. Ulanbek Alimov, s.143–147) Prof. Dr. Mustafa Cemiloğlu, Çevreyi Algılama, Yorumlama, Adlandırma ve Sahiplenme Bağlamında Bursa Köy Adları (s.149–154) Doç. Dr. İsmet Çetin, Küroğlu’dan Köroğlu’ya Destan Kahramanı (s.161–165) Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu, Uluslararası Yüzyılyarısı Halkbilimi Sempozyumlarında Bir Türk Halkbilimci: Profesör Ahmet Adnan Saygun ve Tesirleri (s.167–176) Dr. Aygerim Dıykanbayeva, Türklerde Kısmet Açma Geleneği (s.177–183) Arş. Gör. Pınar Dönmez Fedakâr, Karakalpak Türklerinin Sözlü Halk Edebiyatında Bazı Şekil ve Türler Üzerine (s.197–205) Yard. Doç. Dr. Muvaffak Duranlı, Saha Türklerinde Halk Hekimliği İle İlgili Pratikler ve Bu Pratiklerin Değerlendirilmesi (s.207–213) Prof. Dr. Ali Duymaz, Kerem ile Aslı Hikâyesi ve Köroğlu Hikâyelerindeki Ortak ve Benzer Şiirler Üzerine Bir Değerlendirme (s.215–223) Prof. Dr. Metin Ekici, Türk Sözlü Geleneğinde Anlatıcılar ve Anlatmalar Arasındaki İlişkiye Art Zamanlı (Diyakronik) ve Eş Zamanlı (Senkronik) Bir Bakış (s.225–229) Yrd. Doç. Dr. Selami Fedakâr, Prof. Dr. Hadi Tillayeviç Zarifov (Hayatı ve Eserleri) (s. 249– 258) Burak Gökbulut, Kazakistan Sahası Köroğlu Destanı İle Koblandı Batır Destanı’nda Aile ve Kadın Tipler (s.259–275) Prof. Dr. İsmail Görkem, Tahir Alangu’nun Folklor Anlayışı (s.293–302) Prof. Dr. Nevzat Gözaydın, Türk Folklorunda İletişimle İlgili Bazı Olaylar Üzerine II (s.311– 331) Arş. Gör. Mustafa Gültekin, Uygur Halk Edebiyatında Fıkra Türü ve Seley Tohti Fıkraları (s.337–348) Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Birey, Toplum, Devlet İlişkisi ve Kutadgu Bilig (s.357–360) Doç Dr. Alimcan İnayet, Naziğim Destanının Teşekkül Süreci Üzerine (s.369–381) Dr. Gülnara İsmailova, Türk Boylarında Ortak Mizah Türleri (s.383–388) Hayrettin İvgin, Bulgaristan Türk Halk Kültürünün Bir Sîması: Haydar Baba (Haydarî) (s.389–401) Dr. Yaşar Kalafat, Türk Halk İnançlarında Kurtla İlgili Yeni Tespitlerimiz (s.403–407)

266


Değerlendirmeler

Osman Karatay, Kuzey Kafkaslardaki “Vlendur Bulgar” Halkı Üzerine (s.419–428) Prof. Dr. Seyit Kaskabasov, Kozı Körpeş Bayan Sulu (s.429–432) Prof. Dr. Sulayman Turduyeviç Kayıpov, Van Kırgızlarının Ölöň ve Dürö Türküleri Üzerine (s.433–449) Doç. Dr. Serikkazı Korabay, Duvlat Babatayulı ve Edebî Gelenek Devamlılığı (Akt. Kairiya Sarkanbayeva, s.467–469) Prof. Dr. M. Öcal Oğuz, Değişim: Kültürler ve Disiplinler (s.475–477) Bibigül Osmanaliyeva, Alpamıs Destanının Başkurt, Kazak ve Özbek Varyantlarında Kadın Tipi (s.479–486) Arş. Gör. Âdem Öger, Alpamış ve Alıp Manas Destanlarında Kadın Tipleri ve Aile (s.487–502) Öğr. Gör. Gürol Pehlivan, Manisa Şehrinde Hıdrellez (s.537–567) Öğr. Üyesi Abdukerim Rahman, Uygur Halk Şiirindeki Kalıplaşmış Semboller ve Anlamları (Akt. Alimcan İnayet, s.569–583) Doç. Dr. Hayrettin Rayman, Azerbaycan Kartalı Koca Azaplı’nın Poetikası (s.585–600) Prof. Dr. Karl Reichl, Edigü: Tarihî Kişilik, Destanların Kahramanı ve Ulusal Özleşmenin Karakteri (s.601–608) Prof. Dr. Rahımjan Sagınbekulı, Ustalık Sırları (Akt. Kairiya Sarkanbayeva, s.609–610) Prof. Dr. Bilge Seyidoğlu, Küçük Prens ve Peri Masalları (s.631–633) Ahmet Süleymanov, Kurdun Putlaştırılması ve Başkurt Etnoniminin Menşei Hakkında Rivâyetler (s.635–638), Arş. Gör. Halil İbrahim Şahin, Türk Destanlarında Kahramanın “Bahadır” Atıyla Buluşması ve Sınaşması (s.639–647) Nail Tan, Âşık Şeref Taşlıova Hayatı, Şâirliği ve Hikâyeciliği (s.655–666) Edit Tasnádi, Macar Şair János Arany’nin Üç Şiiri ile Nasreddin Hoca Fıkralarının Yakınlığı (s.667–677) Yard. Doç. Dr. Mehmet Temizkan, Bektaşi Edebiyatının Birinci Dönemi ve Bu Dönemdeki Hâkim Temaları Üzerine Bir İnceleme (685–693) Edward Tryjarski, Chuvash and Buriats Depicted by Rev. Faustyn Ciecirsky at the Begining of the 19th Century (s.695–701) Yard. Doç. Dr. Rabia Uçkun, Gagauz Kaynaklarında Nasreddin Hoca (s.707–713) Prof. Dr. Fatih Urmançe, Tatar Mitolojisi Sözlüğü Üzerine (Akt. Bülent Bayram s.715–725) Öğr. Üyesi Bi Xun, Hoca Nasrettin ve Hint Hikâyeleri (Akt. Alimcan İnayet, s.727–736) Dr. Hüseyin Yaltırık, Rumeli’nin Türkleşmesi ve Serhat Türküleri (s.737–745) Mustafa Yeniasır, Mahtumkulu’nda Yeralan Dinî ve Tasavvufî Unsurlar (s.747–750) Prof. Dr. Dursun Yıldırım, XVIII. Yüzyıl Üçüncü Boyut Hikâyeciliği ve Beğ Böyrek Hikâyesi Üzerine Notlar (s.751–762) Prof. Dr. Kemal Yüce, Türk Mitolojisi İle İlgili Bir Tabir; Tapduk (s.763–766)

267


Erhan Aktaş

Görüldüğü üzere Türk Halk Bilimi ile ilgili yazılan makaleler çoğunluğu oluşturmakla birlikte diğer alanlarda da kaleme alınan makaleler bulunmaktadır. Yeni Türk Edebiyatıyla ilgili olanlar da şunlardır: Dr. Tarana Abdullayeva, Güney Azerbaycanlı Hiciv Ustası M.A. Mö’cüz Şebusteri ve “Molla Nasreddin” Geleneği (s.3–10) Arş. Gör. Ekrem Ayan, Abay Yolu Romanı Üzerine Türkiye’de Yapılan Çalışmalar (s.89–91) Prof. Dr. Bilge Ercilasun, Tutsak Romanında İç Gözlem (s.231–237) Yard. Doç. Dr. Ali Erol, Türk Kültür Dünyasına Hizmetleri İle Abdulla Şaik Talıbzade (s.239– 247) Arş. Gör. Baki Bora Hança, Şiirlere Akseden Kazak Millî Uyanışı (s.361–368) Arş. Gör. İsmail Turan Kallimci, Bir Kırgız Aydını: Kasım Tınıstanoğlu (s.409–418) Prof. Dr. –Emekli Öğretim Üyesi -Zeynep Kerman, Gönül Hanım Romanına Göre Türk Coğrafyasının Yeniden Keşfi (s.457–460) Prof. Dr. Serik Kıyrabaev, Özgürlük ve Kahramanlık Şairi (Akt. Bibigül Ospanaliyeva, s.461– 465) Kairiya Sarkanbayeva, Muhtar Avezov’un “Jetim” Hikâyesinin Tahlîli (s.621–626) Prof. Dr. – Emekli Öğretim Üyesi - Umay Türkeş Günay, Yirminci Yüzyıl ve Ârif Nihat Asya (s.703–706) Türk Dili üzerine yazılan makaleleri ise şu şekilde sıralamak mümkündür: Prof. Dr. Ağamusa Ahundov-Fikret Cahangirov, Modallığın İfadesinin Analitik ve Sintetik Üsulları (s.23–27) İmre Baski, Macaristan’daki Türk Hâkimiyeti Zamanından Kalma Osmanlı Türkçe Özel Adlar Üzerine (s.93–109) Doç. Dr. Şerif Ali Bozkaplan, Atasözlerinin Yapı ve İşleyiş Biçimlerine İlişkin Bir Örnekleme Modeli (s.135–141) Prof. Dr. – Emekli Öğretim Üyesi - Manfred Götz, Dilbigisel Ulamların İşlevleri Üzerine Bir Deneme (s.303–310) Prof. Dr. Gürer Gülsevin, Ağız Araştırması İncelemelerimizde Yaygınlaşmış Yanlışlar (1): “bu+ra”mı, “bu ara”mı? (s.333–335) Prof. Dr. – Emekli Öğretim Üyesi -Zeynep Korkmaz, Eski Anadolu Türkçesinin Türk Dili Tarihindeki Yeri (s.471–474) Prof. Dr. İsmail Parlatır – Prof. Dr. – Emekli Öğretim Üyesi György Hazai, Macar Bilimler Akademisi Kütüphanesi Türkçe El Yazmaları Kataloğu ve Eski Bir Ferec Ba’de’ş-Şidde Nüshası Üzerine (s.523–536) Öğr. Gör. Erdoğan Saracoğlu, Bir Kıbrıs Masalında Kıbrıs Ağzı’nın Fonetik Özellikleri (s.611– 619) Doç. Dr. Hatice Şahin, Türkçede Zaman Belirleyicileri İle Kip ve Zaman Eklerinin Uyumu (s.649–654) Armağan kitapta dil ve onun oluşturduğu edebiyat ürünleriyle ilgili yazılan makalelerin yanı sıra Türk Tarihi ile alakalı yazılar da bulunmaktadır:

268


Değerlendirmeler

Dr. M. Vedat Gürbüz, Birinci Dünya Savaşı Sonlarında Azerbaycan ve Türkistan’daki Ermeni Tedhiş Hareketleri (s.349–355) Doç. Dr. Turan Gökçe, Anadolu’da “Kadı” İle İlgili Yer Adlarına Dair (s.277–291) Doç. Dr. Sándor Papp, First Ottoman-Hungarian Contacts In The Balkans (s.509–521) Türk Sanatı ve Türk Jeopolitiği üzerine yazılmış makaleler ise şu şekilde sıralanmaktadır: Doç. Dr. Yüksel Sayan, Azerbaycanlı Bir Bilim İnsanı: Rasim Efendi ve Türk Sanatı Tarihine Katkısı Hakkında Düşünceler (s.627–629) Yard. Doç. Dr. Hülya Taş, Bursa’da Kumaş ve İpekçiliğin Tarihi Gelişimi Üzerine Bir Araştırma (s.679–684) Uzman Kenan Doğan, Dünya Petrol Kaynaklarının Kullanım Dağılımı Bağlamında Hazar Havzası Petrol Rezervlerinin Önemi (s.185–196) Arş. Gör. Bahadır Bumin Özarslan, Avrupa Birliği’ne Katılım Süreci ve Türkiye (s.503–507) Prof. Dr. Mirfatih Zekiyev, Millî Hareketin Amacı: Milleti Ayağa Kaldırma, Koruma ve Büyütme (Akt. Bülent Bayram s.783–792) Bu makalelerin ve yaptığımız tasnifin dışında Romanya’da bulunan bir Türk okulunun da tanıtımı bir makale şeklinde düzenlenmiştir: Necati Çayırlı, Kemal Atatürk İlahiyat ve Pedagoji Lisesi (Mecidiye-Romanya) (s.155–159) Yurtdışındaki Türkoloji çalışmaları ve tarihiyle ilgili de; Uzman Zofie Yüksel, Çek Cumhuriyeti’nde Türkolojinin Tarihi (s.767–782) adlı bir makale mevcuttur. Makalelerden sonra birçok bilim adamı ve yazarın Prof. Dr. Fikret Türkmen hakkındaki düşüncelerinin bulunduğu “Prof.Dr. Fikret Türkmen Hakkında” bölümü gelmektedir ki burada yazısı bulunan isimler sırasıyla şu şekildedir: Doç. Dr. Mehmet Aça, Dr. Minara Aliyeva Esen, Anar, Yard. Doç. Dr. Mustafa Aslan, Öğr. Gör. Kemal Boz, Prof. Dr. Mustafa Cemiloğlu, Dr. Harid Fedai, Prof. Dr.Gurbandurdu Geldiyev, Yazar Mustafa Gökçeoğlu, Prof. Dr. Figen Gürdöl, Prof. Dr. Tofiq Hacıyev, Doç. Dr. Alimcan İnayet, Okt. Yakup Kavas, Doç. Dr. Timur Kocaoğlu, Prof. Töre Mirzayev, Doç. Dr. Cabbar İşankul, Okt. Hayati Özbek, Prof. Dr. Murat Penjiyev, Dr. Fayzula Rahmankulov, Prof. Dr. Hayrettin Rayman, Prof. Dr. Karl Reichl, Okt. Sıtkı Sağlam. Bu değerli akademisyenlerin duygu ve düşünceleri yanında Prof. Dr. İsmail Yakıt, Prof. Dr. Fikret Türkmen’in altmışıncı yaşına şu tarihi düşmüştür: Dostumuzdur, kendisini pek severiz, Altmışa gelmiş yaşı tebrik ederiz. Dedi Yakut ona hem dilek, hem tarih: “Fikret Türkmen, nice yıllar dileriz” Armağan kitabın son bölümü ise “Prof. Dr. Fikret Türkmen’in Albümünden” adını taşımakta; Prof. Dr. Fikret Türkmen’in 1960’daki Bursa Işıklar Askerî Lisesi’ndeki günlerinden 2005 yılına kadar olan 45 yıllık süreyi ölümsüzleştiren farklı coğrafyalardaki görüntüler bulunmaktadır. Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı hakkında genel mahiyetli bilgiler verdikten sonra Armağan’da yer alan ve mekân darlığı nedeniyle sadece bazılarına değinebileceğimiz makalelere kısaca göz atmayı uygun bulduk.

269


Erhan Aktaş

Üzerinde durmaya çalışacağımız ilk makale Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu’nun “Uluslararası Yüzyılyarısı Halkbilimi Sempozyumlarında Bir Türk Halk Bilimci: Profesör Ahmet Adnan Saygun” 2 adlı makalesidir. Çobanoğlu, bu makalesinde Türk kamuoyu tarafından daha çok bestekâr yönüyle bilinen Ahmet Adnan Saygun’un halk bilim konusundaki faaliyet ve görüşleri üzerinde durmakta; bunu yaparken de Saygun’un Indiana Üniversitesi’nin 21 Temmuz - 4 Ağustos 1950 tarihleri arasında tertip etmiş olduğu “Mid-century International Folklore Conference”a (Uluslararası Yüzyılyarısı Halkbilim Konferansı) katılmasını temel almaktadır. Bununla birlikte böylesine önemli bir konferansa katılan tek Türk olma sıfatına rağmen, bestekârımız için yapılan bibliyografyalarda bile bu bilgiye rastlanmadığını ve bunun çoğunlukla atlandığını belirtmektedir. Yukarıda ismini zikrettiğimiz konferans, birbirinden bağımsız dört sempozyum şeklinde gerçekleştirilmiş ve bu konferanslar topluluğuna Stith Thompson, Ake Campbell, Alan Lomax, Wolfram Eberhard, Sean O’Suilleabhain gibi devrinin ve zamanımızın önemli bilim adamları iştirak etmişlerdir.3 Bu önemli konferansa tek Türk olarak Ahmet Adnan Saygun katılmakla birlikte Türkiye’den Prof. Dr. Saygun ile birkaç yıl önce kaybettiğimiz meşhur Türkolog Andreas Tietze katılmıştır. Gerçekleştirilen sempozyumların ilki “Folklorun Derlenmesi”ne, ikincisi “Folklorun Arşivlenmesi”ne, üçüncüsü “Folklorun Kullanıma Hazır Hale Getirilmesi”ne, dördüncüsü ise “Folklorun Çalışılması”na ayrılmıştır. Ahmet Adnan Saygun ilk sempozyumda hiç söz almasa da ilk olarak ikinci sempozyumda söz alır. Bu sempozyum ve onun bünyesindeki seksiyonlarda devamlı surette görüşlerini bildiren Saygun, bahsedilen sempozyumlardan başka üniversitenin oditoryum salonunda verilen halka açık konferanslarda da görülmüş ve “Türk Halk Türküleri ve Halk Müziği” adlı bir konferans vermiştir.4 Özkul Çobanoğlu, Adnan Saygun’un tüm konferanslar boyunca tutanaklara geçmiş yedi konuşmasının olduğunu söyleyerek, Saygun’un fikirlerini iki başlık altında değerlendirir. Bunlardan ilki günümüzde geçerliliğini yitiren “otantiklik”, “derlenen malzemenin radyoda yayınlanıp yayınlanmaması” ve “kitle iletişim araçlarından etkilenme” gibi tartışma konularıdır. İkinci başlıkta ise Özkul Çobanoğlu’nun değerlendirmesiyle, Adnan Saygun’un çağın son derece ilerisinde olan ve “Bağlam” (contex) ve “Sosyal zemini içinde folklor” (folklore in social base) şeklindeki fikirleridir ki bu fikirler dünyaca meşhur Amerikalı folklorist Alan Lomax’ın şöhret sahibi olduğu projesinin nüvesini oluşturmaktadır.5 Sonuç olarak ise, böylesine yoğun bir teorik birikimin neden daha geniş açılımı bir halkbilim çizgisine dönüşemediğini sormakta ve bunun cevaplarından birini de acabasıyla birlikte, körler ülkesinin müthiş Türkleri olarak, her zaman yapıldığı gibi bir gözü görenin “kral” değil de “özürlü” veya “deli” muamelesiyle alaşağı edildiğini belirterek vermektedir.6 Kısaca tanıtmaya çalışacağımız bir diğer makale meşhur Hakas folklorist, tarihçi ve etnograf Prof. Dr. Viktor Yakovleviç Butanayev ve eşi Prof. Dr. İ.İ Butanayeva’ya ait olan “Hakas Halk Bilimi Araştırmaları Tarihi”7 adlı makaledir. Butanayev bu makalede Hakas folkloru araştırma tarihini iki devre ayırmaktadır ki bunların ilki Rus Çarlığı Dönemi (18.-20. yüzyıl), ikincisi ise Hakas eyaletinin kurulmasından günümüze de olan süredir. Butanayev’in, birinci dönem içinde saydığı araştırmacılar İ.G. Gmelin, Y.İ. Lendenav, G.F Miller ve H.E. Fischer gibi isimlerdir. Bir diğer isim de aslen Finlandiyalı olup Rus Çarı’nın emriyle 1840 yılında Sibirya’ya gönderilen M.A. Kastern adlı araştırmacıdır Kendisi “Hanza Beg” adlı efsaneyi derlemiştir. Ancak Butanayev bu ürünün, çarın emri altında çalışan biri tarafından derlenmiş olduğu için yerli halkın hayatıyla paralellikler taşımadığını düşünmektedir.8 Bir diğer grup araştırmacı ismi olarak da G.İ. Spasskiyy, A.P. Stepanov, N.S. Şukin ve N.A. Kostrov’u sayan Butanayev, Minusinsk Bölgesi müdürü ve prensi olan N.A. Kostrov’dan,9 bahderken, “Kızıl Tatarları” ve “Minusinsky Tatarlarının Yaşam Tarzı” adlı eserlerinde Hanza Beg ve Taganah Matır efsanelerinin özetlerini eksik metinler şeklinde olsa da bulunduğunu söylemiştir. 2

Özkul Çobanoğlu, Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı, s.167-176. Özkul Çobanoğlu, agm., s.168. 4 Özkul Çobanoğlu, agm., s.174. 5 Özkul Çobanoğlu, agm., s.174. 6 Özkul Çobanoğlu, agm., s.176. 7 Viktor Yakovleviç Butanayev, ve İ.İ Butanayeva, Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı, s. 143-147 (Akt. Ulanbek Alimov). 8 Viktor Yakovleviç Butanayev ve İ.İ Butanayeva, agm, s.143. 9 Viktor Yakovleviç Butanayev ve İ.İ Butanayeva, agm, s.143. 3

270


Değerlendirmeler

Butanayev, Sibirya bölgesi araştırmaları için önemli bir isim olan V.V. Radlov’dan da bahsetmektedir. Butanayev onun için; onun yapmış olduğu Sibirya araştırmalarının bilimsel değerini ölçmek mümkün değildir, demektedir.10 Hakas Türkleri başta olmak üzere birçok Sibirya boyundan derlemeler yapan Radlov’un 1863’te Hakasya’da yapmış olduğu saha araştırmalarının zengin folklor ürünleri 1868’de “Güney Sibirya ve Cungar Bozkırlarında Yaşayan Türk Boylarının Halk Edebiyatından Örnekler” adıyla yayınlanmış olan Radlov ilk defa folklor ürünlerinin temeline dayanarak Yenisey Kırgızlarıyla Sayan Altay ve Tanrı Dağları Türklerinin akraba olduklarını ortaya atmıştır.11 Butanayev’in bu makalesinde ismini andığı ve bizim de bildirimizin başında ismini özellikle zikrettiğimiz Nikolay Federoviç Katanov bulunmaktadır ki Butanayev, Katanov için; günümüzde Hakas halk bilimi alanında araştırma yapmak için ilk başvurulacak çalışmalar ünlü Türkolog ve aydın olan Nikolay Federoviç Katanov’un çalışmalarıdır, demektedir.12 Sibirya halklarının birçok hususiyetinin araştırılmasında rejim muhalifi ve halkçı aydınların da payının büyük olduğunu söyleyen Butanayev, bu kişilerin içinde D.A. Klemens, F.Y. Kon, E.K. Yakovlev gibi isimleri saymaktadır. Butanayev ve Butanayeva Hakas halk bilimi araştırma tarihinin ikinci safhasını Sovyetlerin iktidara gelerek Hakasya ilinin kurulmasıyla (1923) başlatır. Bu dönemde yaşayıp Butanayev’in bahsettiği isimler arasında şu isimler bulunmaktadır: 1920–1930 yıllarında N.P. Dırenkova Sayan-Altay Türklerinin folklor, filoloji ve etnografisi ile ilgili geniş bir malzeme toplamıştır.13 Dırenkova bir halkın tarihini öğrenmenin en iyi yolunun halk bilimi ürünlerine başvurmak olduğunu söylemektedir. 1944 yılı Hakas kültürünün tarihi seyri için önemli bir dönüm noktasıdır ki bu senede “Hakas Dili, Edebiyatı ve Tarih İlmi Araştırmaları Enstitüsü”nde yetenekli anlatıcılar tespit edilmeye, folklor ürünlerinin belirlenmesi için heyetler kurulmaya, kaynak kişiler ile ilgili toplantılar düzenlenmeye başlanmıştır ki günümüze gelinceye dek V.İ. Domojakova, M.İ Borgoyakov, D.İ Çankov, T.G Taçayeva, U.N. Kirbijakova, K.M. Pataçakov, V.E Maynagaşeva, P.A. Troyakov, V.Y. Butanayev gibi isimler önemli çalışmalara imza atmışlardır. Butanayev bu isimlerden özellikle V.İ Domojakova’dan bahsederek onun “Alptıg Nımahtarı” ( Kahramanlık Anlatıları )ve “Hakas Çonnın Nımahtarı” (Hakas Halk Masalları) adlı kitaplarını ve diğer makalelerinden bahseder.14 Bu isimlerden bir diğeri olan Türkolog M.İ Borgoyakov’un “XVII.-XVIII. Asır Hakasların Ortaya Çıkışı ve Tarihî Efsaneler” adlı eserinde geçen: “Yerli Hakas halkının kültürel mirasının kaynağı orta asır Kırgızları ile sıkı bağlantılıdır.”15 ifadesinden, Butanayev özellikle bahseder. Bu bağlamda Butanayev’in değindiği bir diğer araştırmacı ise M.A Ungviskaya ve 1972’de yayınlamış olduğu “Hakas Halkının Poetik Geleneği” adlı monografik çalışmasıdır. Bu çalışmadaki “XIII-XVII. Yüzyıl Moğol-Cungar İstilaları Dönemindeki Tarihi Kahramanlık Destan ve Efsaneleri” kısmında bulunan ve Tasha Matır, Sibdey ve Sibe, Koten Han, Abahay Pahta ve İr Tohçın gibi efsanelerin incelenmesinden sonra varılan sonuç Hakasların Yenisey Kırgızları ile genetik bir bağı olduğudur.16 Butanayev’in bu makalede son olarak üzerinde durduğu, M.A. Ungviskaya’nın mezkûr eserinde geçen tür ve şekil meselesidir. Ungviskaya, türleri “Tarihî kahramanlık efsaneleri” (nazım-nesir karışık) ve “Kısa tarihî efsaneler” (genelde nesir) olarak vermektedir. Ancak Butanayev halk arasında böyle bir tasnifin bilinmediğini ve her ikisine de “Kipçooh” yani efsane adının verildiğini söyler ve Hakas tarihi kahramanlık destanlarının varlığını kesin olarak kabul etmeyip Ungviskaya’nın ikiye ayırdığı efsaneleri nesir şeklindeki masalsı anlatılar olarak kabul eder.

10

Viktor Yakovleviç Butanayev ve İ.İ Butanayeva, agm., s.144 Viktor Yakovleviç Butanayev, ve İ.İ Butanayeva, agm., s.144 12 Viktor Yakovleviç Butanayev ve İ.İ Butanayeva, agm., s.144 13 Viktor Yakovleviç Butanayev ve İ.İ Butanayeva, agm., s.145 14 Viktor Yakovleviç Butanayev ve İ.İ Butanayeva, agm., s.145 15 Viktor Yakovleviç Butanayev ve İ.İ Butanayeva, agm., s.146 16 Viktor Yakovleviç Butanayev ve İ.İ Butanayeva, agm., s.146-147 11

271


Erhan Aktaş

Son olarak bahsedeceğimiz makale ise emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’a aittir. Sayın Korkmaz, Armağan’da yer alan Eski Anadolu Türkçesinin Türk Dili Tarihindeki Yeri17 adlı makalesinde öncelikle Eski Anadolu Türkçesi veya Eski Türkiye Türkçesi adı verilen yazı dilinin mekân ve zaman belirlemesini yapmış; Eski Anadolu Türkçesi’ne kadarki Oğuzcanın tarihi devrini VI-XI yüzyıllar arasındaki dönem ve XI-XIII. yüzyıllar arasındaki alt dönemler olarak iki ana başlık altına almıştır.18 Bahsedilen ilk tarihi devirde Oğuz Türklerinin yerleşim bölgelerini verdikten ve tarih sahnesinde Anadolu’ya gelinceye kadar önemli bir yere sahip olmalarına rağmen Oğuzcanın aynı vurucu etkiyi gösteremediğini belirtmiştir. XI-XIII. yüzyıllara gelindiğinde ise Oğuzların Orta Asya’daki varlıklarını daha da güçlendirdiklerini söyleyen Korkmaz, Oğuzların yerleştikleri şehirleri önemli birer kültür merkezi haline getirdiklerini Divanü Lûgati’t-Türk’ün müellifi Kaşgarlı Mahmud’un aynı adlı eseriyle delillendirmektedir. Bahsedilen yüzyıllar aynı zamanda Oğuz Türklerinin doğudan batıya doğru hareketlenmelerinin de başlangıç tarihlerini oluşturmaktadır. Bu hareketlenmelerin önemli bir yer teşkil ettiği, Kaşgarlı Mahmud’un mezkûr eserinde Oğuzlardan ve Oğuz Türkçesinden sıkça bahsetmesinden de anlaşılmaktadır.19 Oğuz Türkçesinin geçirdiği ikinci tarihi gelişme süresini, Zeynep Korkmaz, XII-XIII. yüzyılları kapsayan devir olarak gösterir ki yazılış tarihleri kesin olmayan ancak dil yapıları bakımından yukarıda bahsettiğimiz asırlar içerisinde değerlendirilebilecek eserler Oğuzcanın XII-XIII. yüzyıllarda Karahanlı yazı dilinden Oğuzca temelinde bir yazı diline doğru yol alma mücadelesi gösterdiğini söylemektedir.20 Bununla birlikte eserler temel alındığında görülen ve o devir Oğuzcasının “Olga bolga dili” şeklinde karışık dillilik özellikleri göstermesi konusunda ihtiyatlı yaklaşan Zeynep Korkmaz, bazı araştırmacıların bu görüşü kabul ederken bazılarının kabul etmediğini söyledikten sonra kendi düşüncelerini yine bir makalesine21 gönderme yaptığı için uzun uzadıya belirtmemiştir. Sayın Korkmaz üçüncü dönemi ise Oğuzların Orta Asya’dan uzak bir coğrafi bölgede, yani Anadolu’da bağımsız bir devlet kurduktan sonra (M.S. 1077), XIII. yüzyıl sonlarından başlayarak oluşturdukları Eski Anadolu Türkçesi dönemi olarak alır.22 Bu dönemde din, bilim, diplomatik ve medrese dilinin Arapça, edebiyat ve divan dilin ise Farsça ağırlıklı olduğunu söyleyerek Türkçenin, bu diller arasında bir kurtuluş mücadelesi verdiğini söylemektedir. Ancak bu durum Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından ve Anadolu Beylikleri döneminin başlamasından sonra tersine dönmüş, özellikle Karamanoğlu Mehmet Bey’in meşhur fermanı Türkçenin kullanılması konusunda resmi bir dayanağa ve güvenceye kavuşmuştur. Bu devirden itibaren vuku bulan sosyal ve siyasî olayların neticesinde Sayın Korkmaz, Oğuz Türkçesinin VI. Yüzyıldan XIII. yüzyıl sonlarına kadar uzanan birbirinden farklı iki sürecin oluşturduğu belirsizlikten ve tarihin sisli perdesi altında eriyip kaybolmaktan kurtulduğunu; Doğu Türkçesinden ayrı, kendine özgü şekil ve işlev dallanmalarına uğramış zengin bir dil yapısı ile dil tarihindeki özel yerini aldığını söyler.23 Makalenin sonuç bölümünde ise Eski Anadolu Türkçesi’nin bağımsız ve zengin bir dil haline gelmesinden sonra Oğuz-Türkmen kolunun dallanmalarında çığır açmış, Osmanlı Türkçesi, Kırım Osmanlıcası, Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve Gagavuz Türkçesi gibi kolları içine alan GüneyBatı Türk lehçeleri grubuna kaynaklık etmiştir. Bunun yanında fonetik, morfolojik, leksikolojik açıdan klâsik Doğu Türkçesinden büyük ölçüde ayrılmıştır. Anadolu’ya olan göçler sırasında Oğuz’un 24 boyundan 23’ünün ve bunun yanında Kıpçak vb. etnik unsurlarının da yer alışı birtakım ağız ayrılıklarına da neden olmuştur.24

17

Zeynep Korkmaz, Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı, s. 471-474. Zeynep Korkmaz, agm, s.471. 19 Zeynep Korkmaz, agm, s. 472. 20 Zeynep Korkmaz, agm, s.473. 21 Zeynep Korkmaz, “Oğuz Türkçesinin Tarihi Gelişme Süreçleri ve Divanu Lûgati’t-Türk”, Türk Dili, S.570, Haziran 1999, s.459–470. 22 Zeynep Korkmaz, “Eski Anadolu Türkçesinin Türk Dili Tarihindeki Yeri”, Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı, s.473. 23 Zeynep Korkmaz, agm, s.473. 24 Zeynep Korkmaz, agm, s.474. 18

272


Değerlendirmeler

Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı’ndaki makalelerin isim ve muhtevalarına baktığımızda Türk Dünyası’nın bir bütün içinde ele alındığını görmekteyiz. Balkanlar’dan Anadolu’ya, Kafkaslar’dan Türkistan’a, İdil-Ural’dan Sibirya coğrafyasına dek tüm Türk kültürü unsurlarına ait örnek ve çalışmaları edebiyat, dil, tarih ve sanat penceresinden izleyebilmekteyiz. Zaten Prof. Dr. Fikret Türkmen’in kurucusu bulunduğu Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde yapılan tüm çalışmalar da Türk Dünyası’nın kültürel birliğinin sağlanması yönünde ilerlemektedir. Yukarıda genel hatlarıyla içeriğinden ve bazı makalelerinden bahsettiğimiz Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı gerek Türk Dünyasındaki gerekse diğer dünya ülkelerindeki Türkologların değerli makaleleriyle bezenmiş bir eserdir. Armağan, aynı zamanda, Türkiye’de çıkarılan diğer armağan kitaplara nazaran zengin içeriği ve hacmi bakımından farklılık göstermektedir. Erhan AKTAŞ*

*

Arş. Gör., Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.

273



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 273-275, İZMİR 2005.

M. Öcal Oğuz - Selcan Gürçayır, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar 2, Geleneksel Yayınları: 2, Ankara 2005, 511 s. Gerek Osmanlı Türkiye’sinde gerek Cumhuriyet Türkiye’sinde birçok âlim ve akademisyen folklor konusunda çalışmalar yapıp ürünler vermiştir. İbrahim Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Gökalp, Mehmet Fuat Köprülü, Rıza Tevfik1 gibi isimler çalışmalarını daha çok Osmanlı İmparatorluğu devrinde vermekle birlikte Cumhuriyet Türkiye’sinde de eserler meydana getirmişlerdir. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde ise Pertev Naili Boratav, Mehmet Kaplan, Mehmet Akalın, Muhan Bali, Fikret Türkmen, Bilge Seyidoğlu, Saim Sakaoğlu, Umay Günay, Sedat Veyis Örnek, Şükrü Elçin, Abdurrahman Güzel, Nevzat Gözaydın, Özkul Çobanoğlu, Metin Ekici ve M. Öcal Oğuz gibi akademisyenler halk biliminde birçok faydalı çalışmalarda bulunmuşlar, eserleri ve fiili çalışmalarıyla gerek profesyonel gerekse amatör araştırmacılara, halk bilimi sevdalılarına ve üniversitelerdeki lisans, yüksek lisans ile doktora eğitimi gören öğrencilere ışık tutmuşlar ve tutmaktadırlar. Avrupa’da ortaya çıkan ve Türkiye dahil birçok ülkede kullanılagelen “folklor” terimi bilindiği üzere 22 Ağustos 1846 tarihinde William John Thoms (1803-1885) tarafından “Athenaeum” adı dergide “popüler antikler” ve “popüler edebiyat” kavramlarını karşılamak için kullanılmıştır.2 Thoms bu makalesinde folklorun konusunu geçmiş zamanların âdetleri, gelenekleri, görenekleri, bâtıl inançları, balladları, atasözleri ve başka şeylerini çalışma konusu yapma olarak açıklamaktadır.3 Yine Thoms’dan bir süre önce Alman Jacob Ludwig Karl Grimm (1785-1863) ve Wilhelm Grimm (1786-1859) kardeşler köylerden yaptıkları masal derlemeleriyle ileride ortaya çıkacak “Difizyon”, “Göç”, “Kültürel Ödünçleme” ve “Karşılaştırmalı Kuram” gibi folklor kuramlarının ortaya çıkmasına önayak olmuşlardır.4 Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar 2, adından da anlaşılacağı gibi bir devam niteliğindedir.5 İlk kitap, takdir edileceği üzere aynı adla bundan iki yıl önce yayınlanmış; “Bu kitap yayına hazırlayanların, hocaları Prof. Dr. Umay GÜNAY’a bir armağanıdır.” ithaf cümlesiyle okurlarla buluşmuştur.6 İlk kitabı yayınlayanlardan sadece M. Öcal Oğuz, ikinci kitabın yayımına katılmıştır. Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar 2, eseri de; “Bu kitap, R.M. DORSON’un ‘Günümüz Folklor Kuramları’ ve Julius Kaarle KROHN’un ‘Halkbilimi Yöntemi’adlı kuram kitaplarını Türkçe’ye kazandıran Prof Dr. Fikret TÜRKMEN’e öğrencilerinin armağanıdır.” şeklindeki bir ithaf cümlesiyle okuyucuları karşılar. İlkinde olduğu gibi bu kitapta da “Önsöz” kısmı M. Öcal Oğuz’a aittir. Oğuz, kitabın halkbilim çalışmalarını daha akademik bir düzlemde ve uluslar arası birikimden yararlanarak yürütme çalışmalarına katkı sağlamak üzere oluşturulmuş bir ürün7 olduğunu dile getirir. Kitapta toplam otuz altı makale bulunmaktadır. Bir makale haricinde ki o da bir değerlendirme niteliği taşımaktadır, (Şerif Oruç “Avrupa Masallarının Üslûp Özelliklerini İnceleyen Bir Masal Araştırmacısı: Max Luthi”, s. 421-429) tüm makaleler tercümedir ve bazı yazarların birden fazla makalesi kitapta bulunmaktadır.8 Makaleler 13. ve 503. sayfalar arasında yer almaktadır. Makalelerin 1

Şinasi’nin “Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye”si, Ziya Paşa’nın “Şiir ve İnşa” makalesindeki görüşleri, Ahmet Vefik Paşa’nın “Müntahabat-ı Durûb-ı Emsâl-i Türkiyye”si, Ziya Gökalp’ın Halka Doğru dergisindeki “Halk Medeniyeti” başlıklı yazısı, Fuat Köprülü’nün İkdam Gazatesindeki “Yeni Bir İlim: Halkiyat Folk-lore” adlı yazısı, Rıza Tevfik’in Peyam’da yayınlanan “Folklor-Folk lore” adlı yazılar ve eserler Türkiye’deki ilk folklor çalışmaları açısından önemlidir. 2 Metin Ekici, Halk Bilgisi ( Folklor ) Derleme ve İnceleme Yöntemleri, Geleneksel Yayıncılık, Ankara 2004, s. 2. 3 William John Thoms, Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar 2, Geleneksel Yayıncılık, s.13-15, The Study of Folklore USA: Prentice-Hall s.4-6’dan ( Çev. Serpil Aygün Cengiz ). 4 Kaarle Krohn-John Krohn, Halk Bilimi Yöntemi, çev. Günseli İçöz, Yayına hazırlayan Prof. Dr. Fikret Türkmen, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1995. 5 Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar 2, Geleneksel Yayıncılık, Yayına Hazırlayanlar: M. Öcal Oğuz-Selcan Gürçayır, Ankara 2005, 511 s. 6 Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar, Millî Folklor Yayınları 17, Yayına Hazırlayanlar: Gülin Öğüt Eker, Metin Ekici, M. Öcal Oğuz, Nebi Demirci, Ankara 2003, 508 s. 7 M. Öcal Oğuz, Selcan Gürçayır, age, s. 7-8 8 Alan Dundes, (Folklor Nedir?, s.16-20, çev. Gülay Aydın, Halkbilimi Çalışma Yöntemleri, s.98-107, çev. Ayşenur Nazlı), William R. Bascom, Halkbilimi, Sözlü Sanat ve Kültür, s.63-73, çev. Nilgül Aytuzlar, Folklorun Dört İşlevi, s.125-151,

275


Erhan Aktaş

bitiminden sonra ise sekiz sayfalık bir “Kişi Adları Dizini” (s. 503-511) gözümüze çarpıyor. Birinci kitaptan farklı olarak makalelerin yazarlarının kısa bir biyografisi makale başında verilmiş, daha sonra makaleye geçilmiştir. Makale başlıkları ise 1) Makalenin ismi 2) Makale yazarının ismi 3) Makale çevirmeninin isminden oluşmaktadır. Kitabın arka kapağında ise ilk kitapta olduğu gibi kitapta makaleleri bulunan yazarların ve bu makaleleri tercüme edenlerin isimleriyle birlikte kitabı yayına hazırlamış olan M. Öcal Oğuz ve Selcan Gürçayır’ın kısa biyografileri okuyucuya verilmiştir. Kitapta makaleleri bulunan yazarlar ve bu yazarların makaleleri sırasıyla şu şekildedir: Richard M. Dorson-W.J. Thoms “Folklor” (s. 9-15, çev. Serpil Aygün Cengiz), Alan Dundes “Folklor Nedir?”(s. 16-20, çev. Gülay Aydın), Francis Le Utley “Folklorun Tanımı” (s. 21-32, çev. Tuba Saltık Özkan), “William S. Fox “Folklor ve Fakelore: Bazı Sosyolojik Düşünceler” (s. 33-50, çev. Tolga Tanyel), Don Yoder “Halk Yaşamı” (s. 51-62, çev. Ayça Yavuz), William Bascom “Halkbilimi, Sözlü Sanat ve Kültür” (s. 63-73, çev. Nilgül Aytuzlar), Richard Bauman “Halkbiliminin Farklı Kimliği ve Sosyal Tabanı” (s. 7488, çev. Feridun Çotra), Roger D. Abrahams “Halkbilimini Etnolojik ve Sosyolojik Yönleriyle Açıklamak” (s. 89- 97, çev. Ayça Yavuz), Alan Dundes “Halkbilimi Çalışma Yöntemleri” (s. 98-107, çev. Ayşenur Nazlı), Carl Wilhelm von Sydow “Coğrafya ve Masal Ekotipleri” (s. 108-124, çev. Tuğçe Işıkhan), William R. Bascom “Folklorun Dört İşlevi” (s. 125-151, çev. Ferya Çalış), J. Kimberley Lau “Dizileştirme Mantığı: Folklor ve Çok Kültürlü ‘Kendini İyi Hisset’ Dönemindeki Farklılıklar” (s. 152167, çev. Güneş Yılmaz), Roger D. Abrahams “Halkbiliminin Retorikal Teorisi İçin Giriş Sözleri” (s. 168-190, çev. Ayşe Yavuz-Nilgül Aytuzlar), M. Trefor Owen “Folklor ve Popüler Kültür” (s. 191-198, çev. Selcan Gürçayır), Peter Burke-Roy Porter “ ‘Jargon’ Kavramı Hakkında ” (s. 199-203, çev. Kerim Demirci), José E. Limon “Batı Marksizmi ve Folklor” (s. 204-232, çev. Necdet Hasgül), Alexander H. Krappe “Folklor ve Mitoloji” (s. 233-245, çev. Umay Günay), Lauri Honko “Miti Tanımlama Problemi” (s. 246-259, çev. Nezir Temür), G.S. Kirk “Mitleri Tanımlamak Üzerine” (s. 260-270, çev. Kadriye Türkan), Percy. S. Cohen “Mit Kuramları” (s. 271-290, çev. Evrim Ölçer Özünel), Jan de Vries “ ‘Doğa Mitolojileri’ Hakkında Teoriler” (s. 291-304, çev. Gülten Küçükbasmacı), Lord Raglan “Tarih ve Mit” (s. 305-317, çev. Levent Soysal), Lord Raglan “Mit ve Ritüel” (s. 318-331, çev. Evrim Ölçer Özünel), John Andrew Boyle “Mitte ve Gerçekte Tavşan -Bir İnceleme Yazısı-” (s. 332-341, çev. Feridun ÇotraHüseyin Taşdemir), Linda Degh “Günümüz Bağlamında Efsane Üzerine Teorik Bir Düşünme ve Efsanenin Tanımı” (s. 342-353, çev. Selcan Gürçayır), Linda Degh “Hikâye Anlatıcılar” (s. 354-375, çev. Adem Koç), Ursula Ewig “Masal, Masal Araştırması ve Masal Derlemesi Üzerine” (s.376-389, çev. Zeki C. Arda), Carl Wilhelm von Sydow “Halk Masalı İncelemeleri ve Dilbilimi Üzerine Bazı Görüşler” (s. 390-420, çev. Kürşat M. Korkmaz), Şerif Oruç “Avrupa Masallarının Üslûp Özelliklerini İnceleyen Bir Masal Araştırmacısı: Max Luthi” (s. 421-429), Bruce A. Rosenberg-John B. Smith “Bilgisayar ve TarihîCoğrafî Fin Metodu” (s. 430-438, çev. Ayşenur Nazlı), Heda Jason “Metin ve Folklor Bağlamı İndekslemeye Karşı” (s. 439-444, çev. Orhun Yakın), Ruth Finnegan “Sözel Şairler Anonim Midir?” (s. 445-454, çev. Mustafa Sever), Ruth Finnegan “Bireysel Yetenek Olarak Şair” (s .455-459, çev. Mustafa Sever), Ruth Finegan “Gâipten Haber Veren Kişi / Kâhin Olarak Şair” (s. 460-465, çev.Mustafa Sever), Joan Lawson “Avrupa Halk Dansları Millî ve Müzikal Karakterleri” (s. 466-486, çev. Kürşat Korkmaz), Leonard Feinberg “Mizahın Sırrı” (s. 487-502, çev. Ali Çelik-F. Gül Özyağcıoğlu Koçsoy ) . Makalelerin sonlarında bunların hangi kaynaktan alındığı belirtilmiştir. Diğer yandan, bütününde olmasa da çoğu makalenin sonunda yine birtakım belirtme notları bulunmaktadır. Ancak kaynakça, kaynaklar ve bibliyografya gibi notlar aynı anlamları taşımalarına rağmen farklı şekilde isimlendirilmişlerdir. Bu belirtme notlarını da 1) Dipnotlar (s. 48, s.124, s.146, 418-419-420), 2) Notlar (s.166, s.190, s.202, s.229, s.258, s.304, s.317, s.330, s.388-389, s.502), 3) Referanslar (s.166, s.290), 4) çev. Ferya Çalış ), Roger D Abrahams, Halkbilimini Etnolojik ve Sosyolojik Yönleriyle Açıklamak, s. 89-97, çev. Ayça Yavuz, Halkbiliminin Retorikal Teorisi İçin Giriş Sözleri, s. 168-190, çev. Ayşe Yavuz-Nilgül Aytuzlar-Emine Aydoğan), Lord Raglan, (Tarih ve Mit, s. 305-317, çev. Levent Soysal, Mit ve Ritüel, s.317-331, çev. Evrim Ölçer Özünel), Linda Dégh (Günümüz Bağlamında Efsane Üzerine Teorik Bir Düşünme ve Efsanenin Tanımı, s. 342-353, çev. Selcan Gürçayır Hikâye Anlatıcılar, s. 354-375, çev. Adem Koç), Ruth Finnegan, (Sözel Şairler Anonim Midir?, s.445-459, çev. Mustafa Sever, Bireysel Yetenek Olarak Şair, s.460-465, çev.Mustafa Sever, Gâipten Haber Veren Kişi / Kâhin Olarak Şair, s.466-486, çev. Mustafa Sever )

276


Değerlendirmeler

Kaynakça (s.230-231-232, s.245, s.454) 5) Bibliyografya (s.389) ve 6) Kaynaklar (s.459, s.465) olarak altı farklı gruba ayırmamız mümkündür. Kitaptaki ilk ona altı makale (Folklor, Folklor Nedir?, Folklorun Tanımı, Folklor ve Fakelore: Bazı Sosyolojik Düşünceler, Halk Yaşamı, Halkbilimi, Sözlü Sanat ve Kültür, Halkbiliminin Farklı Kimliği ve Sosyal Tabanı, Halkbilimini Etnolojik ve Sosyolojik Yönleriyle Açıklamak, Coğrafya ve Masal Ekotipleri, Halkbilimi Çalışma Yöntemleri) folklor kuramları üzerine iken on altıncı makaleden itibaren (Folklor ve Mitoloji, Miti Tanımlama Problemi, Mitleri Tanımlamak Üzerine, Mit Kuramları, ‘Doğa Mitolojileri’ Hakkında Teoriler, Tarih ve Mit, Mit ve Ritüel, Mitte ve Gerçekte Tavşan -Bir İnceleme Yazısı, Günümüz Bağlamında Efsane Üzerine Teorik Bir Düşünme ve Efsanenin Tanımı, Hikâye Anlatıcılar, Masal,Masal Araştırması ve Masal Derlemesi Üzerine, Halk Masalı İncelemeleri ve Dilbilimi Üzerine Bazı Görüşler, Avrupa Masallarının Üslûp Özelliklerini İnceleyen Bir Masal Araştırmacısı: Max Luthi, Bilgisayar ve Tarihî-Coğrafî Fin Metodu, Metin ve Folklor Bağlamı İndekslemeye Karşı, Sözel Şairler Anonim Midir?, Bireysel Yetenek Olarak Şair, Gâipten Haber Veren Kişi / Kâhin Olarak Şair, Avrupa Halk Dansları Millî ve Müzikal Karakterleri, Mizahın Sırrı) folklor teorileri bakımından halk edebiyatı ürünleri ele alınmıştır. Bu bahsedilen halk edebiyatı ürünleri ise şu şekildedir: 1) Mitler (Folklor ve Mitoloji, Miti Tanımlama Problemi, Mitleri Tanımlamak Üzerine, Mit Kuramları, Doğa Mitolojileri’ Hakkında Teoriler, Tarih ve Mit, Mit ve Ritüel, Mitte ve Gerçekte Tavşan -Bir İnceleme Yazısı), 2) Efsane (Günümüz Bağlamında Efsane Üzerine Teorik Bir Düşünme ve Efsanenin Tanımı), 3) Halk Hikâyesi (Hikâye Anlatıcılar), 4) Halk Masalları (Masal, Masal Araştırması ve Masal Derlemesi Üzerine, Halk Masalı İncelemeleri ve Dilbilimi Üzerine Bazı Görüşler, Avrupa Masallarının Üslûp Özelliklerini İnceleyen Bir Masal Araştırmacısı: Max Luthi), 5) Şiirler ve onların müellifleri olan şâirler (Sözel Şairler Anonim Midir?, Bireysel Yetenek Olarak Şair, Gâipten Haber Veren Kişi / Kâhin Olarak Şair), 6) Halk dansları (Avrupa Halk Dansları Millî ve Müzikal Karakterleri) ve 7) Mizah (Mizahın Sırrı). M. Öcal Oğuz ve Selcan Gürçayır’ın yayına hazırlamış olduğu bu eser, halk biliminin uzmanları tarafından kaleme alınmış makalelerin Türkçe’ye kazandırılması açısından büyük önem taşımaktadır. Aynı adlı birinci kitabın da tamamlayıcısı olarak düşünüldüğünde eserin kıymeti daha fazla anlaşılacaktır. Erhan AKTAŞ*

*

Arş. Gör., Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.

277



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 277-278, İZMİR 2005.

TÜRK DÜNYASINA DEĞERLİ HİZMET Türk dünyasının ünlü bilim adamı, Baku Devlet Üniversitesi Türkoloji kürsüsünün müdürü, Azerbaycan Millî Elmler Akademisinin muhbir üyesi, filoloji ilimleri doktoru, profesör, emektar ilim hadimi Tofik İsmail oğlu Hacıyev’in bu sene yetmiş yaşı tamam oluyor. T. Hacıyev dil bilimi ve edebiyatçılığın çeşitli problemlerine ait 29 kitap ve 300’den fazla bilimsel makalenin müellifi gîbî sadece Azerbaycan Cumhuriyetinde değil, onun sınırları dışında da ilim alanında çok iyi tanınan görkemli Türkolog âlimdir. Dil tarihi, diyalektoloji, mukayeseli-tarihî Türkoloji, üslubiyet ve edebiyatçılık meselelerine dair bilimsel eserleri, ilmî pedogoji kadroların hazırlığı alanındaki verimli faaliyeti Türk dünyasında ona şöhret kazandırdı. T. Hacıyev 1 Mayıs 1936 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti Cebrail ilçesinin Soltanlı köyünde doğdu. 1958 yılında Baku Devlet Üniversitesinin filoloji fakültesini temayüz diploması ile bitirdi. T. Hacıyev’in ilim faaliyeti filoloji ilimleri adayı âlimlik derecesi almak için 1962’de savunduğu “Azerbaycan Dilinin Cebrail Şivesi” konusundaki tezi ile başlıyor. Azerbaycan dilinin şivelerinin monografik usûlle öğrenilmesine hasredilen en güzel eserlerden biri olan bu araştırmada Cebrail ilçesi şivelerinin geçit karakterde olması bilimsel açıdan esaslandırıldı. Türkoloji için ilginç olan birçok faktör ilk defa aşkara çıkarıldı. T. Hacıyev sonraları bilimsel incelemelerini yeni istikamette devam ettirdi ve 1969 yılında 33 yaşındayken “XX. Asrın Evvellerinde Azerbaycan Edebî Dili” mevzuunda doktora tezini savundu. Azerbaycan millî edebî dilinin gelişme spesifikasının geniş biçimde tahlil olunduğu bu eser Azerbaycan filolojisini yeni müddealarla zenginleştirdi. 1962 yılında, Azerbaycan Pedagoji Harici Diller Enstitüsü’nün Azerbaycan dili ve Edebiyatı kürsüsünde çalışan T. Hacıyev 1970 yılından beri faaliyetini Baku Devlet Üniversitesi Türkoloji kürsüsünde devam ettiriyor. O, 1965’te Doçent, 1972’de Profesör adını alıyor ve 1985 yılından bu güne kadar Baku Devlet Üniversitesinin Türkoloji kürsüsünün müdürü görevinde çalışıyor. T. Hacıyev bir süre (1993) Azerbaycan Cumhuriyeti’nin eğitim bakanı görevinde de çalıştı. T. Hacıyev’in bilim faaliyeti çok dallı olsa bile onun dil bilimi istidadı kendini edebî dil problemlerinin öğrenilmesinde daha parlak bir biçimde gösterdi. T. Hacıyev Türkolojide Azerbaycan edebî dili tarihi üzere nüfuslu bir uzman sayılıyor. O, 1973 yılından Kişinyov şehrinde “Dilcilik Coğrafisi, Dialektologiya ve Dil Tarihi” mecmuasında basımlanan “Azerbaycan Edebi Dili Tarihinin Devirleştirilmesi Problemine Dair” (Rusça) makalesinde Azerbaycan edebî dili tarihinin yeni dönemlerini veriyor. O zamandan itibaren âlimin esas ilmî faaliyeti “Azerbaycan Edebi Dili Tarihi” eserinin yazılması üzerinde cemleniyor. T. Hacıyev 1976 yılında “Azerbaycan Edebî Dili Tarihi”nin birinci bölümünü (Teşekkül devri) ders kitabı gibi yayımlıyor. Şimdi ender nüshaları kalan bu eser o zaman Azerbaycan Cumhuriyetinde büyük yankı kopardı. 1987 yılında onun “Azerbaycan Edebî Dili Tarihi, II Bölüm” eseri yüksek okullar için ders kitabı olarak yayımlanıyor. T. Hacıyev’in Azerbaycan edebî dili tarihine dair mülahazaları K. Veliyev ile birlikte hazırladığı “Azerbaycan Dili Tarihi” (Bakı, 1983) ders vesaitinde, Azerbaycan Millî Elmler Akademis’nin Dilcilik Enstitüsü’nde hazırlanan “Azerbaycan Edebi Dili Tarihi” (Baku,1991) adlı kitapta (şu kitabın esas bölümü T. Hacıyev tarafından yazıldı) ve Z. Budagova ile birlikte yazdığı “Azerbaycan Dili” (Bakı, 1992) eserinde daha da geliştiriliyor. T. Hacıyev günümüzde “Azerbaycan Edebî Dili Tarihi” eserinin tekmilleştirilen varyantı üzerinde çalışıyor. Meslektaşları bu eser üzerinde işin tamamlanmasını sabırsızlıkla bekliyorlar. T. Hacıyevin bir kaç araştırması Azerbaycan dilinin tarihi üslubiyeti dalındadır. Araştırmacının zengin faktlar ve derin ilmî tahlil esasında yazdığı “Satira Dili” (Baku,1975), “Yazıcı Dili ve Ideya Bedii

279


Elbrus Azizov

Tahlil” (Baku, 1979), “Molla Nesreddin’in Dili ve Üslubu” (Baku, 1983), “Fuzulî: Dil Senetkarlığı” (Baku, 1994) kitapları Azerbaycan filolojisinde bu yöndeki araştırmaların klasik örnekleri sayılabilir. Bu mesele ile alakadar şunu kaydetmeğin vacip olduğu görüşündeyim: Klasik Azerbaycan edebiyatının Azerbaycan Türkçesi ile yazan öyle görkemli temsilcisi yok ki, T. Hacıyev onun dil ve üslup hususiyetlerini araştırmasın. Bedii dili bütün derinliği ile duyan, onu tüm incelikleri ile tahlil etmeği başaran üstat âlim, modern edebî bedii dil prosesini her zaman takip ediyor, çağdaş şair ve yazarların yaratıcılığına ve bedii lisanına hasredilen makaleler yayımlıyor. Bu bakımdan onun “Şiirimiz, Nesrimiz, Edebî Dilimiz” (Baku, 1990) eseri bedii dilin sırlarını öğrenmek isteyen araştırmacıların masaüstü kitabı olabilir. T. Hacıyev orta öğretim kurumu okulları için Azerbaycan Türkçesinin programının ve ders kitaplarının hazırlanması işinde de iştirak etti. O, liseler için Azerbaycan dili ders kitabının esas müellifidir. T. Hacıyev’in ilim alanı dil bilimi ile sınırlanmıyor. O, edebiyatçılık meselelerinin öğrenilmesi ile de uğraşıyor. 1988 yılında yayımlanan “Azerbaycan Sovyet Edebiyatı” ders kitabında “Ali Kerim” denemesi onun kalemine mahsustur. T. Hacıyev’in “Sabir: Kaynaklar ve Selefler” (Baku, 1980), “Şiirimiz, Nesrimiz ve Edebî Dilimiz” (Baku, 1990), “Dede Korkut: Dilimiz, Düşüncemiz” (Baku, 1999) kitapları daha çok edebiyatçılık dalındadır. T. Hacıyev 1996 yılında yayımlanan “Üzeyir Hacıbeyov” Ansiklopedisinin müelliflerindendir. Görkemli Türkolog iki ciltlik “Dede Korkut Kitabı” Ansiklopedisinin önder müelliflerinden ve birinci cildin (Baku, 2000) redaktörüdür. Azerbaycan Millî Elmler Akademisi’nin Folklor Enstitüsü’nde 2001 yılından yayımlanan “Dede Korkut” bilimsel edebî toplunun da baş redaktörü T. Hacıyevdir. T. Hacıyev son yıllar Türkoloji için ilginç olan bir kaç eseri - Murat Adcı’nın “Kıpçak Çölünün Yovşanı” kitabını, B. A. Serebrennikov ve N. Z. Hacıyeva’nın “Türk Dillerinin Mukayeseli-Tarihî Grammatikası”nı ve IX. Asır Bulgar şairi Mikail Baştu’nun “Şan Kızı Destanı” manzumesini Rusçadan Azerîceye çeviri yaparak yayımladı. T. Hacıyev’in 2005 yılında basılan Mikail Baştuh’un “Şan kızı Destanı” ve Poetikası” kitabında manzumenin tercümesi ile beraber mütercimin bu eser hakkında yüz sayfalık araştırması da yer alıyor. T. Hacıyev ilmî konferanslarda muntazam olarak iştirak ediyor. O, Sovyet döneminde Baku, Kişinyov, Yerevan, Almata, Duşanba, Nalçik, Bişkek, ve Ufa şehirlerinde yapılan dil bilimi müşaverelerinde, sonralar Kayseri, Tehran, Antalya, Baku, Ankara, Urmiya, Bursa, Konya, Tebris ve İzmir şehirlerinde yapılan bilimsel kongre ve kurultaylarda birçok değerli konuşma yaptı. T. Hacıyev’in Türkoloji bilimi ve Türk dünyası önündeki hizmetleri sadece Azerbaycan Cumhuriyetinde değil, Türkiye Cumhuriyetinde de yüksek değerlendiriliyor. O, 1995 yılında Türkiye Cumhuriyeti Atatürk Dil, Tarih ve Kültür Kurumu’na fahri üye seçildi. 1998 yılında Türkiye Cumhuriyetinin “Liyakat Nişanı” ile ödüllendi. Türkiye’nin Sanatçılar ve Yazarlar Vakfı’nın 2002 yılı üzre “Türk Dünyasına Hizmet” ödülünü aldı. 2004’te Karaman Türk Dili Mükâfatına, yine aynı yılda Atatürk Dil Kurumu’nun Üstün Hizmet Beratına layık görüldü. Prof. Dr. T. Hacıyev ilmî pedagoji faaliyetini günümüzde de gençlik hevesi ile devam ettiriyor. Arkadaşları ve meslektaşları ebedî ve sonu gözükmeyen bu bilim yolunda ona sıkı can sağlığı, yeni yeni yaratıcılık uğurları diliyor. Elbrus AZİZOV

280


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 279-280, İZMİR 2005.

HOCALARIN HOCASI KAMAL TALIBZADE’NİN ARDINDAN Dünyada bextiyardır ekdiyini biçenler, Bu heyat sehnesinden vicdan ile köçenler. Biz her zaman içerken kéçmişi yad éyledik, Bizi de yad éylesin bizden sonra içenler. A. Şaik Talıbzade Hatırlıyorum…. Yıl 1997. Bakû’ya ilk gidişim ve Kamal Talıbzade ile ilk karşılaşmam. Kapıyı çaldığımda “Refika! Refika Hanım koş, koş! Bak Türkiye’den konağımız var!” sözleri ile sanki beni yıllardır tanıyormuşcasına sevgi dolu gözlerle içeri buyur eden samimi bir ses: Kamal Talıbzade. Benim için başlangıçta Abdulla Şaik hakkında bilgi alabileceğim bir akademisyen. Ancak kendisini tanıdıkça kişiliği, bilgi ve görgüsü ile hayranlık hissi uyandıran tam bir beyefendi. Yer yol bilmediğim Bakû’da “Otel ne kelime; evimiz senin evin, sen de bizim oğlumuzsun” diyerek henüz beni tanımadığı halde Türkiye’den geldiğim için bağrına basan bir baba. Her telefon konuşmamızda Türkiye’nin dağına taşına selam gönderen Kamal Talıbzade’yi Ocak ayında kaybettik. Çalışmaları ile Türk dünyasına büyük hizmetlerde bulunan bu değerli bilim ve kültür adamını, kelimelerle anlatmanın imkansızlığı içerisinde, rahmetle anıyoruz. XX. yy Azerbaycan edebiyatının güçlü siması Abdulla Şaik’in oğlu Kamal Talıbzade 14 Ağustos 1923’te dünyaya geldi. İlk ve orta tahsilinin ardından bir ömür sürecek olan bilimsel çalışmalarına başlayan Talıbzade, Azerbaycan “Edebiyyatşünaslıq” sahasının gelişmesinde, Azerbaycan tenkit tarihi ve nazariyesinin yazılmasında ve tenkitşinaslığın ayrı bir bilim dalı olarak gelişmesinde büyük rol oynadı. 1952’de henüz 25 yaşında iken “Nizamî Adına Edebiyat Enstitüsü XIX-XX Eserler Edebiyyatı” şubesine müdür tayin edilen Talıbzade, 1960-1981 yılları arasında enstitünün bilimsel çalışmalar müdür muavinliği ve müdürlüğü görevinde bulundu. Muhtelif yıllarda “Azerbaycan Yazıcılar Birliği”nin idare heyeti üyesi oldu; 20 yıl kadar kurumun “Tenqid ve Edebiyyatşünaslıq” birimine başkanlık etti. 1980 yılında “SSRI Elmler Akademiyası”nın kararı ile “Sovet Türkoloqları Komitesinin Uzvu” seçildi. 1988’de “Musteqil Azerbaycan Respublikası’nın Onur Madalyası” Haydar Aliyev tarafından kendisine bizzat takdim edildi. Hayatı boyunca üretmeyi ve öğretmeyi ilke edinmiş olan Kamal Talıbzade yurt dışında çok sayıda bilimsel toplantılara katılmış, Türkiye, İtalya, Hindistan, İran gibi ülkelerde uluslar arası kongrelerde tebliğler sunmuştur. Yazarın klâsik edebiyat ve Sovyet edebiyatı ile ilgili dört yüzün üzerinde bilimsel makalesi bulunmaktadır. Bunlardan bazıları Moskova’da ''Muxteser Edebiyyet Ensiklopediyasi", "Muxteser Sovet Ensiklopediyasi”, “Teatr Ensiklopediyasi” ve Bakû’da “Azerbaycan Sovet Ensiklopediyasi,”, “Azerbaycan Ensiklopediyasi” gibi çalışmalara dahil edilmiştir. "Abbas Sehhet (1955,1963,1986)”, “Qorki ve Azerbaycan (1959)”, “XX Esr Azerbaycan Tenqidi(1966)”, “Tenqidimiz Haqqında Qeydler (1967)”, “Edebi İrs ve Varisler (1974)”, “Senetkarin Şexsiyyeti (1978)”, “Azerbaycan Edebi Tenqidi’nin Tarixi (1984)”, “Tenqid ve Tenqidciler (1989)” gibi otuzu aşkın bilimsel kitabı bulunan Talıbzade’nin “Azerbaycan Edebi Tenqidinin Tarixi” adlı eseri, 1986’da “Respublika Devlet Mükafatı”na layık görülmüştür. Azerbaycan edebiyatı klâsiklerinden Abbas Sehhet, Süleyman Sani Axundov, Firudun Köçerli, Samed Vurgun, Abdulla Şaiq gibi isimlerin eserlerinin değerlendirilmesi ve yayınlanması projesini de yürütmüş olan Talıbzade, 3 ciltlik ve daha sonra 6 ciltlik Azerbaycan edebiyatı tarihlerinin yazılması projesinde de danışman ve müellif olarak görev almıştır.

281


Elbrus Azizov

Edebiyat sahasında bilim dünyasına pek çok isim kazandıran Kamal Talıbzade hakkında, henüz hayatta iken “hocaların hocası” sıfatı ile bazı çalışmalar yapılmış olması da yine onun bilim dünyasındaki önemini göstermesi bakımından dikkate değerdir. Prof. Dr. Şamil Salmanov’un “Akademik Kamal Talıbzade”, Prof. Dr. Nizameddin Şemsizade’nin “Türk Tefekkürü Mecrasında”, Terane Rehimli’nin “Böyük Neslin Layıqlı Davamçısı” gibi eserler bu çalışmalardan sadece birkaçını teşkil etmektedir. 1991 yılında babası Abdulla Şaik adına müze kurulmasını sağlayan Talıbzade 1994’de Unesco’nun nezdinde “Beynelxalq Müzeler Şu’rası Azerbaycan Komitesi’nin Uzvu” seçilmiştir. “Azerbaycan Millî İlimler Akademisinin Hakiki Uzvu” Akademik Prof Dr. Kamal Talıbzade 20 Ocak 2006 tarihinde vefat etmiştir. Ruhu şâd olsun. 1 Ali EROL*

1 *

Bilgiler Kamal Talıbzade’nin kızı, öğretim üyesi Ülker Talıbzade’den alınmıştır. Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.

282


Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 281-283, İZMİR 2005.

EGE ÜNİVERSİTESİ TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ I. ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR KURULTAYI’NDAN İZLENİMLER Kültür, toplumların var olmasını ve bu varlığı sürdürebilmesini sağlayan maddî ve manevî pek çok değeri kapsayan bir olgudur. Bu değerler her toplumda kendini şu veya bu şekilde gösterir. Modern çağın ortaya koyduğu teknolojik gelişmeler de kültürel ürünlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında önemli bir yere sahiptir. Dil, halk bilimi, sanat, edebiyat ve tarih gibi konular bu kapsamda yer almakta ve bir milletin can damarını oluşturmaktadır. Köklü bir kültüre sahip olan Türk milleti, yaşadığı topraklarda sözlü ve yazılı pek çok kültür ürünü ortaya koymuştur. Bu ürünler her dönemde, birçok zorluğa rağmen, değer görmüş ve korunmaya çalışılmıştır. Bir Türk Cumhuriyeti olan ülkemizde de özellikle 1923’ten itibaren, cumhuriyetin kurulmasıyla, kültürümüzü koruma ve yaşatma alanındaki çalışmalar hız kazanmıştır. Ulu önderimiz Atatürk’ün şuurlu ve planlı çalışmalarının ışığında çeşitli kurumlar oluşturulmuş ve kültürel çalışmalar bilimsel bir düzlemde yürütülmeye başlanmıştır. Bu çalışmalar, cumhuriyet tarihimizin ilk büyük atılımlarıdır. İkinci büyük atılım ise 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının ardından Orta Asya’da Türk devletlerinin kurulmasından sonra devletimizin, diğer Türk devletleriyle kültürel bir ilişki içine girmesiyle gerçekleşmiştir. Özellikle dil, tarih ve halk bilimiyle ilgili konularda ortak çalışmalar yürütülmüştür. Prof. Dr. Fikret Türkmen’in kurucusu olduğu ve 1992’de faaliyete geçen Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü ise Türk kültürü adına yapılan çalışmaların yürütülmesindeki önemli kurumlardan biridir. Enstitü tarafından, aynı zamanda Ege Üniversitesi’nin 50. kuruluş yılına denk gelen ve 9-15 Nisan 2006’da İzmir’in Çeşme ilçesinde düzenlenen I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı, sözünü ettiğimiz alanda ses getirmiş ve Türk dünyasının kültürel alanda birleştirilmesi fikrine önemli katkılar sağlamıştır. Kurultayın gerçekleştirilmesinde Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer başta olmak üzere, T.C. Başbakanlık Tanıtma Fonu, TİKA, TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Valiliği, Aliağa ve Buca Belediye Başkanlıkları, İzmir Esnaf ve Sanatkârlar Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Türk Eğitim Sen İzmir Şubesi, Anemon Otelleri, Başarı Okulları ve Yazgan Şarapçılık gibi pek çok kurum ve kuruluşun katkıları olmuştur. Kurultaya, bağımsız Türk Cumhuriyetleri Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve KKTC’den, özerk Türk topluluklarından Çuvaş, Başkurt, Tatar, Saha (Yakut), Hakas, Altay, Uygur ve özerklik hakkı olmayan Kırım Türklerinin temsilcileri; Almanya, Hollanda, ABD, Arnavutluk, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya, Finlandiya, Litvanya, Polonya, Moldova, Kosova, Bulgaristan, Rusya, Tayvan, Ukrayna, Gürcistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Japonya ve Irak gibi ülkelerden bu alanda çalışmalar yapan 357 bilim adamı katılmıştır. Kurultayın gerçekleşmesi için düzenleme kurulu başkanı olarak enstitü müdürümüz Prof. Dr. Fikret Türkmen, Kurultay Sekreteri ve aynı zamanda kurul üyesi olan Prof. Dr. Gürer Gülsevin; kurul üyeleri Prof. Dr. Zeki Kaymaz, Prof. Dr. Metin Ekici, Doç. Dr. Turan Gökçe, Doç. Dr. Yüksel Sayan ve ayrıca Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü akademik ve idarî personeli yoğun mesai harcamışlardır. Bir hafta süren kurultayda Türk Dili ve Lehçeleri, Türk Halk Bilimi, Türk Dünyası Edebiyatları, Türk Tarihi, Türk Sanatı ve Türk Dünyası Sosyal, Siyasî ve Ekonomik İlişkileri sahalarında bildiriler sunulmuştur. 10 Nisan 2006 Pazartesi başlayan kurultayın açılış konuşmalarını ise “Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkileri, Türkiye’nin Avrupa’ya Kültürel Katkıları” konu başlığıyla Prof. Dr. Faruk Şen ve “Türk Dünyasını İlgilendiren Ortak Meseleler” başlığıyla da Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu yapmıştır. Bildirilerin sunulduğu salonlara ise Türk dünyasının manevî havasını tam olarak yansıtmak için çeşitli Türk büyüklerinin adları verilmiştir. Böylece, Türk Dili ve Lehçeleri ile ilgili bildiriler “Kaşgarlı Mahmut”, Türk Tarihi ve Sanatı ile ilgili bildiriler “Kutlualp”, Türk Halk Bilimi, Türk Dünyası Edebiyatları ve Türk Dünyası Sosyal, Siyasî ve Ekonomik İlişkileri ile ilgili bildiriler “Dede Korkut” ve “Manas” salonlarında sunulmuştur. Bu sunumların tümü eş zamanlı olarak gerçekleştirilmiş

283


Gülcan Gülmez

ve kurultaya katılanların sunumları takip edebilmeleri için programlar hem salonlara asılmış hem de tüm katılımcı ve konuklara kurultay programı ayrıca verilmiştir. Kurultayın açılış törenine pek çok devlet adamı katılmış ve Türk dünyası adına gerçekleştirilen proje ve çalışmaların destekleneceğine dair görüşler bildirilmiştir. Daha sonra Ege Üniversitesi Müzik Topluluğu güzel türkülerimizle katılımcılarımıza bir müzik ziyafeti vermiştir. İlerleyen günler içinde bildiriler devam etmiş, bilim adamları meslektaşlarının çalışmalarını izleme imkânı bulmuş, öğrenciler de alanlarında uzman bilim adamlarını dinleme ve onların tecrübelerinden faydalanma şansını elde etmişlerdir. Asıl bildirilerin yanı sıra ana salona yerleştirilen panolarda 47 poster (askı) bildiri de sunulmuştur. Kurultayda yalnızca Türk dünyası ile ilgili bilimsel konular yer almamış, kurultayın adından da hareketle Türk kültürü çok yönlü olarak sergilenmeye çalışılmıştır. Bu bakımdan Türk gölge oyunu Karagöz’ün usta oynatıcılarından Yaşar Kurt, kurultayın sosyal programına katılarak izleyicilere güzel bir şölen sunmuştur. Ayrıca, önemli âşıklarımızdan olan Ali Rıza Ezgi, Nevruz Ali Çiçek, İrfan Erdağı sazları ve sözleriyle âşıklık geleneğimizin güzel örneklerini sergilemişlerdir. Türk dünyasını pek çok yönden kucaklayan, ilişkilerin daha da sıkı bağlarla güçlenmesini sağlayan kurultayın sonunda bir “Sonuç Bildirgesi” hazırlanmış, bu bildirge katılımcılara ve basına duyurulmuştur. TRT televizyonu da kurultayı yakından takip etmiş, canlı yayınlar düzenleyerek I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı’nın akışını ve hedeflerini halkımıza iletmeye çalışmıştır. “Sonuç Bildirgesi” Türk dünyası için çok önemli kararların yer aldığı bir belge niteliğini taşımakta ve şu maddeleri içermektedir: “1. Türk kültürü araştırmalarının kurumsallaştırılarak bütün ülkelerle işbirliği halinde geliştirilmesi, 2. Türk kültürünün tanıtılması için dünyanın belli bölgelerinde Türk Kültür Merkezlerinin açılmasını özellikle bağımsız Türk devletlerinin görev edinmesi, 3. Yüzyıllardan beri eğitim, bilim, yayın ve kültür dili olan Türk dilinin bu özelliğinin aksamadan devamı için, bütün Türk devlet ve topluluklarının gerekli duyarlılık, bilinç, kararlılık ve hareket içinde olması; Türk dilinin yasaklanması teşebbüslerinin önüne geçilmesi, 4. Bundan 80 yıl öncesi I. Bakü Türkoloji Kurultayı’nda alınan Latin esaslı ortak Türk alfabesi kararının Türk dili ve Türk dünyasının geleceği için hayati ehemmiyet taşıması dikkate alınarak bu yoldaki çalışma ve uygulamaların tamamlanması ve sonuca bağlanması, 5. Türk dil, lehçe ve şivelerinin her birinin zengin varlığının devamı yanında, Türk topluluklarının her seviyedeki ilişkilerinde kullanılmak üzere ortak iletişim dili olan Türkiye Türkçesinin geliştirilmesi, 6. Türk dünyasının ve insanlığın ortak noktası olan tarih, kültür ve sanat değerlerinin korunması ve geliştirilerek gelecek kuşaklara aktarılması için gerekli çalışmaların yapılması ve tedbirlerin alınması, 7. Türk dünyası ortak tarih bilincinin geliştirilmesi için gerekli tedbirlerin alınması, 8. Türklük bilimi araştırmalarında çağdaş metot ve kaynakların kullanılması yanında, Türk dünyasının kendi ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeni, orijinal bakış ve metotların da geliştirilmesi, 9. Teklif edilen bütün bu görüşlerin hayata geçirilebilmesi için, Türk devlet ve toplulukları yöneticilerinin göreve çağırılması, I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı delegeleri, yukarıdaki hususların dünya kamuoyuna duyurulmasına oy birliğiyle karar vermiştir.” Sonuç olarak, Türk kültürünü yaşatmanın önemi ve bu yolda atılacak adımlar kurultayın ana meselesi olmuş; ancak tüm bu programlar bilimsel bir düzlemde ve insanlığın ortak paydası olan kültüre

284


Değerlendirmeler

hizmet etmek için düzenlenmiştir. Ümit ediyoruz ki milletlerin yaşama özgürlüğünü en iyi şekilde temsil eden bu tip çalışmalar, ülkemize ve Türk dünyası coğrafyasına değerli katkılar sağlayacaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşlülüğü sayesinde çok önceden işaret ettiği Orta Asya’daki Türk kardeşlerimizin bağımsızlılarını elde etmeleriyle ülkemizde hız kazanmış kültürel çalışmaların son yıllardaki bir simgesi olan bu kurultay, bize gelecek yıllar içerisinde de yapılacak çalışmaların bir planını sunmaktadır. Ulu önderimizin, “Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.” sözünü en güzel şekilde yerine getirmeye çalışan Türk evlatları olarak, kültürümüzü yaşatma ve koruma yolunda gerçekleştirilmiş olan I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı’nın önemini daha da iyi idrak edebiliyor ve bu çalışmaların devamlılığını temenni ediyoruz. Gülcan GÜLMEZ*

*

Yüksek Lisans Öğrencisi; Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü

285



Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, Cilt: VI, Sayı 1, Sayfa: 285-286, İZMİR 2005.

Mustafa Gökçeoğlu, Toplu Masallar I-II, Gökçeoğlu Yayınları, Lefkoşa, Mayıs 2005, I. Cilt (537 s.)- II. Cilt (543 s.) Masal deyince çoğumuzun aklına devler, ateş saçan ejderler, prensesler, köyün yoksul; ama akıllı delikanlıları ve daha nice ilginç ve etkileyici unsurlar gelir. Bir topluluğu, milleti ve hatta dünyayı sarıp sarmalayan bu sihirli anlatı türü insanları çocukluk dönemlerinden başlayarak etkisi altına alır. Bu etki, çocukluk dönemimizle sınırlı kalmayıp bizi ömrümüzün sonuna kadar sarıp sarmalar. Sanıyorum bu güçlü etki masalın, insanoğlunu baskı altında tutan zaman ve yer kavramından uzaklaştırmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de bir varmış bir yokmuşta yaşanan sihirli hayatlar çocukların hayal güçlerini geliştirirken, biz yetişkinleri de bir anlık olsun çocukluk dönemlerimize götürüp rahatlatır. Üzerinde önemle durulması gereken nokta ise, sözlü edebiyat ürünü olan masalların hayatımızda her zaman var olmalarının gerekliliğidir. Eski zamanlarda her anlatmada yenilenerek yaşayan ve yayılması daha kolay olan masallar günümüzde ne yazık ki unutulmakta ya da çok daha az bir anlatıcı ve dinleyici kitlesi bulabilmektedir. Modern çağın gerekleri ve hayat tarzı bizi bu noktaya getirmektedir. Fakat son dönemlerde, özellikle bizim edebiyatımızda, bu alanda yapılan derleme çalışmaları ümit ediyoruz ki masallarımızın korunmasını ve geniş kitlelere ulaşmasını sağlayacaktır. Burada tanıtmaya çalışacağımız eser de bu yolda yapılan önemli çalışmalardan biridir. Mustafa Gökçeoğlu tarafından hazırlanan “Toplu Masallar I-II” adlı çalışma 2005 yılında, Lefkoşa’da, Gökçeoğlu Yayınları arasından çıkmıştır. Elimizdeki çalışma, kitabın 1.baskısıdır. Bu eser iki ciltten oluşmaktadır. Birinci ciltte, “Yazarın Öteki Kitapları” (s.3), “İçindekiler” (s. 4-6), “Önsöz” (s. 7-23), “İkinci Önsöz” (s.24) , 62 adet masal ve bunların künyeleri bulunmaktadır. Bu önsöz 11. 8. 1999’da Gönyeli’de kaleme alınmıştır. İkinci ciltte ise “Yazarın Öteki Kitapları” (s.3), “İçindekiler” (s. 4-6), 79 adet masal ve künyeleri bulunur. İkinci önsöz ise 16.3.2005’te Gönyeli’de yazılmıştır. Kitabın “Önsöz” (s. 7-23) kısmında yazarın üzerinde durduğu konular şunlardır: 1.Masalların insanlar üzerindeki etkileri: Yazar bu konuda, özellikle masalların çocuklar, anlatıcılar ve dinleyiciler üzerindeki etkisinden söz etmektedir. Masallar çocukluk düşlerimizi süsleyen çiçeklere benzetilmiştir. Masal anlatanların dilleri baldan tatlıdır ve bizlere hoşça vakit geçirtirler. Dinleyiciler ise kendilerini bir anda olağanüstü bir dünyada bulur ve zamanın nasıl geçtiğini anlamazlar. 2. Masal araştırmalarının dünyadaki ve bizdeki tarihçesi: Dünyada masallar üzerinde yapılan ilk ciddi çalışma, 19. yüzyılda Wilheim Grimm’e aittir.Daha sonra Max-Müller gibi kişiler ise masalla ilgili konuların ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Sigmund Freud, halkbilimci Hegen, psikologlardan Bruno Bettelheim ve Carl Jung gibi önemli isimler de masalların doğuşuyla ilgili teoriler sunmuşlardır. Türk masalları hakkında ilk çalışma ise 1781’de M. Digeon tarafından yapılmıştır. Ardından Radloff “Türk Kavimlerinin Halk Edebiyatından Örnekler”adlı 10 ciltlik çalışmasını yayımlamıştır. Bunların yanında yazar İ. Kunoş, Prof. Dr. Pertev Naili Boratav, Eflatun Cem Güney, Ziya Gökalp, W.Eberhard, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu gibi önemli araştırmacılardan söz etmiştir. Bu araştırmalardan en önemlisinin ise Prof. Dr. Pertev Naili Boratav’la W. Eberhard’ın yapmış oldukları inceleme olduğunu belirtir. 3. Masal sözcüğü hakkında: Sayın Gökçeoğlu burada masal sözcüğünün bizde ve dünya dillerindeki kullanımı ve anlamları üzerinde durur. Bu sözcük İngilizce’ de “tale”,Fransızca’da “cante”, Almanca’da “meorchen”şeklinde adlandırılmaktadır. Ayrıca bu sözcüğü Azeriler “nağıl”, Kerkük Türkleri “matal”, Başkurtlar ve Tatarlar “akiyat”, Kazaklar “şabuu”, Kırgızlar “at çabu”, Özbekler “ertak”, Türkmenler “erteki”, Uygurlar “çöçak”, Teleütler “çerçok”, Şozlar “libak”, Yarken ve Kaçkar Türkleri “çöçek”, Çağlayan Türkleri “tumtak” ve Kıbrıs Türkleri “mesel” olarak adlandırmışlardır. Bunların dışında Kamus-i Osmani, Kamus-ı Türki, Türkçe sözlük, Büyük Sözlük, İslam Ansiklopedisi ve Prof. Dr. Pertev Naili Boratav’a göre masal tanımını bize aktarmıştır.

287


Gülcan Gülmez

4. Masallardaki yer, zaman ve kişiler: Masallarda zaman genellikle belirsizdir. “Bir varmış, bir yokmuş.” sözü de bunu ifade eder. Gökçeoğlu masalların geçtiği yerlerin günlük yaşamımızdaki yerleşim birimlerinden biri olabileceği gibi otu, hayvanı haşatı bilinmeyen bir düş ülkesi de olabileceğini bildirmektedir. Masallardaki kişileri ise iki tipe ayırmıştır. Bunlardan birincisi, bakkal, kasap, işçi, tüccar gibi yaşadığımız çevrede karşılaşabileceğimiz kişilerdir. İkincisi ise, dervişler, devler, canavarlar , periler, cinler, Hızır gibi doğaüstü kahramanlardır. 5. Kıbrıs masallarındaki biçim özellikleri: Yazar, dünya ve Kıbrıs masallarının biçim olarak masal başı, masalın kendisi ve masalın sonu şeklinde üçe ayrıldığını belirtmektedir. Masalın baş kısmında ise, “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde ”, “Bir zamanlar bir ülkede...”, “Bir varmış, iki yokmuş” gibi kalıp sözler bulunur. Masalların son kısmında da “Ben de bıraktım da geldim.”, “Gökten üç elma düştü, birini meseli toplayıp söyleyen yedi. Birini gelinle güveyi yedi. Birini de sizlere getirdim. ” vb. formeller bulunur. Ayrıca masalların bazıları da tekerlemelerle başlamaktadır. 6. Masalların Türk dili açısından önemi: Masallar dilimiz açısından da büyük önem arz etmektedir. Buna dikkat çekmek isteyen yazar, masalın akışı içerisinde günlük yaşamda nerdeyse hiç kullanmadığımız eklerin varlığından söz etmektedir. Bu masallarda olumsuzun olumsuzu, olumluyu karşılamak için kullanılmıştır. Örneğin; “Git gitmemecesine, yap yapmamacasına...”Bunun dışında ikilemelerin ve yansıma seslerin de epeyce kullanıldığı ifade edilmektedir. 7. Kıbrıs masalları ve çalışmalar: Mustafa Gökçeoğlu , Kıbrıs ’ta kendi kitabıyla birlikte beş masal çalışması olduğunu bildirmektedir. Kıbrıs masallarını ilk kitaplaştıran Prof. Dr. Saim Sakaoğlu olmuştur. Kitap, “Kıbrıs Türk Masalları” adıyla 1983’te Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları arasından yayımlanmıştır. Kıbrıs’ta derlenip orada basılan ilk masal kitabı “Cihan Şah”tır. Daha sonra ise “Bir Varmış, Bir Yokmıuş” ve Yorgancıoğlu’nun “Masallarımız” adlı kitabı yayımlanmıştır. Yazar bunların dışında derlemeye dayanmayan, kurgu nitelikli masal kitaplarının da bulunduğunu bildirmektedir. 8. Yazarın çalışmaları ve izlediği metodlar: Yazarımızın elimizdeki eseriyle birlikte 18 çalışması bulunmaktadır. Kendisi bunlardan “Tezler ve Sözler 3” adlı çalışmasında masalları Kıbrıs ağzıyla yazdığını söyler. Ayrıca derleme sırasında, yazımla ilgili tutumunu da bildirir. Gökçeoğlu, masalların bazılarının birden fazla varyantının bulunduğunu; ancak bunları kitaba almadığını da belirtmektedir. Gökçeoğlu kitabında, masalların önemini “Çocuklarımız yıllar boyu yabancı masalları okumak zorunda bırakılmıştır. Pinokyo, Sinderella, Kırmızı Başlıklı Kız, söylediklerimin en güzel kanıtıdır. Oysa bizlerin de evrensel nitelikli çok sayıda masalımız var.” sözleriyle vurgulamıştır. Yazara göre masallar çocukluk düşlerimizi süsleyen çiçeklerdir. Masalda, insanlar adeta yaşadıkları zaman ve mekândan sıyrılıp başka bir dünyaya yolculuğa çıkarlar. “İkinci Önsöz” (s .24) kısmında ise, yazar daha çok basım aşamasından bahsetmiştir. Ayrıca kitabın yayımında çok büyük katkıları bulunan Vakıflar Bankası’na da teşekkürlerini sunmuştur. Yazar, masalları (I. cilt - 62 adet, II. cilt – 79 adet) Türkiye Türkçesi ile kaleme almıştır. Masalların sıralanışında alfabetik sıra gözetilmemiştir. Her masalın sonunda ise masalın derlendiği yer, zaman, kaynak kişi ve bu kişinin işi, eğitim durumu ve yaşı belirtilmiştir. Sayın Gökçeoğlu bu eseriyle Kıbrıs Türk masallarıyla ilgili önemli bir çalışma sergilemiştir. Daha önceden de 18 eseri bulunan yazar, sözlü kültürümüze yapmış olduğu katkılarla bu sahada bir örnek teşkil etmektedir. Değerli araştırmacı Mustafa Gökçeoğlu’ na “Toplu Masallar I-II” adlı eserde bizi Kıbrıs Türk masallarıyla buluşturduğu için, teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu sahadaki çalışmalarının devamlı olmasını temenni ediyoruz. Gülcan GÜLMEZ* *

Yüksek Lisans Öğrencisi; Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü

288


EGE ÜNİVERSİTESİ TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ

TÜRK DÜNYASI İNCELEMELERİ DERGİSİ Journal of Turkish World Studies YAYIN İLKELERİ Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Yaz ve Kış olmak üzere yılda iki defa yayımlanan ortak bir kitaptır. Her yıl bir cilt oluşturulur ve yılın kış sayısına dizin konulur. İlgililerine yayım tarihini izleyen 20 gün içinde gönderilir. Amaç: a) Türkiye ve Türk Dünyasındaki sosyal bilimler alanındaki çalışmaları yayımlamak, bunları ulusal düzeyden boylar arası ve uluslar arası düzeye taşımak, b) Bu alandaki çalışmaları izlemek c) Bu alanın kuramsal ve yöntemsel gelişmesine katkı sağlayacak her türlü çalışmayı -Türkçe (Latin harfli olmak kaydıyla öteki lehçeler) veya uluslar arası dillerden birindeyayımlamak, d) Türk dünyası alanında bir köprü görevi görecek çalışmaların ve araştırmaların yayımlanmasına ve yaygınlaşmasına katkı sağlamak. Konu: Türkiye ve Türk dünyasındaki araştırmaya, incelemeye veya derlemeye dayanan bu alanla ilgili her türlü kuram ve yöntem sorunlarına yer veren yazılar. İçerik: a) Alanında bir boşluğu dolduracak, araştırmaya dayalı özgün makaleler b) Alanın gelişimine katkı sağlayacak tanıtım ve eleştiri yazıları c) Türk dünyası alanındaki çalışmalara kuramsal ve yöntemsel açıdan katkı sağlayacak çeviri yazıları ç) Alandan veya yazılı kaynaklardan yapılan derlemeler d) Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi’nde yayımlanacak yazılarda daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olma şartı aranır. Nerede sunulduğu belirtilmek kaydıyla, bildiriler yayıma kabul edilebilir. Gelen Yazıların Değerlendirilmesi: Yayımlanması için dergimize gönderilen yazılar öncelikle Yayın Kurulu tarafından amaç, konu, içerik ve yazım kuralları açısından incelenir. Bu yönleriyle uygun bulunanlar, Yayın Kurulu'nun onayı ile, bilimsel bakımdan değerlendirilmek üzere, alanında eser ve çalışmalarıyla kabul görmüş iki hakeme gönderilir. Hakemlere yazar adı gönderilmez, yazarlara hakem adı açıklanmaz. Hakem raporları beş yıl süreyle saklanır. Hakem raporlarından biri olumlu, diğeri olumsuz olduğu takdirde, yazı üçüncü bir hakeme gönderilebilir. Yazarlar, hakemlerin ve Yayın Kurulu'nun eleştiri, öneri ve düzeltme taleplerini dikkate alırlar. Katılmadıkları noktaları gerekçeleriyle birlikte ayrı bir rapor halinde Yayın Kurulu'na sunabilirler. Yayıma kabul edilmeyen yazıların birinci nüshası, istek halinde yazarına verilir. Yazım Dili: Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi’nin dili Türkiye Türkçesidir. İletişim zorlukları hariç, bütün yazışmalar bu dille yapılır. Ancak, yayınlanacak makalelerde bu şart aranmaz. Latin harfleriyle yazılmak kaydıyla öteki Türk lehçelerinde ve dünyaca yaygınlı kabul edilen diğer dillerde yazı yayımlanabilir. Genel Kurallar: Makalelerde uyulması gereken genel kurallar şunlardır: A) Başlık: 12 kelimeyi geçmemeli, bold ve büyük harflerle yazılmalı, ikinci dildeki karşılığı bold ve küçük harflerle başlığın altında yer almalıdır. B) Yazar Adı: Başlığın altında sağ tarafta ve soyadı büyük harflerle siyah ve italik yazılmalı, ünvan, adres ve e-mail adresi italik olarak bir yıldızla soyadına ilintilendirilerek, ilk sayfanın altında verilmelidir. C) Özet: 50 kelimeden az olmayacak ve 150 kelimeyi geçmeyecek şekilde yazının özünü verecek tarzda hazırlanmalıdır. Özet içinde kaynak, şekil, çizelge, nota vb. bulunmamalıdır. Özetin hemen altında en az üç en fazla beş anahtar kelime verilmelidir. Özet ve anahtar kelimeler Türkçe ve ikinci dilde hazırlanmalıdır. Ç) Makale Metni: Yazılar A4 boyutundaki kağıtlara bilgisayarda 1,5 satır aralıkla ve 11 punto yazılmalı, sayfa kenarlarından 3'er cm. boşluk bırakılmalı ve ikinci sayfadan başlayarak (başlık sayfası birinci sayfa olarak dikkate alınmak kaydıyla) sayfa numarası verilmelidir. Yazılar ortalama 7000 kelimeyi (20 sayfa) geçmemeli, MS Word programında ve Times New Roman veya Arial yazı karakteri ile yazılmalıdır. Makale, Giriş bölümüyle başlamalı, burada yazının hipotezi ortaya atılmalı, Gelişme bölümü (ara ve alt başlıklarla desteklenebilir) veri, gözlem, görüş, yorum ve tartışmalardan oluşmalı, Sonuç bölümünde varılan sonuçlar, önerilerle desteklenerek açıklanmalıdır. D) Kaynak Gösterme: Kaynaklar kesinlikle dipnot şeklinde ve Türk Dil Kurumu yayımlarında tavsiye edilen şekillerde yapılmalı, metin içinde parantezle verilmemelidir. Kaynaklar, ayrıca metin sonunda kaynakça kısmı oluşturularak da verilebilir. Kaynakça verilecekse yine Türk Dil Kurumu yayınlarında tavsiye edilen şekillerde hazırlanmalıdır. Dipnotlar ve Kaynakça kısımlarında asıl metinden iki punto küçük (9 punto) karakter tercih edilmelidir. Yazıların Gönderilmesi: Yukarıda belirtilen ilkelere uygun olarak hazırlanan yazılar, disketi ve üç nüsha çıktısı (2. ve 3. çıktılarda yazar adı yer almayacaktır) ile yazışma adresimize gönderilir. Eğer hakemler tarafından düzeltme istenmiş ise, yazar düzeltmelerin yapıldığı yeni bir disketi ve bir çıktısını aynı adrese en geç bir ay içinde gönderir. Yayım aşamasında esasa yönelik olmayan küçük düzeltmeler Yazı İşleri tarafından yapılabilir. Yayımlanan yazıların düşünsel ve bilimsel, çevirilerin ise hukuki sorumluluğu yazarlarına/çevirmenlerine aittir. Tüm hakları saklıdır. Derginin adı belirtilmeden hiçbir alıntı yapılamaz.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.